C)Rojhilatê Kurdistan:
1639 Kasr-ı Şirin anlaşmasıyla beraber Kürdistan’dan koparılan Rojhilat parçasında, Safeviler’den başlayıp İran ulus-devlet yapılanmasına kadar süren derin bir sömürge politikası hâkimdir. Her ne kadar İran, 1925 yılında ulus-devlet sistemine geçmiş olsa da, 1500’lere kadar dayanan iktidarcı yapılanma, Kürt halkı üzerinde tıpkı diğer egemen devletler gibi özel savaş politikalarını da kapsamlıca yürütmüştür. Kürt halkının herhangi bir siyasal talepte bulunmaması ve İran devletinin bekasına zarar verecek bir yapılanma içerisinde olmaması için, Kürt halkına 1930’lu yıllara kadar da özerklik statüsünde yaklaşılmıştır. Günümüz İran’ında ise, kültürel ve dil serbestisi gibi kimi haklar tanınıyormuş gibi gösterilse de, özünde Kürt halkının siyasal varlığı sınırlandırılmakta, sürekli ekonomik, siyasal, devlet şiddeti basıncıyla kontrol altında tutulmaya çalışılmaktadır.
İran devleti sömürge tarihi açısından belli bir tarihi geleneğe sahip olsa da, Rojhilat Kürdistan’ında yaşayan Kürtler de siyasal bilinç, örgütlenme, direniş açısından köklü bir geleneğe sahiptir. Bu direniş geleneği, İran rejimi tarafından, tıpkı faşist Türk devletinin Kürt isyanlarında kullandığı kanlı yöntemlerle bastırılmak istenmiştir. Adeta tüm Kürt halkına ibreti alem olsun dercesine Mahabad direnişinin öncüsü Qazî Muhammed ve arkadaşlarının Çarçıra meydanında asılması, hafızalarda hala tazedir. Bu kanlı bastırılmalarla amaçlanan, teslim almak, kendi sistemine entegre etmek, bunlar olmuyorsa da katletmektir. Önderliğimiz bu geleneği şu şekilde özetlemektedir: “Doğu Kürdistan’daki 1878 Şeyh Übeydullah Nehri, 1920’lerdeki Simko İsmail ve 1945’lerdeki Qazî Muhammed önderliğindeki hareketler benzer sonuçlara yol açmışlardır. Yenilgi ve daha çok ezilme ulusal varlığı ve özgürlüğü daha da zayıflatmış, umutsuz duruma yol açmışlardır. Qazî Muhammed’in önderlik ettiği Mahabad Cumhuriyet deneyimi, modern halkçı niteliğine rağmen geleneksel akıbeti paylaşmaktan kurtulamamıştır. Beyaz Türk faşizmiyle Rıza Pehlevi faşizmi arasında 1937 Sadabat Paktı adıyla varılan anlaşma, özünde Qasr-ı Şirin’in çağdaş biçimi olup Kürt bölünmesini derinleştirme, özgürlük hareketini ortaklaşa tasfiye etme amaçlıdır. İran’ın başkenti olan Tahran’da 1937’de Sadabat sarayında gerçekleşen Sadabat Paktı ile İran-Irak-Türkiye-Suriye ve İngiltere’nin isteği ile Afganistan’ın katıldığı toplantıda imzalanan Sadabat Paktı tamamen bir anti-Kürt anlaşmasıdır. Bu anlaşmaya göre parçalara ayrılan Kürdistan’ın hangi parçasında bir ayaklanma, isyan ya da başkaldırı olursa ortak müdahale edilecek ve diğer parçalara yansımaması için her türlü baskı ve şiddet uygulanacaktır, kararı alınmıştır. Bu da bir özel savaş anlaşmasıdır. (Şiddet, korku, baskı, sindirme, katletme politikalarının uygulanması esas alınmıştır.) Günümüzde de Türkiye’deki Yeşil faşist iktidarla İran İslami faşist iktidarı arasında Kürdistan’ın ulusal varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama mücadelesine karşı gizli yapılan ve yürütülen çok sayıda anlaşmalar söz konusudur.” Anlaşmalar özünde, direnişin teslim alınması için sinsi yöntemlerin devreye konulmasıdır. Kürt ve Kürdistan kavramlarının yasaklanmaması, Kürtçe dilinin serbest kullanımı, kültürel kimi konularda serbestlik verilmiş olsa da, Kürt halkının siyasal statüsü hiçbir şekilde kabul edilmemektedir. Bu arayışa giren Kürtler, tıpkı tarihteki gibi idamlarla cezalandırılmaktadır.
Yeşil faşizmle yoğrulan İran devletinin tarihte Kürtleri katledişi, bugün farklı biçimlerde tekrar uygulamadadır. Bu uygulamalarını gerçekleştirirken de yöneldiği temel kesim kadınlardır. Kürt kadınları, bu parçadaki Kürtlerin güçlü kültürel temsilcileri ve yaratıcılarıdır. Bu güçlü mirası yok etmenin yolu da kadını yok etmeden geçmektedir. Bu saldırılar sonucunda, din kisvesi altında iğdiş edilmiş bir toplum ve bedeni devlet denetimi adı altında erkeğe peşkeş çekilmiş, ajanlaştırma operasyonlarıyla çeperlenmiş, beyni ve aklı uyuşturulmuş bir kadın gerçekliği yaratılmak istenmiştir. Yürütülen özel savaşın başarısı da, bu pratikten aldığı sonuçlarla eşdeğer tutulmuştur. Konunun daha iyi anlaşılması için, günümüzde kadın şahsında yürütülen özel savaş politikalarını somut örneklendirmekle açımlamak faydalı olacaktır.
İslami rejime geçişle beraber kadına yönelik uygulamalarını ve teslim alma operasyonlarını katı kurallara bağlayan rejim güçleri, korku yaratarak toplumsal alanda belirleyici rol oynayan kadını etkisiz hale getirmek istemiştir. Kırbaç, recim, örtülmeyen yüze asit dökme, kadın sünneti bu uygulamaların sadece birkaç örneğidir. Bu uygulamalar topluma açık sahalarda pratikleştirilerek herkese de bir mesaj verilmiş olur. Kadın toplumsal alanda tamamen görünmez bir cins haline getirilmektedir. Rejim, her ne kadar geçen süreçle beraber kadına kısmi haklar verdiğini iddia etse de, çoğu şekilsel ve sistem sınırları dahilinde uygulamalar olarak kalmaktadır. Örneğin; kadınlara okuma imkânı verdiğini söyler, ama okumaması için her türlü zorluğu çıkarır. Meslek hayatında yer alabileceğinin propagandasını yapar, ama toplumsal cinsiyetçiliğin öngördüğü meslekler dışında (öğretmenlik, hemşirelik, aile meslekleri vb.) bir alan açmaz. Kadının örgütlenme hakkı olduğunu dile getirir, bunun için kimi örgütlenmeleri geliştirir (Zehra Xweran, Zeynep Xweran -bacı- vb.). Bu örgütlenmelerin sorumluları erkektir. Bu örgütlenmeler tamamen kadın özgürlüğü karşıtlığı temelinde geliştirilir. Kadını sadece erkeğinin hizmetinde, devletine saygılı, milletine bağlı, rejim sistemin fedaisi olarak eğitirler. Bu kadınları eğitenler kadın olsa da, direktifleri devlet ya da rejime bağlı erkeklerden alırlar. Bu kişiler özel olarak kadın konusuna eğilip, kadının toplumdaki varlığının tamamen soyut bir hal alması için çalışırlar. ‘Kadın sadece erkek için vardır’ ilkesiyle kadınları eğitirler.
Kadının kültürel faaliyetlerde yer alabileceğini söyler, ama sesinin çıkması ve basına yansıtılması yasaktır, kadın sadece Kuran-ı Kerim’i sesli okuyabilmektedir. Yine siyaset alanında kadınlara yer açar, ama bu alanlarda yer alan kadınlar sadece formalite icabı vardır ve erkek zihniyetiyle donatılmıştır. Katı uygulamalarının yanı sıra böylesi ince yöntemlerle kadını teslim almaya çalışan sistem, son süreçlerde farklı uygulama şekillerini de devreye koyarak kadın üzerinden özel savaşını derinleştirmektedir. Hem genel hem de özel anlamda Kürt kadını üzerinde yürütülen rejimsel normatiflerinin ne olduğunun hiç fark etmediği bu özel savaş saldırıları ve sistemin tahakkümcü gerçekliğinde, Kürt kadını Batman’da intihar ederken, Hewler’de cinayete kurban gitmekte, bu parçada da bu politikalar ve yönelimlerden ötürü kendini yakmaktadır.
Kadına yönelik günümüzde de güncelliğini koruyan temel uygulamaların başında Sixe sistemi gelmektedir. Bu sistemin anlamı, fuhuşun devlet eliyle ve din adı altında resmi yürütülmesidir. Geçici evlilik ya da beyaz evlilik ( zewaca spî) olarak adlandırılan bu sistemde; erkek istediği gün ve kaç saat isterse bir kadınla dini nikâh kıyarak bedeni üzerinden tasarruf geliştirmekte, canı sıkıldığında da yine dini uygulamalarla boşanmaktadır. Sixe sistemi başlangıçta sadece Şia sisteminde uygulansa da, gittikçe Sünniler arasında da yaygınlaşan bir hal almıştır. Bu uygulamanın pratikleşmesi için devlet eliyle resmi alanlar oluşturulmuştur. Açlığa ve işsizliğe mahkûm edilen kadınlar, bu resmi yerlere gelerek bedenlerini peşkeş çeker. İmamlar ise kadın pazarlığının resmi uygulayıcıları olur. Örneğin; Urmiye’de ve Merîwan’da devlet tarafından görevlendirilen imamlar eliyle Kürdistan’da da bu uygulama devreye konulmak istenmiştir. İmamlar kendilerine uygun buldukları kadınları önce kendileri için nikâhlarken, daha sonra erkeklere peşkeş çekmektedirler. İmamlar, sırf bu işi yapmak için devletten de ayrı bir maaş almaktadır. Bu geri uygulama sistemi din adıyla cilalanmış olsa da, fuhuşun resmileşmesi anlamına gelmektedir.
Değerlendirilmesi gereken temel konulardan biri de, özel savaş aygıtları eliyle uyuşturucu maddelerin yaygınlaştırılmasıdır. Sözde dinde haram olan içki yasaklanırken, her türlü uyuşturucu kullanımı serbest hale getirilir. Özelde genç kadınlar arasında kullanımı yaygınlaştırılan uyuşturucu ve alkol kullanımı sonucu birçok intihar da yaşanmaktadır. Uyuşturucu maddelerin her türlü çeşidi (eroin, kokain, kristal vb.), bu alanda yaygın kullanılmaktadır. Rejimin başkentinde bu maddelerin üretildiği imalathaneler bulunmaktadır. Özellikle Kürdistan’da bu maddelerin dağıtımı, devletin yerel polisleri tarafından yapılmaktadır. Uyuşturucu tacirliği de genelde kadınlara yaptırılmaktadır. Kullanım düzeyi öyle arttırılmıştır ki, neredeyse her evde mutlaka bir bağımlı vardır. Açlıkla terbiye edilen Kürt halkı da uyuşturucu ticaretine teşvik edilmektedir. Ticaret esnasında, her türlü cinsel istismar da hak olarak görülmektedir. Yasalara göre yasak olan uyuşturucu kullanımı, Kürdistan’da neredeyse olağan bir hal almıştır. Amaç uyuşturulmuş, iradesizleştirilmiş, düşünceden, maneviyattan koparılmış ve siyasete bulaşmayan bir kesim yaratmaktır. Neredeyse toplumun büyük bir kısmı bu uygulamayla bağımlı hale getirilmiştir. Bağımlı kişilik de, sistem için her türlü koşturmaya hazır hale gelmiş kitle demektir. Bu nedenle özel olarak teşvik edilen bu yöntem, rejim tarafından vazgeçilmezdir.
Kürdistan’da Sinê Soran merkezi, Merîwan sınır hattı, Urmiye Kurmanç merkezi olması nedeniyle, rejim tarafından özel savaş politikalarının uygulanması için pilot alanlar olarak belirlenmiştir. Sınê’de gelişen halk hareketliliği, yine hareketimizin bu alandaki etkinliği de devletin bu alana daha fazla yüklenmesinde ve bu tür politikaları geliştirmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Merîwan, Güney’le olan sınırından kaynaklı hareketimizin de etkin olduğu, halk yapısının da devlet sistemiyle çok alakalı olmadığı bir alandır. Bu da düşmanın bu yönelimini etkilemekte, özel olarak yönelimini ortaya çıkarmaktadır. Urmiye Kuzey’le olan yakınlığından dolayı etkilenmeler yaşamaktadır. Halkı, Kuzey halkıyla iç içedir, böylelikle hareketin etkisini de yaşamaktadır; bu anlamıyla Kuzey’den çok bağımsız değildir. Devlet bu bağı kendine göre değerlendirmek için her türlü yolu burada denemektedir. Halkı teslim almak adına uyuşturucu, fuhuş, ajanlaştırma, asimilasyon ve yozlaştırma girişimlerinin çoğu bu alanlar üzerinden devreye sokulmaktadır. Bu alanlarda bir direnişin gelişmesi durumunda ise, idam cezalarıyla yıldırma ve zindanlara halkı doldurma yöntemleri devreye girmektedir. Böylece neredeyse halkın yarısı zindanda, dışarıda kalanların yarısı da bağımlı hale getirilerek zindan yaşamı içerisine alınmış olmaktadır. Kürt halkı, bu parçada da açlıkla terbiye edilme ve bağımlı hale getirilme uygulamalarıyla yüz yüze kalmıştır. Kaçakçılık, temel kurtuluş mesleği olarak görülmüştür. Fakat bu uğurda da birçok kişi sınır hatlarında katledilmiştir. Kolber olarak da bilinen bu kaçakçıların çoğu, devletin besic (ajan) sistemini kabul etmeyen, kendini uyuşturucudan koruyan, yoz yaşama karşı mücadele eden kesimlerdir, bu yüzden rejimin hedefindedirler. Rejim kendini bu insanlara kabul ettirmek için, sınırda katliamlar gerçekleştirmektedir. Burada yürüttüğü bir diğer politikada, kaçakçıların sınırın diğer tarafına geçmesine müdahale etmesidir. Fakat sınırdan içeri girdiğinde, yani dışarıdan gelen mal içeriye sokulduktan sonra müdahaleye başlamasıdır. Bu yöntemle kolberler, ya getirdikleri malları onlarla paylaşmak, ya tümünü vermek ya da ölmek zorunda bırakılmaktadır. Bunların hiçbiri olmadığı taktirdeyse, komutanın askerlere ‘kim daha iyi atış yapıyor’ diyerek kaçakçıları hedef göstermesi durumu yaşanır. Bu kez de, kaçakçıyı vurmak istemeyen asker (emre itaatsizlik, sınır ihlaline müsaade vb. nedenlerden), kendisi ölümü tercih etmiş demektir.
Şialık anlayışının hâkim olduğu İran sisteminde, keskin bir şekilde Sünni ve Şia ayrımı uygulanmaktadır. Yaşamın her alanında, özelde de eğitim sisteminde Sünnilere imkân sunulmamasına rağmen Şialara sınırsız haklar tanınmaktadır. Toplum arasında da bu şekilde tabakalaşma yaratarak, Şialığa özentiliği geliştirmektedir. Bu yaklaşımlardan kaynaklı birçok genç, mevcut sistem imkânlarından yararlanmak adına ailelerinden gizli bir şekilde Sünnilikten Şialığa geçmektedir. Böylece kimlik ve kültür inkârı yaratılarak, sisteme benzeşme geliştirilmektedir. Kendi kültüründen uzaklaştırılarak, yabancısı olduğu kültürü özümsemesi gerektiği her fırsatta karşısına çıkarılmaktadır. Özüne yabancılaşma bu şekilde geliştirilmektedir.
İran rejimi, eğitim modelini de tamamen teslim almak ve sisteme entegre etmek mantığıyla oluşturmuştur. Dindeki haremlik-selamlık mantığı öne sürülerek, liseye kadar kadın ve erkekler özgün bir şekilde eğitim görmektedir. Şeriat mantığıyla eğitim verilmektedir. Fakat üniversite süreciyle beraber karma eğitim sistemine geçilmektedir. Karma eğitim sistemiyle beraber cinsel güdüler öne çıkartılarak, kadın bedeni üzerinden her türlü tasarrufun sağlanması için çeşitli yöntemler denenmektedir. Eğitim sisteminde Kürtçe yasak olmamasına rağmen, eğitim müfredatında Kürtlük adına neredeyse hiçbir şey yoktur. Kendi dilleriyle sisteme eklemlenme, bu yolla yaratılmaktadır. Üniversiteler, İran istihbaratı tarafından daimi denetim altında tutulmaktadır, istihbaratın kendisi için ajan örgütlediği mekânlar olmaktadır. Özelde öğrencilerin maddi yetersizlikleri kullanılarak, bu yolla ajan örgütlenmesi sağlanmaktadır. Yine uyuşturucu ve fuhuş uygulamaları da, öğrenci kesimi düşürmek amacıyla yaygın kullanılmaktadır. Genç kadınlara uyuşturucu maddeler verilirken, erkeklerde ise cinsel gücü arttırıcı iğneler teşvik edilmektedir. Bu ilaçlar, sadece Kürt gençlerine satılmaktadır. Uyuşturucu madde kullanan genç kadınların bedeni de, her türlü tasarruf altına girmektedir. Tecavüz ve fuhuş yoluyla ajanlaştırmaya sürüklenmektedirler. Bu nedenle ahlaki yozlaşma olmaması adına, özelde son süreçlerde Kürdistan aileleri, genç kadınların okutulmaması yolunu seçmiştir. Ayrıca tıpkı faşist Türk özel savaş rejimi gibi bu alanlarda da yatılı okullar yaygınlaştırılmıştır. Böylece daha çocuk yaşta Kürt gençleri, kendi öz kültürü ve değerlerinden uzaklaştırılarak yabancılaşmaya ve hafızasızlaşmaya mahkûm edilmektedir.
İran rejimini diğer sömürgeci sistemlerden ayıran temel yöntemlerden biri de, ajanlaştırma konusunda geliştirdiği “besic” sistemidir. Bu yolla neredeyse her evde bir muhbir oluşturmak istemektedir. Tüm toplumu sürekli denetim altında tutarak, devletin sarsılmaz gücünü kanıtlamak istercesine özgüvensiz ve korku dolu bir ortam yaratılmaktadır. Bu yolla herkes herkesten şüphe eder hale getirilmiştir. Yaşamın tüm alanları denetim altına alınmak istediği için, çok fazla sayıda ajana da ihtiyacı bulunmaktadır. Besic sistemini geliştirmek için de tecavüz, uyuşturucu, toplumsal gerilikleri körükleyen namus olgusu, maddi yetersizlik gibi araçlar kullanılarak, herkes bu sisteme hizmet eder hale getirilmektedir. Özelde Kürdistan’da, yurtsever ailelerin çocuklarına dönük daha özgün politikalar devreye konulmaktadır. Böylece işbirlikçilik geliştirilmek istenmektedir. Kürdistan dışında okuyan öğrenciler hedef seçilerek, besicliğe zorlanmaktadır. Kadınlar açısından da, maalesef yine kadın bedeni üzerinden ajanlaştırmaya zorlama yöntemleri devreye sokulmaktadır. Önce ikna yöntemi kullanılır, olmazsa tecavüz edilip toplumsal gerilikler üzerinde tehdit edilerek, bu uygulamaya zorunlu bırakılır. Bu sistem örgütlenmesi üzerinden kendisini ayakta tutan İran İtlaatı, toplumsal denetimi bu yolla sağlamaktadır.
İran devleti, Kürt halkını ıslah etme ve teslim alma konusunda zindanlara da stratejik bir rol biçmektedir. Özel savaşın en çok işlendiği yerlerden biri de zindanlardır. Zindanlarda tutsaklara (siyasi), özel savaşın tüm politikaları uygulanır. Her türlü fiziki, psikolojik işkenceye maruz kalan tutsaklar, tüm iradeleriyle mücadele etmektedirler. Bu yüzden son dönemlerde özellikle irade kırmaya dönük, özel savaş uygulamaları geliştirilmektedir. Özelde herhangi bir siyasi kimliğe dair tek bir emare bırakmamacasına zindan sistemi oluşturulmuştur. Burada her türlü işkence yöntemi devreye konularak, Kürtler teslim alınmak istenmektedir. Aylarca süren gözaltı süreçlerinde insanlık dışı uygulamalar devreye konularak, iradesizleştirme faaliyetleri yürütülür. Yine devlet eliyle zindanlara uyuşturucu madde sokularak siyasi tutsaklar bağımlı hale getirilir, böylece dışarıya çıktıklarında farklı arayışlar içerisine girmelerinin önü alınmış olur. Kadın tutsaklar da, her türlü tecavüz ve taciz uygulamalarına maruz kalır. Kadını özellikle ahlaki boyutta ezerek, kadını kadınlığından nefret ettirmek için her türlü saldırıyı uygular. Görünürde kadın hapishanelerinde erkeksi kadın gardiyanlar olsalar da, tüm işkence uygulamalarında erkekler de vardır. Kadını küçük düşürmek için kadını kadına karşı kullanarak, kadın cinsini birbirine karşı düşman hale getirip aralarında birbirlerini dövme, yaralama hatta öldürmelerine bile neden olmaktadır. İdam sehpasına götürdükleri her kadın, bakire olmak günah adına cellatlarının tecavüzüne uğrar. Zindana girdiği günün sabahı ölü bulunan kadınlar var; bunların nedeni, niçini sorulmadan, soruşturulmadan direkt olarak kimsesizler mezarlığına gömülmektedirler. Yine tutsaklar içerisinde güdüler hortlatılarak, cinsel saldırılar teşvik edilir. Tüm bu politikalara rağmen yılmayan ve teslim olmayanlar için, idam kozu devreye konulur. Ne zaman devrimci dinamikler harekete geçerse, bir Kürt genci idam edilip korku yaratılarak bu hareketlenmelerin önü alınmak istenir.
İran devleti, Özgürlük Mücadelemizin Rojhılat’ta geliştirdiği özgün örgütlülükten sonra halkın mücadeleden uzak durması adına her türlü anti-propagandayı devreye sokmuş, fiziksel işkencelerle korku yaratmak istemiş, koruculaştırma yöntemleriyle ihaneti teşvik etmiştir. Özelde idam tehdidi sürekli güncel tutularak, ciddi bir baskılama yaratılmak istenmiştir. Şehit düşen arkadaşların bedenleri teşhir edilmiş ve her türlü işkencelerden geçirilerek askeri arabalar arkasından sürüklenmiş (Zilan Pepule yoldaşın cenazesine yapılanlar bu konuda örnektir), topluma gözdağı verilmek istenmiştir. Yine mücadele içerisinde yer alanların aileleri, özel olarak hedeflenmiştir. Yurtsever ailelere para teklif edilmekte, çocuklarını mücadeleden kopartmaları durumunda önlerinin açılacağı söylenmekte, ajanlaştırmaya mahkûm hale getirilmek istenmektedir. Bu yöntemlerle rejime karşı direniş içerisinde olan tek güç de, etkisiz hale getirilmek istenmiştir. Tüm bu uygulamalara rağmen, özelde uluslararası komplo sürecinden sonra Rojhilat açısından ciddi bir uyanış açığa çıkmış ve bu özel savaş uygulamaları teşhir edilmiştir. Oluşturulmak istenen korku furyaları yerine, direniş safları büyük bir tercih olarak belirlenmiştir. Bu tercih de göstermektedir ki, direnen çizgi daimidir, özel savaş politikaları istenen sonucu İran devleti açısından alamamıştır.
İran devletinin uyguladığı özel savaş yöntemlerini bir kaç başlıkla özetlersek;
- Ajanlaştırma ve istihbarat ağlarının yoğun bir şekilde geliştirilmesi ve bunun halk içerisinde özendirici kılınması,
- Koruculuk sisteminin geliştirilmesi (Besic),
- Ekonomik olarak Kürdistan’da yatırım yapmayıp halkın fakirleştirilerek, ekonomik sorunlar ile uğraşır hale getirilmesi. Bu şekilde sınırlarda yapılan kaçakçılığın önü alınarak devlete bağımlı ajanlaşma ve koruculuğun geçim yolu olarak halka dayatılması,
- İran’ın diğer eyaletlerinde yasak olan uyuşturucu ve içkinin, istihbaratın denetim ve bilgisi dahilinde Kürdistan’da dağıtımının yapılarak kullanımının yaygınlaştırılması,
- Uyuşturucu ve içkiye bağlı olarak fuhuş şebekelerinin yaygınca geliştirilmesi, ‘sixe sistemi’ adı altında fahişeliğin resmi evlilik temelinde geliştirilerek insanların ahlaki olarak çöküntüye uğratılması ve buna meşru zeminin oluşturulması,
- Cezaevlerinin özel savaş kapsamında bir işkencehaneye çevrilmesi, basit suçlardan bile cezaevlerine girenlerin ajanlaştırılması ve uyuşturucu şebekelerine katılımlarının sağlanması,
- Darağaçları, özel savaşın Kürtleri sindirme ve yok etmenin en etkili yollarından biridir. Diğer eyaletlere göre Kürdistan’da darağaçları kurularak idamların tamamen siyasi ve ibret mantığı ile geliştirilmesi,
- Cami, Kuran kursları ve medreselerin diğer eyaletlere göre Kürdistan’da çok daha fazla yaygınlaştırılarak, birer özel savaş kurumları olarak kullanılması.
İçe dönük politikalar bu temelde özetlenirken İran Kürt Uluslaşması ve özgürleşmesinin önünde bölgesel düzeyde mücadele yürüten ve engel olmaya çalışan bir konum ve politika içerisindedir. Doğu Kürdistan’ı ‘Kürdistan Eyaleti’ olarak tanımlanan küçücük bir bölgenin gölgesinde eritmekte, asimilasyonu, Fars üst kültürünü dayatmaktadır. Demokratik siyasete imkan tanımamakta, en ufak bir muhalefeti mutlaka sertlik yanlısı politikalarla önlemektedir. İran hareketimize yönelik kritik süreçlerde Türk devletiyle ortaklığı üzerinden hep yönelmeye çalışmış, Özgür Kürt uluslaşmasını kendisi açısından en büyük tehlike ve tehdit olarak görmüştür. Önderliğimizin değerlendirdiği üzere Sadabat Paktı devrededir; ortak operasyonlar, PKK kadrolarının Türkiye’ye teslim edilmesi, ağır işkenceler, bir devlet tarafından ilk defa Şirin Elemhuli arkadaş şahsında PKK kadrolarının idam edilmesi bu anlaşmanın sonucu olarak yansıyan yönlerdir. 3. Dünya Savaşı içerisinde statükocu bir devlet yapılanmasına sahip olan İran kendini korumayı diğer alanlarda savaşma taktiğine dayandırmış, bu temelde bölgeye yayılan bir mücadelenin yürüteni olmuştur. Irak’ta bir kesim Şia, Suriye’de Alevi rejim, Lübnan’da Hizbullah üzerinden etkinlik sağlamaya çalışmakta, bu temelde ayakta kalmaya çalışırken aynı zamanda bölgesel bir nitelik kazanmayı hedeflemektedir. 3. Dünya savaşının merkezi Kürdistan’dır. İran’ın hareket ettiği alan Kürdistan parçalarının stratejik önemi ve hareket öncülüğünde Kürt halkının mücadelesinin etkinliğiyle karşılaşmaktadır. Kürt-Fars ittifakıyla demokratik dönüşüm sağlama ve Demokratik uluslaşmayla kendini güçlü kılma yerine İran bölgesel düzeyde Kürt karşıtlığı üzerinden siyasetini konumlandırmakta, savaş yöntemlerini buna dayalı geliştirmektedir. Nihayetinde Suriye’de rejimin Kürtlere karşı gösterdiği ilkesiz-pragmatik tutum İran siyasetinin eseridir. Türkiye ile bir çok açıdan çelişse bile her defasında uzlaştığı ilk ve temel konu Kürt karşıtlığıdır. Mevcut durumda İran Kürt Özgürlük Hareketi karşısında askeri, istihbari, özel savaş politikaları anlamında ciddi bir karşıtlık içerisindedir. Kürtlerin bölgesel düzeyde kazanımını kendi kaybı saymakta, bu temelde siyaset biçimini belirlemektedir. İran hareketimize yönelik, aslında genel tutumu itibariyle de sertlik yanlısı, kabadayılık, küçük görme, psikolojik üstünlük, akıl verme, ezerek biçim verme taktiklerini uygulamaktadır. Bunun daha etkili sonuç alması açısından da yukarda özetlediğimiz gibi Kürt toplumun apolitikleştirme, uğruna savaşacak bir toplumu bırakmamacasına dağıtma, değersizleştirme tutumu içindedir. Geçmişin Med-pers ilişkisi yerine gelenekselleşmiş bir milliyetçi Fars siyaseti Kürtlerin inkarına dayanmaktadır. Statükocu bir devlet olan İran bu konuda gönüllü bir esneme ve değişim eğilimi göstermemektedir. Bu anlamda statükocu bir ulus devlet olarak milliyetçi, dinci, cinsiyetçidir, bunları en uç ve tutucu bir siyasetle uygulamakta, toplumla, özgürlükle, kadınla savaşını bunlara dayandırmaktadır. Mevcut durumda uluslararası hegemon güçlerle yaşadığı krizi Kürtleri etkisizleştirme ve bölgeye yerleşme üzerinden gidermeye çalışmaktadır. İran’a uluslararası müdahale olmuştur aslında, ekonomik olarak karşı karşıya bulunduğu ambargolar, her alanda kendine yetememe, Şialığı ortak birleştirici kimlik olarak daha fazla tutmanın zorluğu, dinsel çelişkilere dayalı iç muhalefetin dönemsel ve sert etkinlikleri bu kapsamda değerlendirilebilinir. İran oynadığı rol ve bölgesel düzeyde, özellikle Türk devleti tarafından dönem dönem kullanılır bir pozisyon alması ve negatif yaklaşımlarını derinleştirmesi nedeniyle dikkatle takip edilmesi ve mücadele edilmesi gereken bir güç olarak ele alınmak durumundadır. Diğer bölge statükocu ulus devletler gibi İran’da kurumlaşmış erkekliktir, aklı kurnazlık, yalan ve gaspı barındırır. Dolayısıyla bu gerçeğiyle ele alınarak özel savaş politikası, bölgede Kürtlere yönelik perdeli-örtük siyaseti anlaşılmalı ve karşıt mücadele etkin yürütülmelidir.
Ş. Zeynep Kınacı Özgür Kadın Akademisi
Ş. Medya Mawa Devresi