a)Bakûrê Kurdistan;
Osmanlı’nın yayılmacı ve sömürgeci geleneğine dayanan Türk özel savaş devleti her geçen gün toplumsal şiddeti ve baskılamayı daha fazla arttırarak, günümüze kadar sistematik bir kurumlaştırma geliştirmiştir.
Cumhuriyet tarihini biraz ele aldığımız zaman, karşımızda bir özel savaş gerçekliğiyle karşılaşırız. Özellikle 1924’ten bu yana Türkiye’nin Kürdistan’da toplumun siyasal, sosyal anlamda örgütlendirilmesini, tepeden tırnağa kontrollü bir şekilde biçimlendirildiğini görüyoruz. İnsanlar hangi şapkayı giyecek, şalvar yerine pantolon mu giyecek, nasıl ibadet edecek, seçimlerde nasıl oyunu kullanacak, başını açık mı, kapalı mı tutacak? Hepsi, tepeden-toplum dışından belirlenen, şekillendirilen yaşam özellikleri olarak geliştirilmektedir. Bununla birlikte ekonomik yapısı da bu özel savaş unsurlarına göre belirlenmekte, özel savaşın yaratıcıları olan egemenler tarafından Türkiye’nin önüne hedefler konulmakta, bu hedeflerin başında da tek ulus ve tek pazarın oluşturulması, Türkiye’nin kapitalistleşmesi gelmektedir. Bunun öncüsü devlettir. Devlet, kendi fideliğinde burjuvaları yetiştirmektedir. Yetiştirdiği burjuvalara pazar alanları açmakta ve onların burjuva olarak pazar içerisinde rol oynamalarını sağlamaktadır.
Yine partileri devletin kendisi kurmaktadır. Daha başlangıcında Cumhuriyet Fırkasını, Halk Fırkasını, Terakkiperver Partisi’ni kurar. Bunlarla beraber toplumu siyasal yaşama çekmeye çalışır. Ama kurduğu, oluşturduğu partiler de kendisinin sınırlarını çizdiği partiler olmaktadır. Bu sınırları aştığın taktirde, faaliyet yürütemezsin, ‘bu sınırlar içinde de benim istediğim kadar faaliyet yürütürsün’ denilmektedir. Sahte komünist partileri, milliyetçi partiler, cumhuriyetçi partiler kurulur. Bu şekilde toplumun siyasal yaşamına da yön vermeye çalışır. Kendisine karşıt güçler varsa, bunları da açık bir terör uygulayarak tasfiye edilir. Devlete alternatif olabilecek kişiler varsa, bunlar ardı sıra çeşitli komplolarla tasfiye edilir. Haklarında soruşturmalar açılır, cezaevine konulur, mahkemelere çıkarılır. Öyle ki toplum içinde ne etkinliği ne saygınlığı kalır ne de açık bir siyaset yapabilir halde kalabilir.
Yine karşılarında daha örgütlü, harekete geçecek bir güç varsa, bunları da bastırarak yok etmektedir. Mesela, Kürt isyanlarında böyle yapmıştır. Baskı ve yargılamaları meşrulaştırmak için İstiklal Mahkemeleri gibi olağanüstü mahkemeler kurmuştur. Mevcut devlet sınırları içerisinde hâkimiyetini oluşturabilmek için Bölge Müfettişliği oluşturur. Türkiye’nin ‘birinci’, ‘ikinci bölgesi’ ve bu bölgelere göre oluşturulmuş Umumi Müfettişler vardır. Devlet adına ülkeyi yöneten, bu umumi müfettişler olmaktadır. Bu şekilde oluşturulan bir devlet olgusu vardır. Oluşturulan bu devlet, toplum üzerinde tamamıyla hâkimiyetini kurabilmek için koyu bir istihbaratı, jandarma baskısını örgütlemekte, koyu bir polis teşkilatını geliştirmektedir.
Günümüzde de bio-iktidarların yaptığı nedir? Kontrollü bir toplumun yaratılmasıdır. Kontrol edilebilir, yönlendirilebilir, istenildiği gibi şekillendirilerek harekete geçirilebilir bir toplumun yaratılması isteniyor. Cumhuriyetin oluşumuyla birlikte ekonomik, siyasal, sosyal anlamda böylesi politik bir yönelim gündeme geliyor. Cumhuriyeti oluşturanların devralmış olduğu siyasal tarih de buna zemin sunuyor. Bunlar, siyasal geçmişlerini İttihat Terakki’den devralmıştır. İttihat Terakki esas olarak ulus-devlet çıkışını model edinmiş, içinde Türk’ün az olduğu dar bir gurup tarafından oluşturulmuş yapay Türk kimliğinin milliyetçiliğini kuramsallaştırmış, halklar ve özgürlük ihtiyaçlarından kopuk ama onu manipüle eden çok amaçlı bir politik oluşumdur. Türklük bir mitsel havayla yüceltilmeye, tanımlanmaya çalışılmıştır. Yani kendi döneminin Ulus-devlet oluşumunu hedefleyen tamamen politik-planlı bir teşkilattır. Amaçları doğrultusunda hareket ederek Osmanlının imparatorluk yapısına yönelerek ulus devlet oluşumunun yolunu açmışlardır. Nihayetinde 1909’da Osmanlıdaki saray darbesinin gerçekleşmesine öncülük eden ve Teşkilat-ı Mahsusa’yı kuran bir örgüttür. Daha sonraki süreçte, Ergenekon’un oluşumuna ve Turancı ideolojilere temel teşkil edip, onlar için kaynak oluşturmuştur.
Teşkilat-ı Mahsusa, modern siyasi tarihin ilk operasyon örgütüdür. İttihatçılar, dünya savaşına girerken yeni bir silahı ve gayri nizami savaşı yaygın olarak sahneye sürmüştür.
Önderlik o süreçle günümüz gelişmeleri arasındaki bağlantıyı şöyle kurmaktadır: “Türkiye’de her şeyi kontrol altında tutan derin bir güç var. MİT’i kastetmiyorum, daha farklı daha büyük bir güç, MİT o kadar güçlü değil. Bu, bildiğimiz Gladio değil, daha farklı bir güç. Türkiye’ye hâkim olan altmış yıllık Gladio’yu çözdüm, daha önce anlattım bunları. Bu gücün içinde ABD var, Avrupa var (bence Avrupa sorun çözülsün istemiyor), AKP var, MHP var, CHP var. Tam kestiremiyorum, bu güç nasıl bir güç? Bu güç, Türkiye’de herkese bir rol biçmiş. MHP’ye bir şeyleri koruma, savunma rolü verilmiş; milliyetçi hassasiyetleri savunacaksın denilmiş. İşte 1970’lerde çatışma ortamı yaratarak solcuları böyle bitirdiler. Aynı şekilde CHP’ye de Deniz Baykal’a da bir rol verilmiş; bazı temel konularda karşı duracaksın, deniliyor. Bunların konumları sabittir. AKP’ye de reform yapacaksın denilmiş, bunlara reform yaptıracaklar, bu rol biçilmiş AKP’ye.
Bu güç, Kürtleri ne yapacak, yine benim durumum nedir, belli değil. Kürtlerin durumu, sanki on beş yaşında bir genç kızın kandırılması gibidir. Bu öyle basit değil. İşte biliyorsunuz Fransa’da XVI. Louis’i idam ettirdiler. Onu İngilizler öldürdü. İşte Saddam’ı idam ettiler, sanki Arap’ın Arap’ı öldürmesi gibi gösterildi, ama böyle değil. Bu, Amerika ve İngiltere’nin işiydi. Benim buraya getirilişim de bu derin gücün işi. Benim durumumu Türk ve Kürt’ün kavgası gibi gösteriyorlar. Bizimle, Kürtlerle Türkleri esir alıp, birbirlerine düşürüp ülkeyi yönetmeye çalışıyorlar. İşte Şeyh Sait Olayı var, İngilizler kullanmaya çalıştı. Seyit Rıza’yı biliyorsunuz, Mustafa Kemal Elazığ’a kadar geliyor, yeni bir anlaşma yapmanın yollarını arıyor, ancak daha Mustafa Kemal gelmeden asıyorlar. Mustafa Kemal’in imzasını atmasını beklemeksizin idam ediyorlar. Mustafa Kemal engelleniyor. İşte Türkiye’yi derinden yöneten güç böyle bir güç, hemen önünü kesiyor.
Türkiye’de İsrail Siyonizmi’ne paralel bir derin oluşum var, Anadolu’da da aynısı oluşturulmaya çalışıldı. Buna Anadolu Siyonizmi demek çok doğru olmaz. Buna tam İsrail Siyonizmi de demek doğru olmaz. Nasıl siyonizmi kurarak İsrail aracılığıyla bölge teslim alınmaya çalışıldıysa, Türkiye’de de aynı şekilde böyle buna benzer bir girişim var. İttihat ve Terakki’den itibaren başlayan ve devam eden bir güç var. İşte ben düşündüğümde Mustafa Kemal’i şöyle değerlendiriyorum. Bir gedik açmaya çalıştı, ancak bu ittihatçılar hemen etrafını sarıp etkisizleştirmeye çalıştılar. İşte Mustafa Kemal’in çocukluk arkadaşı Ayıcı Arif’i öldürdüler. …Tabi Mustafa Kemal de bunlardan çok adam öldürdü. Yine Fethi Okyar kabinesi var biliyorsunuz, Okyar da Mustafa Kemal’in çocukluk arkadaşıdır, kabinesini hükümetten düşürüp yerine İsmet İnönü’yü getirdiler. O dönem Mustafa Kemal’e suikast girişimi var, İzmir Suikastı. Hatta isteselerdi öldürebilirlerdi, ama öldürmüyorlar, etkisizleştiriyorlar, avucumuzdasın demek istiyorlar, Mustafa Kemal’e bunu hissettirdiler.”
“Mustafa Kemal’in gerçek çizgisi şu an Atatürkçü geçinenlerin çizgisi gibi değildir. Mustafa Kemal’in 10 Şubat 1922 tarihindeki özerklik vurgusu, fikirleri var. Mustafa Kemal bazılarının söylediği gibi Kürt düşmanı değildir, İngiliz adamı değildir. O daha çok Lenin’le mektuplaşıyordu, Lenin’e dayanarak kalmak istiyordu. Daha çok Sovyetlere dayanarak bu mücadeleyi yürütmek istiyordu. İngilizlere dayansaydı, bu kadar başarılı olamayacağını biliyordu. Fevzi Çakmak, İsmet İnönü bunlar İngilizler adına hareket ediyordu ve İngilizlerin adamıdırlar. Bunlar Mustafa Kemal’i İngiliz politikalarıyla çembere aldılar. Mustafa Kemal’i yıprattılar, pasifleştirdiler. Mustafa Kemal’in etrafında güvenebildiği Ali Fuat Cebesoy, Fethi Okyar gibi birkaç samimi arkadaşı vardı. Fevzi Çakmak, İsmet İnönü, ittihatçılarla birlikte Mustafa Kemal’i pasifleştirdiler. İzmir Suikastını yaptırdılar. Şeyh Sait provokasyonunu kullandılar, bu provokasyondan sonra Musul’u aldılar. Bu politikalar tamamen İngilizlerin politikasıdır. İngilizler böylece kendi politikalarını uyguladılar. Fevzi Çakmak, İsmet İnönü ve İttihatçılar yoluyla Türkiye’yi kontrolüne aldı. Ve bugüne kadar gelindi. Ordu içinde gerçekten demokrat olan, demokrasiyi bilen, özümseyen Cemal Madanoğlu gibi bazı subaylar vardı, bunların biraz sol eğilimleri vardı. Onlara da ne olduğu ortada. Bu çizgi ta 1920’lerden bu yana Mustafa Kemal’in etrafını kuşatmış, çemberini daraltmış, etkisizleştirmiştir. İşte Mustafa Kemal’e yapılan suikast bu yüzdendir.
Aynı İngiliz politikaları daha sonra da devam etti. Tansu Çiller 1992’ye kadar hiç piyasada yoktu, bilinmiyordu. Birdenbire DYP’nin başına getirildi. Demirel, Amerika’nın adamıdır. Demirel üzerinden, bir CIA ajanı olan Tansu Çiller’i Başbakan yaptılar. Ve yeşil ışık yakma olayı da o zaman oldu. Yani bir CIA ajanını Türkiye Başbakanı yaptılar ve Türkiye’yi de yeşil ışık yakarak ona teslim ettiler, ona bağladılar. Biliniyor, Çiller 1960’lardan beri CIA ajanıdır. İngilizler Çiller ve Doğan Güreş’e ‘size yeşil ışık yaktık, Kürtlerin üstüne gidebilirsiniz’ dediler. Çiller, Doğan Güreş, 1990’larda tarihin görmediği zulmü Kürtlere uyguladılar. Binlerce faili meçhul, binlerce güzel insan öldürdüler. Ergenekon bunun en korkunç örneğidir. Kürtlerle Türkler arasında düşmanlık yarattılar. Başta Kürt iş adamları olmak üzere birçok faili meçhule izin verdiler. ‘Size sınırsız destek veriyoruz, Kürtlere istediğinizi yapın’ dediler Çiller’e. Çiller de arkasına Amerika, İngiltere ve devletin gücünü alarak Kürtlere karşı her türlü uygulamaya girişti. Daha ne olsun? Bir başbakanın ajan olması kadar kötü ne olabilir? O zamanki gazeteler de ajan olduğunu yazdı. Ordunun bazı generalleri bunun farkındaydı.”
Önderlik; “sömürgeci cumhuriyet, kirli ve suçludur” demektedir. Türkiye’deki özel savaş rejimini anlatan ve Türkiye’deki sistemin başından beri özel savaş karakteri taşıyan bir rejim olduğu gerçekliğini ortaya koymak için Önderlik, böylesi bir tanımda bulunmuştur. Bu gerçekliğe sahip olan bir ülkenin ise, dönemsel olarak özel savaşı uygulayan bir ülkeden çok karakter, sistem ve devlet şekillenişi olarak bir özel savaş rejimi haline gelmiş olduğu açığa çıkmıştır.
Özel savaş, bir strateji olarak ABD tarafından geliştirilmektedir. Ama ABD nasıl sömürgeler mirasını devralmışsa, emperyalist sömürgeci savaşlar mirasını da devralmıştır. Egemenliğin sürdürülmesi için hangi yöntemlere başvurulmuşsa, ABD bunları da devralmıştır. Bunları bir araya getirerek daha uygulanabilir, daha sonuç alabilir bir strateji haline getirmektedir. ABD’nin özel savaşı geliştirmede en fazla yararlandığı ülkelerden biri de Türkiye’dir. İttihat Terakki’den bu yana, Türkiye’de geliştirilen özel savaş uygulama ve yöntemlerinin ABD’den alındığı açıkça görülmektedir. Türkiye’nin böylesi bir gerçekliği vardır. Böylesi bir gerçekliğe sahip olan Türkiye’nin, ABD ile 1950’lerden sonra yeni sömürgecilik temelinde içine girmiş olduğu ilişki, doğal olarak Türkiye’yi, ABD’nin bir strateji olarak geliştirdiği özel savaşı herkesten daha fazla uygulayan bir ülke haline getirecektir.
Türkiye, 1950’de NATO’ya üye olmuştur. Türk Ordusu, NATO standartlarına göre örgütlenmiştir. Hatta Türk Ordusu’nun birçok gideri, NATO tarafından karşılanmaktadır. Böylece TSK, NATO’nun beslediği, NATO standartlarına göre örgütlenen bir ordu durumuna gelmiştir; Türkiye’de Özel Harp Dairesi’ne temel teşkil edecek olan Seferberlik Tetkik Kurulu ise 1952’de kurulmuştur. Bunun görevi, olağanüstü hallerde halkın seferberliğe geçmesini, cepheye sürüklenmesini sağlayacak yer altı, yani gizli örgütlenmeyi sağlamaktır. Bu, diğer ülkelerde de gizli bir biçiminde örgütlendirilmektedir. Ordu içerisinde ABD ile İlişkiler Daire Başkanlığı kurulmuştur. Bu çatı altında, ABD’nin özel harp temelinde geliştirdiği taktikler ya da geliştirdiği uygulamalar ordu içerisine yansımaktadır. Yani Türkiye’nin ABD ile yeni sömürgecilik temelinde ilişkilere geçmesinin ilk somut adımları, ordu içerisinde özel savaş kapsamında bu yeni düzenlenişle ortaya çıkmıştır. Seferberlik Tetkik Kurulu ve ordu içerisinde ABD ile İlişkiler Daire Başkanlığı’nın kurulması, bu yönde atılmış somut adımlar olmaktadır. O süreçten sonra Türk generallerinin ABD’de eğitim görmesi, ABD’nin onayını almış generallerin Türk Ordusu’nun en yetkili makamlarında, birimlerinde konumlandırılması gündeme gelmiştir. Bu, Türk Ordusu içinde sorunlar yaratmıştır. 27 Mayıs 1960 Darbesi’nde, Kemalist küçük burjuva subayların (27 Mayıs Darbesi’nin ilk gerçekleştiği dönemlerde içlerinde generaller yoktur. Daha çok en üst düzeyde albaylar vardır. Sonradan generaller buna tabi olmuştur) böylesi bir ayaklanmaya kalkışmalarında; ordu içerisinde yaşanan bu düzenlenişin önemli bir rolü vardır. Yani Amerika’da eğitim görmüş, Kemalist öğretiden uzaklaşmış, tamamıyla yeni sömürgecilik koşullarına hizmet edecek generallerin ordunun başında etkili bir konumda bulunması, ordu içinde de belli tepkilere, ayaklanmalara neden olmuştur. 27 Mayıs’ta böylesi bir ayaklanma gelişmiştir. Ama ayaklanmayı yapanlar, daha sonra generaller tarafından tasfiye edilmiştir. Türkiye’de ordu içinde özel savaşın kurumlaşması, özel savaşın bir strateji olarak uygulanmaya, geliştirilmeye başlanması esas olarak 1960’lardan sonraki süreçte meydana gelmiştir. Özel Harp Dairesi 1965’te kurulmuştur. Ordu içindeki Amerika ile İlişkiler Dairesi Başkanlığı, o süreçte Alpaslan Türkeş’in kontrolü altına girmiş, böylece Özel Harp Dairesi mantığına uygun hale getirilmiştir. Özel Harp Dairesi ile yeraltı unsurlarının şekillendirilişini sıralarken, yine 1960’lardan sonra, bugünkü Türkiye’deki Komando Tugayları o süreçten sonra oluşmaya başlamıştır. Kayseri, Bolu, Isparta, Eğirdir gibi yerlerde komando tugayları oluşturulmuştur. Komandolar, gelişecek bir savaşa karşı ordu içinde iç savaşı bastırmakla yükümlü güçler olarak ele alınmaktadır. Ama Özel Harp Dairesi’nin yeraltı unsurları diye dile getirilen, örgütlendirilen kesimler de o süreçten itibaren, Türkiye’de gelişmeye başlayan sol demokratik eğilimlerin mücadelesine karşı, açık faaliyet yürüten bir güç olarak siyaset sahnesindeki yerini almaya başlamıştır. 1960’lardan sonraki süreç, Türkiye’de özel savaşın, yani ABD tarafından örgütlendirilip geliştirilen özel savaşın, stratejik olarak uygulanmaya başladığı bir süreç olmaktadır. Türkiye’de özel savaş nasıl gündemleştirilmiştir? Rejim üzerinde nasıl etkili olmaya ve neler yapmaya başlamıştır? Darbeler nasıl gerçekleşmiştir?
Özellikle 1960’lı yıllardan sonra stratejik olarak ele alınıp uygulanan özel savaşın, Türkiye özgülünde her yönüyle uygulanmasına tanık olmaktayız. Türkiye’de sistem kendini özel savaşa göre şekillendirirken, aynı zamanda stratejik olarak ele alınan özel savaşın bahsettiğimiz tüm seçenekleri Türkiye’de somut olarak uygulamaya konulmuştur. Gayri nizami harbi yürütmek için hem yeraltı hem yer üstü kontrgerilla birimleri, birlikleri oluşturulmuştur. Psikolojik savaşı yürütmek için Toplumla İlişkiler Başkanlığı kurulmuştur. Bu, Türkiye’de her on yılda bir açık uygulanır bir hal alır. 1990’lı yıllardan sonra da bu darbeler farklı biçimlerde kullanılan en temel araçlardan biri haline gelir. Yani stratejik olarak ele aldığımız özel savaşın üç saç ayağı, her yönüyle Türkiye’de somutlaşmış bulunmaktadır.
Özel harbin yer üstü unsurları vardır. Bunlar, daha çok ordu içinde ya da açık kimlikli, askeri güçler içerisinde yer alan örgütlenmelerdir. Türkiye’de komando tugayları biçiminde somutlaşıyor. Bu komando tugayları, tamamıyla gerillaya karşı, iç savaşa karşı özel harp teknikleriyle, taktikleriyle eğitilmiş, donatılmış bir güçtür. Bu, aynı zamanda Türk Ordusu’nun “çelikten çekirdeği” olarak da kabul ediliyor. Bunun asıl görevi, bir iç savaş halinde savaşan güçleri bastırmaktır. Türkiye açısından da iç savaş potansiyeli ve tehlikesi olarak görülen güçler vardır. Bu güçler; Kürtlerdir, Anadolu’daki Aleviliktir, solcu-demokrat olarak bilinen kesimlerdir. Türkiye’deki özel harp güçleri de bunları hedef almaktadır. Komandolar daha çok Kürdistan’da yapılan operasyonlarda, baskınlarda, saldırılarda kullanılan bir güç olarak rolünü oynamaktadır. Çünkü bütün Kürtler, bir tehlike-ayaklanma potansiyeli olarak görülmektedir. Ve bu potansiyeli bastırmak için de o komando tugayları, her zaman harekete geçirilecek bir güç olarak hazır tutulmaktadır.
Türkiye’de 1971’de 12 Mart Darbesi gerçekleşir. Bu, özel harbin, ‘İstikrar Harekâtı’ diye adlandırdığımız kısmını oluşturmaktadır. Türkiye’de bir özel harp uygulaması çerçevesinde darbe gerçekleştirilmiştir. Bu darbede polis güçleri şehirlerde daha çok kontrol sağlamaya çalışırken; ordunun kaba gücü şehirdeki belli merkezleri kontrol altında tutmakta; Kürdistan’da yapılan askerî harekâtlar ve saldırılarda komando tugayları devreye girmektedir. Bunlar, köylere baskınlar düzenlemekte, baskın düzenledikleri köylerdeki insanlara köy merkezlerinde işkence yapmakta, işkenceye maruz kalan insanlar mahkemelerce tutuklanıp cezaevine atılmaktadır. Tüm bunlar, o süreçteki Kürdistan’da uygulanan özel savaşın belli başlı parçalarıdır.
Sıkıyönetim ilan edilmesi, sivil idarenin askıya alınması demektir. Sivil idare askıya alındığı zaman askeri idare illerin, ilçelerin idaresini de ele geçirmiş olur. Askerlerin izni olmadan bir kuşun uçmasına dahi müsaade edilmez. Kürdistan’da uygulanan özel savaş kurumları, ilan edilen sıkıyönetim ve komutanlıkları, mahkemeleri olmaktadır. Sıkıyönetim mahkemelerinde yapılan yargılamalarla insanlar cezaevlerine alınmıştır. Köylerde operasyonlar yapılmıştır. Bunlar en açık, en çıplak biçimde 12 Mart döneminde Kürdistan’da uygulanan özel savaştır.
Bunun yanında Türkiye’nin genelinde geliştirilen özel savaş uygulamaları vardır. Şehirlerdeki özel savaş uygulamaları daha çok operasyonlar, tutuklamalar, işkenceler biçiminde kendini göstermektedir.
Siyasal partilerin faaliyetlerinin sınırlandırılması, derneklerin, gazetelerin kapatılması, grev hakkının kaldırılması, sendikaların kapatılması; yani demokratik alanda örgütlenebilecek hangi imkânlar varsa hepsinin ortadan kaldırılması şeklinde kendini somutlaştırmaktadır.
12 Mart Darbesi’nden önce Türkiye’de, 12 Mart’ın gelmesini hazırlayan koşullar yaratılmıştır. 12 Mart darbesinin yapılmasını hazırlayan koşullar, özel savaş kapsamında geliştirilen uygulamalar olmaktadır. O süreçte daha çok devreye girenler, Türkiye’de belirli bir kargaşa yaratmak isteyen ve toplumu bir darbeye hazır hale getirmek isteyen kesimlerdir. Bu kesimler, örgütledikleri güçleri harekete geçirirler. Bunların önüne hedefler konulur ve bu güçler, bu hedeflere karşı saldırıya geçerler. 12 Mart öncesi süreçte, Türkiye’de darbenin hazırlanmasında önemli rolü olan bu güçlerdir. O süreçte devrimci-demokratik muhalefet gelişmektedir. Öğrenci gençlik hareketleri de gelişince, bunlara karşı saldırılar da başlar. Örneğin; öğrenciler bir gösteri yapıyorsa, bu gösterilere önce kışkırtılan taşlı, sopalı insanlar saldırtılır. Bu tür saldırılar sonuç vermediği koşullarda ise devrimci, demokrat ve solcu olarak bilinen en militan kesimlere yönelik suikastlar düzenlenir. Öğrenci liderleri suikastlarla öldürülmeye başlanır. Öğrenci gençlik içerisine ajanlar sızdırılarak, gençliğin uygun olmayan koşullarda ve uygunsuz bir biçimde harekete geçmesi sağlanır. Böylece bir provokasyon gündeme gelir ve provokasyona gelenler, bastırılır. Bu dönemde ayrıca köylülerin toprak işgali gelişir. Toprakları işgal eden köylülere karşı saldırılar düzenlenir. Fabrikada işçi grevleri başlayınca, grev yapan işçilere karşı saldırılar düzenlenir. Artık öyle bir noktaya gelinir ki, hemen her gün devrimci demokrat kimlikle bilinen kişiler tek tek öldürülmeye başlanır.
Buna karşılık solcu demokrat kesimler kendilerini koruma ihtiyacı duyduklarında da çatışmalar yaşanır. Bir yandan bu tür çatışmaların yaşanmaya başlaması, diğer taraftan işçi ve köylü eylemleri.
Türkiye’yi o zaman ziyaret eden ABD deniz filolarına (6.Filo) karşı gelişen öğrenci hareketlerinin yoğunlaştığı bir süreçte, 1971’de 12 Mart Darbesi gerçekleşir. O süreçte hem Kürdistan’da hem Türkiye’de var olan özel savaş, stratejik olarak ele alınan bir uygulama biçimi olarak devreye girmektedir. Bu uygulama içinde daha çok askerî harekât diyebileceğimiz harekâtlar gündeme gelir. Bu askerî harekâtlar bir yönüyle darbeyi temsil ederken, diğer yönüyle de devrimci demokrat kesimlere karşı yürütülen saldırıları ifade eder. Kürdistan’da da bu komando tugaylarının Kürt halkı üzerindeki baskısı biçiminde somutlaştırılır.
Ş. Zeynep Kınacı Özgür Kadın Akademisi
Ş. Medya Mawa Devresi