• KURDÎ
No Result
View All Result
Pajk - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri
    • Resim Galerisi
    • Video
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri
    • Resim Galerisi
    • Video
No Result
View All Result
Pajk - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi
No Result
View All Result

MABETTEN MEZARA GİDEN BİR EDEBİYAT VE ÜLKENİN HİKÂYESİ 2

19 July 2014
in Genel
A A
Share on FacebookShare on Twitter

İran edebiyatında Şahname’den günümüze bir bakış

GERİLLADAN

İran tarihi Ortadoğu zemininde özgün bir yere sahiptir. Bu özgünlüğün edebiyat alanına yansıyacağı, onu belirleyeceği açık bir gerçektir. İran’ı tanımadan genel tanımlarla İran edebiyatını incelemek doğru bir sonuç vermeyecektir. İran’ı bir reform ülkesi olarak tanımlamak mevcut gerçeğe bakıp, bu görüşü geri almak gibi bir sonuç çıkarabilir. Reformun neye göre yapıldığı anlaşılmadan İran’ı doğru anlamak çok zor olmaktadır. Nihayetinde gerek İran’ın kendi zemininde, gerekse de Avrupa’da bu kavram üzerinden ifade ettiğimiz olguya bir bakışın yaygın olduğu bilinmektedir. Oryantalizmin en çok derinleştiği Ortadoğu ülkesi İran olmaktadır. Ancak İran’ın gerek iç bünyesi gerekse de dış etkiye karşı tutumu bakımından zengin bir tecrübeye sahiptir.

Modernite anlamında kendi görüşleriyle İran’a meyil vermiş Batı düşüncesinin bazı İrani şahsiyetlere ulaşması boşuna değildir. Reform ve restorasyon anlamında Ortadoğu’da en belirgin kaynak İranoloji olmaktadır. Garip tezatlıklar gibi görünse de aslında İran’ı en iyi anlatan şey bu dualite gerçeğidir. Gazzalli akla geldiğinde, bir Arap bilgini gibi bilinir oysa Gazzali İranlıdır. Ebu Müslim Horasani aynı mekandanEmevi iktidarını devirip daha ılıman olan Abbasi yönetimine kapıyı araladı. Ancak Gazzalinin onun tam tersi olarak içtihadın kapılarını kapattığı bilinmektedir. Sadece bunu yapmadı, Ortadoğu Rönesans’ının gelişmesini engelledi. Mutezilenin Ortadoğu Rönesans’ı için hafife alınmayacak kadar bilgin ve eser yaratığı bilinmektedir.  Mutezile mezhebi rasyonaliteyi esas alarak dogmatizme savaş açmıştı. İbni Rüşt 12. yüzyılın en büyük filozofudur. Hallacı Mansur ve Sühreverdi gibi tasavvuf felsefesinin önde gelenleri düşüncelerini hayatları pahasına savunmuşlardı. Daha öncesi mutezileden epey ileri olan Ömer Hayyam ile uç ve tersi görüşlere sahip Gazzalli aynı zamanın iki insanı olmaktadır. Ömer Hayyam’ın çalışmaları engellenirken,   Ebu Hamid İbnMehmedibnMehmedGazzali, zamanının en ünlü kelamcısı, eleştirmeni ve imancı filozofu olarak teşvik edildi. Şafii mezhebindendi. Horasan’daki Tus kentinde, 1058′de doğdu. Oradan Nişabur’a öğrenime gitti. Genç yaşında büyük bir yetenek olduğunu gösterdi. Kelam ve felsefedeki derin bilgisi, Selçukluların büyük veziri NizamülMülk’ün dikkatini çekti. Nizamül Mülk, Bağdat’ta kurmuş olduğu Nizamiye Medresesi’nin yönetimini ona verdi.

İran yönetimi Emevi ve Abbasî çelişkisinden faydalandı. İslam’ın İran’da reforme edilmesi bu zamana denk gelir. Bu süreç aynı zamanda Firdevsiye gebe kalacak koşulların yaratılmasında da ön ayak olacaktır.  Edebiyat alanında Allah ve suni İslam’la dolu hitap ve uslup kullanılmışsa da Firdevsi ikinci bir kuran yazdı. Ki bu kitabın anlam ve önemini Şahname’de şöyle ifade eder.

(Farsça)

«بسیرنجبردمدراینسالسی

عجمزندهکردمبدینپارسی»

(Türkçe)

« Otuz yıl çok acı ve zorluk çektim

Farsça ile Aceme hayat ve can verdim »

(Firdevsi

İran kültürünün kendini reforme etme yeteneği onu günümüze kadar yaşatmada ciddi bir etken olmaktadır. Ancak kapitalist modernitenin Ortadoğu’da hâkimiyet sağlamasıyla birlikte İran’ın kültürel yeteneği zayıflatmıştır. Tarihte belki de ilk defa reformdan korkan bir ülke haline gelmiştir. Bu durumun edebiyat alanında çok başlılığa yol açtığı kimi yazar ve sanatçının eser ve görüşlerinden bilmek mümkündür. Sistemin iç katılığı nedeniyle yetenekli olan sanatçılar ya dışarıya kaçmış ya da bastırılmışlardır. Bu durum kapitalist modernitenin gölgesine sığınmaya mecbur bırakılan çok sayıda sanatçı yaratmıştır. Birçok sanatçı ve yazarın çalışmasını yorumlayan, onları ifade eden yer Batı olmaktadır. Aslında bu tür yorumlara oryantalizm içinde saklanmış resmi batı düşünceleri denilirse daha yerinde olur.

  Çağdaş İran şair olarak tanımlanan Nîmânın düşünceleri aslında İran kültürünün zamanımızdaki çelişkilerini çok iyi ifade eder. Şöyle diyor Nima:  “Çağdaş Fars şiiri, yüz yıl önce birçok değişim geçirmiş ve yenileşme yolunda çeşitli üslupları tecrübe etmiştir… Çağdaş İran şiirindeki yenilikleri inceleyip göstermek illa bütün bu yenilikleri onaylamak anlamına gelmez. Bu tabu yıkışların, yenileştirmelerin her birinin ne ölçüde doğru ve uygun olduğu ayrı bir bahis olup yenileştirme çabalarının yenileşme her türlü tutuculuktan daha tahripkardır, çaresi de daha zor…”Nîmâ’dan sonra çağdaş İran şiiri bir kaç akıma şahit olmuştur.

Bunlar: “Bazı şairler sosyal, siyasi temalara yöneldiler; şiirlerinin ana ekseni bu yöndeydi. Ahmed- i Şâmlû, Mehdî Ehevân-i Sâlis, Siyâveş-i Kisrâyî gibi şairler.” 

– “Bazı çağdaş şairler daha çok dil ve tekniğe ilgi gösterdiler, yeniliklerini bu alanda yoğunlaştırdılar. Hûşeng-i Îrânî, AhmedRızâAhmedî, YedullahRu’yâyî gibi şairler.”

– “Bazı şairler, isyankar ve devrimci şiirler yazmaya yöneldiler; sözleri sanattan çok mücadele ifade ediyordu. Husrev-i Gulsorhî, Said-i Sultanpûr gibileri.”

– “Bazı şairler duygusal ve romantik şiir yazmakla meşgul ve bu sınırlarda kalmaya razı oldular. Nâdir-i Nâdirpûr, Fereydûn-i Tevellelî gibi şairler.” 

– “Sohrâb-i Sipihrî gibi bazıları da doğa üzerinde durup bir tür tasavvufa yöneldiler, kendilerine mahsus bakış açısını yansıttılar.” Bu durumlar ağırlıklı olarak Şah hanedanlığı sürecindeki farklılıklar olmaktadır. İki kutuplu dünya içinde üç temel çelişki ile İran edebiyatı bir karmaşa içine girer. Birincisi çok köklü olan geleneksel değerler yanında çağın hakimmodernite etkileri iken; üçüncü bir boyut da hemen yanıbaşlarında gelişmiş Sovyet devrimi olmaktadır. Üç çelişki de İran’ın kültürel ve siyasi tarihiyle örtüşmektedir. Ancak bu üç olguyu İrani kılma anlamında reforme etme yeteneği eskisi gibi değildir. Bu karmaşa salt edebiyat alanına yansımadı olduğu gibi siyaseti belirlemekteydi. İran devrimi denilen şeyin İslami renge bürünmesi, bu karmaşa ile açıklanabilir. Kuşkusuz dönemin edebiyatçıları da bu karmaşadan nasiplerini aldılar. Üç etki duvarı arasına sıkışmış edebiyatçılar bazen şah karşıtıyken bazen yanında yer aldılar. Bir bakıyorsun modernite havasına kapılmış giderlerken şaşırtıcı bir şekilde sosyalist yanları da at başı koşmuştur. Bunlardan en tanınanı MeliküşşuaraBahâr Şah hakkında yergi şiirleri kaleme yazarken kendisi hakkında da ilginç yergiler bulunmaktadır. Şiirini Şah’a karşıymış gibi yazarken kendisine yapılan eleştiriler de hakikatten uzak değildir. Zamanın fotoğrafı şöyle olmaktadır:

 

“ İran şahına özgürlükten söz etmek hatadır.

  İran‘ın işi Allah‘a kalmış.

 İran şehinşahının dini, dinlerden ayrı!

 İran‘ın işi Allah‘a kalmış.

Şah sarhoş, emir sarhoş, zabit sarhoş, şeyh sarhoş.

 Memleket elden gitmiş.

 Her an sarhoşların yüzünden fitne ve kargaşa çıkmada.

  İran‘ın işi Allah‘a kalmış.”

MeliküşşuaraBahâr, Abdulhuseyn-i Zerrînkûb‘a göre, düşüncelerinde değişken bir yapıya sahip, birbirinden farklı tavırlar gösteren ve sabit düşüncesi olmayan biridir. Meşrutiyet devrimi sürecinde çok parlak bir geçmişiyle, kalemiyle ya da diliyle çok önemli hizmetlerde bulunmuş olmasına ve yenilikçilik düşüncelerine sahip olmasına rağmen, meşrutiyetin ikinci döneminden itibaren özellikle partileşme sürecinin başlamasıyla birlikte özgürlükçüleri etkisiz hale getirmeği, İngiliz nüfuzunu İran’da güçlendirmeyi hedefleyen Vusûkuddevle’nin (1950) ciddi taraftarları arasında yer almaya başladı. Divanındaki çok sayıda Şiir onun övgüsünde yazılmıştır.

Kendisi hakkında bunlar söylene dursun kendisinin Sovyet hayranlığı da şiirlerine yansımıştır. Bir şiirinde Sovyetleri kast eden bir mısra şöyledir:

“Bari gizlemeyeyim bize doğru Gelen her feyz kuzeyden gelir.”

İran ülkesi ve edebiyatçılarının karmaşası ta Hayyam ile başlar FüruğFerruhzad ile zirveye çıkar. Füruh şiirlerinde imge ile Hayyam’a göndermeler yapmaktadır. İnsan Füruh gibilerini düşündüğünde, İran’ın katı ve despotik yönetimini anlamakta güçlük çeker ama İran denilince belki de bu karmaşa madalyonun diğer yüzü olmaktadır. Füruh zamanında geleneğin ağırlığı egemenken ondan sonra şeriata dönüşmüş bir rejimle karşı karşıya kalmaktayız. Edebiyatla siyasi rejim arasındaki bu tezatlık kişileri boğarken genel akım olarak gelecekte nasıl bir şekil alacağı merak konusu olmaktadır. Bu kadar tezatlık nasıl bir arada yaşar gibi bir soruyu sorarsak, belki de edebiyatın ironik bir varlık nedenine farkına varmadan parmak basmış oluruz. İnsan, FüruğFerruhzadı okuduğu zaman tüyleri diken diken olur. Bir şiirin son beytinde şöyle der Füruğ:

“ey tanrı, ey ölüme bulaşmış gizemli kahkaha

ne yazık ki sana yabancıdır benim ağlamalarım

ben sana kafir, sana münkir, sana asi

sana inat, işte şeytan benim tanrım.”

 

Tanrıya yakarış ve tepkinin şiirleştirilmesi İran edebiyatında köklüdür. Fürüğ’un tanrıyı sembolik olarak işleyip kast ettiği şey İran’ın katı ataerkil kültürüdür. İran en iyi Füruğ ile anlaşılır. Füruğ’da Ömer Hayyam bir idol gibidir. Şiirlerinde dönmek istediği, kendisini mutlu hissettiği yer Hayyam’ın şiir dünyası olmaktadır.

“cüceler ülkesinde

ölçüm değerleri

hep sıfır eksenine göçmüştür

niçin duracakmışım?

ben dörtlü öğelere uyarım

ve yüreğimin içtüzüğünün düzencesi

körlerin yerel hükümetinin işi değil”

 

Yalnız sestir kalan şiir eseri, insan ve özelde kadın doğalığını mevcut ataerkil sistemin kadına reva gördüğü yaşama karşı bir direniş olmaktadır. Niçin duracakmışım, belirlemesi İran kadının derinlerde olan özgürlük özleminin şiirle ifadeye kavuşturulması kadar çok güçlü olan bir tarihi beleğin katı İran geleneğine çarpması olarak da anlaşılabilinir. Günümüz İran’ında taşlanan kadın imgesi Füruğ ile örtüşüyorsa, sesi kesilen kadının imgesel bir biçimde şiire yansıyan sesin de kesilmesi olarak anlıyorsak Fürüğ’dan sonra şiirinde öldüğünü kabul etmek lazımdır. Baba imgesi şeklinde vücut bulan ataerkil sistem, bu gün şeriat olarak daha güçlü yaşamaktadır. Füruğ genelde babasına sitem etmektedir, ancak babası şahsında bir otoritenin sorgulandığı kesin gibidir. Füruğ’un Ömer Hayyam’ı seçmesi edebiyat bilim ve aşk özlemine olan bağlılığın bir iç tepisi olarak görülebilir. Ben dörtlü öğelere uyarım derken, yine ölçüm değerlerini kast ederken insanın kafasında Hayyam’ın canlanması boşuna değildir. Akıl olarak dünyanın ölçülmesi derdine kapılan Hayyam Allah ile bir kavga içindeydi. Füruğ aynı meramı bu sefer insanlar için kullanmaktadır. Cüceler ülkesi dediği İran ile aslında dünyayı ölçen ölçüyü Hayyam’dan almaya çalışır. Uçmak derdi o zamanların İran kadını için harika bir metofor olmaktadır.

Zerdüşt’ün kendi tanrısını sorgulayıp soru yağmuruna tutması bir özellik olarak aslında Füruğ gibi şairlerin şiirlerinde saklıdır. Onun için İran’da ne varsa edebiyat ve sanatta vardır. İran’ın çok kültürlü geleneği bir nevi üstü örtülü olarak ya şiir ya da şarkı olup ortaya çıkmıştır. İran’da çukurlara konulan kadın gerçeğinde Füruğ’un ruhu dolaşmaktadır. Füruğ’ün aradığı ve istediği şey bir türlü gerçekleşmedi İran’da. Onun için Sadi’den, Mevlana’dan, Şahname’den ezbere dizeler okuyan kibar bir halk, muhteşem bir dil büyülerken vinçlere asılarak idam edilenlerin görüntüsü bir anda gölge düşürebilir bu duyguya dedik başta. İkisine alışmak ve ya alışmamak ikilemi İran Halkı için zor bir şey olduğu kadar hangisinin hangisini yitirdiği de aynı meramda çok zor bir soru olmaktadır. Şiir recm edilir şarkı ise vinçlere asılır günümüz İran’ında. Recm ve idamların çokluğu şiir ve edebiyatın güçlü olması ile ilgili olmaktadır. Füruğ bu gerçeğin ne kadar köklü olduğunu ifade etmek için, ben ağaçlar sülalesindenim demektedir yalnız ses kalır şiirinde.

 “ben ağaçlar sülalesindenim/ havasızlığı solumak üzüyor beni./ölen kuş, uçmayı anımsamamı öğütledi/

tüm güçlerin sonu varmaktır, varmak/ güneşin aydın kuralına/ ve ışığın bilincine dökülmek/ doğaldır/ yel değirmenlerinin çürüdüğü/ niçin duracakmışım?/ olgunlaşmamış buğday başaklarını ben/ memelerimin altında tutuyorum/ ve emziriyorum/

ses, ses, yalnız ses/ duru suyun akmaya istek sesi/ yıldız ışığının toprağın dişilik çeperine/ dökülme sesi/ anlam dölünün pıhtılaşma sesi/ ve ortak aşk belleğinin genişlemesi/ ses, ses, yalnız ses kalır./

ShareTweetPin
  • Anasayfa
  • Önder APO
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri

©2020 PAJK Hemû mafên wê parastîne - Ji aliyê Pajk

No Result
View All Result
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma
  • Galeri
    • Video
  • Kurdi

©2020 PAJK Hemû mafên wê parastîne - Ji aliyê Pajk