1.b) Başûrê Kurdistan;
Uzun yıllar Osmanlı’nın egemenliği altında yaşayan bu parçada, 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması sonrası Kürtler, İngiliz mandası altındaki Irak devletinin egemenliği altına girmiştir. Osmanlı’nın yıkılışıyla beraber İngiliz mandası altında kurulan Irak devleti ulus-devlet niteliğiyle Kürtlere sömürgecilik dayatmış, bunu uygulamıştır. Güney parçası Irak devletine bağlanırken, petrol üretimiyle her zaman sömürgeci devletlerin kıskacında olan Musul ve Kerkük de ‘İngiliz himayesi altındaki özel bölgeler’ olarak statüye kavuşturulmuşlardır. Bu parça, dış güçler açısından hep önem arz eden bir alan olmuştur. Bu önemin nedenlerini Önderliğimiz şu şekilde açıklamaktadır: “Birincisi; Irak Kürtleri, Irak Araplarını kontrol etmek için yedeklenmiştir. İkincisi; İran-Irak çelişkisinde en önemli kullanım aracıdır. Üçüncüsü; Türkiye Cumhuriyeti’ni kontrol altında tutmak için yedeklenmiştir. Dördüncüsü; dünya hegemonik güçleri olan önce İngiltere ve ABD’nin Ortadoğu’yu denetim ve kontrolünde tutmanın en elverişli araçlarından olmuştur. Beşincisi ve en önemli olanı; bizzat Kürdistan’ın tümünü ve Kürt halkının devrimci potansiyelini denetim altında tutmanın ve saptırmanın (1920’den beri güya Irak Kürt Yönetimi statükoya kavuşturulmaya çalışılmaktadır. Ayrıca ilkel aşiretçi, dinci, modernist bağımlı ideolojilerin merkezi yapılmaktadır) ana üssü konumunda tutulmaktadır. Tüm Kürdistan ve Kürt halkı, bu küçücük parçaya ve yönetimine bağlanarak stratejik bir kontrol aracına bağlanmış olmaktadır. Altıncısı; küçümsenmeyecek yer altı zenginlikleri ve suyu, güzel coğrafyası kolayca istismar edilmektedir.” Bu nedenlerden ötürü sömürü sistemi ne kadar rejim değiştirse de, esas amaçlar çerçevesinde uygulamalarını pratikleştirmiştir.
1958’de yapılan askeri darbeyle beraber manda rejimi yıkılır, BAAS zihniyeti adım adım hakim hale gelir. BAAS’ın son temsilcisi Saddam Hüseyin’in başa geçişiyle beraber, Kürtlere yönelik geliştirilen saldırılar kapsamlı bir şekilde devam eder. Kürtler için imha ve inkâr sisteminin zirveleştiği dönem olarak da değerlendirilebilir. Saddam rejimi İran-Irak savaşı süresince Kürt işbirlikçi yapının politika belirleme tarzına ve son olarak da İran’la geliştirdikleri gizli ittifak yaklaşımlarına tepki olarak saldırsa da bu saldırıların özü Kürtlerin varlığını hedefleme temelinde gelişmiştir. İşbirlikçi yapıların cezalandırılması gibi yansıtılan aslında Kürtlerin özgürlük arayışlarının peşinen ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bunun sonucu olarak gelişen Enfal ve Halepçe katliamlarıyla Kürtlere yönelik kullanılan kimyasal silahlarla, adeta soy kuruturcasına bir saldırı yapılmıştır. Katliam sonrası halkın göçertilmesi, Kürdistan’ın Kürtsüzleştirilmesi hedef alınır. Fiziki imhalarla yıldırılmak istenen Kürt halkının direnişe kalkmaması için her türlü kirli yöntem denenir. Yine Irak ve İran arasında yıllarca süren savaşın sonuçları da Kürtlere yardım edilmemesi koşuluyla Irak’ın topraklarının bir kısmını İran’a vermesiyle tatlıya bağlanmış olur. Güney Kürdistan’da Kürt temsilci olarak öne çıkan KDP vb guruplar halkın karşıt duruşunu ifade eder gibi görünseler de özde dayatılan soykırım politikasını boşa çıkaracak bir amaç ve iradi duruş içinde değillerdir. Nihayetinde KDP başından itibaren Kürt uluslaşması önünde engel teşkil edecek politikalara sahip olmuştur. İşbirlikçilik bu anlamda bir karakter özelliktir.
Irak’ın kendisine bağlı küçük bir petrol bölgesini Kuveyt’ten talep etmesi ve bunun karşısında gelişen direnci kırmak ve petrol alanını genişletmek adına Kuveyt’e düzenlediği sefer sonrası bir ay içinde körfez savaşı gelişmiş, ABD aslında Ortadoğu’ya müdahale etmenin adımlarını atmıştır. Irak’a gerçekleştirilen saldırılarla Irak’ın kuzeyindeki Kürdistan parçası ile batısındaki Şii bölgesi özel statüye kavuşturulmuş, özelde Kürdistan alanı özerk bir yapılanma olarak örgütlendirilmiştir. Sonrasından 2003 yılında ABD’nin Irak’a yaptığı müdahale sonrası Güney Kürdistan parçası yerel idari birimlere kavuşturulurken, yönetim yapısı ABD ve bölge güçlerinin işbirlikçiliği temelinde iktidara getirilmişlerdir.
Güney Kürdistan’da özel savaşın etkinliği çerçevesinde gelişen işbirlikçi siyaset Kürdistan açısından bir model olarak ele alınmak ve diğer parçaların imhası bununla gölgelenmek istenmekte. Nasıl ki katledilen, ülkelerinden sürülen Ermenilerin yaşadıkları kurulan küçük Ermeni devletiyle kamufle edilmek isteniyorsa Güney Kürdistan federe yönetimi şahsında da aynı gerçeklik Kürdistan’a, Kürt halkına dayatılmak istenmektedir. Bu nedenle Kürdistan özerk yönetimi tanımı aslında Kürdistan’a inkar-imha siyasetinin perdesi rolündedir. Özel savaş esas olarak kendisini sorunların yapısını başkalaştırmaya dayandırmaktadır. Kürtlerin özgürlük problemi büyük bir sorundur ama bu problemin özü korunarak biçimi yeniden şekillendirilmek istenince bunda kullanılan yöntem yerli güçler olur, onların eliyle sorunun niteliği korunur ama dış kabuğu başka bir şeyi ifadelendirir. Tıpkı Güney Kürdistan’da tabelalarda yazan Kürdistan yazısı işleyiş ve yapısallık anlamında gerçekten Kürdistan’ı ifade etmediği gibi.
Güney Kürdistan Irak ulus devletinin parçalanmasından açığa çıkarılmış bir yönetim gerçeğiyle idare edilirken, aslında her türlü serbest dolaşım ve işgalin değişik biçimlerine geçit verilmiştir. Ekonomik açıdan Türkiye ve İran’ın açık pazarı haline gelmiştir. Güney Kürdistan’ın feodal-aşiret partileri olan ve otoritenin bölündüğü, adeta kendi içinde iki ayrı sınır oluşturduğu ikili bir yapısı vardır. YNK alanında İran’ın, KDP alanında ise Türkiye’nin ekonomik ve istihbari etkinliklerinin olması da bunu doğrulamaktadır. Güney Kürdistanlı güçlerin bu işbirlikçi karakterleri alanı işgale açtığı gibi, diğer Kürdistan parçalarının da durumunu etkileme amacını taşımaktadır. Üst yapı olarak da değerlendirilebilecek bu aşiretçi feodal yapılanmalar Kürdistan özgürlük mücadelesinin sonuç alıcılığını riske edecek ya da engelleyecek bir donanım içerisinde tutulmaktadırlar. Siyasal olarak yaşanan bu durum elbette özel savaş politikaları çerçevesinde değerlendirilmek durumundadır. Sürekli dış desteğe dayanmak, hep en büyük efendinin kölesi olmak, basit-günlük çıkarlarını tüm uluslar değerlerin önüne koymak kuşkusuz ezilen-köle Kürt kimliğinin siyasallaşmasıdır. ABD’nin Irak’ı yıkım sürecine aktif katılan bu güçler Irak yerel direniş güçleriyle silahlı çatışmalara girmiş, bu anlamda bölge halklarıyla da düşmanca bir politikanın yürütülmesini ilk elden sağlamışlardır. Kürt-Arap düşmanlığı bölgeyi ateşe verecek bir niteliğe sahiptir ve işbirlikçilik özel savaşın bu politikalarına katılımla bölgede Kürtleri tehlike içine atmışlardır, halen de bu politika devam etmektedir. Türk devletiyle bölge yönetiminin ilişkileri Güney Kürdistan’ı her türlü işgale açık hale getirdiği gibi Kuzey ve diğer Kürdistan parçalarına da saldırıyı güçlendirmektedir. Bu ilişkinin sonucu olarak PKK mücadelesinin başladığı ve gerilla temelinde direnişin örgütlenmek istendiği dönemlerden şimdiye kadar bu gelişimin önünü almak KDP’nin temel görevi ve amacı olmuştur. 1980’le başlayan bu süreç dönem dönem sıcak çatışma, Türk devletiyle ortak operasyonlar vb dönem dönem de çatışmasız ama siyasal karşıtlık temelinde bir seyir izlemiştir. Kürt halkı çok ihtiyaç duyduğu ve olmaması yönünde hiçbir koşulun etkili olamayacağı ulusal kongresini, yani ortaklaşmış politik mekanizmasını bu güçler yüzünden oluşturamamaktadır. Mele Mustafa Barzani’nin Sait Elçi, Sait Kırmızıtoprak karşısında yürüttüğü provoke edici ve imha edici siyaseti neyse ve onların canlarını nasıl Türk devletine sunmuşsa, bugünün KDP’si de aynı rolü ama daha tehlikeli bir şekilde oynamaktadır. Özetle KDP denilebilir ki bir Kürt oluşumu değil, Kürdistan özgürlük mücadelesinin gelişimini engellemek amacıyla oluşturulmuş bir özel savaş örgütlülüğüdür, çete yapılanmasıdır.
Nihayetinde belirttiğimiz karakter yapısından kaynaklı günümüz AKP-MHP hükümetiyle oluşan ilişkiler KDP’nin ve ona benzer işbirlikçi yapıların özsel gerçeğiyle ve bunun örtüşmesiyle ilgili bir durumdur. Siyasi olarak mevcut haliyle Güney Kürdistan hem uluslararası hegemonik güçler hem de bölge devletleri açısından bir serbest dolaşım alanıdır. İstihbaratlar kendi evlerinde olduklarından daha rahat ve daha bağımsız hareket etmektedirler. Türk konsolosluğu KDP’nin yardımıyla bir savaş karargahıdır, MİT elini kolunu sallayarak, KDP’nin istihbarat örgütü Parastin’a talimatlar yağdırarak çalışmaktadır. MİT bu düzeyde örgütlü hale gelirken Güney halkına her türlü müdahalede bulunacak bir pozisyon içerisindedirler. Güney yönetimi amaçları çerçevesinde hareket etmezse bertaraf edecek koşullara sahiptirler. Güney Kürdistan’da yasaklı tek kimlik PKK’liliktir. Bu durum zaten sorunun özünü ortaya koymaktadır. Yaşanan tüm ağır süreçlere rağmen Türkiye ekonomisini ayakta tutan KDP’nin Güney halkımızdan çaldığı petroldür, bunun kazancının Türk kasalarına akmasıdır. Kürt halkının bir geleceği olacağına inanmayan Güney Kürdistan yönetim her an kaçış pozisyonundadırlar ve ne alırsam kardır mantığıyla kendi ülkelerini soymakta, dışarıdan gelen hırsızların da soymasına yardım etmektedirler. DAİŞ sürecinde Hewler’in bir günde boşalması özce bu durumdan kaynaklıdır.
Özel savaş yasalar dışı kontrol edilemez, çok yönlü savaştır. Bunun sonucu olarak Güney Kürdistan gümrüksüz alan, her ürünün rahat girebildiği bir alan olarak kara paranın dolaşım ve rant merkezine dönüştürülmüş durumdadır. Halkı ciddi yoksulluk yaşarken şehirleşmenin şişirilmesi, yaşam standardının talebin ötesinde bir sunum konusu yapılması, lüks tüketim alışkanlığının geliştirilmesi, emeksiz kazancın bir kesime sağlanması ve sınıflaşmanın derinleştirilmesi, üretimden kopuk lüks malların girdisiyle oluşturulmuş pazarlar zaten ciddi bir sömürünün varlığını ortaya koymaktadır. Toplum lüks tüketilmeye alıştırılıyor ama tüketime alıştırıldığı hiçbir şeyi kendisi üretemiyor. Güney Kürdistan’ın verimli coğrafik yapısı, tarıma ve hayvancılığa elverişli iklimi ve koşullarına rağmen her iki alanın öldürülerek halkın üretimden koparılması zaten boyun eğdirici politikaların zeminini oluşturuyor. Türkiye-İran tavır koyarlarsa yumurtadan yoğurda, çocuk mamasına kadar ihtiyaç karşılayamaz hale geline biliniyor. Dışa bağımlılık ekonomik-sosyal-siyasal alanların hepsinde bir konsept dahilinde geliştirilmektedir. Kendi içinde provokasyon amacı taşımakla birlikte Barzani ailesinin öncülük ettiği ‘referandum’ sürecinde bölge devletleri ‘musluğu kapatırsak açlıktan ölürler’ diyecek kadar kendilerine güvenli konuştular. Bir tarım toplumunu Kürdistan yönetimi adına bu kadar bağımlı ve üretimsiz duruma getirmek kuşkusuz amaçlı bir siyasetin ürünüdür ve özel savaş politikalarıyla direk bağlantılıdır.
Güney Kürdistan’da sosyal-toplumsal gerçeklik itibariyle özel savaşın uygulanma biçimini değerlendirmek önemlidir. Güney Kürdistan açısından salt KDP eksenli yaklaşım elbette toplumu izah etmez. Özel savaş gerçekliği kendi mekanizmalarını işbirlikçi oluşumlar üzerinden işletirken toplumun kendisi buna maruz kalan konumdadır. Güney Kürdistan Irak sömürgesi altında yıllarca direniş göstermiş bir toplumsal gerçeğe sahiptir. Aşiretsel yapısı işbirlikçileşen yönleriyle tehlike arz etmekle birlikte diğer açıdan halkın direniş duruşu da söz konusudur. Fakat mücadelenin güçlü bir öncülük sonuç alamaması, ‘aş battal’ denen devrimci mücadelenin lağvedilme süreçleri kırılma ve inançsızlığı geliştirmekle birlikte halka yönelik sürekli bir savaş söz konusu olmuştur. Baas milliyetçiliği ulus devlet geleneğinin sürdürücüsü olarak halkı hem şiddet aracılığıyla baskı altına almış, hem de asimilasyon politikalarını uygulamıştır. Leyla Qasım gibi kadın öncülüklü direnişler toplumun direnç bilincini canlı tutma ve süreklileştirmede önemli rol oynamıştır. Fakat direnişin ideolojik bilinçle örgütlenmemesi sonuç itibariyle Güney Kürdistan gerçeğinin mevcut durumunun da nedeni ve her türlü özel savaş uygulamasına açık olmasının da zemini olmaktadır. Toplumsal olarak aşiret yapılanmasının feodal düzeni, ataerkil karakter sosyal yaşamın gerçeğini belirlerken, Güney Kürdistan’a yönelik geliştirilen politikalar öncelikle merkezine kadın konusunu almıştır. ABD müdahalesiyle kadın hakları adı altında onlarca sivil toplum örgütü görünümlü istihbarat ve asimilasyon çalışmasının örgütlendirilmesinde hedef kitle kadınlardır. Modernist yaşamın gereklerini bir model olarak sunarlarken feodal dokuyu süslü elbiselerle rötuşlamakta ama özde kadın aracılığıyla modernizme kapı aralanmaktadır. Nihayetinde kadın hakları açısından yürütülen bir çalışma da söz konusu değildir. Güney Kürdistan yasalarına göre bir erkek birkaç kadınla evlenebilir ama Güney Kürdistan yönetimini, özerk sınırlarını belirleyen, destekleyen ‘demokrasici’ ABD’dir. Amaç toplumu özgürleştirmek değil, yozlaştırmaktır. Kullanıma açılacak kadar dejenerasyon kadın üzerinden geliştirilmek istenmiştir. Güney Kürdistan’da sosyal doku kendi dinamiklerine dayalı gelişmemekte, tersine üstten dayatılan bir yaşamın tüm taklidiyle yaşam boğdurulmakta, işbirlikçi siyaset bu gerçeğe dayalı etkin kılınmaktadır. Güney halkımıza en fazla empoze edilen duygu inançsızlık ve kendine güvensizliktir. Bu kadar kuşatma altında yaşam alanının kalmadığı inancıyla gençler kaçış içinde, yönü Avrupa’ya dönük karanlık bir yol içindedir. Göç ettirilme temel bir özel savaş politikası olarak geliştirilmektedir. Ülkesinden beklentisi kalmayanlar yeni yaşam alanı aramakta, gözü karaca köklerinden koparak belirsizliğe ve bu yolda her türlü kullanıma kulaç atmaktadır. Güney Kürdistan’da gençliğin olası muhalefetini engelleme, yeni yaşam arayışının önünü alma amacıyla KDP istihbaratı MİT ile iş birliği içinde kaçak göç yolları oluşturmakta, böylelikle değişim dinamiğini ortadan kaldırarak kendini örgütleme zemini yaratmaktadır. Tüm şatafatıyla kapitalist sermaye Güneye hücum ederken, Güney toplumun gençleri dışarıya kaçmakta, alan sömürgecilere bırakılmaktadır. Ödenmeyen maaşlar dışında girdisi olmayan insanlar yoksullukla boğuşmakta ya dışarı kaçmakta ya da sinmiş bir şekilde umutsuz ve girişimsiz bir yaşamı kabul etmektedir.
Güney Kürdistan’da kadınlar şahsında modernist politikalar rötuşlamalar, kadının yaşam algısını farklılaştırmakta, gündemini daraltmakta, sanallaştırmaktadır. Erkek-kadın Güney Kürdistan’da estetik ameliyat çok revaçtadır; hem de yoğun bir ekonomik kriz ortamında. Toplumsallığın parçalanması bir özel savaş amacıdır, güney parçasında bu uygulanmakta, yaşanan ağır sorunlara rağmen insanlar bireysel yaşam sınırları belirleyerek o sorunlar onun değilmiş gibi yaşamaktadır. Bu durum elbette ki bir konseptin sonuçlarıdır. Modernist yaşamın gelişimi açısından uygulama alanlarının merkezleri olarak Hewler ve Süleymaniye pilot alanlar konumundadır. Kapitalist yaşamın cafcaflı görüntüsüne büründürülen bu her iki şehirde, yaşam buna göre oluşturulur. Önderliğin; “kapitalizmi anlamak için Hewler-Süleymaniye hattına bakın” belirlemesi bu gerçekliği yansıtır. Burada modernizm adına geleneksellikle cilalanmış yanlış ve çarpık bir yaşam oluşturulur. Gençler ve kadınlar, ABD özentiliğine soyunur, Avrupai yaşam tarzını taklit eder. Yaşam tarzı, kültür, giyim-kuşam, sanat anlayışı bu özentiliğe oturtulur. Köylü kadın küçük düşürülerek şehirli kadın tiplemesi öne çıkarılır, bu yolla herkes şehirlere koşturulur. Tüketim kültürü temel yaşam tarzı haline getirilir, bu yaşamı özendirmek için alışveriş merkezleri her yerde mantar gibi türetilir. Böylece toplum emekten uzaklaştırılmak istenir. Toplum içerisinde tabakalaşma keskinleşerek, zengin bir üst sınıf zümresi açığa çıkar. Çarpık özgürlük anlayışla kadında özgürlük yanılsaması böyle geliştirilir. Bu yaşam tarzıyla amaçlanan, kendi tarihine ve kültürüne uzak, hafızasız bir gerçeklik yaratmaktır. Toplum hem geçmişte yaşadığı acıları, Halepçe ve Enfalleri unutsun, hem de 3. Dünya savaşı ve kendi geleceğini belirleme imkanını görmesin, işbirlikçi yönetimince peşkeş çekilsin diye özel savaş alıklaştırma politikaları yürütmektedir.
Güney’de yürütülen özel savaş uygulamalarının tüm topluma yayılması konusunda medya önemli bir rol oynamaktadır. Özelde yaygınlaşan internet kullanımıyla toplumsallıktan kopartılarak, sanal yaşama göre şekillenen birey gerçekliği yaratılmak istenmiştir. Tüm çarpık sosyalleşme faaliyetleri internet üzerinden yürütülmektedir. Herkes internet üzeri kendisine eş, arkadaş, dost bulma arayışı içerisine girmiştir. Sanal dünyada, özel savaş propagandalarına maruz kalınmaktadır. Bu yolla uyuşuk, toplumsal sorunlardan bihaber, duyarsız, siyasetten uzak bir kesim oluşturulmaktadır. Yine medyanın temel ayaklarından biri olan televizyon da aktif bir şekilde kullanılmaktadır. Türk dizilerinin en çok izlendiği parçalardan biri de Güney olmaktadır. Zaten bu dizilerle amaçlanan daha önceki bölümlerde dile getirilmiştir. Güney kadınları için Türkiye gelişmiş bir ülke olarak sunulmakta, bu dizilerdeki yaşam tarzına özendirilerek kendi öz kültüründen kopartılmaktadır. Türk kültürü ve yaşamı esas alınarak oto-asimilasyon süreci işletilmektedir. Bu dizilerin dil çevirisi için sağlanan maliye özel savaşa ayrılan fonla karşılanmaktadır. Türkiye model ülke, sosyal gelişkin, ilerici kabul edilirken Türk devletinin insanlık ve Kürt düşmanlığı perdelenmekte, gerçek ters yüz edilmektedir. Kuşkusuz özel savaşın kültürel işgal politikasının gereği olarak geliştirilen bu politikalar ve kadın da belli düzeylerde sonuç alması kadının feodal düzence kuşatılmasından da faydalanmaktadır. Güney Kürdistan’da ataerkilliğin etkin olması, çocuk yaşta evlilik, zorla evlilik, çok eşlilik, sınır bölgelerinde kadın sünneti, kadının kendini ifade imkanı bulamayışı, namus adı altında kadının öldürülmesinin kanunen de doğru bulunması, kadında yoğunlaşan intiharlar onu dizilerle empoze edilen kültürün üstünlüğünü kabul etme ve ona göre olmaya teşvik etmektedir. Özel savaş zaten toplumsal analiz ve sorunların tahliline dayalı kendisini örgütler ki Güney Kürdistan açısından da bu değerlendirilebilir.
Ş. Zeynep Kınacı Özgür Kadın Akademisi
Ş. Medya Mawa Devresi