Berfin Roza
Önderlik çözüm süreci doğrultusunda heyet ile yaptğı görüşmelerde ikinci aşamanın ilerlemesi için bazı komisyonların kurulmasını önerdi. Bazı kesimler neden böyle bir öneri diye soruyorlar. Bazıları sormuyorlar ancak Kürdistan’daki durumu salt bir işsizlik sorunu olarak değerlendiriyorlar. İstihdam yaratmak adı altında çeşitli tekellere alanlar açılıyor. Neoliberal politikalar son hızla devreye sokuluyor. Bu dosyamızın amacı Kürdistan’da ekonomik durumu, devletin şimdiye kadarki ekonomi politikalarının bir dökümünü yapmaktır. Kurulacak ekonomi komisyonu bu durumu değiştirecek hukuki, sosyal ve ekonomik zeminini yaratmak, bunun için çaba harcamak zorunda olmalıdır. Bunu Türkiye Meclisiyle paralel hatta birlikte DTK ve diğer STK’lar yapmalılar. Bunun için mevcut duruma ilişkin genel bir durum analizi yapmak önemlidir.
Bir sömürü alanı ekonomi; Sömürünün ve talan politikalarının en etkili kullanıldığı alanların başında ekonomi gelmektedir. Ekonomik anlamda gerçekleştirilen her türlü sömürü politikalarının devamında, kimliksizleştirme ve kültürel sömürü, soykırım daha etkili bir şekilde geliştirilir. Artık-ürün üzerinden kendini şekillendiren uygarlığın; tarihsel süreç içerisinde birçok halka yönelik gerçekleştirdiği saldırıların kilit noktası ekonomik alanda ortaya çıkmıştır. Kürtler gibi kadim bir halkın da bu yönüyle uygarlığın her türlü ekonomik saldırısına ve soykırımına uğradığını belirtebiliriz. Uzun yıllar boyunca Kürtler üzerinde gerçekleştirilen bu saldırılar ve talanlar; en yaygın ve acımasız halini son iki yüzyıllık süre içerisinde sergilemiştir. Bu dönem içerisinde Kürt toplumuna dayatılan ekonomik talan ve sömürü, günümüzde sistematik bir soykırım halini almıştır. Ekonomik tutsaklık, kimlik inkârcılığının ve özgürlükten yoksunluğun en etkili aracıdır. Önder APO bu durumu, Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü adlı savunmasında şöyle ifade eder: Ekonomik işgal, işgallerin en tehlikelisidir. Bir toplumu düşürmenin, çökertmenin ve çözmenin en barbar yöntemidir. Kürt toplumu üzerindeki ulus devlet baskısı ve zulmünden çok, ekonomik araçlarına el konularak, ekonomik yaşamı denetlenerek nefessiz hale getirilmiştir. Bir toplumun kendi üretim araçları ve pazarı üzerinde kontrolünü kaybettikten sonra yaşamını özgürce sürdürmesi mümkün değildir. Kürtler sadece üretim araçları ve ilişkileri üzerindeki kontrollerini büyük ölçüde kaybetmediler; üretim, tüketim ve ticaretin de kontrolü ellerinden alındı. Daha doğrusu kendi kimliklerini inkâr etme temelinde egemen ulus devletlere bağlandıkları oranda mal varlıklarını kullanmaları, ticarette ve sanayide rol oynamaları mümkün oldu. Ekonomik tutsaklık, kimlik inkârcılığının ve özgürlükten yoksunluğun en etkili aracı kılındı. Özellikle akarsuları ve petrol yatakları üzerinde kurulan tek taraşı işletmeler, tarihi kültürel varlıkları olduğu kadar verimli arazileri de yok etti. Siyasi ve kültürel sömürgecilikten sonra daha da yoğunlaştırılan ekonomik sömürgecilik, ölümcül darbelerin sonuncusu oldu. Sonuçta gelinen nokta “ya toplum olmaktan çık, ya öl” oldu. Jeo-stratejik önemi ve konumundan dolayı Kürdistan’ın bütün parçalarındaki zenginlikler, uygarlık eli ve onun bölgesel işbirlikçileri ile sömürülmekte ve Kürtler üzerinde bu alanda çok yoğun bir baskı uygulanmaktadır. Geçmişten günümüze değin Kürdistan genelinde yaşanan bu acımasız talanı daha iyi anlayabilmek için Kürdistan genelinde ortaya çıkan somut duruma daha yakından bakılabilir.
Kürdistan’ın kuzeyi: Hem nüfus yoğunluğu, hem de coğrafik alan olarak Kürdistan’ın en büyük parçasıdır. 20 milyonluk Kürt nüfusunun yaşadığı bu parça da, 1800’lü yıllardan bu yana Kürtler üzerinde çok yoğun bir ekonomik sömürü ve soykırım sürdürülmektedir. Osmanlı imparatorluğunun yıkılışının ardından, ortaya çıkan Türkiye Cumhuriyeti ve batılı kapitalist güçler tarafından bu coğrafyada sürdürülen ekonomik sömürü, diğer parçalarda sürdürülmek istenen ekonomik baskılara da, sömürüye de öncülük etmiştir. Kürtlere yönelik gerçekleştirilen ekonomik sömürü ve talan toplumun ekonomik gelir alanları üzerinde (Tarım ve Hayvancılık) yürütülmüştür. Yine bölgenin diğer zenginlikleri ve yer altı kaynakları da, egemenler tarafından bu politikalar doğrultusunda sömürüye tabi tutulmuştur. Kuzey Kürdistan’da yürütülen en önemli ekonomik saldırılardan bir tanesi de, göçertme politikalarıyla ortaya çıkmıştır. Bunun yanında bir diğer önemli ekonomik saldırıları da; barajlar, büyük sulama kanallarıyla oluşturulan devlet odaklı çiftlikler üzerinden yürütülmek istenmektedir.
A- Tarım ve hayvancılık Kürt halkının ekonomisinde tarım ve hayvancılığın belirleyici konumu TC’nin kuruluş yıllarına kadar da sürmüştür. Ancak devletin Kürtlerle ilgili temel strateji ve politikalarında halkın tarım ve hayvancılığa dayalı ekonomik faaliyetlerden alıkonması; bu alanın tamamen devlet denetimine girmesi, merkezi hedeferden biridir. 1950 yılına kadar ki sürgün-göçertme uygulamaları sonucunda Kürt köylerinin yaklaşık yarısı boşaltılmış, Koçer ve köylerde yerleşik aşiretler dağıtılarak bir kısmı uzak diyarlara, bir kısmı da devletin hakim olduğu şehirlere sürülmüştür. Boşaltılan arazilere ve yerleşim birimlerinin bir kısmına dışarıdan getirilen Türk asıllı göçmenler yerleştirilmiş, petrol, maden, verimli ve geniş tarım arazileri gibi çok önemli maddi potansiyele sahip olan araziler ise devlet mülkiyetine alınmıştır. Bölge genelinde istimlâk, arazi dağılımı ve tapu çalışmaları yürütülmüştür 1950 yılına kadarki dönemde devlet Kürt coğrafyasında esasta askeri ve idari olarak kendini tesis etmeye ağırlık verdiğinden dolayı, ekonomik alanla ilgili girişimleri daha çok bir temel oluşturmaya dönük olmuştur. Bölge genelinde istimlâk, arazi dağılımı ve tapu çalışmaları yürütülmüştür. Madenler, petrol, su kaynakları, ormanlar ve diğer doğal zenginliklerin, maddi potansiyel ve imkanların araştırılması ile bu kaynakların işletilmesinin hazırlıkları yapılmıştır. Bununla birlikte model olabilecek sınırlı sayıda tarım işletmeleri de kurulmuştur. Tarımla ilgili TMO, TEKEL, DSİ, Köy Hizmetleri, Devlet Tarım İşletmeleri gibi devlet kuruluşları örgütlenme ve fizibilite çalışmaları yürütmüştür. GAP’a evirilecek süreç 1937 yılında Keban Barajı ile başlatılmıştır. Ayn ıyıl içinde Ceylanpınar’da, 1949 yılında da Mûş’ta devlet üretme çiftlikleri kurulmuştur. Neoliberal politikaların tarımsal alana daha etkin uyarlanması örgütlendirilmiştir 2002 yılından sonra egemen hale gelen neo-liberal yaklaşım ve politikalar devlet öncülüğünde bölge genelindeki tarımsal alan ve faaliyetlere de yansıtılır. Su kaynakları, verimli araziler, üretilen temel ürünler, üretim teknikleri, pazarlama ve işgücü gibi, tarımsal alan kapsamına giren tüm olgu ve ilişkiler incelenir. 1930’lu yıllarda başlayan devlet kapitalizmine dayalı tarımsal işletme ve projeler, etkinlik alanları genişletilip daha büyük ölçeklerde ve güncel koşullara uyarlanmış biçimde yeniden tesis edilir. Bununla birlikte neo-liberal politikaların tarımsal alana daha etkin uyarlanması ve bu alandaki imkanların kapitalist pazara daha fazla kanalize edilmesi için yeni yasal düzenlemelere gidilir ve kuruluşlar örgütlendirilir. Tarımsal destek ve teşvik programları, programlarının büyük bir kısmını endüstriyalist tarıma ayıran DIKA, FKA, KUDAKA gibi “Bölgesel Kalkınma Ajansları” kurulur. Devlet ile yerli yabancı özel sermaye güçlerinin ortaklaşa biçimde Kürt coğrafyasındaki tarımsal faaliyetler üzerindeki egemenlikleri bu kuruluşların koordinasyonuyla tesis edilmeye başlanır. Bu yaklaşım sonucunda Kürt halkı, öz tarım faaliyetlerini kendi iradeleriyle gerçekleştiremez duruma düşürülmüştür. Tarımsal alanda yaşanan sorunların ana kaynağı, tarımsal faaliyetlerle ilgili karar alma süreçlerine ve politika belirlenmesinde halkın, doğrudan veya dolaylı yollardan demokratik katılım sağlayamaması yani söz sahibi olamamasıdır. Böyle olunca tarım faaliyetlerini bizzat gerçekleştirmesine, emek vermesine, üretmesine, yaratmasına rağmen, altından kalkamayacağı ağır sorunlar ve zorluklarla karşılaşan; bırakalım temel ihtiyaçlarını karşılamayı beslenme sorunlarını bile yeterince çözemeyen yine Kürt köylüsü ve çiftçisinin kendisi olmaktadır. Bu gerçeği Önderlik “Nan’ın anayurdunda nan’sız bırakılmak” olarak çok çarpıcı bir şekilde ifade eder. Kazançların tamamı kapitalist pazara ve onun hegemon güçlerine kanalize edilmektedirç Hayvancılık alanında yaşanan sorunların temel kaynağı, halkın kendi iradesiyle ve kendi ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde bu faaliyeti yürütecek imkanlarının elinden alınması, bunun yerine devlet özel sermaye şirket ve kuruluşlarının kendi egemenliklerini tesis etmesidir. Diğer alanlarda olduğu gibi hayvancılık alanında da çalışarak, emek vererek, cefa çekerek ve ağır sorunlarla karşı karşıya gelerek üreten, köylü çiftçi olurken elde edilen ürün ve kazancın tamamına yakını kapitalist pazara ve onun hegemon güçlerine kanalize edilmektedir. Hayvancılıkta; meraların kullanımı sırasında yaşanan sıkıntılar, yem bitkilerinin temini, hayvansal ürünlerin pazarlanması, örgütlenmenin yeterli seviyede olmaması, Bölge’deki işletmelerin halen düşük kapasitede ve aile işletmesi şeklinde sürdürülmesi, arazilerin parçalı yapıda olması, sulama sorunu, arazilerin kullanımının akılcı şekilde yapılmaması ve buna bağlı olarak emeğin üretimden aldığı payın düşük kalması vb. sorunlar halen devam etmektedir. Kürdistan’da endüstriyalist hayvancılığın yol açtığı sorunlar vardır
1- 1985 yılından itibaren yeniden devreye konan 1993-97 arasında yoğunlaştırılan ve daha sonraki yıllarda da bir biçimde devam ettirilen köy boşaltmalarının, köylere dayalı büyükbaş ve küçükbaş hayvancılığın zeminini ortadan kaldırması.
2- Güvenlik gerekçesiyle arazilerin ve zozanların askeri bölge ilan edilerek yasaklanması, çayır ve otlakların yakılması, sık sık hava ve karadan arazilerin bombalanarak hayvanların telef edilmeleri, kışlakların tahripe dilmesi gibi yoğun baskılarla koçerler şehir yerleşik yaşama geçmeye zorlanmışlardır. Bu politika ve uygulamalar Bölge’de hayvancılığın temeli olan ve ağırlıklı olarak koçerler tarafından yürütülen küçükbaş hayvancılığın yürütülmesi koşullarının bırakılmaması.
3- Çatışmalarda kullanılan silahların kimyasal madde içerikleri, askeri mühimmat artıkları, arazi yakmalar, döşenen mayınlar gibi nedenlerle çayır ve otlakların hayvancılığa elverişli özelliklerinin kaybolmasına yol açılması.
4- Halk tarafından gerçekleştirilen yem bitkileri tarımının azalması, bu konudaki üretimin kapitalist endüstriyalist tarım işletmelerinin tekeline girmesi.
5- Bölge’de süren OHAL uygulamaları, askeri operasyonlar ve askeri güçlerin baskıları.
6- Vergi, hayvan kimliği, aşısı gibi standart adı altında getirilen yükümlülükler.
7- Halkın elde ettiği hayvansal ürünleri işleme, paketleme, depolama, ulaştırma ve kullanıma sunma gibi imkanlarının olmaması. Kürdistan’da endüstriyalist hayvancılığın yol açtığı sorunlar;
1- Toplumun kendi ihtiyaçlarını karşılamaya dönük olarak gerçekleştirdiği serbest geleneksel hayvancılık ekonomisi tasfiye edilirken bunun yerine, “modern” kapitalist endüstriyalist entegre hayvancılık ikame edilmektedir.
2- Bölgeye has türlerin iyileştirilmesi yerine “kültür ırkı” adı verilen ve dışarıdan getirilen hayvanların beslenmesi yaygınlaştırılmakta. Bu yaklaşımın sonucu olarak yerli hayvan türleri ve cinsleri yok olmayla karşı karşıya gelmekte, coğrafya ve iklimin sunduğu elverişli koşullar “kültür ırkı” hayvanların yetiştirilmesi için seferber edilmektedir.
3- Bölge’ye has geleneksel hayvancılıkta hayvanlar ağırlıklı olarak süt, yün, peynir, yağ gibi hayvansal ürünler elde etmek için yetiştirilirler. Bu yöntemde hayvan, kesilip yenilecek veya kâr getirecek bir nesne olarak görülmez. Köylü koçer, yetiştirdiği hayvana kendinin bir parçası olarak bakar. Bu nedenle arazide veya zozanlara çıkarılarak doğal yemlerle beslenir. Bunun yerine egemen hale getirilmeye çalışılan “modern” endüstriyalist hayvancılıkta ise hayvan et, süt, yağ, yün, peynir elde etmek için kullanılan bir makine olarak görülür. Bu nedenle “modern çiftlik” denilen hücre hayvan hapishanelerinde suni yemlerle beslenir, hormonlarla şişirilir, kimyasal ilaçlar ve izolasyonla korunur. Dolayısıyla besleme amacı ve yöntemi doğaya aykırıdır.Ayrıca bu şekilde beslenen hayvanların eti ve elde edilen diğer ürünler de ciddi sağlık sorunlarına yol açmaktadır.
4- Endüstriyalist entegre tarım işletmeleri ve kuruluşları doğal ve suni yem üretimi, suni döllenme yoluyla damızlık elde etme, “modern hayvancılık” tesislerinin kurulumu, mühendislik gibi konularla hayvanlardan elde edilen et, süt, deri, yağ, yün, kan gibi ürünlerin işlenmesi ve pazara sürülmesi faaliyetlerinde de kendi egemenliklerini tesis etmektedirler.
5- Devlet ve özel sermayeye dayalı endüstriyalist işletmeler kümes hayvanları ve balık yetiştiriciliği ile arıcılık faaliyetlerini de kendi tekellerine almak istemektedirler. Kâr ve ihracata dayalı olarak büyük ölçekli entegre tesislerde et tavukçuluğu, yumurta üretimi, balıkçılık işletmeleri ve arıcılık ürünlerini işleyen işletmeler Meletî, Elezîz, Dîlok, Erzirom gibi illerde yoğunlaştırılırken bu faaliyetlerle ilgili tüm ürünler ve imkanlar söz konusu işletmeler tarafından ticarileştirilmek ve kapitalist pazara kanalize edilmek istenmektedir. Bu yaklaşım, hayvanların doğal yaşamlarını ve gelişimlerini tehlikeye atarken eko-sistemin de tahrip olmasını sağlamaktadır. Ayrıca halkın doğadaki besin kaynaklarına ulaşımını engellemektedir.
6- Geleneksel hayvancılık faaliyetlerini yürütemez duruma getirilenler arazileri, emek ve üretim güçleriyle birlikte anlaşmalı besicilik çiftçilik, hayvancılık destek ve teşvik programı gibi yöntemlerle endüstriyalist hayvancılığa bağlanmaktadırlar.
B- Kürdistan’da ormancılık: Yaklaşık beş bin yıllık tarih boyunca devletçi güçlerin Kürt coğrafyasındaki ormanları talan etmek için sürekli seferler düzenlediği, savaşlarda bu ormanların sürekli yakıldığı ancak yine de zenginliklerini koruduğunu da yine tarihsel belge ve bulgulardan okumak mümkün. Gılgamış destanında geçen Sedir ağacı seferleri benzeri seferlerin Sümerlerden beri yapıldığı pek çok destan ve belgelerde mevcuttur. Coğrafya, toprak yapısı ve ikliminin elverişli olması nedeniyle Bölge’de zengin sık ormanlar ve bitki örtüsü 20.yüzyıla kadar varlığını önemli oranda sürdürmüştür. Ancak kapitalist modernitenin ulus devlet modeli eliyle kendini Ortadoğu’da ve dolayısıyla Kürtlerin ülkesinde inşa etme süreci Bölge’deki ormanları da ciddi tehlikelerle karşı karşıya bırakmıştır. 1940 yılına kadarki katliam ve göçertme uygulamalarında Kürt coğrafyasındaki ormanlar da yaygın biçimde yakılmış ve kesilmiştir. 1940-1980 arası dönemde ise bir yandan var olan ormanlık alanlar ve ağaç varlıkları kereste ve yakacak odun elde etmek amacıyla devlet kuruluşları tarafından endüstriyalist tarzda işletilmiş, diğer yandan da ihmal edilerek Bölge genelinde ormanlık ve ağaçlık alanların azalmasına göz yumma politikası izlenmiştir. Bu gerçek, coğrafya kitaplarında Kürdistan’ın bitki örtüsü “tahripedilmiş orman”dır diye geçer. Kürt coğrafyasını incelediğimizde arazilerinin oranları oldukça düşmüş 1980 yılından sonra ise Kürt gerçekliğini ortadan kaldırma amacına ulaşmada askeri ve açık şiddet yöntemlerinin öne çıkmasına bağlı olarak bırakalım ağaçlandırma kampanyalarının olmamasını üstelik ormanlık ve ağaçlık alanların yakılması, ulaşılabilen yerlerde kesilmesi politikası ve uygulamaları daha önce olmadığı kadar yaygınlaştırılmıştır. Yakın dönem itibariyle Kürt coğrafyasını incelediğimizde arazilerinin %20 gibisi ormanlık olan birkaç alan hariç genel olarak arazilerin ortalama % 65’inden fazlasının, bazı alanlarda ise % 75-80 oranında arazilerin gerçekte ormanlık alanlar olduğu, ancak devlet politikaları, kapitalistik saldırı ve toplumda ormanların korunması konusundaki duyarlılığın az olması gibi nedenlerden dolayı günümüzde ormanlık alanların genel araziler içindeki oranlarının oldukça düşmüş olduğunu gözlemleyebilmekteyiz.
Bu konuda Türkiye, Anadolu toprakları da aynı saldırı altındadır. T.C. Kürt coğrafyasında çıkan orman yangınları karşısında genel anlamda sessiz kalmaktadır. Her şeye rağmen iklim, coğrafya ve toprak yapısıyla birlikte ağaç türlerinin direngen olmaları nedeniyle Kürt coğrafyasında çok önemli bir ormanlık alan ve ağaçvarlığı vardır. Ancak Bölge’deki ormanlıkalanların yok edilmesi tehlikesi her geçen gün daha da artmaktadır. Askerler tarafından güvenlik ve operasyon gerekçesiyle Bölge’deki ağaçların kesilmesi, ya doğrudan ya da kullanılan ateşli silahların etkisiyle ormanlık ağaçlık alanların yakılması yaygın biçimde sürmektedir. Büyükölçekli endüstriyalist tarım projeleri yürüten; devlet veya özel sermayeye ait işletmeler, kereste elde etmek veya tarım arazileri açmak gerekçesiyle çok geniş arazilere yayılan ağaçları kesmekte, bu zaman alıyorsa yakmaktadırlar. Bununla birlikte devlet güçleri, korucular başta olmak üzere halktan insanları, kereste ve odun tüccarlarını da, ormanları kesmeleri yönünde teşvik etmektedirler. Bazı yerleşim birimlerinde halk da kereste veya yakacak odun elde etmek için ormanlık alanları tahrip edebilmektedir. Her yaz mevsiminde bilinçli veya bilinçsiz şekilde çıkarılan yangınlara yöre halkının veya belediyelerin müdahale ederek söndürmeleri çeşitli gerekçelerle engellenmektedir. T.C. sınırları içindeki başka bir coğrafyadaki ormanlar için çok duyarlı olan ve tüm imkanlarını seferber eden doğayı koruma örgütleri ve grupları, Kürt coğrafyasında çıkan orman yangınları karşısında genel anlamda sessiz kalmaktadır. Günümüzde Bölge genelindeki ormanlık arazilerin yaklaşık %70’inin bozuk ormanlık alanlar ve ya fundalıklar, ancak az bir kısmının normal ormanlık alanlar olması bu gerçeği yansıtmaktadır. Son yıllarda egemen hale gelen neo-liberal politikalar ormanları ve ağaç varlıklarını da çok ciddi ve olumsuz anlamda etkilemektedir. Bu durumdan en fazla etkilenen de Kürt coğrafyasındaki ormanlık araziler olmaktadır. Örneğin “orman vasfını yitirmiş arazilerin satışı” yani 2B yasası, en fazla da Bölge’deki “bozuk”veya orman vasfı ortadan kaldırılan arazilerin özel ya da devlet şirketlerine satışının gerçekleştirilmesi için çıkarılmaktadır.