Ben de başlarken Heval Zîlan, Heval Sema ve Heval Gulan şahsında– tüm Haziran şehitlerimizi saygı ve minnetle, sevgiyle anıyorum. Aynı zamanda Sêx Seîd ve arkadaşlarının idamının yüzüncü yıl dönümüdür de. Şêx Seîd ve arkadaşlarının idam edilişi tarihsel bir sürecin başlangıcını temsil ediyor. Onları da saygı ve minnetle anıyoruz. Tabii ki mücadelemiz aynı zamanda onların bıraktığı yerden bir devam biçiminde ilerledi ve ilerliyor.
Mesela bir Heval Zîlan gerçekliği…Mektuplar yazıyor. O mektuplarda dile getirdiği hususlar var. Ve birkaç kez “anlamlı yaşam” arayışından bahsediyor. Tüm şehitlerimiz açısından da bu geçerli. Heval Gulan’ı mesela bizzat tanıma şansımız da oldu. Heval Leyla, Heval Bêrîvan, Heval Raperîn, Heval Helmet’i de öyle…
İnsan bir programda bütün arkadaşları değerlendiremiyor. Fakat bu mücadele gerçekliği içinde tanıdığımız ve şehit düşen birçok arkadaşımıza dair insan çok derin bir anlam hissediyor. Özellikle de şehadet gerçekliğiyle birlikte… Heval Zîlan’dan bahsediyoruz, Heval Sema’dan bahsediyoruz. Yazdıkları, mektuplarda ifade ettikleri hususlar var. Büyük bir anlam derinliği var yani. Peki, insan niye böyle soruyor? Niye bu kadar büyük bir anlam derinliği? Niye bu kadar büyük bir anlam arayışı? Önder Apo mesela her savunmasına, “Hakikat ve Yöntem” diye başlamıştı. Aslında bu da anlamdır yani. Şimdi en son yazdığı Manifesto’da da başlangıcı “Doğa ve Anlam” başlığıyla yaptı. Bu, Kürdistan gerçekliğinde, Kürt gerçekliğinde ve PKK gerçekliğinde ortaya çıkan şehitlerimizin ve değerlerimizin ifadesidir.
Niye bu kadar büyük bir anlam arayışı var? Niye? Çünkü gerçekten Kürdistan ülkesini, Kürt halk gerçekliğini, Kürt birey gerçekliğini ve bununla birlikte Kürt kadın gerçekliğini o kadar sıfırlayan hatta sıfırın altına indiren ve anlamsızlaştıran bir sömürgeci gerçeklik var.
İnkar Tarihi Aşıldı Ama Özgürleşme Görevleri Bizi Bekliyor
İnsan şöyle de değerlendirebilir: Şêx Seîd büyük bir isyana öncülük etti. Aslında bu neyin isyanıydı? Yeni gelişen, Birinci Dünya Savaşı’yla birlikte ortaya çıkan durumların ve bu durumun karşısında Kürtlerin de bir pozisyon almak istemesine dönük bir isyandı. Zira Kürtlerin de Ortadoğu’da zaten binlerce yıla dayanan bir yeri var. Ve bunu korumak isteyen, bunu savunan bir yerden isyanı geliştirirken, buna karşı bir imha operasyonu gerçekleşti. Ve biz biliyoruz ki, Şêx Seîd isyanının bastırılması ve idam edilmesiyle birlikte Türkiye Cumhuriyeti şahsında bir inkâr tarihi gelişti.
Önderlik bunu son manifestoda “örtük tarih” olarak değerlendiriyor. Üzeri örtülen bir tarih, diyor. Ve Şêx Seîd —yani 1920’li yılların başları diyelim— özellikle de Şêx Seîd ve Seyîd Rıza isyanları ve sonrasında artık inkâr tarihi olarak gelişen yüz yıllık bir tarihsel süreç var. Dolayısıyla burada büyük bir kimliksizleştirme ve anlamsızlaştırma var. Çok derin bir anlamsızlaştırma… O nedenle PKK aslında bu anlamsızlaştırmaya karşı ortaya çıktı. Yani yaşamın, halk kimliğinin, kadın kimliğinin hatta erkek kimliğinin anlamsızlaştırılmasına karşı ortaya çıkan bir isyan hareketidir.
Önderlik sık sık, bu son başlattığı süreçle bağlantılı olarak da ifade ediyor: Diyor ki, “PKK aslında inkâra karşı ortaya çıkan bir isyan hareketidir ve bu inkârı da aşmıştır, aştırmıştır.” Bu anlamda rolünü ve misyonunu tamamlamıştır. Yani burada tabii ki bu inkâr tarihi aşıldı ama aynı zamanda özgürlük mücadelesi ve özgürleşme görevleri de bizi bekliyor. Bu anlamda görevlerimiz tamamlanmamıştır. Ama PKK bu anlamda rolünü oynamıştır.
İşte Heval Zîlan, Sema gerçekliği, Heval Gulan, Haziran şehitlerimiz ve bir bütün mücadele; yani 52 yıllık PKK mücadele tarihi boyunca ortaya çıkan bütün şehadetlerimiz, aslında aynı zamanda inkâra karşı, anlamsızlığa karşı verilen mücadelenin yarattığı değerlerdir. Her biri bir anlamdır. Her biri büyük bir anlam değeri yaratır. Bu nedenle de hem inkârı aşıp hem de özgürleşmenin yolunu oluşturdu, bize yol gösterdi, yani böyle bir değeri ortaya koydu bu arkadaşlarımız. Bu anlamda insan ne kadar düşünse, o kadar kendinde anlam yaratabilir.
Anlam böyle bir şey aslında. Hani “doğa ve anlam” dedi ya Önderlik. Yani anlam nedir? İnsan, ontolojik ve epistemolojik olarak —yani varlıkla ve anlam verme, düşünme, düşündüğünü düşünebilme— bir gerçeklik üzerine düşünerek anlam yaratır. Anlam böyledir. Dikkat edelim: Düşünmeyen insanda anlam var mıdır? Düşünmeyen bir insanda anlam bulabilir misin? Hayır. Düşünen insanda anlam vardır. Zaten insan, düşündüğü için insandır değil mi? Yani insan olma anlamını ne yaratır? Senin düşünebilmen, senin ahlakın, senin toplumsallığın, senin komünalliğin… Farkı bunlar ortaya koyar.
Kapitalist Sistem İnsan Olma Anlamına Saldırıyor
Dolayısıyla özellikle fedai şehitlerimizin her biri, bu anlamı çok büyük bedellerle, fedakârlıklarla, cesaretle ortaya koyan değerlerimizdir. Anlamı yaratıyorlar. O yüzden bu yoldaşlar ve şehitlerimiz üzerine ne kadar konuşsak, o kadar büyük bir anlam ortaya çıkar.
Kapitalizmin yaratmış olduğu bir anlamsızlaştırma gerçekliği var, yaşamı anlamsızlaştırma gerçekliği… Kadın açısından da erkek açısından da çocuk açısından da gençler, aile gerçekliği açısından da böyle. Yaşamın bütünü açısından, bütün ilişkilerde böyle.
Yaşam nedir? Aslında ilişki gerçekliğidir. Yaşam organizasyonel, bütüncül bir gerçekliği ifade eder. Bütün bu ilişkiler organizasyonu içinde elbette ki insan olmanın farkı, onun her ilişkisinde ve çelişkisinde anlam yaratmasındadır. Farkımız buradadır. Herhangi bir böcekten, herhangi bir farklı canlıdan —şüphesiz onların da bir anlamı vardır kendilerine göre— ama sonuçta her canlının birbirinden bir farkı olur.
İnsan olmanın da böyle bir farkı var. Dolayısıyla kapitalist sistem tam da insan olma anlamına saldırıyor. Kapitalist sistem öyle bir saldırı yapıyor ki, her şey tornadan, fabrikadan çıkmış gibi tek tipleştiriyor, homojenleştiriyor. Yani fark bırakmıyor ortada. Oysa farklılık anlam yaratır.
Her birimiz bir kadınız, bir kimliği ifade ederiz. Her birimizin anlamı, farklılığımızda yatar. Ama aynı zamanda birliğimizde de yatar. Farklılıklarımızın birliğinde yatan bir anlam düzeyi var. Kapitalizm en fazla buraya saldırıyor. En fazla buraya saldırıyor ve seni homojenleştiriyor. Aynılaştırıyor yani. “Sen de aynısın, sen de aynısın…” Giyimin, mimiklerin, davranışların, yürüyüşün, yemek yiyiş biçimin aynı. Mesela dikkat edelim; dünya çapında artık kültürel farklar da ortadan kalkıyor, değil mi? Halbuki her kültürün o kadar güzel bir zenginliği var ki… Her birinin büyük bir değeri var.
Mesela şimdi gençlerde de bunu bir kültür olarak yerleştirmeye çalışıyorlar. “Ben Kürt’üm ama ne önemi var ki? Ben insanım.” “Dünya vatandaşıyım” diyor mesela. “Bir Türkmen’im, ne önemi var ki? Ben bir insanım.” Ya da “Ben bir kadınım; kadının erkeğinden ne farkı var?” diyorlar. Nasıl yok? Var tabii. Bir Alman ile bir Türkmen arasında fark yok mu? Vardır. Bu söylediklerim karşıtlık anlamında değil. Anlam, farklılık yaratma açısından… Dilin farklılığı bir güzelliktir mesela. Kültürün farklılığı bir güzelliktir. Bir insan, bir diğerinden farklıdır. Bu onun güzelliğidir, anlamı orada yatar.
Aslında şöyle de denebilir. Bir anlamda insanın kendisi faşizme zemin hazırlıyor aslında. Çünkü faşizm de toplumu tek tipleştirmeye çalışıyor, kitle haline getirmeye çalışıyor. Ama insan kendisi bunu isteyerek yapınca, aslında o da faşizme bir destek sunuyor. Zaten en tehlikeli yanı da burası. Yani seni öyle bir cendereye sokuyor, öyle bir özel savaş mekanizmasına koyuyor ki; seni bombardımana tabi tutuyor ve sen sanıyorsun ki kendin karar veriyorsun. Ama aslında faşizm yarattığı kişilik özellikleriyle böyle bir zemin yaratıyor. Toplumsallığı ortadan kaldırıp, yaratmış olduğu bireycilikle, bu homojen, aynılaştırıcı politikalarla seni sistemin gönüllü kölesi haline getiriyor. Ve sen bunun farkında bile olmuyorsun belki.
Kürt tarihi ve Kürt gerçekliği açısından baktığımızda; mesela Kürdistan’da şöyle bir politika yürütülüyor: Ülkeyi “Kürdistansızlaştırma”; yani “Kürdistan’da Kürtsüzleştirme” politikası uygulanıyor. Bu hem demografik anlamda göç ettirme yoluyla hem de —daha tehlikelisi— sen Kürtsün ama Kürt kimliğinden uzaklaşıyorsun. Bazen kendine Kürt diyorsun ama aslında Kürtlükle hiçbir alakan kalmamış. Tamamen işbirlikçi… Önderlik bunu “Judenrat” olarak da ifade ediyor. Yani tamam, kendine Kürt diyorsun ama Kürtlerle hiçbir alakan kalmamış. Kürt toplumu ile bağın kalmamış. Senin ülken o kadar talan ediliyor, yağmalanıyor, coğrafyana bu kadar saldırı var, ormanların yakılmış, ağaçların kesilmiş, her yere baraj yapılmış!
“Ben Kürdüm ama…” demekle olmuyor. Sonuna kadar ülkeni sahiplenmen gerekir. Ülkende yaşaman, onun değerlerini savunman, dilini savunman… Sadece savunmakla da kalmamak, dilini geliştirmek, kültürünü savunmak. Her türlü saldırı karşısında… Bunlar nedir? Bunlar anlam yaratmaktır.
Şêx Seîdlerin Mücadelesi De Bir Anlam Yaratma Mücadelesiydi
Şehit gerçekliğimiz açısından baktığımızda, fedai şehitlere baktığımızda; onlar neyin mücadelesini verdiler aslında? Onlar tüm bu anlamsızlaştırmaya karşı “hayır” dediler. Heval Zîlan buna “hayır” dedi. İşte Şêx Seîdler yüz yıl öncesinde buna “hayır” dediler. Şüphesiz mücadele yöntemleri açısından eksiklikler, yetersizlikler vardır. Bizim de elbette mücadeleye dair eksiklerimiz vardır. Ama onlar da dönemlerinin mücadelesini veren, isyan eden insanlardı. Güçleri yetmedi. Düşman hızla saldırdı vs. Fakat onların mücadelesi de bir anlam yaratma mücadelesiydi. PKK ile birlikte arkadaşlarımızın yürüttüğü mücadele de böyledir.
Dolayısıyla Kürdistan’da inkârın aşılıp artık özgürleşme yoluna girilmesi, bunun mücadelesinin verilmesi çok önemli bir noktadır. Heval Zîlan, Heval Sema, Heval Gulan; aslında tüm şehitlerimiz bu yolu bize açtı. Bugün Kürdistan’da anlamı daha da yaratan, güzelleştiren ve özgürlük kişiliği yaratan bir döneme girmiş bulunuyoruz. Bunu diyebiliriz. Tabii ki bu yoldaşlarımız sayesinde bunu yapabildik.
Süreç çok önemli bir süreç. Değerlendirmelerimiz sosyalizm mücadelesi, komünal mücadele… Şüphesiz bu küçük zaman aralıklarına sıkıştırılacak bir şey değil. Fakat şimdiden başlanması gereken, içinde bulunduğumuz sürecin çok tarihi olduğunu bilerek hareket etmeliyiz. Gerçekten hep böyle izleyerek, “Hele bakalım devlet ne yapacak, hele bakalım özgürlük hareketi ne yapacak…” diyerek geçiştirilecek bir süreç değil bu. Kadın hareketlerinin ikili girişimleri var, çabaları var. Gerçekten bunlar çok önemli ve çok değerli.
Özellikle Türkiye Cumhuriyeti gibi yoğun şoven atmosferin olduğu bir ortamda bu çabalar çok daha önem kazanıyor. O yüzden, kadın hareketlerinin hem Kürdistan’da hem de Türkiye tarafında ortak mücadele yürütmesi. Küçük-büyük demeden çeşitli etkinlikler ve eylemsellikler içinde olması çok kıymetlidir. Bu, önümüzdeki barış ve demokratik toplum mücadelesini büyütecek. Somutlaştıracak şey budur. Bu mücadele kadınlardan geçecek.
Çünkü erkek aklı, erkek egemen zihniyet, bunu çok yapabilecek düzeyde değil. O anlamda kadınlara gerçekten çok büyük bir rol düşüyor. Bu güç kadınlarda zaten var — hatta fazlasıyla var. Önemli olan örgütlü hareket etmektir.
KJK Koordinasyonu Çiğdem Doğu