35+10’luk Şilêr topluluğumuz tüm ivmesiyle mücadelesini sürdürüyor. Kadının olduğu her yer yaşamın komünle zengin kılındığı, moral ve coşkunun hayatın melodisi kılındığı anlarla bezeniyor. PAJK’lı kadınlar paylaştıkça büyüyor, “Kendini Bil” felsefesinde derinleşmeyi yaşıyoruz. 2017 Devrimci Halk Savaşı bahar hamlesinde yerimizi güçlenerek almanın yolunu yürüyoruz. Birlikte olmanın, Kürdistan’ın Özgürlük Kaderini birlikte yazmanın sorumluluğu kadar gururunu da paylaşıyoruz.
APO klanının Kadın Özgürlük Savaşçıları olarak, varlığı tartışma konusu olan Kürt’ün kesinleşen varlığında; Önderliğimizin ve şehitlerimizin çok büyük emeğiyle bu mücadeleyi zaferle taçlandırmada sorumlu olduğumuzu biliyoruz.
Önder APO devrimin sancılı süreçlerinden, fırtınalı mücadelesinden bahsederken, bununla Kürdistan Devriminin fırtınalı kişilikler istediğini belirtiyor. Düşünüş ve duruşu ile pratikleşen, kasıp kavuracak fırtına gibi kişilikleri kendi şahsımızda yaratmanın yoğunlaşmasındayız. Zilanlaşmak, büyük bir yaşam iddiasıyla an’da oluşmaktır çünkü. Zilanlaşmak, düşmanın yüreğinde patlayıp korku salmaktır ona. Zilanlaşmak, ölçüsüzlüğe, ilkesizliğe, parti içi sorunlara karşı çözümün komutan kişiliği olmaktır. Zilanlaşmak; Önderliğimizin, özgürlüğünün fedailiğidir. Şehit Zilan’ın komutanlığında, eğitim devresinde bulunma bir şans, büyük bir sorumluluktur da. Layık olabilmenin, örgütün emeğine sahip çıkabilmenin sorumluluğudur aynı zamanda. Bu nedenle kişiliğimizde devrimsel çıkışlar yaratmak zorundayız. Zihniyetimiz, duygularımız, hal hareketimiz, yaklaşımlarımız değişimin savaşını veriyor her durumda. Duyguda, düşüncede, eylemde, devrimleşmede, politikleşmede, örgütlülük düzeyimizin zayıf yanlarını ele alıyoruz. Yani devre günden güne ısınıyor. Devre eğitimlerinde evren-toplum-birey ele alınırken sırasıyla, hakikate yaklaşmanın sancıları artar ve ısınırsın. Düşünsel patlamalar, pratikte niteliksel eylemci duruşlar yaratır. Öz-yönetim direnişleri sürecinde eğitimde olmak daha farklı oluyor. Önderlik “Savaş komutanını arıyor” diyerek Devrimci Halk Direnişlerinin yeterli ve doğru komuta gücünün oluşturulmasına dikkat çekmişti. Öncüsüz kalan ve kaçırılan, iyi değerlendirilmeyen devrim anlarına yoğunlaşıyoruz.
Hepimizin yoğunlaşması askeri savaşa dair oluyor. Bakur ve Rojava’da süren direnişimize baharla birlikte katılmanın önerileri gelişiyor. Önümüzdeki süreç, derslerle paralel olarak, savaş üzerine yoğunlaşmalarımızı, projelerimizi tartışacağımız dönem olacak. Öncülük ve koordine de kadının; politik, askeri, ideolojik olarak öz-gücü ve öz-yeterliliği için her birimizin mücadelesi, içsel savaşı önemli olduğundan çözümleme derslerimiz başladı. Ş. Zilan Akademisinde Kapitalist Modernite dersiyle başlayan, her ders bitimiyle 2 gün süren çözümleme, partileşme dersleri oluyor. Diğer akademilere göre daha yoğun ve verimli bir müfredat oluyor. Bu açıdan da şanslıyız.
Besra, Avesta, Berfin, Avaşin ve Zeynep arkadaşların çözümlemeleri oldu. Besra heval, 24 yıllık mücadele hayatını Serhat kadınının vakur duruşuyla uzun uzun dinledik. Uzun süre kaldığı gözaltı ve 10 yıl süren zindan esaret döneminin acı, işkenceye dair birçok yönünü anlatmamasına rağmen bu 24 yılın kadın olarak zorluklarını, zorlanmalarını da biliyoruz ki, çok anlatmadı. Kendisini çözümleme için öneren 2. arkadaş heval Avesta’ydı. Yaşama hep bir tebessümü sığdıran, bardağın dolu tarafını gören bir arkadaş olduğundan kendini anlatırken birçok anekdotun eksik kaldığını tahmin etmek zor değil. Biz gözaltındayken düşmana ve çocukluk dönemlerinde çocukluk arkadaşı Türkan’a pabucunu ters giydiren pratiğini de biliyoruz. Ola ki resmiyet açısından uygun bulmamış da olabilir. Hemen ardından Berfin hevalin çözümlemesi oldu. Avrupa’da yaşadığı süreçte nenesinin “Beni unutma” deyip veda edişini bizde duygulanarak dinledik. Kürdistan’da göç durumları maalesef hep aynı renk tonunda, müzik tınısındaydı. Diaspora’ya çıkmak yeniden parçalanma, ıraklaşma, ülkeden mahrum kalmayı yaratmıştı. Köylerin çakıllı, toprak yollarında köy minibüsleri sallana sallana giderken, kapitalizmin gözü boyayan belki de ilk aracına adım atıyorduk. Göçler hep batıya doğruydu, ezilmişlik psikolojilerinin derinleşeceği mekânlara doğruydu. Yani benzerdi öykülerimiz. Nenelerimiz kınadan kırmızı olan aklaşmış saçlarını bazen bize ördürtür. “Keça min tu dixwazî kezî bikî?” derlerdi. Sevinçle arkalarında oturur, sırtlarında dökülen lüleleriyle oynar, saçlarını tarardık. Şölene hazırlanırcasına kefiyesini, kofisini, kırasını her sabah özenle giyen otoriter bilge analarımızı bir köşede oturup izlerdik.
İşte Berfin arkadaşın ülke, toprak sevgisini bütünleştirdiği nenesinin yüz hatlarında, moraran el damarlarında, Kürdistan’ın Tarihini okuduğu sesinde bizler de anılarımızda tertemiz saklı kalan geçmişlerimize yolculuk yapmıştık.
Demokratik Uygarlık dersinden sonra ise heval Avaşin’in çözümlemesiyle devam ettik. Kendisi de bir hayli duyguluydu. Şehadet süreçlerinde çok zorlanmıştı. Genel olarak ise uzun uzun anlatma ihtiyacı duyuyor, bireysel tarih anlatımı bir türlü sona ermiyordu. İyi kızdırdık onu, uzattın diyerek. Zindanın etkilerini hala taşıyoruz. Bu açıdan zindanda kalanlar olarak benzerlikler var arkadaşlarda. Avaşin arkadaşın da bir göç öyküsü var. Köyden kopuş, düşmanın yoğun saldırıları, kayıplar ve faili meçhul bırakılan gidişlerin ardında asılı kalan gözler. Amcasının şehadetini işte bize böyle anlattı. Küçük bir kız çocuğu iken anlayamadığı fakat hiç unutmadığı o anı saf bir ruhla yaşıyor. Amcasını kaldırmak istiyor, uzun uzun bakıyor gözlerine; ama büyüyen bir sessizlikle karşılıyor çocukça hayalleri. Bir çocuğun ölümle tanışmasıdır bu. Ölüm ansızın gelir. Sen ya damda oyun peşindesindir ya da bir odada tekerlemelere dalmışsındır. Ağıtlar sarar dünyayı, neden diye soramazsın, cevap ıslak ve ağır bir ax’lamadır. Çocuk yürekler ölüme inanmaz, ısrarcıdır. Ölenin elinden tutar, saçlarına dokunur, gözleriyle oynar. Soğuyan beden ölümün soğuk yanını öğretir.
Kürdistan’da 17000’i aşkın faili meçhulü, boşaltılıp yakılan köylerimizi, at arabalarının arkasına koyulan bohçaları, Roboski’de battaniyelere sarılı 34 canın karlar üzerinde dizilişini tekrardan yaşıyorduk.
Yahudiler yaşadıkları katliamları unutmayı yok oluşla benzeştirip “Unutursam yüreğim kurusun” sözüyle hafızalarda canlı tutmuşlardır.
Unutmak mı, asla! İntikamımızı alıp halkımıza verdiğimiz sözü yerine getirip Önderliğimizle Amed Surları’nda buluşacağız.
Daha sonra Zeynep arkadaş ayağa kalktı. Kendini dinlettirebilmenin bir yöntemi olarak mı, yoksa masal konusu karşısında sade, kısa yani kısa ve öz tutumu sergilemek isteğinden mi “Olaylara girmeyeceğim, dönem dönem anlayışlar üzerinden çözümleyeceğim” deme ihtiyacı duydu. Tabii divanda Rojger arkadaş vardı. Biz yine devre olarak dikiş tutturamadık.
Rojger arkadaş uzun süredir bizimle. “Bir kere geldim, bir ay kalırım artık” dedi. İşte bu Tepe ve Şilêr’ler böyle insanı müptelası kılıyor. Gelmek isteyeni olunca ya hiç gelemiyor ya da geldi mi gidesi gelmiyor. Mağaradan bakınca önünde geniş bir alan serilidir. Xinêrê boylu boyunca ayaklarının altındadır. En hâkim stratejik bakış olan tepeden bakma, üstten bakış açısını yaratıyor. Bu anlamda devre olarak mütevazılığı elden bırakmamaya çalışıyoruz. Dağlılaşmanın tek yan etkisi bu olsa gerek. Tabii mağaradan araziye bakınca bir daha tepeden inmeyi göze alamamak oluyor. O patikaları aşındırırken birçok defa birbirimizle “Artık bu tepe hepimizi kararsız düşürecek” diyerek şakalaşıyorduk. Gelen misafirlerimizin yakın zamanda gitmeyi düşünmemeleri de biraz sanki bu durumla alakalı değil mi? İnsan uzanan tepeleri, Başûr’da sonu görünmeyen Xinêrê alanını görünce tekrardan yola çıkıp çıkmamayı düşünür defalarca.
Şilêr û Berfîn