Türk özel savaş rejimi, taciz ve tecavüzü her zaman temel bir yöntem olarak kullanmıştır. Kadınları sindirmenin temel yöntemi olarak kullanılan bu araçlar, faşist Türk devletinin esas karakteridir. Önderliğimiz bu durumun kurumlaşmış halini, “tecavüz kültürü” olarak tanımlamıştır. Genç kadınlar aile, erkek, devlet kuşatmasında tecavüz tehdidiyle her daim denetim altında tutulmak istenmiştir. Maalesef bu uygulamalar olağan bir hal gibi yansıtılmakta, toplum tepkileri de yok edilmektedir. Sadece gazetelerin 3. Sayfa haberlerine konu olabilmektedir. Neredeyse her gün en az 1 kadın kocası, babası, sevgilisi, abisi tarafından ya tecavüze uğramakta ya da katledilmektedir. Bu katliamların çoğuna da intihar süsü verilmektedir. Bu vahşeti en son Özgecan adlı genç kadının katledilmesinde somut olarak gördük. Önce tecavüz, sonra da bedenin cayır cayır yakılması, vahşeti gözler önüne sermektedir. Özelde Kürdistan’da kadına yapılan tecavüzler de Türk asker ve polisinin hakkı olarak yansıtılmaktadır. Mardin’de yüzlerce askerin tecavüzüne uğrayan 14 yaşındaki Medine adlı genç kadının yaşadıkları hala hafızalarda tazedir. Yine cezaevleri ve gözaltılar da erkek-devlet tarafından tecavüz merkezleri haline getirilmiştir. Polisler teslim almak amacıyla sadece tecavüzü somut bir tehdit aracı olarak kullanmamakta, devreye de sokmaktadır. 90’larda kadınların kaçırılarak tecavüze uğraması, polislerin her türlü işkence aygıtlarıyla tecavüzü daimî bir yöntem olarak kullanılması günümüzde de yaygın kullanılmaktadır. AKP sürecinde, zindanlar için 12 Eylül sürecinde uygulanan yöntemler güncelleştirilmiştir. Son olarak TMK yasasıyla beraber cezaevlerine konulan birçok çocuğumuzun Pozantı cezaevinde tecavüze uğraması toplumumuzun tecavüze uğratılması amacıyladır. Kirli erkekliğin kurumlaşması olan devletin Kürtlere, çocuklarımıza reva gördüğü iğdiş edilmiş bir toplumsal gerçekliktir. Türk özel savaşının taciz ve tecavüz karakteri böylece pratikleştirilmektedir.
Türk özel savaş devleti bu politikalarını devreye koyarken, kullandığı temel araç medya kuruluşlarıdır. Birçok medya kuruluşu devlet tarafından satın alınmış, tarafsız basıncılık adına neredeyse hiçbir şey bırakılmamıştır. Tüm haber bültenleri, gerçeklerin ters yüz edilmesi üzerinden kurulmuştur. Toplumun teslim alınması ve sindirilmesi için de çeşitli TV programları devreye konulmuştur. Sabah kuşakları, eğlence şovları, müzik ve evlilik programları toplumu sürü kitle haline getirmek amacıyla yayınlanmaktadır. Kültür adına topluma kültürsüzlük dayatılır bu programlarla. Özelde son süreçte mantar gibi biten dizilerle de toplumsal yaşam modelleri oluşturulmaktadır. Bu diziler özelde halkı duyarsız kılmak ve uyuşturmak amacıyla hazırlanmıştır. Ortadoğu ülkelerine de pazarlanan Türk dizileriyle esasta özentili bir yaşam tarzı oluşturulmaktadır. Bu dizilerin hemen hemen hepsinde Kürtler geri, kurtarılması ve terbiye edilmesi gereken kesimler olarak gösterilmektedir. Kurtuluşlarını gerçekleştirenler de ya “kendini mesleğine adayan fedakâr bir öğretmen” ya da “kahraman Türk polisi veya askeri” olmaktadır. Özel savaşın ulaştığı düzey itibariyle işlenen devlet suçlarının ört bas edilmesi açısından MİT merkezli diziler son yıllarda yoğun olarak servis edilmektedir. Şu an Türk devlet bürokrasisi, kaymakamı, valisi, muhtarı vb. hepsi Erdoğan çetesine hizmet etmenin, kirli suçlarla görev yürütmenin ifadesi dışında bir gerçeği temsil etmiyorlar. JÖH-PÖH çeteleri de bu kapsamdadır. Devlet tüm yapısıyla suça bulaşsın diye KHK’lerle kanunlar onların yargılanmayacağı tarzda ayarlanmıştır. Bir devlet kanunları gelecekte kimse yargılayamazsın şeklinde belirliyorsa vatan haini olduğun biliyordur, öylede kendi tedbirlerini alıyordur demektir. Bunun yasal yolarının yanı sıra toplumsal kabulünün gelişmesi ve halkın hesap sormaması açısından olanı meşru gösterme çabası vardır. Mesele zaten milli kisvesiyle sunulur. Haber spikerleri ağızlarından vatan aşkıyla akan salyalarla parçalar kendisini, öyle sunar haberini. Yanı sıra devletin çete kaymakamını, insan vasfını yitirmiş JÖH ve PÖH’nü kahraman göstermek için diziler çekiliyor. Orada gerilla teröristtir, kaymakam operasyonu yönlendirir, vatan için her şeyi yapar, ideal tipler gibi sunulur. Özce devlet kendi ahlaksızlığını ve kendi vatanına ihanetini aslında bu dizilerle başkaymış gibi sunar. Mitoslar yeniden oluşturulmak istenir. Bu diziler topluma izletilir, Kürtlere izletilir, giderek kendini inkarın meşruiyeti geliştirilmek istenir. Devlet maliyesi tüm bu ekonomik kriz esnasında bu kapar parayı bu alana harcıyorsa bu devletin sanat severliği değil, bu alanın savaş meydanı olmasından kaynaklıdır. Kadınlar bu dizilerde ya kahraman kaymakamın sevgilisi ya da askerin yavuklusu, nişanlısıdır. Ama kesinlikle bu dizilerde onurlu Kürt kadınına giydirilen elbise işbirlikçileşmiş karı gerçeğidir. Kaymakama, polise aşık olur, kendi değerlerini, gerilla kardeşini satar. Gerillada olan kadınların da kaba, erkeksi, kötülük kaynağı, namusu tartışılır kişiler olarak küçük düşürülmüş tiplerle sunulur. Özgürlük mücadelemizin oluşturduğu kimlik tanımları böyle ters yüz edilmeye çalışılır. Zilan gerçeği karşısında işbirlikçi kadınlık yüceltilmeye, karılaşma yaşam biçimi olarak sunulmaya çalışılır. Savaş çok yönlüdür, bir toplum değerlerinden uzaklaşılırsa teslim alınabilir. Günümüz özel savaşı bunu her yönlü yapma çabası içindedir.
AKP hükümeti sürecinde kurumlaşmasını iyice derinleştiren Türk özel savaş devleti Erdoğan’ın 2006 yılında yapmış olduğu “çocuk da olsa kadın da olsa gerekeni yapılacaktır” söylemiyle, faşizan uygulamalarının startını vermiştir. Erdoğan sözcülüğündeki AKP, özel savaş hükümetidir. Yeşil Türk faşizmini devreye koyarak, özel savaşını geliştirmiştir. 15 Temmuz darbesiyle beraber içteki tüm unsurları da tasfiye ederek kurumlaştırmasını sağlamlaştıran AKP, oluşan zemini değerlendirerek daha planlı bir savaş yürütme arayışı içerisine girmiştir. Bütün plan ve programını özel savaşın derinleştirilmesi üzerinden kurgulamaktadır. Bu noktada MİT’e bağlı kurdukları özel savaş dairesiyle de resmi kurumlaşmasını da geliştirmiştir. Açıkladığı “Çökertme Planı” ile de amaçlarını açıkça sergilemişlerdir. Bu plan zaten Şark Islahat Planının devamı olarak devreye konulmuştur. Kürdistan Özgürlük mücadelesinin önünün alınması amacıyla hazırlanmıştır. Plan çerçevesinde asimilasyon, demografya değişimi, Kürdistan özgürlük mücadelesine katılımların önünün alınması, Kürdistan gerillasının tasfiye edilmesi, özgürlük mücadelesinde yönetim düzeyinde yer alan arkadaşların başına para ödülünün konulması, ajanlaştırma vb. uygulamalar somut olarak formüle edilmiştir. Planın sloganı da ‘PKK’ye diz çöktürmek’ olarak belirlenmiştir. Özel masalar kurdurarak gerçekleştirdiği özel savaşın temel hedefinde, tabii yine Kürt halkı ve kadınlar bulunmaktadır. AKP hükümeti sürecinde kadınların kiminle evleneceğine, kaç çocuk yapacağına, nasıl doğum yapması gerektiğine, başını nasıl bağlayacağına kadar kadının tüm yaşam alanlarına karışılmıştır. Yine son olarak müftülere verdiği evlilik yetkisiyle çok eşliliğin önünü açmış, aile onayı temelinde de çocuk yaşta evliliklerin olabileceğini dile getirmiştir. Zaten erkek terörü bu süreçte hortlatılmıştır. Her gün neredeyse kadın tecavüzleri ve katliamları yaşanmaktadır. Tecavüzcüleri aklamak için çıkarılan ‘iyi hal indirimi’ ve ‘tecavüzcüsüyle evlendirilme’ yasalarıyla kadın düşmanı olduğunu kanıtlamıştır. Devlet dil serbestisi sağladığı sahteliğiyle özel savaş servis aracı olan TRT-6 gibi kurumlar oluşturmaya paralel Kürt kadınları şahsında anadile büyük saldırılar geliştirmiştir. Ayrıca işbirlikçiliği geliştirmek için uyguladığı koruculuk sisteminde, kadınlara da resmi yer açmıştır. Yine kadınların her türlü siyasi kazanımları da hedeflenmiştir. Eş başkanlık sisteminin anti propagandası yapılarak, siyasi açıdan da yasaklanmıştır. Kendilerinde eş başkanlığı 2 erkeğin yönetimi olarak ele almışlardır. Son olarak öz yönetim direnişleri sürecinde de insanlık dışı tüm uygulamalarını, kadın direnişçiler üzerinden devreye koymuştur. Sürecin başında, Ekin Wan’ın cansız bedenine her türlü kirli işkence yapılarak teşhir edilmiştir. Yine Taybet İnan’ın cansız bedeninin günlerce sokaklarda bekletilmesi de toplumsal korkunun oluşturulması amacıyladır. Sêvê, Pakize ve Fatma yoldaşlar şahsında, bu süreçteki tüm kadın özgürlük militanlarının hedef olacağı mesajı verilmek istenmiştir. Cizre bodrumlarında yaşanan vahşet, kadın-erkek birçok yurtseverin diri diri yakılması, Sur’da, Şırnak’ta, Nusaybin’de yaşananlar unutulmaması gereken, düşman ve özel savaş kavrayışında en çıplak tanımları ortaya koyan ve mutlaka hesap sormayı gerektiren gerçekliklerdir. Tüm bunların özü olarak kadın bedeninin teşhiri, tecavüzün temel bir işkence yöntemi olarak kullanılması, kadının katledilmesi AKP açısından esaslı yöntemler olmuştur, olmaktadır.
AKP’nin özel savaş uygulamalarıyla yarattığı işbirlikçi kişilik;
İşbirlikçi sıfatını taşıdığında ister Kürt ister Türk veya başka bir ülkeden, başka bir topluluktan olsun, işbirlikçiliğin işlevi ve profili değişmiyor. Geçmişte Beyaz Türk faşizmi ve Gladyosu Kürt işbirlikçiliğine hangi rolü vermişse, AKP’nin Yeşil Gladyosu da aynı uğursuz rolü vermiştir. AKP Gladyosu’nun farkı, geçmiş ile kıyaslanmayacak düzeyde bu alana maddi yatırım yapmış olması ve işbirlikçiliği zenginleşmenin adeta göstergesi haline getirmiş olmasıdır. İşveren kesimine bakın, kısa sürede aldıkları ihalelerle ihya olan ve devasa büyüme gösteren türemelerle karşılaşırsınız. Sanatçı kesimine bakın, Kültür Bakanlığı’ndan almadık yardım, kullanmadıkları fon kalmıyor, üzerine bir de dizi, konser anlaşmaları ekliyorlar. Gazeteciliği, yazarlığı küfretmek zanneden, hiçbir kalite bildirmeyen kaleme bakın, milyon dolarlık anlaşmalarla köşeleri, tartışma programlarını parsellemişler. Herkese şunu dayatıyorlar, “ya bizimle olursun ya da karşımda.” Toplumsal değerlerde çözülmeyi yaşayan, hakikatini yitirmiş kesimlerde bu dayatma ve maddi teklif bu şekilde karşılık buluyor.
AKP’nin işbirlikçi Kürt çizgisine yaklaşımı da bu anlamda kapsam kazanmış görünüyor. Bu konuda bir yandan dini araçsallaştırırken, diğer taraftan sermayeyi ve KDP Kürtlüğünü, iktidar anlayışını kullanarak Kürdistan’da etki sahasını büyütmeye ve yeni devşirmeler yaratmaya özen göstermiştir. TRT-6 ve Rudaw benzeri basın-yayın organları, işbirlikçi Kürt çizgisini besleme kaynakları olarak önemli bir rol üstlenmiştir. AKP iktidar yapılanması içerisinde Mehmet Şimşek, Cevdet Yılmaz ve Mehdi Eker gibi işbirlikçileri bakanlık konumunda tutarak, Kürtleri etkilemeye ve bu doğrultuda pozitif algı oluşturmaya büyük önem vermektedir. En son Metiner, Miroğlu ve Kızılkaya takviyesi ile bu ekip tamamlanmak istendi. Özgür Kürt karşısında işbirlikçi Kürt bir model olarak sunulmak istenirken AKP’nin iktidar sürecinde vitrini hep değişti, kişiler bir dönem kullanıldı ve atıldı, özü işbirlikçileştirme olan siyaset devrede tutuldu. Mevcut haliyle işbirlikçi Kürtler tüm Kürtler adına konuşma imkanına sahip olmazken, Kürtlerin özgürlüğüne saldıran Kürt ağızlar olarak dönemsel kullanımları söz konusudur. AKP Kürdü ranta, Kürdistan’daki özel savaş suçlarına, uyuşturucuya, organ hırsızlığına, fuhuşsa bulaşmış kirli Kürt’tür. Gelinen noktada AKP bir siyasi parti değil, bir terör ve suç örgütüdür. Önderliğimizin de belirttiği gibi bu kadar kire bulaşmış Kürtler AKP’nin çeperi olarak rol oynarken elbette suçludurlar ve bunun bir bedeli olmak durumundadır. Böyle bir partiye oy vermenin de tüm bu uygulamalara ortak olmakla özdeşliği ortadadır. Oy vermenin de bedeli olmak durumundadır. Hal bu iken yıllardır devleti, Kürt düşmanlarını, kadın özgürlük düşmanlarını sırtında taşıyan işbirlikçi yapılar Kürdistan’da en büyük engeldir, özel savaşın uygulanma araçlarıdır. Örneğin AKP’nin tüm hırsızlıklarının yanı sıra Kürdistan’da savaşa harcanan para devasa niteliktedir. Türkiye halkları açlık sınırlarındadır. Ortada yıllardır süren bir ekonomik kriz var ve devlet hala ayaktadır; çünkü KDP Güney Kürdistan halkından çaldığı petrolü yasal olmayan yollarla Türk devletine akıtmaktadır. KDP’nin milyon dolarları Türk devletindedir. Aynı şekilde Güney Kürdistan kara paranın aklandığı bir merkeze dönüşmüştür. Güney Kürdistan’da ekonomik şirketlerin çoğu bu rol amacıyla oradadır. MİT ve orduya bağlı şirketlerdir. Güney Kürdistan ekonomik olarak işgal edilmiş durumdadır. Kendi ihtiyacı olan yumurtasını temin etmesi bile Türk ve İran devletlerinin kaşının hareketine bağlıdır ama milyon dolarlık petrolü oraya Barzani ailesince peşkeş çekilmektedir. Türk devleti Kürdistan Özgürlük Mücadelesini KDP vb. örgütler üzerinden geriletmek istemektedir. Nihayetinde ENKS KDP’nin Rojava örgütlülüğüdür, Afrin işgalinde onlara bağlı peşmergeler Türk çeteleriyle hareket etmişlerdir. KDP düşmandır, gerilla alanlarına yönelik geliştirilen operasyonlar, Güney Kürdistan’ın askeri olarak da işgale açılması işbirlikçiliğin ne olduğunu ve sonuçlarını ortaya koymaktadır. İşbirlikçilik efendisinin tasmasını çekmesinden hoşlanır, tasması çekilsin ve o da arkasından gitme fırsatı bulsun aşkıyla yanıp tutuşur, efendisinin hoşuna gideceğini düşündüğü anda kendi yavrusuna kıyar, onu parçalar, ağzıyla sunar. Hepsi bir aferin içindir. AKP döneminde bu kadar kire bulaştırılan işbirlikçi tabaka varlık biçimi olarak artık bu yolla bütünleşmişlerdir. Bu nedenle günümüz işbirlikçiliğinin doğru değerlendirilmesi ve ona karşı mücadele edilmesi gerekir.
Tüm bunları genel anlamda göz önüne aldığımızda, Kuzey Kürdistan parçasında yürütülen özgürlük mücadelesi ve onun karşısında egemen güçlerin esas aldığı özel savaş uygulamaları, Kürdistan genelini de birebir etkileyen gelişmeleri açığa çıkarmaktadır. Türkiye devleti bölgede diğer ulus-devletler açısından öncü rol model peşinde olduğundan ve Kürtlük söz konusu olduğunda bu güçlerle ittifak zorunluluğu doğduğundan Kürdistan’a yönelik geliştirilen politikalar genelleşmiş durumladır da. Kırk yılı aşkındır yürütülen özgürlük mücadelesi tüm bu saldırıların boşa çıkarılması ve direnişin büyütülerek hareketin bölgesel bir güç haline gelmesini beraberinde getirmiş bulunmaktadır. En büyük özel savaş hamlesi olan Uluslararası komplo ve Önderliğimiz esir edilmesi bile Önderliğimizin büyük direnişi ve muazzam öncülüğüyle boşa çıkarılmıştır. 21. yüzyılın ilk çeyreğinde Önderliğimizin paradigmal açılımı, demokratik ulus formülü ve konfederal örgütlülük modeli yüzyılın geleceğinin alternatifidir. Esaretle hedeflenen umutsuzluk, kaybetme, 29. isyanın yenilgiyle sonuçlanması hedefleri sonuçsuz kalmıştır. Fakat devreden çıkmamıştır. Bu anlamda özel savaşı doğru tanımlamak ve onu bu topraklarda kadın öncülüğünde boşa çıkarmak önceliğimiz ve temel hedefimizdir. Özel savaşla mücadele bölümünde tüm bunlarla mücadeleyi daha somut değerlendirmek önemli olmaktadır.
Ş. Zeynep Kınacı Özgür Kadın Akademisi
Ş. Medya Mawa Devresi