• KURDÎ
No Result
View All Result
Pajk - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri
    • Resim Galerisi
    • Video
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri
    • Resim Galerisi
    • Video
No Result
View All Result
Pajk - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi
No Result
View All Result

Özyönetim Özgürleştirir

11 August 2013
in Genel
A A
Share on FacebookShare on Twitter

Hêja Zerya

Önderliğin Newroz’la birlikte halklara müjdelediği “Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa Süreci” 1999’dan bugüne mücadelemizin bütün alanlarında toplumsal inşa çalışmalarımızda artı ve eksilerimizi gözden geçirerek yeni başlangıçlar yapmamızı zorunlu kıldı. Çünkü “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” dedi. Eski olanı devletçi ve iktidarcı sistemin kalıntıları olarak tespit etmek, yerine yeniyi ifade eden demokratik komünal öze dayalı toplumsallığımızı örgütlü kılma sorumluluğuyla karşı karşıyayız. Bu sorumluluk her zamankinden daha güncel ve yaşamsaldır.

Yerel yönetimler inşa sürecinin esasını oluşturan alanların başında geliyor. Öz yönetim olgusunun kendisi oluyor. Toplumun yaşamı, bugünü ve geleceği hakkında doğru, iyi ve güzel işler bulma, kararlar alma ve bunu hayata geçirmenin yeri oluyor. Bunu yaparken doğal yaşam ve toplumsal doğa arasında modernitenin yarattığı yıkımın, kırımın telafisi üzerinden bir kurgu geliştirmek ve yaşamsallaştırmak zihniyetimizin ve sistem çalışmalarımızın temelini oluşturmaktadır. Bir yandan bu dengeyi doğa ve toplum lehine yeniden kurarken, doğasından uzaklaştırılan parçalarının kendini bütünlemesi için onarıcı, güçlendirici ve yeniden kendi özüne kavuşturucu toplumsal bir çalışma içinde olma bilinciyle bu alanlar yeniden varlık kazanıyor.

Önderlik dönem dönem yerel yönetimlere, demokratik toplumsallığı örgütleme ve yönetmeye dönük önemli değerlendirmeler yaptı, perspektif oluşturdu. Yeni paradigmanın temellerini oluşturan Savunmalar’da yeni yaşamı kurma çalışmalarının zihniyetini, felsefesini ve moral değerlerini tanımladı. Uygarlık dünyasının bütün çarpıtmalarını deşifre ederek bir zihin, tarih, ruh ve yaşam düzeltmesi olarak insanlığın geleceğini kendi elleriyle yeniden yaratma dinamiklerini açığa çıkardı. Devletçi zihniyet ve iktidarcı kurumlaşmalar dışında da yaşamın, toplumun örgütlenebileceğini, bunun binlerce yıllık deneyiminin gücünü beyinlere ve yüreklere işleyen bir derinlikte ortaya koydu. Özellikle demokratik moderniteyi tanımlayan Özgürlük Sosyolojisi Savunması; evrenin, doğanın, toplumun ve insanlığın tüm değerlerinin yeniden tanımlanmasında bir doruk noktasıdır. Özgür yaşam ve demokratik toplum manifestosudur. Yaşamı ve toplumu kendi özdeğerleriyle buluşturma mücadelesinde bunun bütün yollarını keşfetme imkanını sunmaktadır.

2000’li yılların başında Önderlik Kürt sorununu tanımlarken, “Kürt sorunu yüzde 90 yerel yönetimler sorunu haline gelmiştir” dedi. Konfederal sistemi örgütlemenin temel ayaklarından birinin yerel yönetimler olduğuna işaret etti. Demokratik özerkliği bir çözüm modeli olarak somutlaştırdıktan sonra, özerkliğin inşa çalışmalarının yüzde 50’sini yerel yönetimlerin oluşturduğunu belirtti. Tarihsel ve güncel boyutlarıyla köklü bir insanlık sorunu olan Kürt sorununun çözümünde yerel yönetimlerin rolünün böyle tanımlanmasının hem tarihsel hem de güncel anlamı vardır. Tarihsel anlamı, devletli uygarlık sisteminin kuruluşundan bugüne demokratik komünal toplum değerlerinin sürdürücüsü Kürt toplumuna sürekli saldırı halindedir. Buna karşı sürekli bir direnişle parçalanmak istenen toplumsal öz korunmaya çalışılmış, ancak siyasal, toplumsal ve zihinsel bir kırım yaşanmıştır. Bugün toplumsallığa dayalı öz yeniden açığa çıkarılmakta ve demokratik işleyişine kavuşmaktadır. Güncel boyut budur. Bu mücadele içinde büyük bedeller ödeyerek özgürleşme ve demokratikleşme yolunda epeyce yol almış bir halk gerçekliğine ulaşılmıştır. Kürt halkı özgür bir kimlik ve irade kazanmıştır. Öz bilinci gelişmiş, tarihsel dayanaklarına kavuşmuş ve özyönetimini gerçekleştirme kararlılığı içinde demokratik özerk sistemini örgütlemektedir.

Sorunun çözümünde yerel yönetimlere neden bu kadar belirleyici bir yer verilmektedir? Çünkü özyönetime dayalı yerel yönetim demokrasiye en yakın yönetimdir. Öze dayalı olması, özgürlüğe işaret etmektedir. Özgürlük ise öz kimliğe dayanmaktadır. Yasakçı ve inkarcı zihniyeti kabul etmeyen bir özdür bu. Her halkın kendi özdeğerlerine dayalı bir yaşamı ve bunu kendi ihtiyaçları temelinde örgütlemeyi, bu örgütleme ve yönetme süreçlerinin bütün aşamalarında söz sahibi olmayı gerektirmektedir. Eğitiminden, sağlığına, ekonomisinden özsavunmasına doğayı ve insanı koruyacak, güçlendirecek bütün boyutları içeren bir toplumsal örgütlenme düzeyidir. Yukarıdan ve dışarıdan belirlenen bir toplum değil, özünden gelen varlığını her alanda korumayı bir varlık gerekçesi haline getiren yaşamsal gerçeklikten bahsediyoruz. Topluma ait olanın yeniden topluma kazandırılma mücadelesidir bu. Başkalarına ihtiyaç duymadan kendi yaşamını sürdürmenin tüm ihtiyaçlarını belirleyecek, sorunlarını tespit edecek ve gidermenin mekanizmalarını yaratacak bir toplumsallık düzeyini yakalamayı içermektedir.

Devletçi sistemin yabancılaşmaya yol açan, toplumu toplum olmaktan çıkaran tüm uygulamalarının karşısında duran direngen bir kimlik temsiliyeti, yerel yönetimlerin özünü oluşturmaktadır. Çünkü özünde yönetim topluma aittir, toplumun komünal kimliği ve kişiliğiyle özdeştir. Bugüne gelindiğinde, toplumdan çalınmış ve devletleştirilmiş, kimliksizleştirilmiş, adına belediye veya valilikle yan yana il genel meclisleri denilmiş ama, iktidara göre parçalanmış ve şekillendirilmiş kimlikler yaratılmıştır. Dünyanın çeşitli yerlerinde farklı isim ve uygulamalar olsa da özünde halka ait bir kimlik olmaktan öte anlam ifade etmemektedir. Uzun soluklu bir demokratikleşme mücadelesi ile yeniden kendi öz kimliğine kavuşma deneyimleri yaşanmaktadır. Dünyanın neresinde olursa olsun bu süreçlerin tümünü, toplumun kendinin olanı yeniden kendine ait kılma mücadelesi olarak değerlendirmek mümkündür.

Yerel yönetimlerin komünal özü temsil ettiği gerçeğinden yola çıkarak, iktidarın ve erkek zihniyetinin her türlü bozan, yozlaştıran etkisini kırmak, toplumsal kimliğini güçlendirmekle mümkündür. Bu da katılımcılığı klasik bir siyaset söylemi olmaktan çıkarıp, yerinden yönetimi halkla birlikte geliştirmenin yollarını zenginleştirmek, ardından da özyönetimi birlikte geliştirmeye sonuna kadar açık olmakla mümkündür. Gençliğin değiştiren dönüştüren dinamizm ruhunu kattığı, kadının yaşam ve özgürlük özünü kazandırdığı, yaşlının biriken yaşam deneyimleriyle güçlendirdiği, çocukların canlılığını, saflığını ve paylaşımcılığını, tüm toplumsal kesimlerin, inanç ve kültürlerin zenginliğiyle bir köy ve kent kimliğinin öne çıktığı yerleşik yaşam ruhunu, düşüncesini ve pratikleşmesini güçlendirmek demokratik toplum öncülüğünü esas almakla gelişir.

Eğitim ve bilinçlenmenin örgütlenmeyle kalıcı bir sisteme dönüşmesi önemlidir. Bu süreçler komünler ve meclislerle gelişir. Yerel yönetimler de komünal ve yaşamın her alanıyla dolaysız bir bağa sahip olduklarına göre bu süreçlere en aktif ve heyecanla katılacak alanı ifade etmektedir. Komünü ve meclisi olmayan bir yerindenlik mümkün değildir. Bu örgütlenme süreçleri birbirine karşıtlığı değil, toplumsallık örgüsünü güçlendirmeyi getirir. Komünü ve meclisi halka dayalı örgütlenen tüm yaşam yerlerinde her türlü çalışmayı, zengin yöntemlerle yapmak ve modernitenin kanserleştirdiği ölüm mekanlarını yaşam alanlarına çevirmek mümkündür. İnsanlar giderek ruhsuzlaşmakta, silikleşmekte, nesneleşmekte ve yaşama dair idealleri bireycilik sınırlarında tükenmektedir. Bu tükenişi durdurmanın yeri, yaşam yerleri, yaşama dair fikir, zikir ve eylemin yarıştığı yerlerdir. Yerel yönetimleri bunun platformları haline getirmek, yaşamı yeniden tanımlamak ve kurmak mümkündür. Bunun dünyada gelişen ve umut veren örnekleri vardır. Porto Allegre gibi. Ama çoğaltmak ve zihniyet dünyasının özgürleştirici, zenginleştiren deneyimleriyle güçlendirmek gerekiyor.

Özden uzaklaşmanın ve yıkımın en büyüğü toplumsallığın binlerce yıl sürdürücüsü olan kadına yaşatılmıştır. Bu yüzden kimlikli ve özyönetime dayalı yerel yönetim anlayışı kadın eksenli bir yaşam ve sisteme dayanmak, bunun bütün koşullarını olgunlaştırma çalışmaları içinde olmak zorundadır. Cinsiyet özgürlükçü kimlik özyönetimin ilkesidir. Yaşamın her alanında, sistem oluşturmanın her aşamasında, büyük küçük ayrımı yapmadan bütün süreçlerde kadın özgürlük ideolojisi yön veren, yaşam kuran ve toplumsal dinamiklerle buluşmanın aydınlatıcı gücüdür. Kadını özgürleştirmeyen, binlerce yıllık hapishanelere dönüşmüş özel evlerden çıkarmadan, toplumsal kuruluş ve aydınlanmanın öncüsü kılmadan atılan her adım yarım, modernite damgalı ve kapitalist sistemi üretmeye devam edecektir. Bu yüzden genel geçer yaklaşımlardan, görüntüyü kurtaran biçimsel adımlardan çok, kadına özne olarak yaklaşan ve bundan uzaklaştıran tüm zihniyet ve uygulamaları ahlaki ve politik toplum olmaya karşıtlık olarak ele almak önemlidir.

Kadın eksenli toplumsallaşma ve demokrasi kültürüne dayalı yönetim, darbe temelinde gelişen şehirleşme, sınıflaşma ve devletleşme ile erkek egemen damgalı bir idareciliğe dönüşmüştür. Bu idarecilik süreci toplumu toplum olmaktan, kadını kadın olmaktan çıkarmıştır. Kadın duyarlılığıyla gelişecek toplumsal inşa süreci, iktidarcı, devletçi zihniyetin nesneleştiren, ideoloji, politika gibi yaşamsal süreçlerden kadını, toplumu koparan uygulamaların karşısında durur ve doğrudan demokrasinin okullarına dönüşen bir yerel yöneticiliğin temelini atar. Yerel yönetimler “demokrasi okulları” olarak tanımlanır. Kadınlar bu okulların en iyi öğretmeni olmak ve bunun modellerini yaratarak örnek uygulamalar geliştirmeyi en kutsal çalışma, bir varlık biçimi olarak giderek görünür kılmalıdırlar.

Kota uygulaması bir pozitif ayrımcılık ilkesi olarak önemli bir yer tutmakta, erkek damgalı yerel yöneticiliğin tahribatlarını, rantını görünür kılmada önemli bir uygulamadır. Kota uygulamasını, zihniyet dönüşümü ile tamamlama durumu gelişmezse, karikatürün karikatürü olmak çok zorlu sonuçlar doğurur. Eril sistemi kadın adına süreklileştirmek, daha yıkıcı, umut kırıcı olur, kadından ve toplumdan uzaklaştırır. Toplumla ve kadınla yaşamı birlikte örgütlemek, soruna da çözüme de birlikte kafa yormak yerel yönetimleri toplumun ve kadının yönetimi yapar. Yerel yönetimler ancak böyle yaşam ve özgürlük alanlarına dönüştürülür. Aracısız, doğrudan iletişim ve etkileşimle, yabancılaştıran, toplum olma duygusunu kıran, uzaklaştıran hastalıklarla mücadele etmenin yol yöntemlerini geliştirmeye adım atılmış olur. Birileri toplum ve kadın adına karar veren, yaşama düzen veren olmaktan çıkar. Nasıl bir köyde veya nasıl bir kentte yaşamak istediğinin bilincini geliştiren toplum, ahlaki ve politik toplum olma yolunda attığı her adımı demokratik özerk sistemini örgütlemenin adımlarıyla tamamlar.

Kadınla birlikte doğa ve ekonominin tahribi birlikte gelişir. Kadına ve topluma hükmeden, kaderini belirleyen egemen zihniyet, doğayı da her türlü tüketim alanına çevirerek bugün ekolojik tahribatın geri dönülemez noktaya gelmesine yol açmıştır. Yaşadığı yeri ekolojik yaşamla uyumlu, toplumsal olduğu kadar, doğa yaşamını da koruyan bir dengeyi esas almak, bunun yaşam dünyasını kurmak zihniyet ve yaşam dünyamızın köşetaşlarındandır. Devasa büyüyen, insanı yutan, beton yığınları ve kârhaneler dışında tüm yaşamı ve toplumu ötekileştiren, felç eden uygarlık abideleri yerine ne koyacağız? Kentli olmanın bu kadar özendirilen olmasının arkasındaki gerçek hiç sorgulanmayacak mı? Acaba kırı boşaltan sürekli akın hali ve bunu özendiren medeniyet bir gün hepimizi soluksuz bırakmayacak mı? Gezi Parkı eylemi, beton ve rant alanına çevrilen dev kentleşmeyi sorgulamanın, devleşen kentlerde cüceleşen, iradesizleştirilmek istenen insan ve toplum gerçeğine karşı bir demokrasi çığlığı değil midir? Birkaç yıl önce gördüğü yeşilin ne zaman talana, ranta kurban edileceği duygusuyla huzursuz olan, nefessiz ve soluksuz yaşanmayacağını gören insanın toplumsal çıkışıdır.

Her şehrin bir neolitik geçmişi, bir doğal yaşam süreci ve köye dayanma durumu vardır. Bu gerçeğine yüzünü dönen, geçmişini ve kendini inkar eden, kimliksizliği giderek bir yaşam biçimine dönüştüren bir gidişat yaşanıyor. Bu inkar ve kimliksizlik kader değildir. Tarihiyle, doğasıyla her köyün ve kentin bir kimliği vardır. Yerel yönetimler demokrasi ve özgürlük mekanları olarak tanımlandığında bu kimliksizliğe ve özüne ihanete “Dur” deme yerleri olmak zorundadır. Mimarisinden tutalım, üretimine, ormanına, suyuna, insanına kadar özgünlükler kimlikli ve kişilikli olarak varlığını güvenceye alarak sürdürebilir duruma getirilmelidir.

Onlarca HES (Hidroelektrik santralleri) projesiyle, nükleer santral planlarıyla sadece doğayla birlikte toplum yaşamına da bir kırım dayatılmaktadır. Binlerce yıl yerinde yaşayan hayvan ve bitki türleriyle birlikte toplumsal yaşam da ya yok olma ya sürgün olmayla yüzyüzedir. Yaşam yerleri yaşanılamaz hale getirilmek istenmektedir. Yaşam kuran hiçbir yönü olmayan bu yok edici uygulamalara karşı durmak yaşamı savunmanın gereğidir. Yaşama ilgi duyan doğaya ilgi duyar, yaşamı zenginleştirmek isteyen doğada yaşayan tüm varlıkların sürekliliğini savunur, korur ve geliştirir.

Yaşadığımız yerler nasıl olmalı? Köy- tarım toplumunu bitirmeyen, tam tersine şehirleri tamamlayan ve besleyen mekanlar olarak koruyan, dengeli bir kentleşme ile toplumsal dokunun dağılmasına, bozulmasına izin vermeyen, sağlıklı yaşam alanları oluşturmanın peşine düşen, bunun bilincini geliştirmek ve eylemine öncülük etmek toplumsal inşada yerel yönetimlere önemli görevler yüklüyor. Klasik belediyecilik anlayışı ile merkezi ve iktidarcı düşünmek, köyü, mahalleyi görmeyen, sadece yığınların doluştuğu merkezleri biçimsel olarak donatmaya çalışan bir yerel yöneticilik olmaz. Bütün bu doğal ve toplumsal yıkım süreçlerinin önüne nasıl geçilecek, “Munzur özgür akabilecek mi?” Bir yol yapmaktan daha acil ve önemli bir soru ve sorun haline gelen yaşam mekanlarımızı nasıl koruyacağız ve bozulmasının önüne geçeceğiz? Tarihimize, toplumsal kimliğimize ve geleceğimize sahip çıkmanın çalışmaları en heyecanlı çalışmalar içinde yer almaktadır.

Ekonomik tahribat bu alanda ya hiç görülmeyen ya da klasik, devletçi zihniyet sınırlarında düşünülen bir alandır. Oysa ekonomi yaşamı sürdürme faaliyetidir. İnsandan, toplumdan ve yerinden koparılamaz, kopuk düşünülemez. Bitirilmek istenen hayvancılığa, tarıma karşı tedbirlerimiz olmayacak mı? O yerde yaşayanlar ve ekonomik alandan bu kadar uzaklaştırılarak, işçileştirilen-köleleştirilen, işsizleştirilen bir toplumun yerel yönetimleri bu köleleştirme süreçlerinin karşısında toplumun bir özsavunma mekanizması olarak kendine yetmenin yöntemlerini geliştirmeye kafa yormak durumundadır. Sadece devletten gelen parayı  -az veya çok- kullanmanın ötesinde hem kendi özkaynaklarını yaratma hem de toplumsal dokunun bozulmasına “Dur” diyecek planlamalar içinde olmak gerekir. Bunun için tüm toplumsal dinamikleri harekete geçirmek, komünalitenin özünde bir ekonomik faaliyet olduğu bilinciyle yeni yaşam alanları oluşturmak vazgeçilmez bir çabayı gerektirir.

Kooperatifleşmenin ve komünal ekonominin gelişimine katkı sunacak, kimi imkanları birleştirerek yeni alanlar oluşturacak, yerindenliği güçlendirecek, aşırı kentleşmenin önüne geçen dengeli dağılımla tarım alanlarını koruyan, köy yaşamını güçlendiren, kolaylaştıran, özendiren hizmetleri geliştirmek özyönetime katılımı, güveni, kendine ait kılmayı getirir.

Kürdistan’da on beş yıllık bir yerel yönetim deneyimi oluştu. Merkezi devlet sisteminin birer izdüşümü olarak tasarlanan belediyeler ve il genel meclislerine dayalı bir yerel yönetim anlayışı egemendir. Bunun karşısında durmak, kendi demokratik halkçı yönetimini geliştirmek oldukça zordur. Bu zorlanma içinde önemli adımlar atılmış, egemen zihniyetin sınırları zorlanmış, kimi alanlarda da aşılmıştır. Kendini ve kentini yönetme anlayışını iktidarcı ve devletçi yanlarla mücadele içinde geliştirmek önemli bir deneyimi açığa çıkarmıştır. Rantçı, bireyci, aileci, aşiretçi talan yerine, halkçı, şeffaf ve demokratik bir yerel yöneticilik algısı toplumsal olarak şekillenmiş, beklenti buna göre artmıştır. Ekolojiye, kadına ve toplumsal ihtiyaçları esas alma ve katılımcılığı geliştirmeye dönük atılan adımlar, bir sisteme dönüşmese de, bir farkındalık yarattı. Bu alanlar yeterince iktidar alanı olmaktan çıkarılarak özyönetim alanlarına çevrildi mi, diye sorarsak, kısmi uygulamalar sisteme dönüşmemiştir. Bunu garantiye alacak olan toplumsal bilinçlenme ve örgütlenmedir.

Bu alan demokratikleşme mücadelesinde önemli bir alandır. Merkeziyetçi kurumlaşma her alanda sınırlar oluşturmaktadır. Türkiye Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı imzalamasına rağmen, yerellik, yerindenlik ve özyönetim gücünü açığa çıkaracak maddelere çekince koymuştur. Nedeni Kürdistan özgürlük mücadelesinin demokratik, siyasal ve toplumsal kazanımlarıdır. Toplumsallığı ve özyönetim bilincini güçlendirme düzeyidir. Bir toplumun vazgeçilmez, devredilmez olan kimlik, kişilik haklarının reddinde ısrardır. Eğitiminden, sağlığına, ekonomisinden özsavunmasına özerk ve toplumun öz varlığına dayalı gelişimini oluşturan bu esaslara çekince konulmuştur. Bunları özerk, yerinden yönetimin özü saymak ve kazanma mücadelesi içinde olmak demokratik kurtuluş sürecinin önemli bir alanını oluşturmaktadır.

Özgür Demokratik Yerel Yönetimler Modeli, bu mücadelenin esaslarını oluşturarak yerel yönetim deneyimini bir sisteme kavuşturmuş, zihniyetini oluşturmuştur. Toplumsal yaşamı yerinde örgütlemenin zorluklarını tanımlamak kadar, direnişçi yanlarından güç alarak bu zorlukları aşmanın hem Kürdistan’da hem dünyada sayısız örneği vardır. 1970’lerde Edip Solmaz’la kazanılan Batman, yine Terzi Fikri ile kazanılan Fatsa belediye deneyimi, bugün yüze varan kazanıma dönüşmüş, il genel meclislerinde Kürdistan’ı önemli oranda etkileyecek bir güçlenme açığa çıkmıştır. 3 kadın belediyesiyle başlayan süreç, 14 belediye ile katlanarak artmış, kadın kentleri oluşturma duyarlılığında bir çalışma sürmektedir. Alternatif olma, toplumsallaştırmada ciddi bir yol alınamamışsa da, bunun bilincini oluşturma ve beklentiyi yükseltmede önemli bir süreç yaşanmıştır. Ekolojik alana duyarlılığı, demokratikleşmeye duyarlılık düzeyinde ele alan ve yaşam alanlarındaki tahribata geçit vermeyecek bir duruş gelişmektedir. Ekonomiye dönük yoğunlaşma yönü eksik yöndür. Savaş koşullarında olma, öncelikler, toplumsal yıkıma tek başına yanıt verebilecek durumda olmama vardır. Bunun dinamiklerini açığa çıkarma konusunda sistemli ve sürekli bir çaba gerekiyor.

 

Başarı bu alanı iktidar alanı olmaktan çıkarıp toplumsallaştırma, kadına ait kılma, gençliğin dinamizmini katma düzeyine bağlıdır. Devleti sınırlandırma, toplumu güçlendirme alanı olan özyönetim alanı demokratik ve özgür yaşamı inşa sürecinin temelini oluşturmakta ve bu ciddiyette bir mücadeleyi gerekli kılmaktadır. Toplumsal örgütlenme düzeyi sonucu belirleyecek ve özgürlük sisteminin garantisi olacaktır. kişilerin insafına kalan alanlar yerine toplumsal iradenin sözünü söylediği, eylemli yaşamını kurduğu alanlara dönüştürme mücadelemiz hız kazanarak devam ediyor. Doğamızı, toplumumuzu ve tarihimizi sevmenin, korumanın ve geleceğe sağlıklı ulaştırmanın mücadelesi kazandırmaya devam edecektir. 

ShareTweetPin
  • Anasayfa
  • Önder APO
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri

©2020 PAJK Hemû mafên wê parastîne - Ji aliyê Pajk

No Result
View All Result
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma
  • Galeri
    • Video
  • Kurdi

©2020 PAJK Hemû mafên wê parastîne - Ji aliyê Pajk