GERİLLADAN
İran yanıyor. Sokaklar kan. Furuğ’un, Sohrab’ın, Şamlu’nun ülkesi yanıyor bir kez daha. Beklenen bir yangın elbette. Daha ne kadar sürecek? İran dahi bilemez. İran’dan söz ediyoruz çünkü, şiirin, sözün ülkesinden. Şiirin havalandırdığı yüreklerin artık evlere sığmadığı ülkeden.
İran yanıyor. Daha nelere tanıklık edecek İran göğü, bilmek çok zor. Ama Elbruz Dağı’nın eteğinde kurulu Sadabad Sarayı’na vuran ışık, geçmişin ışığı değil. Sokaklarda bugün sözden güç alan bir isyan var. Hep öyleydi. İran, tarihinin içinde hep sözle var oldu, bugün de sözle ilerliyor. Sokaklarda SohrabSepehri’nin şiirlerini okuyan gençler yeni zamanın ruhunu çağırırken;
“Yağmurun altında ilerlemeliyiz
Gözlerimizi yıkamalıyız artık
Ve dünyayı başka görmeliyiz” diyorlar. Ölümleri ve zaferleri yaratan güç yine sözden doğuyor. Korkunun gözlerine o sözlerle bakıyorlar. Evet, sözün ülkesi İran’dan bahsediyoruz. Ama bahsettiklerimiz İran’ın bir yüzü olmaktadır. “Peki ya diğer yüzü nasıl?” denilirse İran için belirtilecek şey tıpkı İran gibi iki uç olarak kalemimizi doğalında etkileyecek.
Sadi’den, Mevlana’dan, Şehname’den ezbere dizeler okuyan kibar bir halk, muhteşem bir dil büyülerken vinçlere asılarak idam edilenlerin görüntüsü bir anda gölge düşürebilir bu duyguya. Farklı halkların, dinlerin, felsefelerin beşiği İran zengin ve dalgalı tarihinin ağırlığı altında ezilmek veya bu zenginliği özgürleştirmek arasında gidip geliyor. Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle yeniden gündeme yerleşen İran, dünyaya en büyük sürprizini 20. yüzyılın son çeyreğine damgasını vuran 1979 İslam Devrimi’yle yapmıştı. Kimilerince “Ortaçağ karanlığına dönüşün sembolü”, kimilerince ilk “postmodern devrim” olarak selamlanan 1979, çelişkiler ülkesi İran’a yeni çelişkiler kattı. İran dünyada resmi olarak On İki İmam Şiiliği’ne bağlı tek ülke. Halkının yüzde 89’unun bu inanca bağlı olması, etnik bir mozaik olan İran’ın birleştirici unsurudur. Fars kökenliler toplumun yüzde 51’ini oluştururken, Azeriler yüzde 24, Gilani ve Mazandaraniler yüzde 8, Kürtler yüzde 7, Araplar yüzde 3 gibi oranlara sahip. İran’ın ruhani önderi Ali Hamaney ve son seçimlerde reformcuların adayı Mir Hüseyin Musevi de Azeri kökenli. Anlamı “Aryanların ülkesi” olan İran kavramı, günümüzde tüm bu etnik aidiyetlerin üzerinde yer alan, kapsayıcı bir üst kimlik. İran’ın ”Aryanların ülkesi” haline gelmesi MÖ 10.000’lerde başlayan Noeolotik kültürün kendini geniş bir çevreye yayılması ile mümkün olmaktadır. Farklı hanedanlar ve isimler altında da olsa, çok köklü bir yerleşik kültürün oluşması, dışarıdan gelenlerin bu güçlü kültürce şekillenmesiyle ortaya dinler ve halklar mozaiği İran çıktı. İran’ı bir imparatorluk olarak birleştirmeyi başaran Medler (MÖ 625), Persler (MÖ 559- 330), Partlar (MÖ 247-MS 224) Sasaniler (224-651) bin yıl yönettikleri bu topraklara kendi damgalarını vurdular. 1925’ten sonra yönetimi ele geçiren Pehlevi hanedanı, İslam öncesi “kadim Fars” kültürüyle övünmeyi öne çıkararak, modernist ve laik rejimine yeni bir meşruiyet zemini oluşturmayı amaçlamıştı. Muhammed Rıza Şah’ın 1971’de “İran krallığının 2500. Yılı’nı kutlamak için Persepolis’i seçmesi tesadüf değildi. Bir görüşe göre, MÖ. 1000’lerde ortaya çıkan Zerdüşt dini sonrası İran’a gelen her din, ne kadar karşı koysa da bu kadim dinin yarattığı algı dünyası içinde hayat bulabildi. Ona karşı savaştıkça ondan etkilendiler. Zerdüştiliğe göre Ahura Mazda, tek evrensel ve aşkın tanrı, yaratılmayan yaratıcıdır. Onun yarattığı düzen ve doğruluk güçleriyle düzensizlik güçleri sürekli mücadele eder. İnsanlardan hayata etkin biçimde katılmaları ve özgür iradeleriyle bu mücadelede taraf olmaları istenir. Sonunda Ahura Mazda, şeytani güçlerin simgesi Ahriman’ı yenilgiye uğratacak, evren yenilenecek ve zaman sona erecektir. Tüm bu inanışlar daha sonra ortaya çıkan ve yine iyiyle kötünün savaşını esas alan Manicilik, İslam ve Şiiliğin yorumlanmasında etkili oldu. Bu mirasın İran’ın İslamlaşması sürecine eşlik etmesi de kaçınılmaz oldu. 651 sonrası İslami dönemde, özellikle 10. ve 11. yüzyıllarda Fars kültürünün ve dilinin şahlanışa geçtiğini ve “Fars İslamı” denen sentezin şekillendiğini görüyoruz. Hindistan’la ciddi kültür etkileşimi içinde olan İran’da, Hinduizm ve Budizm etkilerinin görülmesi ve bunların İslam tasavvufuna güçlü etkilerde bulunması da önemlidir. Firdevsi’nin (ö.1020) olağanüstü metni Şehname, İslam öncesi döneme ait temalarıyla, bu kültürün yeni dönemi kucaklamaya hazır olduğunun özgüvenli müjdecisi gibidir. Bundan sonra Farsça ve Fars kültürü, bu toprakları yönetecek olanların rehberi olmaya hazırdır.
Şiilik yerleşiyor
İran toplumunun 13. yüzyıl başlarından itibaren Moğol istilalarında çok zayıfladığı, ama toplumsal yapısının dayanıklılığı ve istilacıların bu yapıya sızmalarını engelleyen akıllıca dinamikleri sayesinde hayatta kalabildiği vurgulanmalı. İlhanlılar örneğinde olduğu gibi zamanla İran kültüründen etkilenen istilacılar da olmuştu. Ne var ki 16. yüzyılın başında İran’la ciddi kültürel mirasa sahip olan Kürtler, bu ülkeye silinemez damgalar vuracaktı. Şah İsmail (1487- 1524) liderliğinde, çoğunluğu Kürt olan bu halk karizmatik halk önderlerinin peşinde İran’da Safevi (1501- 1722) hanedanını kurdular. Kendilerine kurtuluş vaadinde bulunan senkretik (birbirinden farklı inançları uzlaştırma, harmanlama) dinsel söylemlerin cazibesine fazlasıyla açıktılar. Şah İsmail şaşırtıcı bir senkretizme imza atarak, kendisini “kayıp imam” ilan etmekle kalmadı, Şiilik, Sünnilik, Hıristiyanlık, Budizm, Zerdüşt dini ve kimi yerel inanışlardan derlediği dinamik bir inanç hareketi oluşturdu. Safevi şahlarının Osmanlılarla mücadelelerinin de tesiriyle, taraftarlarını gemlemek için İran’ı Şiileştirmeye girişmeleri son derece hızlı oldu. Arap bölgelerinden pek çok Şii alim toprak vaadiyle İran’a yerleştirildi. Safeviler yerel Fars unsurlarıyla işbirliğine girerek yerleşik bir devlet yaratmaya soyundular. Safevi hanedanı sonrasında “devlet içinde devlet” haline geldi.
Bu boyutu anlamadan İran tarihini ve günümüz İran’ını kavramak imkansızdır. İran edebiyatı deyim yerinde ise bu kadar bol külfete sahiptir. Çoğu yazar bu kültür harmanlamasından yola çıkarak, “farsça diye bir dilin olmadığı aslında Farsçanın tıpkı soranca lehçesi gibi Kürtçenin bir lehçesi olduğunu” savunur. Nedeni ise bir dilin dil olması için bol lehçeye sahip olması gerekir savıdır. Farsça da lehçe nerede ise yok gibidir. Kürmanci, Zazaki, Soranca arasındaki fark ne ise Kürmanci ile farsça arasındaki fark da o kadardır. Dil kadar ortak kültür de bu savı doğruya yakın göstermektedir. Kürt olan çok şahıs dışarıda Fars olarak tanınmaktadır. Yine Kürtçe olan bir çok eser Farısi olarak tarihe geçmiştir. Dolayısıyla konu bu olmasa da Fars kültürünün iki etnik kültür ile beslendiğine dikkat çekmek açısından bu örnek önemlidir. Bu gerçeği iyi anlamak için Firdevsi’ninşahnamesini tekrardan incelemek gerekir. Çünkü Şahname İran edebiyatının en özgün eseri olmaktadır. Özgünlük kadar Kürt kültürü ve edebiyatının gelişim dinamikleri ile bir benzerlik taşımaktadır İran edebiyatı. Benzerlik şudur ki, Zerdüşt geleneğinin ruhsal ve felsefik anlamda dışa karşı saldırı olduğu zaman gelişen reflekslerin iki kültür boyutunda da aynılık taşıması olmaktadır. İran, iki hegemonik güç tarafından kıskaca alındığı bir zamanda firdewsi ortaya çıkar. AhmedeXane’ninMem ve Zin destanı da benzer bir dönemeçte kendini göstermektedir.
İran edebiyatla kendini inşa eden nadir bir ülke
Tarih, halkların kelimelerden hikayeler, hikayelerden kendi varlıklarını oluşturduklarına tanıktır. İran tarihini oluşturan, milli bir kahramanlık destanı olan Firdevsi’ninŞahnamesi Tevrat ve Kurandan önemli yerler içermekle birlikte, temelde Zerdüşt inancının kutsal kitabı Avesta’ya dayanmakta ve kaleme alınmasının üzerinden bin yıl geçen bu destan newroz törenlerinde kurulan “HeftSîn” sofrasında Kuran yerine okunmaktadır. Bunu niye aktarıyoruz?
Bu aktarma firdewsiyi ve amacını çok iyi doğrulamaktadır.
Newroz’la ilgili kaynaklar Firdevsi’ninŞahnamesine kadar gider. Bir Fars Milliyetçisi olan FirdevsiNewroz başta olmak üzere Kürt halkının Pers siyasal ve edebi tarihi içindeki ağırlığından rahatsızlık duyduğu hatta yer yer Med’iPersleştirmeye çalıştığı halde Şahname’nin Kürt motifleriyle süslü olduğunu açığa vurmaktan kaçamaz. Metinin destan, din, mitoloji, siyaset ve tarih içeriği bunu ele veriri. Bunların başında da Newroz gelir.
Newroz Kürtlerin bölgeye bahşettiği bayramdır diyen Ömer Hayyam’ıFirdevsi’ninŞahnamesi doğrulamaktadır. Çünkü Firdevsi’nin beslendiği kaynakta Zend-Avesta’dır. Avesta’nınMed imparatorluğu döneminde daha derli toplu hale getirildiği biliniyor. Med imparatorluğunun kurucu ideolojisini Avesta oluşturur.
Bu Med-Pers ilişkisi öyle güçlü ki İslam kültürü ve siyetinin asimile ettiği Fars dilini ve kültürünü kurtaran 940-1020 arasında yaşayan İran-Pers anlayışının İslam zamanındaki en önemli şahsiyeti Farsça’yıArapca’nın etkisinden kurtarmış bir Fars milliyetçisi olan Firdevsi, Newroz mitolojisini üstü örtük biçimde Persleştirmede sakınca görmüyor.
Firdevsiden önce Newroz efsanesi Kürt boyları içinde yaşanırdı. Firdevsi tam 25 yıl çalışıp tüm maharetini kullanarak M.S.974-999 tarihinde yazdığı Şahmame eserinde Kürt orjinli olan Newroz efsanesini Fars halkına mal etmeye çalışır. Bunu yaparken de aslında siyasal bir amaç güder ve Fars halkı adına ideolojik bir odak oluşturmaya çalışır. M.S. 10 yy’ın sonunda yani İslami şartlarda yaşayan ve İslami esaslara da bağlı olan Firdevsi’nin bu ideolojiyi oluşturma bunu yaparken de Kürtlerin değerlerini dönüştürme ve Farslaştırma çabasının M.Ö 6. Asırda yaşamış olan Kamis’in vasiyetine uyduğuna inanılır.
Böyle olmak birlikte Firdevsi dolaylı olarak Kürt tarihine büyük katkı sunarak akrabalığa biraz bağlı kalmıştır. Kürt Halkı ulusal-toplumsal bilinç kazandıkça Firdevsi de kocaman tarihinin dokümanlarını bulacaktır. Biraz dikkatli bakması, biraz kendini tanıması yeterlidir. Çünkü Firdevsi iki Newrozu da bütün toplumsal, siyasal anlamıyla belgelenmiştir. Evet iki Newroz’dan söz ediyorum. Firdevsi her iki Newroz’u tespit ederken tüm siyasi olayları, tarihin akışını, dini ve kültürel simgeleri kaydederken bunların Kürtlere ait olduğunu örtülü olarak belirtmiş oluyordu. Firdevsi’nin kaydettiği iki Newroz’un nasıl olduğuna bakalım.
Birinci Newroz: Newroz’la ilgili araştırmaların ortak kaynak saydığı Firdevs’inin Şahnamesidir ve Şahnamedeki bütün inançlar, semboller, figürler ve olaylar, Avesta’nın kaynak alındığını gösterir. Zend-Avesta da Med imparatorluğunun kurucu, ideolojik eseri olduğu bu eserinde Zerdüşt dinini ikinci ana semavi dinlere etkisi bakımından, ilk kitabi din yaptığı düşünüldüğünde karşımıza Kürt tarihi çıkar.
Firdevs’i Kasit Kürt devletini Cemşid (Yima) isminde ifade etmiştir. KasitlereÇemşid devleti dedi. Akadları yıkan CemşidKasit Kürt devletini kurduğu o gün Birinci Newrozdur. Firdevs’inin bahsettiği Cemşid devleti ortalama yedi yüzyıl yaşamıştır. Demirin Anavatının kuzey Mezopotamya olduğu, bu keşfin sahibinin Huriler olduğuna bütün bilim otoriteleri inanır. Ve Kasitler Demiri yumuşatıp işlemeyi öğrenerek, ziraatçılıkta kullandıkları aletlerin yanında silah ve teçhizat yapımında da kullanarak siyasi ve ideolojik anlamıyla birlikte okumamızı gerektiren Newrozun ilk halini yarattılar. Newrozun ilk adımı olan Demir cevheri sayesinde, Kasit imparatoru Cemşid Kürt şehri Demavent’ten ilerleyerek M.Ö1750’de 21 Mart günü Babil’e girdi.
Firdevsi’nin söylediği gibi ilk Newroz kültünün doğuş sebebi askeridir. İlk Newroz savaş olgusundan doğmuştur.
Demir Devriminin sahibi HurrilerinKasitlerin atası olduğu yedi yüzyıl ömürlü KasitlerinHurrilerin soyundan olduğunu yumuşatılan demir sayesinde hem ziraatta zenginleşen hem de savaş ve savunma silahlarına sahip olan Cemşit liderliğindeki Kasitlerin kolayca Babile girdiğini bizzat doğrulayan Firdevsi, böylece zirayi zenginlik, astronomi, iklim ve askeri üstünlüğün bir araya gelmesiyle Newrozun doğduğunu da belgelemiş oluyor. Firdevsi 10. Yüzyılda İslami inanca uyumlu hale getirerek anlatmak istemiştir. Avesta’nın dini yani ideolojik gücünü, bu devrimdeki öncü rolünü, İslamiyet’in Magi Mecusi hassasiyetinden dolayı öteleyerek İslamiyeti çağrıştıran ifadeler kullanmayı tercih ediyor. Devrimden sonrası için de Med ve Magi’lik yerine Pers ve İslamiyet’i geçiriyor.
Firdevsi, bu tarihi özgürlük bayramının zenginliğinden faydalanarak fars dilini ve kültürünü özgün yerine oturtmuş, İslam-Arap kültürü içinde erimeye yüz tutmuş dilini ve kültürünü özgürleştirerek yeni bir fars kültürü yaratmıştır. Firdevsi, 1600 yıl sonra Fars milliyetçiliğinin en önemli klasik eseri Şahname’yiNewroz’dan yaratmıştır. Şahnamenin İslam ülkesi İran’da Kuran’dan daha çok okunduğu hatırlanırsa, Fars halkının Arap-İslam kültürünün asimilasyonuna karşı Şahname’yle direndikleri söylenebilir.
Firdevsi’ninŞahnamesine konu olan Newroz’un ana teması da bu coğrafyada sosyal ve siyasal yaşamı baskı altına almış, gelişmesini engelleyen çok uzun ömürlü iki devletin ancak savaş yoluyla aşılacağıdır. Sosyal ve siyasal tıkanıklığın önü ancak savaşla açılabilir.
Örneğin Firdevsi’nin ünlü Şahnemesi tamamen Kürt halk destanı masal ve mitolojilerini dönüştürüp farisileştirmeyi esas alarak yabancı bir metne dayanmışken, buna rağmen Şahneme başka bir şeydir, orijinal bir şaheserdir. Tabi Firdevsi’den önce başkaları tarafından kaleme alınan Şahnameler’de vardır ama günümüze ulaşan büyük eser Şahname’nin var olması için Firdevsi tarafından yazılması gerekirdi. Bir eseri kimin yazdığının önemli olduğuna dönük en önemli örneklerden biridir bu. Firdevsi’ninŞahneme’si kaynaklarına rağmen başka bir manevi merkezdir.
Firdevsi, Şahneme’ye Allah’ı öven beyitlerle başlamıştır. Giriş bölümünde evren ile Ay, Güneş, Gezegenler, Yerküre ve diğer varlıkların yaratılışından söz eder. Şahneme’nin en önemli kaynağı Zerdüşt’ün Avesta kutsal kitabıdır. Zerdüşt dininin temellerini atan Avesta’da iyilik ve kötülüğü temsil eden tanrılar Ehriman ve Ahuramazda ile yaratılış destanı yer alır. Şahnemenin diğer kaynağı Hudayname’de ise İran Hanedanları ile hükümdarlarının adları, çeşitli dönemlerde olan tarihsel olaylar ve efsaneler yer alır.
Firdevsi her ne kadar Allah’ı öven beyitlerle Şahneme eserine başlamışsa da yapılan şey esasında
Firdevsi’nin niyetini örtülemez. Onun amacı gayet açık bir biçimde siyasi olmaktadır. Allah ismine başvurması Arapçadan kaynaklı değil İslam’ın o zamanki egemenliğinden kaynaklanmaktadır. Arapça ile baş edecek edebiyat konusunda ona meydan okuyan birileri varsa o da Fars şairleri olmaktadır. Bunu hem eskilerde hem de yakın zamanımızda açıkça yapmışlardır.
Örneğin Müellife göre, “Arapça Farsçaya göre fazileti diğer bütün dillere nazaran daha güzeldir ve bu fazilet Şer‘andır. Ama Şiirdeki manalar, ince sanatlar, vezinler ve mizanlara göre buna dâhil değildir. Eğer Farsça Şiirler Arapça Şiirlerden az gelirse ben fazla konuşmayacağım, der o. Üç bakımdan Farsça Şiirler Arapça Şiirlerden daha iyidir. İlk önce Fars Şiirinin mizanı vezindir, onların ölçekleri bizimle hem terazi olamaz, çünkü onların Şiirlerinde esas öğeler kayıcıdır. Eğer Arap Şiirinde bizim Farsça ifademiz olsaydı biz ona namevzun derdik. Dolayısıyla biz gayet sağlam o hükümleri bir harf farkıyla veya bir hareketin değişmesiyle bozulduğunu görürüz. Ama onların yakınlığı lafzın değişmesi ve harfin çoğalması veya azalmasıyla dürüst olur. Bu mizan da Farsça Şiirde olur, Arapça veya başka Şiirlerde değil. Arapça ve Farsça Şiirin kıyasına esas alınan ikinci delil de dikkat çekicidir(…)Eğer Arap dili büyüklüğüyle her akla sığmaz ise de, ama bu dilde konuşan öyle lafız kuvvetine sahiptir ki, tarifi zordur. Çünkü bin lafzın tek manası ve bir lafzın on manası vardır. Her kelimeyi yerinde kullanmayı bilir. Ama Farsçada birkaç manaya sahip kelimeler çok azdır. Dolayısıyla insafla kıyaslamak gerekir ki, bu yolda Farslara ne kadar zor ve Araplara ne kadar kolay olduğunu.”
İran edebiyatı en fazla başka halkların edebiyatında anlaşılır
Büyük Fars Şairi Emir HusrevDehlevî‘nin lirik şiirleri “Tuhfetus- sığar” (“Gençlik Armağanı”) “Vesetul-hayat(Hayatın Ortası) “Gurretul kemal” (Kamilliğin Başlangıcı) Bakiya u nakiya (Güzidelerin güzidesi) “Nihayetul-kemal” (Kamillik Zirvesi) adlı beş divanında toplanmıştır. Bu divanlar Hindistan, Büyük Britanya, İran, Rusya, Özbekistan kütüphanelerinde korunmaktadır. İran’ın edebiyat alanındaki başarısı kuşkusuz kültürel alt yapısı ile ilgili olmaktadır. Uzun yıllar Aryan kültürünün temsilcisi olarak tanınan tek halk olması, bu avantajı güçlendirmiştir. Kendi içinde onlarca kültürü Aryan adı altında barındırabilmiştir. Hindistan’dan Osmanlı imparatorluğuna kadar geniş bir coğrafyada kültürel hâkimiyet sağlaması bazı tarihi koşullarla mümkün olmuştur. Osmanlı imparatorluğu, siyasal anlamda Araplara dayanıp şekillenirken kültür ve özelde edebiyat alanında olduğu gibi İran’a dayanır. Divan edebiyatı olarak bilinen Osmanlı edebiyatı teknik dâhil biçem ve içerik bakımından üstü örtülü bir biçimde bir İran edebiyatı olmaktadır. Şahname eseri, şahlara methiye bakımından zamanın şair ve şiirlerine esin kaynağı olmuştur. Zaten divan edebiyatı Şahname’nin şiirleştirilmiş hali olmaktadır.
Fars edebiyatlarının nazım ölçüleri, nazım birimleri (beyit, murabba, müstezat, muhammes, müseddes vb.), mazmunları (kalıplaşmış sözleri) Osmanlı edebiyatında kendisini gösterir.
Farsça; bilim adamlarının, sanatkârların ve saray çevresinde yaşayan insanların dilinde çok etkindir. Böylece, aydınlara özgü olarak Türkçe, Arapça ve Farsçanın birlikte yer aldığı kültür dili olan “Osmanlıca” ortaya çıkar. Divan Edebiyatı’nın nazım ve nesir türündeki eserleri, esas olarak bu dille meydana getirilir. Divan edebiyatının bütün şiirsel terminolojisi Farsça edebiyatından alınmıştır. Divan edebiyatında şiir türleri olarak bilinen aşağıdaki bütün örnekler Fars edebiyatı baz alınarak geliştirilmiştir. Bu türü geliştiren şairler olarak en ünlü olan Nesimi ve füzulli İran edebiyatından etkinmiş isimlerin başında gelmektedirler.
-Bahariye
-Cemreviye
-Fahriye
-Mersiye
-Medhiye
-Gazavatname
-Sahilname
-Sâkiname
-Kıyafetname
-Surname
-Hamamname
-Şehrengiz
Sedece Osmanlı değil Türkistan olarak bilinen coğrafyada da İran edebiyatı hakim olmaktadır. AhmedYesevi, Divan- i Hikmet olarak bilinip Azeriler arasında yaygın okunan eseri Semerkant’ta eğitim aldığı YusıfHemedani’den etkilenerek yazmıştır. Divan her bakımdan Fars edebiyatı baz alınarak vücuda kavuşturulmuştur.