Toplumsal sorunların temelinde kadın-erkek ilişkilerindeki inşa edilmiş sorunsallığın yattığını biliyoruz. İlk ezen-ezilen, toplumsallık, sınıfsallık ve ulusallık statüsü hep bu temel üzerinde yükseldiğini, yani kadın köleliğinden sonra, ona dayanarak gelişmiştir. Çünkü kadına dönük kölelik ve sömürü biçimlenişleri tüm toplumsal kölelik ve sömürü biçimlerinin proto tipidir. Kadın köleleştikçe toplum köleleştirilmiştir.
Kadının ve toplumun yaşadığı sorunlar erkek egemenlikli uygarlıklarla birlikte giderek derinleşmiştir. Tarih boyunca toplum, özellikle kadın bu konumunu kabullenmemiş, erkek egemenlikli sistem tarafından bastırılması gereken, denetim altında tutulması gereken, boş bırakılmaya gelmez potansiyel bir tehlike olarak görülmüştür. Doğrudur, kadın sisteme karşı bir potansiyel tehlikedir. Ancak bu potansiyelin açığa çıkması kadının mücadele bilincine ulaşarak örgütlenmesini gerektiriyordu. Son iki yüz yılık tarih kadının örgütlenme ve mücadele bilincinin geliştiği, örgütlendiği süreçtir.
Kürt kadın hareketi olarak, dünya kadın mücadele tarihi ve deneyimlerine dayanmak kadar kendi yakın mücadele gerçekliğimiz de yakıcı ve öğretici derslerle dolu bir tarihtir. Bu mücadele gerçekliğimizi doğru değerlendirerek genel kadın mücadelesine mal etme, paylaşma ve ortaklaşma gibi bir sorumlulukla karşı karşıya olduğumuzun da bilincindeyiz.
Kürt özgürlük hareketimiz ortaya çıktığından bu yana, kadın özgürlük sorununu görünür kılmak ve onun çözümlerini kurtuluşunu geliştirmek açısından Önderliğimizin yaklaşımı ilkesel ve stratejik olmuştur. Başta, Kadınları özgürlük saflarına çekerek geleneksel, feodal kalıpları içerden ve dışarıdan büyük oranda ortadan kaldırmıştır. Toplumda kadının yaşadığı sorunları tahlil ederek kadında cins bilincini geliştirmeyi esas almıştır. Erkek egemen zihniyetin kendisini en fazla kurumlaştırdığı militarist ordu zihniyetine karşı, kadını kendi öz savunmasını geliştirecek ordulaşmasına gidilmiştir. Kadının kendi öz gücünü, bilincini ve iradesini geliştirme temelinde erkekten, sisteminden kopuşu esas alan kopuş teorisini ve kadın özgürlük ideolojisini geliştirdi yine partileşmeyi önümüze koyarak kadın özgürlük çalışmalarına ivme, düzey kazandırtmıştır. Önderliğimiz, Özgürlük Sosyolojisi Savunmasında yeni bir projeyle kadın ve toplumsal sorunlara yeni bir özgürlük düzeyine taşırmıştır. Bu proje sadece kadın hareketimizle sınırlı kalmamakta, bu çalışmayla birlikte evrenselliği hedefleyerek bütün kadınların dolayısıyla toplumun yaşadığı özgürlük sorunlarına bir yanıt, bir perspektif geliştirilmeye çalışılmaktadır.
Feminizm yeterli değil miydi? Neden jineoloji, gibi sorular bizler kadar dışarıdaki kadın hareketleri ve feministler tarafından da sıkça sorulmakta ve tartışmaktayız…
Tarih boyunca egemenlikli sistemin gelişimi karşısında sürekli bir direniş sergilenmiştir. Sistem karşıtı hareketler içerisinde ele alınması gereken temel bir mücadele gücü de Feminizm’dir. Feminizmin kökenlerini çok eskilere dayandırabilsek de, modern anlamda yani bir hareket olarak çıkışını onsekizinci yüzyıllara dayandırabiliriz. Birçok tanımı olsa da, genel olarak kullanılan, kadın ve erkek arasındaki var olan eşitsizliği ortadan kaldırmayı amaçlayan bir harekettir. Yani Feminizm, kadınların yaşadığı eşitsizliği, sömürülmeyi ve baskı altına alınmayı ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. Fransa, Amerika’dan başlayarak (yani kökenleri Batı’ya dayanmaktadır) dünya’nın her bir kıtasına yayılmıştır. Son üç yüz yıldır geliştirdiği düşüncelerle, pratiklerle, verdiği direnişlerle, bedellerle, aynı zamanda son yüzyılda yapılan kadın araştırmalarıyla az çok kadın doğasını ve binlerce yıldır saklı kalmış olan kadın tarihini görünür kılmış, kadınların karanlık yaşamlarına bir umut ışığı olmayı başarmıştır. Kendi geçmiş mirasını bilerek, sahiplenerek, geleceğe dönük daha güçlü bir perspektife sahip olmuştur. Kadınlar kendilerini tanımaya başlamış, hapsedildikleri evlerden çıkarak sokaklara inmiş, verdikleri mücadelelerle belli hukuksal, siyasal kazanımları elde etmişlerdir. Kadınlar kendileri için neyin iyi ya da kötü olduğunu bilerek, kendileri hakkında kararlar almayı öğrenmiş, yaşam içerisinde belli bir politik güç haline gelmişlerdir. Ama bu kadar uzun bir mücadele geçmişine rağmen, egemenlikli erkek sistemine karşı kendimizi alternatif sistem haline getirebilmiş miyiz? Başta kadınlar olmak üzere halklar için neden mücadele ve çekim gücü olamıyoruz? Feminizmin bu konularda kendisini ele alması gerekmez mi?
Feminizm, esasta farklı farklı formlar, düşünce akımları olarak gelişse de, esas ilkesel ortaklaşma ve bütünlüğü olmalıdır. Kadınların yaşadığı sorunlar konusunda önemli bilimsel verilere dayanmakta, belli tahlillere kavuşmuş olsa da çözümü geliştirme, kavramada yetersiz kaldığını belirtebiliriz. Feminizmin yaşadığı sorunların başında, feminizmin kendi içinde çok fazla parçalı oluşu bir türlü bir birliktelik sağlayamaması, farklılıkların birlikteliğini geliştirmeyişi önemli bir sorun olarak önümüze çıkmakta, örgütlü gücünü zayıflatmaktadır. Ötekileştiren (özellikle de oryantalist, batı merkezci anlayışlar) yine liberal yaklaşımlarla sisteme eklenmekten, erimekten, marjinalleşmeden kurtulamamaktadır. Kapitalizmi ve sistemi sorgulamaları bütünlüklü olmadığından, kapitalizmin bazı boyutları eleştirirken; kapitalizmin modernizmi, toplumu yadsıyan bireyciliği, elitizmi, yaşam tarzı ve anlayışıyla sistemden kopamayışları ciddi bir çelişki ve handikaplarıdır. Bu duruşları ve pozisyonlarıyla sisteme karşı alternatif olmaktan uzaktırlar.
Kadın özgürlük sorunun yeterince her kesimle paylaşılmaması, onu kitlesel gücünü azalttığı kadar aynı zamanda sorunun herkes tarafından sahiplenilmesini de engellemektedir. Bu sorunun sadece orta yaş, görmüş geçirmiş kadınların bir problemi olmakla kalmamalı, aynı zamanda genç kesimlere de hitap edebilmesi hayatidir. Gençlikten kopmuş bir kadın mücadelesi, dinamizmini yitirmiş, geleceğini öngöremeyen bir mücadele olur ki, bu da gelişme şansını yitirmektir.
Ayriyeten, Kadın özgürlük sorunlarının teorilerinde var olan parçalılık, yetersizlikler ve yanlışlıklar, çözümlerinin de yetersiz ve yanlış olmasına, hatta sapmaların da yaşanmasına da kapı aralamaktadır. Bundan kaynaklı, kadının sömürgeleştirme tarihini (ekonomik, sosyal, siyasal, zihni yönleri) yorumlama noktasında gelişecek olan fikir birliğine sorunun kaynağını açığa çıkaracağı gibi çözümlerini de daha fazla görünür kılacaktır. Önderliğimizin bir sözünü hatırlatmakta yarar vardı, “Hazineler kaybedildiği yerde aranır ve çözümü orada bulunur”. Burada belirtmek istediğim, feminizmin sorunu doğru yerde araması onu kısır bir döngüye girmekten kurtaracaktır ve çözümlerinin de doğru ortaya konulmasına da yol açacaktır. Burada, sistemin ve uzantılarının doğru çözümlenmesi esastır. Onun geliştirdiği zihniyetini ve kurumları, yapıları bir daha sorgulamak, ataerkil sistemin çıkışından günümüze kadar, kapitalist modernite de onun en uzantısıdır gelen bu kördüğümü iyi görmek gerekir.
Bundan dolayı çözümü devlet ya da sistemin kapılarında aramak temel bir yanılgı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü sorunun kendisini üreten sistemin kendisi olmaktadır. Bu temelde yaşadığımız sistemi doğru çözümlemek, onun yanıltıcı özgürlük söylemlerine ve pratiklerine kuşkuyla bakmak ve kanmamak hayati önemdedir. Bu yapılmadığı sürece sisteme eklenmekten ya da marjinalleşmekten başka bir son feminizmi beklememektedir. Ki şuanda böyle bir tehlikeyle de karşı karşıya bulunmaktadır. Kadının özgürlük sorununu sadece bir cins sorunu olarak ele almak sorunun tüm yönlerini de açığa çıkarmamaktadır yani problemin toplumsal bir sorun olduğu da gözden kaçmamalıdır. Bütün toplumu da kendi içerisinde barındırır. Bunun için kadın özgürlüğünün toplum üzerinde ki özgürleştirici etkilerini de görebilmek lazım. Kadın özgürlük sorunu güçlü bir militan duruşu gerektirmektedir. Sistemin zihniyetine ve kurumlarına karşı sürekli bir karşı duruş içerisinde bulunulmalıdır. Bir “hobi” faaliyeti ötesinde ele alınmalıdır. Bütün yaşamını bu davaya yatıran birçok kadın militanın örneğine tarih boyunca rastlarız. Çok ciddi bir kararlılık ve radikal bir eylemsellik olmadan sonuç almak mümkün değildir. Son olarak, yapılan Akademik çalışmaların belli bir katkısı olmuş olsa da, bu çalışmaların sistemin sınırları dışına çıkmadığı bir gerçektir. Üniversiteler, erkek egemenlikli zihniyetin kendisini ürettiği alanların ötesine çıkmamıştır. Orada yürütülen çalışmalar, kendini ne kadar bu zihniyetten kurtarabilir? O çalışmalarda açığa çıkan, elit, bireyci, sınıfsal ve karyerist yaklaşımlar bu zihniyetin yansıması değil midir?
Geliştirilen bu değerlendirmelerle sanırım feminizmin yaşadığı sorunlar az çok ortaya konulmuştur.
Burada başlığımıza geri dönüyoruz, jineoloji çalışmalarını ne olduğunu ve neler hedeflediğini ortaya koymaya çalışacağız.
Jineoloji “Kürt” kökenli bir kavram olmaktadır. Jın, kadın- yaşam, loji de bilindiği gibi bilimi ifade etmektir. Jın kelimesi ise Kürtçe olan jıyan da türemiştir. Jıyan da yaşam anlamına gelmektedir. Yani kısaca kadın yaşam bilimi olarak ifade edilir. Ataerkil sistemle birlikte gelişen bilimin, komünal, geliştirici özünden kopması ve tek bir zümrenin eline geçmesi sonucu (erkeğin eline) bilim, cinsiyetçi ve iktidarcı bir karaktere bürünmüştür. Mitolojiden, felsefeye, dinlerden, bilime kadar, bu zihniyetin kadın üzerindeki tahlil ve teorilerinde yansımalarını görmek mümkündür. Aristo, Bacon, Freud, vb. birçok kişi daha, bu sisteme hizmet ederek, geliştirdikleri teorilerle toplumun üzerinde belli etkilerde bulunmuşlar, bu zihniyetin, düşüncelerin toplumun içerisinde yayılmasına da yol açmışlardır. Özellikle kapitalist sistemin gelişimi bu durumu daha da derinleştirmiştir. “bireysel özgürlükler” anlayışını şahlandırarak, toplumsal değerler namına bir şey bırakmadığı gibi, toplum içerisinde bir vicdan kırıntısına yer bırakmamıştır. Sahte özgürlük yanılsamalarıyla kadını ağlarına almış, kadını metalaştırmış, en önemli pazar haline getirilmiştir. Sadece kadının duygu ve düşünceleri değil, aynı zamanda bedeni ve cinselliği de esir alınmıştır.
Kadın sadece bilimden değil aynı zamanda bütün toplumsal alanlardan dıştalanarak, ikincil bir konumda tutulmuştur. Günümüzde, kadın gerçekliği ortaya çıkarılmadığı gibi gizlenmekte ve çarpıtılmaktadır. Gizli kalan ve çarpıtılan kadın özü, aynı zamanda toplum özünün de açığa çıkmamasını da beraberinde getirmektedir. Toplum adına çıkan sosyal bilimler bile bu zihniyetten nasibini almış, bu teorilerin savunucuları olarak ortaya çıkmışlardır. Bunlardan kaynaklı, toplum kendisine yabancılaşmış, kendi hakikatine ters düşmüştür. Kadın kadar, toplumun kendi hakikatine kavuşması önem taşımaktadır. Çünkü kadın kadar toplum ve doğa da çok ciddi tahribatlara uğramıştır.
Toplumdan soyutlanmış ve bütün derdi isim yapmak ya da para kazanmak olan “bilim adamları” ne kadar kadının ve toplumun özgürlük sorunlarını doğru tahlil edebilir ya da sorunlara ne kadar çözüm olabilir? Onun dışında yapılan tahlillerin analitik zekânın sınırlarına hapsedilmesi, duygusal zekânın (sezgilerin, duygu, empatinin) dıştalanması çıkacak olan sonuçların eksik ya da yanlış olmasına yol açmaktır. İnsan gerçekliğinin salt akılla çözümlenemeyeceği kadar karmaşık olduğu bir gerçektir. (Kuantum gerçekliği bize çok önemli ipuçları vermektedir)
Jineoloji, var olan mevcut bilime çok güçlü bir alternatif olacaktır. Kadın, erkek egemenlikli bilimi sorgulayarak, kendi bilgisine kendi oluşturacağı yeni bilimiyle ulaşacaktır. Jineoloji, bilimi kendi özüne kavuşturmayı esas alacaktır. Jineoloji, başta kadın gerçekliğini görünür kılmayı hedeflese de aynı zamanda toplumsal gerçekliğin açığa çıkmasının karşısında da kendini sorumlu görmektedir. Sorunları görünür kılmak temel bir amacı olsa da ikinci temel hedefi ise bunlara çözüm gücü olabilmektir, yani kadının toplumun özgürleşmesini sağlamaktır. Jineoloji, sosyal bilimlerin birçok alanını yeniden ele alacaktır. Egemenlikli sistemin yaptığı tahlillerine şüpheyle bakarak, bu alanları kendi aklı, duygu ve sezgileriyle araştıracaktır, yorumlayacaktır. Epistemoloji, psikoloji, fizyoloji, antropoloji, demografya, ekonomi, etik-estetik alanlarında daha ayrıntılı verilere ve değerlendirmelere ihtiyaç olduğu kuşku götürmez. Yapılan çalışmalar doğrultusunda, toplumun en ezilen kesimi olan kadınların özgürleşmesi doğrudan toplumun özgürleşmesine de katkıda bulunacaktır. Bu temelde jineolojiyi “Özgürlük Sosyolojisi” olarak adlandırmak da yanlış olmayacaktır. Jineoloji, hakikatle buluşmanın temel zeminini oluşturacaktır.
Jineoloji, açığa çıkartacağı hakikatlerin yaygınlaştırılmasında, eğitsel kurumlara büyük bir önem atfetmek durumundadır. Tüm bilimlerin toplumsal olması gerektiğinden, alternatif kurumlaşmalara ihtiyaç vardır. Var olan kurumların karakteri gereği, pek bir katkıda bulunamayacağı bir gerçektir. Bu temelde geliştirilecek olan özgür kadın akademilerine büyük bir rol düşmektedir. Bu akademilerde ortak görülecek olan entelektüel çalışmalar, yeni bir zihniyetin yaygınlaşmasında büyük bir yardımda bulunacaktır. Bu akademik çalışmaların, salt elit bir kesimle sınırlandırılmadan, bu eğitimlerin bütün topluma mal edilmesi önem taşımaktadır. Her yaştan, her sınıfsal kesimden gelen, özellikle kadınların kendisini bulabileceği bir yer olmasını amaçlanmaktadır. Bu çalışmaların salt dört duvar arasında, teorik düzeyde kalmaması önemlidir. Kadınlar kazanacakları entelektüel düzeyle yaşamlarına yeni anlamlar yüklemeleri ve bunu toplumsal alanın her yerinde pratikleştirmeleri önemi açıktır. Kadınların kendilerine çizilen sınırlardan çıkarak, toplumsal çalışmalardan kendini sorumlusu görmesi gerekmektedir. Özellikle, kadının siyasete, ekonomiye, eğitime yeniden başlaması hayati önemdedir. Kadınların kendi haklarında kendilerinin karar vermesi önemlidir.
Elbette ki, bu çalışmaya hayalci yaklaşmıyoruz. Binlerce yıldır, kurumsallaşmış bir zihniyete karşı mücadele vermek ve yeni bir bilimi oluşturmak kolay olmayacağının bizler de bilincindeyiz. Çok büyük bir entelektüel çaba gerektirdiği gibi, belli bir azim, kararlılık, inanç, örgütlülük ve mücadele gerektirdiği açıktır. Karşımızdaki kadın, toplum düşmanı sistemin buna kolay kolay izin vermeyeceğini, bunun içeriğini boşaltmaya dönük büyük bir çaba içerisine gireceğine de kuşkumuz yoktur. Ama bütün kadın örgütlerinin ortak bir sahiplenmeyle, ortak bir coşku ve kararlılıkla bu çalışmaya yüklenmesi büyük gelişmelere yol açacağının da inancındayız.