EKİN CUDİ
Doğa veya evren içerisinde üç temel özellikten söz edilebilir. Her canlının temel varlık gerekçesi zaman içerisinde kendi soyunu sürdürme yani çoğalma, beslenme ve savunmadır. Bu üç temel yaşam ihtiyaçları karşılanmadan bir soyun kendi varlığını idame etmesi veya sürdürmesi mümkün değildir. Toplumların, tüm canlı aleminin var olma biçimi bu üç temel ihtiyacın karşılanması üzerinden gelişmektedir.
Her canlı varlık üreme ve beslenme ihtiyaçlarını şu veya bu biçimde karşılamaktadır. Ancak tüm canlılar için gerekli olan kendini koruma, dolayısıyla savunma en temel ihtiyaç olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu olmadan hiçbir türün varlığını koruması söz konusu olamaz. Tüm canlı varlıklarda bulunan duygusal zekâ sayesinde, kendini koruma içgüdüsel olarak varlığını sürdürmektedir.
Kendini koruma her tür için en meşru haklardan biridir. İnsan toplumu ve diğer tüm türlerin kendini koruma yöntem ve biçimlerini birbirinden ayırt etmek gerekmektedir. Bir bitki veya hayvan, içerisinde yetiştiği koşullara göre kendini uyarlayarak savunmasını gerçekleştirebilmektedir. Bir hayvan doğa rengine, (bukalemun girdiği her ortama göre renk değiştirebilme kabiliyetine sahip olmasıyla) bir diğeri keskin pençelere sahip olarak, bir başkası ise çok hızlı davranarak korumasını sağlarken, insan bireyi ise bunu geliştirdiği düşünce ve toplumsallığı sayesinde sağlayabilmektedir. Savunmasız hiçbir tür kendini koruyamaz, varlığını sürdüremez. Doğa, var olan her türe bağışladığı bir yetenek ile kendisini savunma yetisini de vermiş bulunmaktadır. Bu konuda en çarpıcı örnek kuşların insan elinin değmeyeceği yerlere yuva kurmasıdır. Topluma indirgediğimizde; insan bireyi bir hayvan kadar hızlı koşmayabilir, bir aslan kadar keskin pençelere sahip olmayabilir veya bir kuş gibi yüksek bir yere yuva kuramayabilir, ama bunun yerine insanda var olan analitik zekâ sayesinde yani düşünme yetisiyle ve bunun sonucunda geliştirdiği toplumsal yaşam ile savunmasını yapabilmektedir.
İnsanların kendi varlığını koruma ve soyunu sürdürmelerinin temel aracı toplumsal yaşamlarıdır. Doğa karşısında güçsüz konumda olan insan, kadının geliştirdiği toplumsallık sayesinde kimlik kazanmış, kendini var kılabilmiş, ahlaki ve politik örgülerle birbirine kenetlenmiş, örgütlülük kazanmış, soyunu sürdürmeyi başarabilmiştir. Bu yeni yaşam biçiminin özümsenmiş olması, toplumun bütün fertlerinin doğal katılımını sağlamış ve yaratılan bu değerleri sahiplenmeyi ve korumayı getirmiştir. Her birey yaratılan değerleri kendine ait görmüş, kendi yaratımı olarak algılamış ve bu biçimiyle savunmuştur, korumuştur.
Bu genel çerçeveden bakıldığında, tarihte toplumsallığın geliştirici ve ilerletici gücü, kadın olarak karşımıza çıkmaktadır. Denilebilir ki, kadın tarihte geliştirdiği toplumsal yaşam biçimi (barındırma, giydirme, besleme, üreme ve savunma) ve yarattığı değerlerle (104 Me’leri) toplum ve kendi öz savunmasını da geliştirmiştir. Bütün ilklerin sahibi olması, onu toplum içerisinde başat güç konumuna getirmiştir. Aynı zamanda topluma sağladığı bu yaşam sayesinde, toplumun saygı duyduğu ve kutsal saydığı kişi konumuna gelmiştir.
Kadın tarafından geliştirilen toplumsal yaşam geçiş aşamasına kadar da bu yönüyle devam ederken, kadına karşı gelişen üçlü ittifak (rahip, şaman ve askeri şef) yaratılan toplumsal yaşama en büyük darbeyi vurmuştur. Bilindiği gibi kadının bu süreçte verdiği bu mücadele Enuma Eliş Destanı’nda mitolojik bir dille anlatılmaktadır. İnanna’nın mücadelesi yarattığı ahlaki ve toplumsal değerleri koruma ve savunma mücadelesidir. Kadının bu kaybedişi, aynı zamanda kadın öncülüğünde yaratılan örgütlülüğün dağılmasına, tüm değerlerin erkeğin eline geçmesine, gasp edilmesine, toplumun ve kadının öz savunmasız kalmasına yol açmıştır.
Ataerkilliğe geçişle birlikte keskin ayrımlar başlar. Egemenlikçi zihniyet kendini yaşamın her alanında kurumsallaştırdığı için, kadın sistemi zayıf düşmekte; toplumsal, siyasal, hukuki, güvenlik, ekonomik ve sanatsal alanlarda kadının katılımı soyutlanmaktadır. Savunmasız kalan kadın, iktidarcı, devletçi zihniyetin hem kullanım aracı hem de en iyi sürdürücüsü konumuna getirilmiştir. Tanrıça Ana’dan geriye bir tapınak fahişesi, bir zevk aracı, pazarlarda satılan bir köle, efendisine boyun eğmiş iradesizleştirilmiş vb. bir kadın kalmıştır. Bunlar yetmiyormuş gibi ayriyeten her gün rahatça üzerinde her türlü baskı, şiddetin ve tecavüzün meşru görüldüğü bir alan da olmaktadır. Çevreye karşı herhangi bir karara sahip olamadığı gibi, kendine karşı da herhangi bir hakka sahip olamamaktadır.
Siyaset alanı tüm toplumsal kesimlerin kendilerini ifade edebilecekleri bir alan olmalıdır. Kadının yeterince yer almaması ya da yer aldığında erkeğin karikatürü biçiminde yer alması, bu alanın elit bir kesimin ya da erkek zihniyetinin insafına bırakılmasını, dolayısıyla tek renkli, tek sesli yani homojen bir toplumun yaratılmasını beraberinde getirmektedir. Burada sadece kadın cinsinin kaybetmesi değil, bütün bir toplumun zarara uğraması söz konusudur. Kadın açısından bu alanda etkili bir güç olmak toplumsallaşma açısından esastır. Önder APO kadın açısından “Politik alanda kazanmadan hiçbir kazanım kalıcı değildir” değerlendirmesini yapmaktadır. Bu aynı zamanda toplum için de geçerlidir.
Ekonomi (Yunanca aile hane yasası anlamına gelen) kadının ev yasası anlamını taşımaktır. Ekonominin ilk sahibi olarak kadını görmek abartılı olmasa gerek. Toplayıcılıkla, çocukları emzirip büyütmesiyle ya da neolitik dönemde ilk toprağı işlemesiyle ve koyduğu kurallar doğrultusunda ürünleri paylaşması ya da düzenlemesi kadını ekonominin asıl sahibi kılmaktadır. Günümüz itibariyle kadın bir bütün ekonomiden uzaklaştırılmıştır. Ev işleri, çocuk yetiştirmek bile en sıradan işler olarak ele alınmakta herhangi bir değer biçilmemektedir. Erkekle aynı yerde ve aynı biçimde çalışmasına rağmen, kadının aldığı ücret ondan daha düşük olmaktadır. Kadının ekonomik anlamda bağımsızlaşması, kendi yaşamını idame edebileceği anlamına geleceği için kadına kendini finansal anlamda yürütebilme imkanı tanınmamaktadır. Bu biçimiyle kadın erkeğe muhtaç kılınmıştır. Özelde kapitalist sistemin kadının bedenini, cinselliğini bir pazar ekonomisi olarak geliştirmesi ve üzerinden kar sağlaması onu ekonomik alandan uzaklaştırdığı gibi temel meta haline getirmektedir.
Kadının dıştalanmış olduğu diğer bir alan da hukuk alanı olmaktadır. Yasalar devlet ve iktidarcı zihniyetinin çıkarlarını esas aldığından kadın ve toplum yararına herhangi yasal ve anayasal hak tanınmamaktadır. Sözde toplumsal adalet adına geliştirilen hukuk, oluşturduğu anayasalarla topluma hizmet etmekten öteye, toplumun devlet iktidarına hizmet etmesinde rol oynamaktadır. Hukuk, cinsiyet ayrımcı politikalarıyla eril zihniyetin hizmetinde bulunmaktadır. Bu nedenledir ki, açılan tüm davalar (boşanma, taciz, tecavüz vb.) mutlaka kadın aleyhine sonuçlanmaktadır. Tecavüz kültürünün ve şiddetin bu kadar yoğun yaşanması iktidarcı zihniyetin bir sonucudur. Bu zihniyet aşılmadan yapılacak yeni düzenlemeler bile bu yaşanan sorunlara köklü çözüm olamaz, ancak pratik ve geçici bazı tedbirler almanın ötesine geçemez. Yaşanan eşitsizlik sorununa çözüm geliştiremez.
Bu ve buna benzer birçok alanda kadının dıştalandığını belirtmek mümkündür. Ancak bunları ayrıntılarıyla değerlendirmekten ziyade, tüm toplumsal alanlarda savunmasız bırakılan kadının kendini bu durumdan nasıl kurtarabileceğini ortaya koymak daha bir önem taşımaktadır.
Önderlik, “Ben öz savunma kavramını bunun için geliştirdim. Her grubun, herkesin, kadınların, özellikle kadınların kendilerini savunmaları gerektiğinden bahsetmiştim. Kendi öz savunmalarını geliştirmeleri gerektiğini söylemiştim. Herkes bilinç ve iradeleriyle kendilerini korumalarını bilmelidirler. İlginçtir, savunma yapmaları gerekenleri de ben savunmak durumunda kalıyorum” ya da “Kendisini savunamayan başkalarının savunmasını da yapamaz” belirlemesinde bulunmaktadır. Bu belirleme doğrultusunda kadının öz savunma alanında kendisini örgütlemesini, örgütlü gücünü her geçen gün geliştirmesinin olmazsa olmaz kabilinde en temel ihtiyaçlardan biri olduğunu görmek mümkündür.
Kadın için öz savunma ideolojik savunmadır. Kadın Kurtuluş İdeolojisi bu savunmanın özünü belirlemektedir. Yurtseverlik, özgür düşünce ve özgür irade, örgütlülük, mücadelecilik ve estetik eksenli bir yaşam, kişilik ve toplumsallığı geliştirmedir. Bu kadının çalınan Me’lerini geri alma mücadelesi ve toplumsallığı yeniden geliştirmeyi içerir.
Öz savunma temelinde bilinçlenmiş ve örgütlenmiş kadın demokratik, ahlaki ve politik toplumu inşa edebilir. Özsavunma anlayışına dayanmayan hiçbir kadın kurum, kuruluş veya örgütü kadın özgürlük iddiasında bulunamaz. Eğer kadın özgürlük iddiasında bulunulacaksa; öz gücüne, iradesine, örgütlülüğüne ve bilincine dayalı bir öz savunma mekanizmasını geliştirmek durumundadır. Bunun için en başta kadının dıştalandığı tüm alanlarda (siyasi, ekonomik, kültürel, sosyal vb) örgütlülüğü kadar, eylem gücünü geliştirmesi gerekmektedir. Siyasal alandan tutalım, sosyal, ahlaki ve politik alana kadar öz savunma bilincine dayalı radikal bir mücadele sahibi olmalıdır.
Bu mücadeleyi doğru ve anlamlı yürütebilmesi için başta tarihsel bir bilince sahip olunması gerektiği kadar, günlük olarak kadın üzerinde yürütülen politikaların da farkına vararak örgütlü bir şekilde hareket etmelidir. Tarih ve günümüz arasındaki bağlantı doğru değerlendirilmediğinde doğru bir eylem biçiminin geliştirilmesi mümkün görülmemektedir. Ancak doğru bir tarih bilinci ile hakikate ulaşılabilir.
Hakikate ulaşmış, öz savunma bilincini yakalamış ve örgütlülüğünü sağlamış kadın nasıl bir yaşam, nasıl bir dünya, nasıl bir politika, nasıl bir hukuk ve kültür sahibi olması gerektiğini bilir. Bunun için tüm kadın hareketlerinin, sivil toplum kuruluşlarının, devlet dışı örgütlü tüm güçlerin bir dayanışma ile ortak hareket etmeleri öz savunmanın vazgeçilmez ilkelerinin başta gelenidir. Bu nedenle mahalle komünlerinden başlayarak meclis oluşumlarına, kooperatiflerden tutalım yerel inisiyatifli birliklere kadar, kadın özgürlük parklarından, siyaset akademilerine ya da kadın özgürlük evlerine kadar; kısacası kadın bir bütün bu alanlarda devlet oluşumları dışında kendi özgün ve özerk kurumlarını geliştirmelidir. Tüm bu alanlarda örgütlü olmayan kadının özgürce varlığını koruması ve yaşaması mümkün değildir. Öz savunmasını geliştirmeyen kadının varlığından söz edilemez.