Dicle ARYA
“Sonuna kadar Devrimimize ve aynı zamanda geleceğimize, kendi öz varlığımıza, demokratik barış sürecine çok ciddi bir sahiplenme olacaktır.”
Partiya Kalkere Kurdistan (PKK) Merkez Komite Üyesi Dilzar Dilok, Güney Kürdistan’da yaşananları, devrimle birlikte elde edilen başarı düzeyini ve Kürt halkının bu saldırılar karşısında anlamlı cevaplar verdiğini değerlendirdi. Dilzar Dilok, IŞİD gibi örgütler karşısında Kürt özgürlük mücadelesinin önemli başarılar elde ettiğini, bu mücadelenin sahiplenilmesi gerektiğini belirtti. PKK Merkez Komite Üyesi Dilzar Dilok ile yaptığımız röportajı sizlerle paylaşıyoruz.
Musul, Telafer, Kobane saldırılarından sonra IŞİD’in yönelmiş olduğu dördüncü bir yer Şengal oldu, ardından da Maxmur Mülteci Kampına yöneldiler. IŞİD tarafından geliştirilen bu son saldırıları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dilzar Dilok: Özgürlük mücadelesine ilk başladığımızda “bu bir ölüm kalım savaşıdır” diyorduk. Bugün aslında Ortadoğu açısından da yaşanan bir ölüm ve yaşam savaşıdır. Bir taraftan ölüm teslim ediliyor, bir taraftan yaşam temsil ediliyor. Ortadoğu’daki tüm diktatörlüklerin, tüm sistemlerin, tüm ulus devletlerin hepsinin toplandığı bir tek ortak nokta vardır ve hepsi tüm halkları, tüm inançları, tüm insanları ölüme götürmüştür. Bunun zirvesi IŞİD’tir. Zaten aslında şöyle de bir yorum yapılabilir; tüm dünyanın gerici, hiyerarşik, devletçi zihniyetinin en bugün ulaşmış hali aslında IŞİD somutunda, bir İslam devleti sloganı adı altında dibe vurdu. Saldırıların zirveye ulaşması bu zihniyetin de dibe vurmasıdır. Zihniyet boyutunda böyle değerlendirmek gerekiyor. Sizin de belirttiğiniz gibi IŞİD’in Ortadoğu’da çizdiği tablo İslam’a karşı bir İslam’dır. Çünkü halkların kabul ettiği tüm İslami değerler, Müslüman toplumun kabul ettiği değerler yerle bir edilmiştir. Hiçbir Müslümanın savunamayacağı bir konuma gelmiştir IŞİD somutunda karşı İslam çizgisi. Bir yandan batı emperyalizminin yayılmacılığı karşısında direnmeye çalışan bir Ortadoğu var. Bir yandan da paramparça bir Ortadoğu zihniyete var. Tabii ki IŞİD’in en büyük silahı da bu parçalanmışlıklar üzerine gitmek. Aslında şöyle demek gerekiyor; dünya emperyalizmi bir teklik dayatıyor, homojen, tek yönlü bir faşist zihniyet, aslında bunu tek renk, ses ve biçim olarak tanımlamak lazım. Bunu dayatıyor, bunun karşısında IŞİD’in faydalandığı, fırsat olarak değerlendirdiği parçalanmışlık ise Ortadoğu’nun çok renkliliği, çok toplumluluğu, çok etnisiteliği, çok inançlılığı, çok farklı siyasal görüşlü rengarenk bir toplum gerçeğidir ve bu bir konfederal yapılanmadır. Özünde budur. Bugün IŞİD’in direndiği budur. Ortadoğu gerçeği bir demokratik konfederalizme doğru gitme direnişindedir. IŞİD de bunun karşı direnişindedir. Bunu böyle değerlendirmek gerekiyor.
Savunmuş oldukları çizgiyi nasıl değerlendirebilirsiniz? Nasıl tanımlayabilirsiniz?
Dilzar Dilok: IŞİD’in kendisine biçmiş olduğu bir şey var. Uluslararası kamuoyu çok sessizdir Ortadoğu’da yaşananlara karşı. Hiçbir insani, hukuku ve toplumsal zemini olmamasına rağmen bir devlet ilanı yapılmıştır ve uluslararası kamuoyu buna sessiz kalmıştır. Bunun gerçekleştirici gücü de bir ulus devlet değildir. Paramiliter güçlerdir. Basından da takip ediyoruz. Türkiye üzerinden katılımlar, bazı dinci örgütlerin gerçekleştirdiği katılımlar, dünyada kapitalizmin umudun zerresini bırakmadığı insanların maneviyatla kandırılması, İslam’ın kullanılarak karşı İslam’a dönüştürülmesidir. Çizgi budur. Ama şunu da söylemek gerekir; her ulusun bir devleti olsun, aslında Irak somutunda Musul’da, Telafer ve son olarak Şengal’deki saldırılar, Maxmur’a olan yönelimler, bu saldırılar şunu gösteriyor, aslında hiçbir ulus devlet bağımsız değildir. Ulus devlet değil ki emperyalizme karşı kendi içindeki paramileter güçlere karşı dahi bağımsız değildir, hiçbir şey yapamamaktadır. Bugün Amerika’nın dağıtamadığı bir ulus devlet gerçeği, parçaladığı, yıprattığı ve aşındırdığı doğru, Irak devletine böyle yapmıştır, ama yok edememiştir. Amerika’nın dağıtamadığı bir ulus devlet gerçeği var ve bunun içerisinde bir IŞİD gibi bir örgütün karşısında direnemeyen bir Irak vardır. Bu salt şu değil; Maliki ordusunun da, KDP peşmergelerinin de direnemediği hiçbir Iraklı gücün direnemediği bir gerçektir. Bu şunu gösteriyor; dünya emperyal gerici güçlerin desteklediği bir güç var karşımızda. Bugün zaten sadece oluşturulmuş bir çete gücü olarak değerlendiremeyiz bu gücü. Dünya emperyalizminin, kapitalist modernitenin bu çağda Ortadoğu’ya saldırttığı bir vurucu güç diyebiliriz. Tüm dünya insanlığının ortak bir noktada buluştuğu evrensel insani değerler vardır. Birlikte yaşama değerleri vardır. Birlikte yaşamanın sadece birbirini büyüterek değil, birbirinin farklılığını zenginlik olarak gören değerler var ve bu değerler karşısında bir saldırıdır IŞİD. Kendisi de zaten bunu açıklıyor, hiçbir türbenin, hiçbir somut inanç, ibadet aracının olmadığı, İslam’ın beş yüz yıl önceki haline dönme olarak tanımlıyorlar kendilerini. Tabii bu aradaki beş yüz yıllık insanlığı her ne kadar gelişme, yani insani aşamalarıdır, toplumsal aşamaların tümünün yeniden katliamı demektir. Bunun bizim tarafımızdan, direnen topluluklar, örgütler tarafından okunması gerekir. Eğer IŞİD beş yüz yıl öncesine gitmek istiyorsa, beş yüz yıllık insanlığı öldürerek gidecektir. Aslında biraz da IŞİD’in tanımı oluyor. Aslında IŞİD’in Musul’daki saldırılar da, yine aynı şekildeydi, Musul’da Türkmenler var, Hıristiyanlar var, farklı inançlara mensup topluluklar var, hepsi göçertildi, kaçırtıldı.
Dikkat ederseniz, Suriye’de 2011 yılından bu yana yaşanan bir gerçeklik var. Suriye rejim gerçeği çatırdadı. Kürt halkı bir savunma pozisyonuna geçti, böylesi bir durumun açığa çıkmasından sonra özerk bölgeler ilan edildi. Şimdi dikkat ederseniz, IŞİD mevcut rejim gerçeklikleriyle çatışmıyor, Suriye’de de çatışmadı, Irak’ta da mevcut devlet gerçeği IŞİD gibi bir güç karşısında direniş pozisyonu almadı, geri çekildi. Dolayısıyla IŞİD’e karşı hem Rojava’da hem de Şengal’de direnen tek güç, Kürt halkıdır, Kürt halkının öz savunma birlikleridir. Sizin de dikkat çektiğiniz IŞİD’in asıl saldırdığı kesimler farklı etnik yapılar ve inanç gruplarıdır. Farklı halklardır. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Dilzar Dilok: Bunu biraz kadın yorumu, kadın bakış açısıyla değerlendirmek gerekiyor. Şimdi IŞİD’i şöyle de tanımlayabiliriz; yaptığı eylemler, tüm saldırı biçimleri yapılan açıklamalar hepsini parça parça bir araya getirelim; hepsinin tanımı şudur; IŞİD bir erkek emperyalizmidir. Bundan dolayı da erkek zekasıyla hareket etmektedir. Erkek zekası ne yapar, ya da egemen erkek ne yapar önce erkeklere saldırmaz. Bulunduğu yerde önce kadınlara saldırır. İşte güçlü kadın varsa ona saldırır, zayıf erkekler varsa onlara saldırır, ya da bunları tabiri caizse karılaştırmaya çalışır ve kendine bir erkeklik yaratır. Egemenlik olgusu böyle oluşuyor zaten. Bir kabuk yaratıyor. Şimdi IŞİD’in yapmaya çalıştığı bu ve hareket ettiği zihniyet erkek egemenlikli hiyerarşi olduğu için erkek zekasıyla hareket etmektedir. Sizin belirttiğiniz dört aşamalı bir saldırı geliştirdi, Rojava’da bunu yapmaya çalıştı, cihat evliliği ilan etti. Kürt kadınlarını düşürme, karılaştırma aslında bir siyasal fuhuşun normal bir cinsel fuhuşa dönüştürülmesi şeklinde bir şey, ya bırakacaksınız ya kaçacaksınız ya da karılarımız olacaksınız, metalarımız olacaksınız. Aslında karılıktan daha geri bir durum diyebiliriz buna.
Kürt halkı buna karşı direndi, cihat evliliğini yıktı, tüm saldırılara karşı büyük bir direniş gerçekleştirdi. Bununla birlikte Araplar içerisinde de bu uygulamalar vardı ve Kürt Özgürlük mücadelesi, Rojava’daki özgürlük mücadelesi buna da direndi. Aslında uzun vadede YPG ve YPJ’nin direnişi sadece Kürtleri değil, orada ahlaki ve toplum olarak yaşayan Arapların da çıkarına oldu. Çünkü bu yozlukların önü alınmış oldu belli oranda. Yine Musul’da yapılan saldırılar oldu, bu saldırıların ardından çıkarılan ilk fetvalarda ilk madde şuydu, işte kadınlar sokağa çıkmayacak, erkek yanında olmazsa hareket etmeyecek. Kadınların sünnetini tekrar gündeme getirdiler. Şimdi bunların hepsini birleştiriyoruz; şöyle bir şey çıkıyor; tüm toplanan, zaten suçlu konuma düşürülmüş, kapitalist modernitenin posası durumuna düşürülmüş insanlar zindanlardan satın alınarak IŞİD militanı, savaşçısı yapıldı. Bu insanların tek tahrik edildiği nokta öldürmek ve tecavüz etmektir. Bununla tahrik ediliyor bu insanlar. Bundan dolayı biz kadın özgürlük mücadelesi militanları olarak bunu görüyoruz; IŞİD’in tüm eylem, fetva ve saldırı biçimleri bir erkek egemenlik zihniyeti taşıyor ve bir erkek emperyalizmine doğru gidiyor. Tüm söylemler, tüm eylemler böyledir. Ezidi halkına yapılanlar da böyledir. Ezidi halkı İslamiyet’in kuruluşundan bu yana, 72 fermana, soykırıma karşı direnmiş. Bugün yaşadıkları 73. Ferman oluyor. Bu fermana karşı da direnmiş, tüm fakirleştirme, yoksulluklara, işsizliklere, aç bırakılma, coğrafyalarının daraltılmasına rağmen onuruyla ve kendi inancıyla, kendisi olarak yaşamak için her şeye direnmiş bir topluluktur. Ezidi halkı önünde saygıyla eğilmeyi gerektiren bir direniş sergilemişlerdir. Kürt toplumu içerisinde Zerdüşt inancını koruyan tek toplum, Ezidi toplumudur. Bugün bu daraltmanın, yoksullaştırma, fakirleştirme, yoksullaştırarak, diğer toplumlardan, uluslararası toplumda tecrit edilmelerine rağmen direnmişlerdir. Kendi içinde yok olmayı tercih ederek direnmiştir Ezidi halkı. Kürt olgusunun ilk oluşması gibi Ezidi halkı yine yönünü dağlara vermiştir. Kurti, Huri adlandırmasının oluştuğu gibi yönünü dağlara vermeyi seçmiştir. IŞİD’in aslında yaptığı sizin de dikkat çektiğiniz gibi farklı etnik toplulukları yok etme, farklı inanç gruplarını yok etme, bunun üzerinden kendi tekliğini oluşturmadır. Teklik anlayışını kim taşırsa taşısın tehlikelidir. Bugün Araplar da katlediliyor. Rojava’da da Arap köylerine saldırıldı. Bu bir etnik savaş olmaktan çıkmıştır. Bu ölüm ve kalım savaşıdır. Tüm ölümcül güçlerin savaşıdır bu ve bu güç karşısında direnen de bir yaşam direnişidir. Şengal’de de aslında yapılan budur. Orada tüm tecrit durumlarına rağmen direnen bir Ezidi halkı var. Bunu Ortadoğu’daki tüm güçler de bilmelidir, bu nefreti, bu acıyı kesinlikle bir saldırı gücüne, bir mücadele gücüne dönüştüreceğiz ve buna göre IŞİD karşısında halkımızı savunmasını hem ideolojik hem askeri yapacağız. Kaldı ki zaten HPG bu yönlü açıklamalar da yaptı.
Sayın Dilok ifade ettiniz, Şengal’de yaşanan bir dramdır. Son gelen bilgilere göre içinde yaşlıların da olduğu 300 çocuk açlıktan, susuzluktan yaşamını yitirdi. Yine 5000 kadın IŞİD güçleri tarafından kaçırıldı. Sizin de ifade ettiğiniz gibi çok içler acısı bir tablo. Bunun önünü alabilmek için, daha doğrusu Şengal bu aşamaya gelmeden, böyle bir tablo açığa çıkmadan önce neler yapılabilirdi, yapılmayanlar nelerdi? Bu konuda KDP açısından, yani o bölgeyi savunan güç açısından neler söyleyebilirsiniz?
Dilzar Dilok: Önderliğimizin de Vasisi olan Avukatı Mazlum Dinçle yapmış olduğu görüşmede, ifade ettiği önemli hususlar vardı. IŞİD Kürtlerin İsrail’idir diyor. Saldırdığı yerlere yerleşiyor ve kendisine yer açıyor. Bizim mülteci kampımız olan Maxmur dışındaki aşağı Maxmur’un da alınması ve ondan sonra Hewler’e yönelebileceği yönünde bir öngörüde bulunuluyor. Şimdi bu İsrail gibi yerleşip yayılıp kendine bir mekan açma durumudur. Önce bazı alanlarda korku yaratıldı işte Musul oldu, işte Kobane’de yapmaya çalıştı başarısız oldu, yine Telafer’de belli oranda yapıldı ve bir korku imparatorluğu yaratıldı. Zaten ölümün yaptığı budur, öldürmeden önce öldürmektir. IŞİD de bunu yapıyor. Öncelikle bunun kırılması gerekiyordu, bu algının kırılması gerekiyordu ve buna paralel de Kürt örgütlerinin ortak mücadelesinin, ortak öz savunma mücadelelerinin, dolayısıyla birliklerinin olması gerekiyordu, tabii bunun en temel zemini neydi Kürt ulusal kongresiydi. Önderliğimiz bunun için defalarca mesaj gönderdi, bir-iki defa görüşme yapıldı ve mesaj iletildi KDP’ye. Ama buna rağmen çok geri bir politik tarz, geri bir zihniyet, ne egemen olabilen, egemenine benzemeye çalışan, egemeni tarafından kabul edilmeyen, kendi toplumunun egemeni olan, ama egemen karşısında ezilen bir pozisyonda kaldı KDP. Şimdi PKK ile ya da Kürt özgürlük mücadelesiyle, KCK ile ortak bir çatıda buluşmamanın direnişi KDP’yi teslimiyete götürecektir. KDP’nin bugün son noktaya gelmiştir. En son Şengal’de peşmergeler savaşmak için talimat almadıklarını söylediler. Sorulan sorulara cevap veremeyeceklerini söylediler. Neden kaçıyorsunuz sorusu üzerine, direnme talimatının olmadığını ifade ediyorlar. Orada ahlaki-politik topluma saldırı vardır. Eğer ahlaki politik topluma yapılan saldırılar karşısında bir direniş yoksa bir ahlaksızlık durumu vardır. İnsanlıktan nasibini almama durumu vardır ve KDP bugün bunu yaşıyor. Ortada KDP yoktur. KDP yanlısı Rudav TV de KDP’nin direndiği şeklinde yalan haberler yapmaktadır. En büyük düşmanlık budur. Kürt toplumuna yapılacak en büyük düşmanlık Rudaw gibi basın-yayın yoluyla toplumu yanıltmaktır. Kendi toplumuna yalan söylemektir. Hem de direnmeyip, kaçıp buna rağmen direniliyormuş gibi gösterilmektir. Ortak savunma güçleri oluşturulabilirdi, öz savunma birimleri oluşturulabilirdi. Sadece sorun neydi, örneğin bugün Hewlere bir saldırı olacak biz gerekirse Hewleri de savunuruz. Bugün Maxmur’a saldırı oldu HPG ve YJA Star güçleri gidip halkı savunma pozisyonuna geçti. Amaç, bu fedai ruhun tüm Kürdistan’a yayılmasıdır. Ve KDP bundan kaçmaktadır. Bu nedir; kendi egemenin belirlediği sınırlar dışında tavır gösterememedir. Kendi ailesel çıkarlarını, kendi dar çıkarlarını, kendi parça çıkarlarını tüm ulusun çıkarlarının önüne koymadır. Önderliğimizin dikkat çektiği noktalar vardı; bu noktalar öngörü şeklinde belki çok dile geldi ama bunların yapılmamış olması bizim hareket olarak özeleştirimizdir, bundan sonra yapılması gerekenlerin de temel perspektifi olmaktadır. Bugün KDP’nin en büyük yanılgısı, Türkiye ile içine girmiş olduğu petrol anlaşmalarıdır hem de resmi olmayan anlaşmalar. Irak hükümetinin kabul etmediği anlaşmalara rağmen var olacağını sanma yanılgısıdır. Petrol anlaşmalarıyla ulus devlet kurulamayacağını KDP öğrenecek. Tabii bu saldırılarla öğrenecek. Türkiye’nin yaklaşımı, KDP’yi KDP yapan ya da uluslararası kamuoyunda kabul edilir kılan da bir kapitalist modernitenin bölge temsilcisi olmasından kaynaklıdır. Biz bu gerçeği biliyoruz. Ve KDP’nin bir özgürlük mücadelesi olmayacağını da biliyoruz. Ama KDP her şeye rağmen, benimdir dediği topraklarda kendi insanlarının can güvenliğini sağlayamamıştır. KDP aslında siyaseten bitmiştir. Biz bunu söyleyebiliriz. Sahibi olduğunu söylediği topraklar üzerinde yaşayan insanları savunamamıştır. Bu topraklar üzerinde çocuklar susuzluktan ölmüştür. Dünyanın hiçbir yerinde Kürdistan gibi cennete benzer bir yer tarif edilemez. Tevrat’ta cennet tarifi Kürdistan’dır. Ve Kürdistan’da çocukların susuzluktan ölmesi demek, oradaki siyasi güçlerin varlığının bitmesi demektir. Mezopotamya dediğimiz Fırat ve Dicle havzası tüm dünyaya kültür yaratmış bir coğrafyadır. Yine genç kızların kaçırılması örneğini verdiniz. Çocukların ve tarihi birikimimiz dediğimiz yaşlılarımızın susuzluktan ve maddi imkansızlıklardan dolayı hayatını kaybetmesi ve kızlarımızın kaçırılması hepsi bir soykırım örneğidir. Ezidi toplumu somutunda Kürt halkına yapılmış bir saldırıdır bu ve bunun amacı da soykırımdır.
Konuşmalar içerisinde de sık sık değerlendirdiğiniz. IŞİD’in saldırı mantığının neye dayandığını da ortaya koydunuz. Aslında halklarla birlikte bir kadın soykırımının yaşandığını da ifade edebiliriz. Beş bin kadının kaçırılması, bu kadınlara tecavüz edilmesi ve öldürülmesi öyle görülmeyecek bir durum değil. IŞİD güçlerinin saldırdığı bütün bölgelerde böylesi bir durum açığa çıkmış durumdadır. Kadın özgürlük hareketi olarak bu soykırım gerçeğine karşı yaklaşımınız ne olacak? Buna karşı kadınlar ortak bir cephe yaratacaksa sizin bu konudaki çağrınız nedir? Neler söyleyebilirsiniz?
Dilzar Dilok: IŞİD bir erkek emperyalizmidir. Dünya feminist hareketi aslında bu erkek emperyalizmi karşısında yenilmiştir. Bunu kabul etmek gerekiyor. Şunu görelim; sadece Kürt kadınları, Şii ve Arap kadınları değildir soykırıma tabi tutulanlar. Tabii burada somut olarak bu etnik ve inanç topluluklarına mensup kadınlardır bu uygulamalara maruz kalanlar. Ama hiçbir kadın herhangi bir IŞİD gücü karşısında kendisini tecavüzden kurtaramayacaktır. Her kadın en egemen etnik gruba da dahil olsa ya da inanç grubuna da dahil olsa her kadın kendi tecavüzünü burada görmelidir. Orada bir Ezidi kadınına, bir Arap kadınına yapılan tecavüz tüm dünya kadınlarına yapılmıştır. Bedensel olarak olmayabilir ama fiziksel olarak, kadın kimliği olarak yapılmıştır. Çünkü kadınlar dünyanın en alttakileridir. Sadece Ortadoğu’nun en alttakilerine yapılmıyor. Bugün bu tecavüz somut olarak Ortadoğu’nun en alttakilerine yapılıyor. Ezidiler Ortadoğu’nun en alttakileridir ama zihinsel olarak, varlık olarak düşündüğümüzde tüm dünya kadınlarına yapılmış bir tecavüz var ortada. Hiçbir kadın susarak bu tecavüzden kurtulamayacaktır. Bunu söylemek gerekiyor. Bir erkek emperyalizmi karşısında yapılması gerekenler nelerdir? Emperyalist saldırılar, nasıl yaygınlaşarak ve her şeyi tek merkezde odaklayarak yapıyorsa, bunun karşısındaki mücadele, direniş de her yöndeki mücadelemizi, gücümüzü bir noktada birleştirmektir. Bizim paradigmamızın da odaklandığı nokta budur. Ama şunu özellikle belirtmek istiyorum; Türkiye feminist hareketi, şimdi birçok değerlendirmede şu söylenebilir, yazıda eleştirilir, değerlendirmeler yapılır, işte Kürt kadınlarının özgürlük mücadelesi, Türkiye kadınlarına bir ivme kazandırdı, onlara bir açılım sağlattı, bunlar söylenir ve biz de bu değerlendirmeleri gururla dinleriz. Aslında bugüne kadar böyleydi. Ama üzülerek şunu söylemek gerekir; Ortadoğu’da bir açılım falan, uyanış falan yoktur. Eğer biz feminizmi, işte kadın özgürlük mücadelesini salonlarda değerlendirmeler sadece bazı kesimlerin, bazı cinsel tercihleri üzerinden yapılacaksa bugün yaşanan soykırım gerçeğini değiştiremeyecektir. Haklı olabilirler, inkar edilemezler, bir azınlık, işte bir topluluk savunulması gerekir falan sayabiliriz birçok şeyi. Ki bugün HDP içerisinde birçok birleşen bir araya gelmiştir. Ama tek bir açıklama, değerlendirme olmamıştır bu soykırım karşısında. Şu vardır, bugün hem farklı etnik, cinsel kimlikler de dahil olmak üzere inanç grupları, bu tecavüz, soykırım saldırıları karşısında kaybetmiştir. Bunu söylemek gerekiyor. Şimdi şunu yapmak gerekiyor, eğer bir feminist hareket varsa, bu soykırımı, bu tecavüzü kendisine yapılmış olarak kabul edip kesinlikle bir eylem başlatması gerekiyor. Beş bin Ezidi kadın kaçırılmıştır. Birçok aile Dersim katliamında olduğu gibi kendi çocuklarını öldürmek zorunda kalmıştır. Bu hiçbir insanın yapamayacağı bir şeydir. Bu bir tıravma durumudur. Bunun sonuçları yüzyılları sürecektir ve biz şu iddiadayız; biz bu mücadelenin hem Şengal’deki halkımızın savunmasını yapma, bunun kararlılığı kadar IŞİD’in yarattığı ölüm duygusuna karşı yaşam anlayışı ve yaşam umudunu oluşturacağız. Bunun kararlılığındayız. Bugün demokratik kesimler, özgürlükçü kesimler bunu yapabilir. Mesela biz bazı örnekler verebiliriz, Gezi Eylemleri oldu, saldırılar oldu, birçok genç, kadın özgürlük mücadelesine, YPG’ye, HPG’ye katıldı. Gidip Rojava’da mücadele edenler oldu. Ama bugün bakıyoruz Türkiye feminist hareketi hiçbir çıkış yapmamıştır. Korkunç bir durumdur bu. Bu çok egemen bir yaklaşımdır. Kürt toplumuna yaklaşımda kendisini doğunun içinde bir oryantalizmden kurtaramamış olmaktan kaynaklanmaktadır. Ve bu soykırım karşısında sessiz kalmanın kesinlikle bir soykırım suçu olduğunu biz hep söyleyeceğiz. Biz bunu unutmayacağız. Her platformda da bunu dile getireceğiz. Çünkü şu bizim için önemlidir; Türkiye’de bir kadının tecavüze uğraması karşısında bin eylem yapmak gerekiyor, bunu yapmaya çalışıyoruz. Zihniyet mücadelemizle de, sistem karşıtı duruşumuzla da bunu yapmaya çalışıyoruz. Bir kadın karşısında yapılmış mücadeleyi doğru bulmuşken binlerce kadın için neler yapılamaz? Bugün tabii ki Türkiye demokratik kesimlerinin, Türkiye özgürlükçü kesimlerinin kıyameti koparması gerekiyordu ama Türkiye basını bunun esamesini dahi okumamıştır. Hiçbir duyarlı, hiçbir vicdani ses çıkmamaktır. Ve biz bugün bir kez daha görmekteyiz; Kürt toplumu en alttakileriyle birlikte, kadınları başta olmak üzere kendi özgürlüğünü kendisi yaratacaktır. Biz bunu tekrar gördük ama yine de şunu bir çağrı olarak dile getirmek gerekiyor. Kendine kadınım diyen, kadınlığı bir kimlik olarak ve bir özgür kimlik olarak gören, kadınlığı temel toplumsallaşma olgusu olarak gören her birey kesinlikle IŞİD karşısında bir duruş sahibi olmak zorundadır. IŞİD karşısında bir söylemi olmak zorundadır. Bir eylemi olmalıdır. IŞİD’in kendi somutunda açığa çıkardığı erkek emperyalizmi karşısında bir duruşu olmak zorundadır. Her kadının bir söylemi olmalıdır, her kadının bir eylemi olmalıdır. Eğer yoksa kadınlık namına da bir şey kalmayacaktır.
Son olarak bir çağrınız var mı?
Dilzar Dilok: Kürdistan özgürlük mücadelesi olarak bu süreci bir ölüm kalım savaşı olarak değerlendirmiyoruz, bir ölüm ve yaşam mücadelesi olarak değerlendiriyoruz. Erkek emperyalizmi karşısında aslında kadın çizgisiyle, kadın zihniyetiyle, kadının toplumsal anlayışıyla oluşturulacak bir yaşamın direnişi olarak ele alıyoruz ve bunu sonuna kadar sürdüreceğiz. Tüm etnik grupların, tüm inançların kendiliklerini bulacakları, özgür yaşayabilecekleri bir sistem arayışımız var ve bu arayış Önderliğimizin belirttiği demokratik Ortadoğu birliği ve konfederalizmi somutunda yaşanacaktır. Biz bunun mücadelesini vereceğiz. Kaçırılan her Ezidi kadının da hesabını soracağız biz. Sistemimizi kurarak soracağız, İslam karşısında demokratik inanç değerlerini savunarak da kuracağız ve yanlış, yarım duran tüm özgürlük namına hareket eden sistem karşıtı mücadele eden tüm kesimlerle birleşerek bunları bütünlüklü bir mücadele platformuna çekerek de bu direnişimizi sürdüreceğiz. Gerçekten insanca yaşamak isteyen her bireyin bir söylemi olmalı, her bireyin bir eylemi olmalıdır. Ortadoğu’nun direniş olarak ele alıp tutunacağı tek değer, demokratik konfederalizm değerleridir, demokratik Ortadoğu değerleridir. Ve bu demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigmayla ancak sağlanabilecektir. Tüm güçler bu paradigmayı savunursa bir anlam kazanabileceklerdir.