ÖNDER APO
Özgür adımlar atmanın sahiplerisiniz
Sizin için özgürlük nedir? Bunu epeyce düşünüp sonuca bağlaması gereken kişilersiniz. En uygunu da, mücadele ortamında bunu biraz düşünebiliyor olmanızdır. En değme film sahnelerinde bile böyle bir platform düzenlenemez. Eğer dikkatli değerlendirirseniz, hem kendi duygularınızı ve düşüncelerinizi ayaklandırabilir, hem yeniden biçimlendirmek için bunun çok uygun olduğunu kabul edersiniz. Bana yansıdığı kadarıyla en çok takıldığınız nokta, bir cins olarak yaşadığınız gerçeklerden kaynaklanan sorunlar oluyor.
Bunu açıkça, net ortaya koyup sizinle tartışabilirim. Bunu bir ilke düzeyine taşırabilirsiniz. Bundan sıkılmanın, bunu bir salt ahlâki sorun olarak ele almanın da hiçbir anlamı yoktur. O ahlâki dediğiniz ilke, aslında feodal ahlâktır. Onun içinde kir, çıkar, mal mülk olma ve en çok da sizin kaybetmeniz söz konusudur. Olan yine size oluyor. Mevcut ahlâki örtü altında kaybeden, genelde ezilen halklar ve ezilen cinstir. Ömür boyu acısını ve sıkıntısını yaşadıktan sonra aklın başa gelmesi bir işe yaramaz. Sorun bizim kurtuluşçu tarzla yaklaşıp yalnız kendimiz için değil, toplumun ve cinsin kurtuluşuna bir çıkış yaptırmaktır. Cins özgürlüğünün şüphesiz sınıfsallık, toplumsallık ve siyasallıkla bağlantısı çok iyi kurulmaya çalışılmıştır. Kürdistan somutu söz konusu olduğunda, aile ve toplum, aile ve siyaset ilişkisini dünya çapında en iyi ve en güçlü bizim ortaya koyduğumuz kanısındayım. Yine aile içinde kadının konumu çok iyi açımlanmıştır. Kadın denilen olayın ne olduğu ve nasıl yaklaşım içinde tutulduğu oldukça bilimsel konulmuştur. Bu konuda değerli dostumuz İsmail Beşikçi bile, “APO’nun sosyolojik yönünü de dikkate almak gerekir. Sosyoloji bir bilimdir, bu konudaki katkılarını da görmek gerekir” diyor. Benim böyle bir niyetim olmasa bile, kendisi bunu görüyor. Aslında aile ve toplum, kadın ve aile önemli sosyolojik olaylardır. Fakat Kürdistan somutu söz konusu olduğunda, bu sorunun çok önemli bir siyasal yanı da ortaya çıkıyor. Bunu da ortaya koymak gerekiyor.
Devrim olur, özgürlük kazanılır mı?
Yani yüce özgürlük amacıyla yola çıkıldığı halde tersi sonuçlara yol açılması sıkça rastladığımız olaylardandır. İşleri genel anlamda “Devrim olur, özgürlük kazanılır” düzeyinde ele almadan, geleneksel, inkârcı ve yüzeysel yaklaşımlar ve küçük burjuva liberal tutumlarla kendimizi aldatmadan, eksik veya yetersiz bırakmadan, özgünlüğe göre çözüm yolunu açıkça ortaya koyan, bunu da rastlantıya ve kişilerin niyetlerine terk etmeden, örgütlü, yönetimli ve denetimli bir yapı ve kurumlaşmayla sağlama almanın en doğru tutum olacağını belirtmek zorundayız. Bunları kavrayıp gereklerini yerine getirme göreviyle karşı karşıya bulunmaktayız.
Günlük olarak özgürlük eyleminizi ruhta, düşüncede, örgütlenmede ve yaşamda sağlamak, özümsemek ve yaşatmakla sorumlu olduğunuzu, çabalarımızın sürekli ve yoğun olduğunu kavrarsak, gerçek bir kurtuluş faaliyetinden bahsedebiliriz. Ancak o zaman kimliğimizin, özgürlüğümüzün, taleplerimizin ve amaçlarımızın gerçekleşmesine gerçekçi bir tarzda katkı sağlayabiliriz.
Özgürlük öz kimlik ve öz savaşımla olur
Birilerinin himayesine sığınarak, herhangi bir yönetim gücüne dayanarak ve bu konuda kadın kişiliğini ucuz kullanarak özgürleşeceğini sanmak kendini aldatmaktır. Bu yaklaşımlarla olsa olsa ikiyüzlü, kendini aldatan ve uzlaşan yeni bir köle tipi ortaya çıkar.
Gerçekçi olma gereği açıktır. Parti içinde ve dışında, her yoldaşa ve yakın veya uzak her dosta karşı öz kimlikli, kendini yitirmeyen ve özgücüne güvenen bir kişiliğe ulaşmanız gerekir. Bu yaklaşımın doğal sonucu ordulaşmadır. Kadın ordulaşınca bireysel taleplerin gerçekleşmesi, kimliğin ve özgürlüğün gündemleşmesi daha gerçekçi olur. Çünkü hak yalvarmayla ve en yakınlarına sığınmayla değil, güçle alınır. Güç de örgütlenme ister. Bunu iliklerinize kadar hissetmek durumundasınız. Bu açıdan Önderlik gerçeğine ucuz ve yüzeysel bağlanmayı anlamsız buluyorum. Militan kimlikle, düşünce ve örgüt gücüyle yaklaşım yerine, yaygınca yaşanan yüzeysel ve çok çeşitli sübjektif niyetlerle Allah’a bağlanır gibi bağlanmayı geri bir bağlanma tarzı olarak değerlendiriyorum. Kadın buna oldukça yatkın hale getirilmiştir ve bunu aştırmak gerekiyor. Bunun da yolu özgür örgütlenmeden geçiyor. Kadının askeri, siyasal, sosyal, ekonomik vb. örgütlenmelere kendi talepleriyle ve örgütlülüğüyle katılması en doğrusudur. Düşünmek, tartışmak ve kararlaşmak bu işin gerekleridir. Bu tür sahalara örgütlü girildiğinde ciddiye alınırsınız.
Cinsiyete yaklaşımdan felsefi yaklaşıma, özgürlükle tanışmanızı nasıl yapacağınıza, yaşam tercihlerinizi nasıl geliştireceğinize kadar, hatta kendi bedeniniz üzerindeki hakimiyetinizden ruhunuzu açmaya, düşünce ve örgüt gücünüzü konuşturmaya kadar nasıl yaşamalı sorusuna artık kişiliğinizde bir cevap üretebildiğiniz ortaya çıktı. Eğer bu doğruysa, artık bunu da sağlamışsanız, kişiliğinizden kaynaklanabilecek ciddi bir olumsuzluğun olması mümkün değildir. Bu konuda dürüst ve özlüyseniz, bunalım, dedikodu, saplantı ve kölece uzlaşma asla vücut bulamaz.
Belirtilenleri yapmazsanız ne olur? O zaman çözümlemelere rağmen bildiğinizi okumuş olursunuz; parti tarihimizde sıkça rastladığımız, çokça mahkûm ettiğimiz, eleştirdiğimiz ve yargıladığımız tiplerden birisi olursunuz. Yaşam prensiplerimizle oynarsanız sonuç budur. Çözümlemeleri dikkate almayanların nereye gittiğini, kendilerini geliştiremeyenlerin kendilerini nasıl mahvettiklerini iyi anlamak gerekir. “Yüzeysel kaldım, derinliğine işleyemedim” demekle kendinizi yüzeyselleştirirsiniz, kaybeder ve kaybettirirsiniz. Devrimin zor iş olduğu ve özgürlüğün zor kazanıldığı gerçeğine ters düşersiniz ki, bununla da kaybedersiniz.
Özgür ilişki, bir arada olmak demek değildir
Özgürleşme, bir anlamda bireyler arası ilişkileri özgürce tartışma, kararlaştırma ve yürütme gücünde olmayı ifade eder. Özgür ilişki, bir arada olmak demek değildir. Özgür ilişki, insanın serbestlik gücü, özgür düşünme ve eylem gücü kazanması demektir. Bu ilişki kişinin tam olmasını ifade ediyor, onu eyleme geçiriyor. Özgür ilişkiyi kazanmış olanın iradesi çeşitli etkilemeler altında felç olmamıştır; iradelerin, geleneklerin, göreneklerin ve gölgelerin etkisi altında değildir. İster en güçlü emperyalist bir devlet, isterse en bağlayıcı bir gelenek olsun, gerektiğinde onlara karşı da durabilir. Özgür olmayı geniş tanımlamak gerekir. Böyle özgür olma sağlandıkça veya böyle özgür olabilenler ilişkiler geliştirdikçe, özgürlük ilişkilerinden bahsedilebilir. Bunlar bütün davranışlarıyla halkındır, davranışların sonucunu kestirebilir ve sorumluluğunu kaldırabilir. Özgürlüğün kelime manası zaten gelişme ve ilerleme demektir. Bu noktayı yakalayan kişi ilişkilerde özgürdür. Özgürlük ilişkilerinin özgürlük başarısı gelişmiştir denilir. Kısaca, bu anlamda özgürlük ilişkilerde rol oynayabilir. Biz bu konuyu da biraz açmaya çalışıyoruz. Çünkü bunun üzerinde büyük oyunların oynandığı iyi bilinmelidir. Gittikçe hiçleşen ve fahişeleşen bir güdü de cinsel güdü oluyor. Bana göre halen en az kavranan ve en az anlam verilen bir insan güdüsü de cinsellik güdüsü ve ilişkisidir. Uzun bir tarihsel süreden beri toplumsal, siyasal ve ekonomik düzenin etkisi altında olma durumu söz konusudur. Görünüşte doğal bir güdüdür, ama geçmişiyle ve geleceğiyle en kötü kullanılan bir nesne ve mal haline getirilmiştir. Çok doğal ve mutlak özgür yaşanması gereken bir ilişki neden bu duruma getirilmiştir? Bu konuda tarihi ve toplumu sorgulamak gerekir. Çünkü büyük oranda hakim olan yasaklamalarla doludur. Cinsellik ağır yasaklamaların etkisi altındadır, bu onun bir yönüdür. Diğer yandan ağır mülkiyet izlerini taşımaktadır. Müthiş bir mal mülk etme, mal olma yaklaşımıyla adeta hastalıklı hale getirilmiştir. Bu, Kürt toplumunda hemen hemen böyledir. Aslında her sınıf ve tabakaya göre düzenlenmiştir ve çok çirkincedir.
Bir devrimin özgürlük düzeyi ilişkilerdeki özgürlük düzeyine bağlı olduğu gibi, özgün olarak da kadın erkek ilişkilerindeki özgürlük düzeyiyle oldukça bağlantılıdır. Özgürleşme, bir anlamda bireyler arası ilişkileri özgürce tartışma, kararlaştırma ve yürütme gücünde olmayı ifade eder. Böyle bireylerin oluşturduğu topluluklar, özgür topluluklar olarak da değerlendirilir. Bu toplulukların oluşturduğu topluma da özgür bir toplum denilir. Devrim, bu anlamda bir toplumu en üst düzeyde özgürleştirme eylemidir. Bir toplumun yakıcı, hızlı ve genel bir özgürleşme ihtiyacı varsa, yapılması gereken o topluma çok şiddetli bir devrimi dayatmaktır. Parti içi yaşamı çözümlemekten bahsediyorum. Çözümlemeyle birlikte devrimci düzeyi geliştirmek, aynı zamanda bu ilişkilerdeki devrimciliği, özgürlüğü ve örgütlülüğü sağlamak anlamına da geliyor. Parti içi yaşamı o kadar devrimcileştirelim ve dolayısıyla özgürleştirelim ki, artık kişiler partiyle oynadıklarında verdikleri zarar sadece kendileriyle sınırlansın veya bir kişi partiyle oynadığı zaman anında gereken karşılığı bulsun. Benim almış olduğum en önemli tedbir budur. Çözümleme ve ilişkilere dayattığım özgürlük düzeyi kesinlikle bunu doğurtmaya yetiyor. Bu da bir savaştır, çatışma ve zaman zaman da uzlaşmayla yürütülür. Eğer görev göz ardı edilmezse, kesinlikle parti kazanır. Dolayısıyla savaş yürütülüyorsa kazanılır.
Parti içi özgürleştirme dediğimiz şey nedir?
Bizimle ilişkidesiniz, bir bütün olarak PKK’liler ve tüm çalışma alanları belli bir ilişki içindedir, dolayısıyla bağlılıkları var. Önderlik burada ne yapıyor? Önder adı altında birisi bu yapıyı nasıl yürütüyor? Parti tarihine bir kez daha bakmalısınız. Olumsuzluklara ve kördüğümlere rağmen işler nasıl bu kadar geliştirildi? İki kelimeden yola çıkıp en karmaşık çözümlemelere nasıl ulaşıldı? Bütün isyanlara ve tüm muhalif örgütlenmelere darbe indirmiş bir egemen sınıf istihbaratı -günümüzde buna kontra diyelim-, nasıl oldu da bütün örgütleri çözdüğü gibi PKK’yi çözemedi veya bölüp parçalayıp başarısızlığa uğratamadı? Bunları düşünmek gerekir. Burada ilk defa bir devlete ve onun devrime dayatılan kollarına karşı bir başarı söz konusudur.
Bu özgür ilişki tarzını geliştirirken, sadece düşmanın dolaylı veya direkt etkilerini, yine aşiretçi-feodal özellikler ve ailesel yaklaşımların etkilerini çözmekle veya aşılması gerekeni ortaya koymakla kalmıyor, bunu daha da derinleştiriyoruz. Daha fazla da doğrusunun ne olduğuna cevap vermeliyiz. Yıkılması gerekenin yerine ne yapılmalı konusunu yalnız askeri ve siyasal düzey için ele almıyor, bunu ikili ilişkilere kadar yansıtıyoruz. Yoldaşça ilişki ve yaklaşımın her düzeyi nasıl olmalıdır? En temel bir ilişki tarzı olarak toplumda aile ilişkisi, ailede özellikle kadın-erkek ilişkisi veya bunun partiye taşırılması söz konusu olduğunda, çözümlemeleri genel özgürlük düzeyine, kadın özgürlük ilişkisine ve onun daha özgül bir biçimi olarak kadın-erkek ilişkilerindeki özgürlük düzeyine kadar indirgiyoruz. Çünkü savaşı biraz daha geliştirebilmek için bireyi özgürleştirmek gerektiği ortaya çıktı. Bireyi özgürleştirmek için de geleneksel aile ve kadın-erkek ilişkilerini çözüp aştırmak ve özgürlük bilincini derinleştirmek gerekiyor. Kadınlar artan oranda saflara, özgürlüğe koşuyor. Kaçılan bir aile kurumu var. Ama bunun yerine ne konulmak isteniyor? Her gün parçalanan ilişkiler var. Bunun yerine ne geliştirilmek isteniyor? Savaşı bir de bu yönüyle ele almak gerekir. Düşmana vurup kırarız, feodal kalıntıları da parçalayıp dağıtırız. Ama yerine neyi, nasıl kuracağız? Buna bağımsız bir vatan, özgür bir halk ve toplum, özgürleşmiş bireyler, özgürleşmiş kadınlar ve erkekler diye cevap veriyoruz.
Kadın cinsinin kendini kurtarma görevi vardır
Öyle ki, bu da bir genellemedir. Genellemelerle her şey halledilmiş olsaydı, devrimimiz çoktan sonuca ulaşırdı. Kadın kişiliğinde çözümlenmesi gereken önemli hususlar var ve bu işi biraz ilerlettik. Kadının tarih boyunca nasıl yitirildiği, aileye çekilen kadının aynı zamanda nasıl köleliğe çekildiği, kişiye mal edildikçe kişilikten ve özgürlükten nasıl uzaklaştırıldığı, toplumun tüm dinamik işlevinden uzaklaştırıldıkça nasıl daha da bağımlı hale geldiği oldukça detaylı ortaya konuldu. Bunun doğal bir yapı gereği değil, uygarlaşma ve sınıflaşmayla birlikte geliştirildiği anlaşıldı. Nasıl halklar ve uluslar üzerinde baskı ve sömürü geliştirilerek, birileri çok zayıf bırakılıp birileri çok üste çıkarılmışsa, cinsler arasında da buna benzer bir baskı oluşmuştur. Dolayısıyla kurtuluş ve özgürlük isteyen her aşiret, hatta her halk ve topluluk gibi, kadın cinsinin de kendini kurtarma görevi vardır. Devrimle ulusal ve sınıfsal kurtuluş başarıldığında, kadının düzeyi de biraz eşitliğe yani kurtuluşa yakındır denilebilir. Aslında bu genelleme doğru olmakla birlikte yeterli değildir. Daha da ötesi, parti ortamımızda ilişkiler kaskatı, dengesiz, eşitsiz, coşkudan ve sevgiden uzak, ucuz, suçlayıcı, bağlayıcı, düşürücü ve tıkayıcı niteliktedir.
Toplumumuz kadınla ilişkiyi ancak aile bağları olduğunda meşru kabul eder; ya karısıdır, bu nedenle her türlü ilişkiyi meşru görür ya da yakınıdır, kızı veya kız kardeşidir, normal ilişki kurar. Bu da konuşma ve tartışma düzeyindedir ve çok sınırlıdır. Herhangi bir kadının herhangi bir erkekle tartışması suçtur. Kadınların ‘boyundan büyük işlere karışma’ diye tabir edilen işlere karışmaları düşünülemez bile. Öyle kadın ölçüleri oluşmuştur ki, ne kadar az konuşur, ne kadar hareket etmez, ne kadar tartışamaz, ne kadar kararlaştıramaz ve güç sahibi olamazsa o kadar iyidir. Hatta mal mülk onun için değildir. Kadının itaatkârlığı, efendisine göre olması ve köle gibi bağlanması bizim toplumumuza erdem diye yutturulmuştur. Bu tür bağlılık tarzları bizi çok erkenden ürküttü ve uzun süre meşgul etti. Kişiyi bu kadar aşağılayan, dışlayan ve hiçe sayan bir yaşam tehlikelidir. Ya kadınlar çok aşağılık bir varlıktır ve bunu böyle saptamak gerekiyor, ya da öyle değilse hakkını vermek gerekiyor. Günümüze doğru gelindiğinde, bu devrimler kadınları daha da alt seviyelere itmiş ve tanınmaz hale getirmiştir. Öyle ki, biz bile bunu neredeyse doğal karşılayacağız. “Kadın dediğin zaten buna müstahaktır” denilir. Ciddi bir toplumsal devrimi düşünürken, acaba böyle midir, değil midir sorusunu kendimize sormamız gerektiği açıktır. Kadın bunu hak etmiş bir alçak mıdır? Değilse nasıl bu duruma getirilmiştir? Eğer bu durum doğal koşullardan dolayı değil toplumsal koşullardan dolayıysa, bunlar hangi toplumsal koşullardır? Tarihsel bir süreç işiyse, bu nasıl bir tarihtir? Bir toplumsal kurtuluş sorunuysa, bu toplumsal kurtuluş nasıl düşünülmeli, bir özgürlük ve kurtuluş programı nasıl oluşmalıdır? Daha da ötesi, onun örgütlenmesi ve eylemi nasıl geliştirilmelidir? Bu sorulara cevap vermeden, özgürlük devriminin ve ilişkisinin sözünü bile edemeyiz.
Kadın-erkek birlikteliklerine karşı değiliz
Kadının katılmadığı devrim başarıya ulaşamaz” dedik ve bu doğrudur. Ama kadını devrime nasıl katacaksınız? Bir köle olarak mı, bir kölenin en bağımlı kölesi olarak mı katacaksınız? Çünkü saflarımıza gelen kadınların hepsi bağımlıdır. Bu kadar bağımlılığın olduğu bir örgüt, nasıl özgürlüğün örgütü olacak, özgürlük isteyen kadınlar nasıl özgürlük elde edecek? Kadının dili özgürlük istiyor, ama ilişkisi kölelik ilişkisidir. Burada ikiyüzlülük var ve bu garip bir çelişkidir. Bu nedenle çözümlemeleri derinleştirme ihtiyacını hissettim.
Biz kadın-erkek birlikteliklerine karşı değiliz. Her türlü birliktelik, devrimin çıkarları göz önüne getirildiğinde düşünülebilir. Ama birliktelik adı altında yaşanan ilişkilerin başa bela olduklarını gördük. Bu birliktelik partiyi tasfiye etmek için bile yeterlidir. Eğer bir kişilik doğru çözümlenip netleştirmeye tabi tutulmazsa, iradesinin dışında bir partiyi bile tasfiyeye götürür. Lafta özgürlük isteyen, ama pratikte tam köle olan bir kadın da, kendisi için özgürlüğü yakalamasını bir yana bırakın, lafazanlığı, yüzeyselliği ve kendi aldanmışlığıyla belki de partimize bağımlılığını aşılar; bunu aşıladığı oranda ise köleleşmiş bir yaşam, özgürleşmeden uzak parti içi ilişki düzeyi ve kaybedilmiş militanlık ortaya çıkar. Diğer örgütler biraz da bu yüzden kaybetmişlerdir. İlişkilerdeki bağımlılık ve özgürlük düzeyinin zayıflığı hem örgütlerini, hem de kendilerini önemli oranda kaybetmeye götürmüştür.
Özgür ilişki tarzı ne olacak, nasıl olacak?
Bu, geleneksel aile tarzını meşrulaştırmakla olmuyor. Toplumda kadın ve erkek yirmi yaşına geldiklerinde anlaşır ve evlenirler. Bu, onlar için bir çözümdür. Bu anlamıyla geleneksel aile, sömürgeciliğin en büyük dayanağı ve sorunların en köklü kaynağıdır. 12 Eylül faşizmi de bunu alabildiğine yaydı. Evliliği en temel köleleştirici ilişki olarak dayattı. Kürt toplumunu aile içi sorunlardan dolayı başını kaldıramaz bir duruma getirdi. Saflarımıza gelenlerin çoğu da bu hastalıktan payını almıştır. Hemen hemen her tip bu konuda ne yapacağını veya nasıl yaşayacağını bilmiyor, “Özgürlük istiyoruz, özgür ilişki istiyoruz” demekle yetiniyor. Bunun fikri, tarzı ve üslubu, temel değerlere bağlılığı, savaş ve parti gerçeğine bağlılığı, hatta yurtseverliğe bağlılığı nasıl olur? Bu yönlü değerlendirmeleri geliştirmeden, ileriye doğru bir milimlik adım atılamaz. Heveslere kapıyı açık bırakmak, partiyi bitirmek için yeterlidir. Devrimcilik adı altında toplumdan bile daha geri ilişki biçimleriyle birbirini tüketmek işten bile değildir.