Gerilla kaleminden
Geleceğin bir kesitidir özgürlük bahçesinde yirmi dört saat geçirmek. Neden denilebilir ya da tuhaf karşılanıp anlaşılamayabilir. Ancak Başkan Apo ile yaşadığımız günleri ne geçmişe ne de bugüne sığdırmak mümkün. O anlar gelecekte yaşanacak ya da yaşanması gereken anlardı. İlk olarak Önderlikle beraber yaşadığımız evden ayrılırken böyle düşünmüştüm. Bir şeyler olmuştu ve ben gelecekten günümüze bir dönüş yaşamıştım. Önderlik, geleceği günümüze taşırıp bir ev, bir bahçe içerisinde bile bize yaşatmaya çalışıyordu.
Kafamızda önderler için belirlenmiş sınırlar vardır. Uzak, soğuk, dokunulmaz, ulaşılmazdırlar; onlarla hep resmi olunur. Bizim Önderliğimiz de tanınıp anlaşılmadığında da böyle kalıplara sokulur. Önderliği anlatan bazı anılara anlam verememe, kafamızdaki kalıplarla çarpışınca farklı tepkiler ortaya çıkabiliyor. Oysa bizim Önderliğimizi diğer önderlerden ayırıp çağın önderliği yapan belirlenmiş sınırlara sığdırılamama özelliğidir. Bir insanın doğallığını abartısız yaşadığı için Önderlik gerçekten farklıdır. Öyle bir konumda olmasına karşın bir çocukla dahi ciddi bir diyalog içerisine girer. Bir çocukla onun düzeyinde alıp vermesi her şeye değer verme ve ciddiye alma ilkesindendir. Ve her duyguyu gem vurmadan, resmiyetlerle boğmadan, içinden geldiği gibi yaşamasındandır. Biz kendimizi kalıplara resmiyetlere, ayıplara hapsederken O, her şeyi olması gerektiği gibi yaşar ve bizi hep şaşırtırdı.
Örneğin bir gün yine veloybol oynayacaktık. Bulunduğumuz evde ancak iki veleybol takımı çıkarabilecek sayımız vardı. O nedenle takımlar sabitti. Hangi takımda isek her gün o takımda oynamak zorunda kalıyorduk. Ben Önderliğin bulunduğu takımdaydım. Karşı takımda oynamak daha rahattı. Çünkü Önderliğin takımında olunca insan kendisini ister istemez belli kalıplara sokuyordu. Biraz daha kendimizi sınırlıyor, her şeye dikkat etmek zorunda kalıyorduk. Önderlik, takımda çok hareketliydi. Karşı takım öne geçince hareketleniyor, hem pasör oluyordu hem de gelip benim yerime servis kullanıyordu. Önderlik servis kullanınca arkamı ona dönemiyordum. Yan dönüp bekliyor, Önderlik tekrar yerini alıncaya kadar o halde kalıyordum. Bir defasında Önderliğin sinirli bir şekilde bana baktığını gördüm. Fakat bir şey anlamadım. Ondan sonra Önderliğin bulunduğu yere bakmadan her seferinde aynı şeyi tekrarladım. Önderlik yerini almaya giderken ben de tekrar oyuna dönüyordum.
Tabii bu atik olmamı, gelen topları karşılamamı engelliyordu. Bazı topları kaçırıyor, dışarı çıkmasına neden oluyordum; bazı topları ise yere düşürüyordum. İlk set bitti ama ikinci sette de aynı şeyler tekrarlandı. Önderliğin servis kullandığı bir anda yine arkamı dönmemiştim. Önderlik bana “önüne bak” dedi. Fakat ben yapamadım; Önderlik yerine geçene kadar tekrar yan döndüm. Ters bakışın ne anlama geldiğini anlamıştım. Ama kendime göre saygı anlayışım ağır basıyor, arkamı Önderliğe dönemiyordum.
O anda Önderlik durdu ve çözümleme yapmaya başladı. “ Sen bir oyuncusun” dedi, “ bir oyuncu oyun oynarken hakkını vermek için her şeyi ile oyuna kilitlenir. Sizde bu böyle olmuyor. Kendiniz üzerinde hakimiyet sahibi olamıyorsunuz. Kendiniz üzerinde hakimiyet kurmaya çalışırken oyunu bırakıyorsunuz. Nasıl oynadığınızı bilmiyor, ne hareket yapıyor, ne ses çıkarıyor farkında olmuyorsunuz. Oysa yaşamın her alanına, bir oyununa dahi ciddi yaklaşmasını bilen insan hem kendi üzerinde hem de yaptığı iş üzerinde hakimiyet sahibi olur. Ve başarılı olur. Saygı da böyle gelişir “ diye başlayan uzun bir çözümlemeye devam etti.
Önderliğin bu özelliğini yaşamının her dakikasında görmek mümkündü. Hiçbir işi küçümsemez, hafife almazdı. Her şeye aynı ciddiyetle yaklaşırdı. Önderlik için her şey kişinin kendini terbiye etmesi ve eğitmesi için bir malzeme olarak kullanılabilirdi. İnsanın bir hareketi, bir mimiği bile boş olmamalı, bir amaca hizmet etmeliydi. Her şeyin emekle geliştiğini belirtir; emek harcamadan elde edilenlerin değerini bilmeyeceğimizi söylerdi. Bunun için her şeyi sıfırdan ele alıp emekle büyütmemizin sevgiyi geliştireceğini her cümlesinde vurgulardı. El emeği, beyin emeği, duygu emeğinin sevgiyi, değeri yarattığını evin her köşesinde açığa çıkan izlerden görebiliyorduk, hissediyorduk.
Her birimize ayrılan küçük bahçelerimizde gördüğümüz, tanık olduğumuz bu izleri uygulamaya çalışıyorduk. Büyük dikkatle otlarını ayıklıyor, kazıyor, suluyorduk. Evin, bahçenin her tarafı her gün temizleniyor, pırıl pırıl oluyordu. Çevremizden her zaman için hoş kokular yayılıyordu. Güzel insanın kokusu sinmişti her tarafa.
O bir çocuk, o kendini emekle yaratan sevgiydi. O büyük bir bilgeydi…