Direnmek yaşamanın esası ise öz bilinç ve öz savunma da özgürlüğün tek şartıdır
Her canlının kendini savunması için bir öz savunma sistemi vardır. Nasıl ki bir gülün dikeni onun savunma mekanizması ise bir insanın da kendini savunması için geliştirdiği refleksler de, o insanın öz savunma mekanizmasını oluşturur. Bir insanın varlığını sürdürebilmesi, yine içinde bulunduğu toplumun güvenliğini sağlayabilmesi ve değer yargılarını koruyabilmesi için öz savunma onun için vazgeçilmez bir etkendir. Tarih boyunca her canlı varlık, üzerinde bir tehlike oluştuğunu fark ettiği ya da değer yargıları üzerinde bir saldırı geliştiğini anladığında, varlığını öz savunma sistemi ile koruyup, gelişen saldırılara karşı cevap olmuş ve kendini bu saldırılara karşı korumuştur. Özellikle de neolitik döneme baktığımızda, ana tanrıça ve toplumun doğayla iç içe oluşları, yine doğa ile sıkı bir ilişki içinde olmalarından dolayı insanın sezgi, içgüdülerini güçlendirmiştir. İnsanlar bu sezgileri ile yola çıkarak, herhangi bir tehlikeye karşı öngörülü olabilmiş ve bu öngörü sayesinde gelişen tehlikelere karşı kendilerini koruyabilmek için farklı yol ve yöntemlere başvurmuşlardır. Aynı zamanda klan ve kabile sistemlerine baktığımızda ilk toplumsallığın, toplumsal ilişkilerin bu temelde oluştuğunu görebiliriz. İnsanlar kendilerini dış saldırılara karşı koruyabilmek için birlik ihtiyacı duymuş ve bu temelde de birbirlerine kenetlenmişlerdir. Her insanın kendi varlığını dış saldırılardan korumak için geliştirdiği refleksler ve dirençli bir ruha sahip olmaları kadar aynı zamanda bu reflekslerini toplum ve toplum değerlerine gelişen saldırılara karşı daha fazla güçlendirmişlerdir. Bu da insanlarda bir öz savunma bilincinin olduğunun göstergesidir. Peki, daha sonra ne oldu da, insanlar bu reflekslerden, öz savunma bilincinden yoksun bırakıldılar?
Egemen-erkek zihniyetinin ortaya çıkışı ile iktidarın ilk adımlarını atması, yine kölelik devrinin başlamasıyla insanlar zor, hile, baskı ve sömürü altına alındıklarında, kendi güvenliklerini sağlayamadılar. Egemen erkek ve iktidar zihniyeti ile buluşan insanın, öz savunma bilincinden yoksun bırakılması, örgütlülüğünün dağıtılıp, bilincinin köreltilmesi ve direncinin kırılması ile kendi savunmasını sağlayamaması zamanına girilmiştir. Egemen-erkek zihniyeti, merkezi hegemonik güç olabilmek ve iktidarını sürdürebilmek için, insanlığın var olan bütün toplumsal değerlerine karşı en acımasız saldırıları geliştirmiştir. İnsanlar bu saldırılara karşı, kendilerini korumak için dirençli bir mücadele yürütmüş ve bu mücadelede çok fazla bedel ödemişlerdir. İnsanlar bu saldırılara karşı direnç geliştirdikçe, bu saldırılar çok vahşi ve insanlık dışı yöntemlerle bastırılmış ve dirençli insanlığı kırmayı hedeflemişlerdir. Bu saldırılar tarihten günümüze en çok da ilk ezilen sınıf, cins ve ulus olan kadın üzerine yürütülmüştür. Kadın toplumsallığın özünü oluşturan en temel öğe olmasından kaynaklı yine toplumsal değerlerin koruyuculuğunu temsil ettiğinden dolayı ilk saldırıların geliştiği taraf olmuştur.
Erkek-egemenlikli zihniyet, insanlığı insanlık yapan toplumsallığı yok etmek için, ilk saldırılarını kadına karşı geliştirmiştir. Bu saldırılara karşı belli bir döneme kadar kendini, kendi şahsında toplumu ve bütün toplum değerlerini savunan kadın, daha sonra bu egemen zihniyet tarafından esir alınmıştır. Kadın esir alınmadan önce, ana tanrıça etrafında toplanan toplum, ahlak, adalet, eşitlik yine özgürlük ile birliğin ve bütünlüğün sembolü iken, kadının zorla da olsa esir alınmasıyla birlikte erkek-egemen zihniyeti toplumu kendi etrafında zor ile tutmuştur. Bu da toplumu yok etme ile yüz yüze getirdiği gibi toplumu oluşturan bütün değerleri yok etme ile karşı karşıya bırakmıştır. Kadın köleleşmesi derinleştikçe, kadın kendi öz kimliğini, benliğini ve bilincini yitirme ile bırakılmış ve bütünlüklü olarak başka bir kimliğe yani köleliğin sembolü haline getirilmiştir. Kadının köleleşmesi, sadece kadının özgürlüğünü kaybetmesi anlamına gelmemektedir. Aynı zamanda kadın şahsında bütün bir toplum özgürlüğünü ve bilincini yitirmiştir. Özgürlüğünü kaybeden kadın ve toplum, öz savunma gücünden de yoksun bırakılarak, bir bütünen teslim alınmıştır. Çünkü bir toplumu var eden, onu özgür kılan, o toplumun öz savunma gücüdür aynı zamanda da o toplumun kendi gücüyle, hiç kimseye gerek kalmadan kendini kendi koruyabilmesidir.
Bir toplumun öz savunmasının, başka güçler tarafından sağlanması demek, o toplumun kendi öz gücünden bağımsız farklı güçlere bağlı kalıp, o güçlerin kölesi anlamına gelmektedir. Köleleşme aynı zamanda öz savunma gücünü yitirmekle özdeştir. Önder Apo, bu köleleşmeyi en ince ayrıntılarına kadar çözümlemiş, kadının tekrar kendi özüne, benliğine ve kendi kimliğine ulaşabilmesi için ilk önce kadının kendi olabilmesi gerekliliğini vurgulamıştır. Çünkü kadın kendi dışında, herkesin olmuştur. Bunun içinde Önder Apo ilk önce köreltilmiş bilinçleri aydınlığa kavuşturup, sahte özgürlük anlayışı ile kişinin ruhunu bir bütün teslim alan bireyciliği, birey ve toplumsal ilişkilere dönüştürüp, bireyin ve toplumun asıl özüne kavuşabilmesi için ideolojik bir mücadele yürüttü.
Her bireyin, toplumun kendi kaderini tayin etme hakkı ilkesinden yola çıkarak, bir cinsin, bir halkın, bir toplumun öz savunma hakkının olması, onun en doğal hakkı olduğu gerçeğini ortaya koydu. Bunun içinde Önderlik, kadın ordulaşmasını tüm dünyaya örnek olabilecek derecede geliştirdi. Kadın ordulaşması, egemen, iktidar, baskı ve sömürü zihniyete karşı, mücadele eden kadına günümüzde adeta bir yol haritası olmuştur. Kadın hiç kimseye muhtaç olmadan, kendi öz gücüyle, varlığını, özgürlüğünü savunup, kölelik zincirlerinden kurtulmak için amansız bir özgürlük mücadelesinin içine girmiştir. Kadın ordulaşması ile köleliğin en derin kuytularına haps edilen kadın, Kürdistan’ın özgür dağlarında, özgürlüğün, eşitliğin, adaletin, birliğin ve bütünlüğün adı olmuştur ve hala de zirveleşen destansı mücadeleleri ile olmaktadırlar. Kürdistanlı kadınlar; Kendi öz savunma güçlerini kendileri oluşturarak, tarihin en amansız devletlerine ve savaşlarına karşı, devasa bir direniş sergilemişlerdir ve halada sergilemektedirler. Kürdistan’ın özgür dağlarında, tüm insanlık için mücadele eden, özgürlüğün kadın gerillaları, bütün ezilen kadınların, halkların, ilham kaynağı haline gelmişlerdir. Egemenlikli zihniyet karşısında sesini bile çıkaramayan kadın, bugün var olan bütün gücüyle bu egemen zihniyete karşı meydan okuma cesaretini özgürlük mücadelesinin kadın kurtuluş ideolojisinde yakalamıştır.
Mücadele etme cesareti ve bilinci, öz savunma bilinciyle gelişir. İnsanın kendi öz savunmasını, kendisinin sağlayabilmesi onun özgürlüğünün teminatı olarak ele alınır. Bizler de kadın olarak kendi öz savunma gücümüzü hiç kimseye teslim etmemeliyiz. Koruma adı altında öz savunma gücümüzü elimizden alan devlet ya da başka güçler bizim güvenliğimizi sağlamayıp aksine bize özgürlüğü değil, köleliği getirmişlerdir. Her zaman bunun bilincinde olup, ne olursa olsun, öz savunma gücümüzü kimseye teslim etmeyip, öz gücümüzle, öz bilincimizle ve öz irademizle kendi öz savunmamızı, kendimiz geliştirmeliyiz. Tüm Dünya Kadınlarının da bu bilinç ile varlıklarını korumaları ve öz savunmalarını sağlamaları günümüzde bir yaşam ilkesi haline getirmelidirler. Direnmek yaşamanın esası ise öz bilinç ve öz savunma da özgürlüğün tek şartıdır…
Ronya Gever