Tekoşin Ozan
AKP hükümeti, Türkiye tarihinin en büyük demokratik halk ayaklanmasını bastırmaya çalışırken anlaşılan yüzde ellilik oy potansiyeline güveniyor. Direnişi kırma gerekçesini de uluslar arası sermaye güçlerinin oyunlarına bağlıyor. Toplum neredeyse ikiye bölünmüş durumda. Muhalefet güçlerine karşı yürütülen aşırı şiddet ve Başbakan’ın “dostumuzu, düşmanımızı tanıdık” söylemleri toplumsal parçalanmayı derinleştiriyor. Kazlıçeşmeye gelenler dost, taksimde ve taksimi destekleyen diğer yerlerde eyleme geçenler düşman oldu. Bu kadar gözü kara, pervasız ve sağduyusunu yitirmiş bir siyaset anlayışı, sadece mağdurları yıpratmaz, en başta hükümeti yıpratır, hatta ülkeyi kaosa götürebilir.
Bu siyaset anlayışı ve uygulamalarına “biz yüzde ellinin değil yüzde yüzün hükümetiyiz” söylemi hiç oturmuyor tabii. AKP, gaz bulutu içerisinde kaçışanların, yaralılarını kurtarmaya çalışanların, TOMA’ ların zehirli sularıyla vücudu kızaranların, eli kelepçeli doktorların, “azılı terörist” diye lanse edilen siyasetçi ve sanatçıların hükümeti midir? Gözünü kaybeden, kafası yarılan, vücudu darp izleriyle moraranlar da AKP’nin onları kucakladığını düşünüyor mu acaba? Öldürülen gençler AKP’nin talimatıyla harekete geçen polislerin şiddetini, “AKP bizim hükümetimizdir, sever de, döver de, öldürür de” diye mi düşünüyorlardı? AKP kalan yüzde ellinin “siz bizi temsil etmiyorsunuz, bizi biz olmaktan çıkarmaya çalışıyorsunuz, kaç çocuk doğuracağımıza, nasıl yaşayacağımıza, ne içeceğimize, nasıl düşüneceğimize, ne konuşup ne yazacağımıza karar veriyor, kendinize benzeştiriyorsunuz” dediğini anlayamıyor mu? Herkesi ideolojik yaklaşmakla eleştirip, ılımlı İslam ideolojik anlayış, yaklaşım ve kurumlaşmasını geliştiren AKP hükümeti, hiç inandırıcı olamıyor. Pişkin pişkin gülerek “bizim insanlarımız TOMA’ ların zehirli sularına alışıktır” diyen valinin sözleri kadar aşağılayıcı ve yalancı duruyor.
AKP’nin ‘bizden olmayan düşmandır’ zihniyetine en fazla muhatap olanlar Kürtler olduğu için iyi bilirler bur durumu. Neyse ki, AKP’nin iktidar hırslarına, komplekslerine, sarhoşluğuna takılmadan, daha geniş çeperden bakan, tıkanma süreçlerinde inisiyatif geliştiren Önder APO var. Açıkçası AKP iktidarının değişmesi iyi olurdu. Ancak Önderliğin başlattığı çözüm sürecinin gelişmesi, tüm Türkiye halklarının barış ve demokrasi zeminini geliştirmesi için istikrara ihtiyaç var.
AKP bu duruma ne kadar ciddi yaklaşıyor? Konusundaki kaygıların giderek arttığını da belirtmek gerekir. Çözüm sürecinin birinci aşaması bittiği halde hiçbir adım atılmamış olmasına ek olarak, Önderliğimizle ilişkileri kısıtlama, keşif uçaklarıyla keşif faaliyetlerini eskisinden de daha fazla bir seviyeye çıkarma, yasaların çıkmış olmasına rağmen hasta tutukluları tahliye etmeme, korucu ve karakol sayısını arttırmaya çalışma gibi yaklaşımlarına duyarsızlık, zafiyet kelimeleriyle tanım getirilemez. Kelimenin gerçek anlamında bu yaklaşımlar düşmanca yaklaşımlardır.
Bu konuda da yüzde ellinin oyuna mı güveniyor, uluslar arası sermayenin gücüne mi inanıyor. Bir yandan sermaye güçlerinden korunmaya çalışırken diğer yandan Türkiye’nin en kritik sorununda onların direktiflerine göre mi hareket ediyor? Sri Lanka deneyimlerinin tekrarlanabileceğini mi düşünüyor? Kürt ve Türk halklarının bu sorunu kendi aralarında çözme iradelerinin olduğuna güvenmiyor mu? Demokratik çözüme yönelik adımları ne zaman pratikleştirmeyi düşünüyor? Sürecin yokuşa sürülmemesi için neler yapmayı düşünüyor? Soru çok. Pek bir cevap yok.
Buna karşılık Kürt tarafı hızla sürecin gelişmesi için gerekli adımları attı-atıyor. Geri çekilme güçleri tüm dünyanın gözü önünde sözlerini pratikleştiriyor. Hareketimiz siyasal çözüm eksenli politikalar üretiyor, dilini buna uyduruyor.
Diğer taraftan demokratik ulus inşasının zeminini güçlendiriyor, halklarımızın, kadınların ve halkımızın ortak yaşam alanlarını örgütleme çalışmasını temel gündemi haline getiriyor. Önce Ankara’da Türkiye halklarının demokratik yaşam birliğini esas alan Demokrasi ve barış konferansı yapıldı. Çözüm gelişecekse halkların birbirini anlayabileceği, kültürel ortak değerlerini açığa çıkarabileceği, birbirini dinleyeceği demokratik kültürün gelişmesi gerekir ki özgürlükler inşa edilebilsin. Bu bakımdan çok önemli bir adımdı. Sanki Türkiye’yi hiç ilgilendirmiyormuş gibi ana akım medya haber konusu bile yapmadı. Önemini görmezden geldi. Ya da görmezden gelmesi istendi mi demek lazım?
Ardından Amed’de 26 Ortadoğu ülkesinden kadın temsilcilerin katıldığı Ortadoğu kadın konferansı yapıldı. Kürt kadınlarının özgürlük mücadelesinin bölge kadınlarına kazandırdıkları, Reber APO’nun Ortadoğu halklarının özgürlük ve erdemli yaşam arayışları açısından kazandırdığı umutlar ifade edildi. Tüm bölge kadınlarının ve halklarının temel siyasal, kültürel, sosyal, dinsel v.b. sorunlarına demokratik, özgürlükçü, barışçıl çözümler üretildi. Hepimizin geleceğini ilgilendiren önemli kararlar alındı. Bütün bölge basını temel gündemlerden biri olarak işlerken, Türkiye topraklarında gelişen bu önemli konferans Türk basınında işlenmedi.
En son Amed’de Kuzey Kürdistan halklarının demokratik birlik konferansı yapıldı. Hemen hemen bütün Kürt partilerinin, kültürel örgütlerinin temsilcileri, Asuri, Mahalmi halklarının temsilcileri, Alevi, yezidi kesimlerin temsilcileri demokratik inşanın yol yöntemlerini tartıştı. Çok güçlü sonuçlara ulaşıldı. Türk basınında yine tık yok. Sanki bu çalışmalar Demokratik çözüm sürecinin bir parçası değilmiş gibi… sanki bu konferanslar bu ülkede yapılmıyormuş gibi… sanki bu toprakların insanlarını ilgilendirmiyormuş gibi… yine ötekileştiren, görmezden gelen, yokmuş gibi davranan, bizden değilsiniz havasıyla yaklaşan bir politika izlendi.
Bir tarafta demokratik yaşam harıl harıl inşa edilmeye çalışıyor, diğer tarafta savaş sürecinin dili, yaklaşımı, atmosferi sürdürülüyor. AKP bu yolla bir yerlere varacağını düşünüyorsa yine yanılıyor, yine yanıltıyor. Yok eğer gerçekten çözümden yana bir şeyler yapma niyeti varsa elini çabuk tutması iyi olur. Defalarca kanıtlandı ki; boşa harcanan zaman, kaybedilecek canların zeminidir.