Kadınla yaşam güzeldir, ama özgür kadınla, savaşan kadınla; kendini bu temelde yaratan kadınla yaşam değerlidir. Erkeklerin de buna saygısı olmalı. Çünkü onların da yaşamı kazanması ancak özgür kadınla olabilir.
Kadın boyutundaki inceleme tarzının oldukça yetersiz kaldığını görerek, bazı sorunlara dokunmanın yararlı olacağına inanıyorum.
Kürdistan ve Türkiye’deki kadın gerçekliği birbirine hayli benziyor. Bütün çabalara rağmen kadın, devrim seline ve özgürlük kalkışmasına sınırlı katılım gösteriyor. Bu konuda gelişmeler var, fakat günlük çabaları geliştiremezsek, düşman özel savaşla kadını boğuntuya getirebilir. Sizin için özgürlük ne anlama geliyor? Özgürlüğe devam edebilecek misiniz? Bunlar daha da düşündürüyor. Tam istediğimiz gibi olmasa da halkı çizginin etkisi altına koyduk. Parti öncülüğü, istediğimiz gibi yürütmeseler de az-çok görevin başında olmaktan başka çarelerinin olmadığını biliyorlar.
Kadın gerçeğindeki bütün oyunlara ve düşkünlüklere rağmen, yüzyıllardan beri köleleştirilmiş olan kadını özgürlük ufkuna çektik. Kadın şimdi hem nitelik, hem nicelik olarak eskiye kıyasla çözümlenmeye daha yatkın. Yöntemlerimiz, geneldeki özgürlük kalkışmasını geliştiriyor. Bunun yanında muazzam tutuculuklar, hatta provokasyonlar da gelişmektedir. Kürdistan gerçeği üzerinde hem gözlem gücü hem de pratik dönüştürme tecrübesi en geniş olan bir kişi olarak bunu yadırgamamakla birlikte, çözüm yalnız benim çabamla olacak gibi de değildir. Bu konuda iyi niyet de yetmiyor.
Devrim; hırs, öfke, yaklaşım keskinliği, yeterli çaba ve alt üst oluşla birlikte, düzen ve bütün bunlara komple karşılık vermeyi ustaca bilmek demektir. Hepsini bir arada acaba ne kadar temsil edebilirsiniz? Tek boyutlu ve tek yönlü niteliklerle devrim güçlendirilemez. Duygu kadar düşünce, teori kadar pratik çok yerinde ve yeterli olursa, devrimde rol oynanabilir. Yaşam felsefenizi iyi bilemiyorum. Tutku, ilgi dünyanız, özgürlük düzeyiniz benim için fazla bilinmiyor. Bu doğaldır, tek tek inceleme imkanı yok, zaten incelenmez de. Yine de birey çözümlemesine yüksek değer biçmek, özellikle de PKK deneyiminde büyük önem taşıyor. Bir bireyde cinsi, toplumu çözümlemek yabana atılır bir yöntem değil, toplumun çözümlemesi de bireyi anlamaya götürür. Şimdiye kadarki klasikler daha çok toplumsal ve ulusal düzeyleri inceliyorlar, bireysel düzeyi incelemeyi ise edebiyata bırakıyorlar. Sadece edebiyatla da yetinemeyiz. Toplumsal çözümlemeyle bireysel çözümleme, siyasi düzeyde bir partinin temel yaklaşım yöntemi olursa, daha fazla sonuç alacağını sanıyorum. PKK’nin böylesine önde gelen bir özelliği var. Hatta bu konuda en ileride bir parti olarak da değerlendirilebilir. Uluslararası çapta da öyledir. Dolayısıyla birey çözümlemesini yadırgamamak gerekiyor.
Çözümlemelere en çok kadınlar muhtaçtır. Kadınlık olayı en kördüğüm olaylardan birisidir. Acaba verili yapınızı ne kadar kabul etmeliyiz ne kadar aşmalıyız? Şüphesiz toplumun şiddetli etkisi altında oluşmuş bir bireysel düğümlenme söz konusu. Bu şekillenmeye ne kadar güvenebiliriz? Kimin için şekillenme, kimin için yaşam, kimin için kişilik oluşumu gerektiğini anlamadan, yaşama devrimci tarzda yer vermek yanılgıları, yetersizlikleri, hatta yanlışlıkları oldukça içerir. Zaten ortaya çıkan örnekler de bunun pek de öyle kolay olmadığını gösteriyor. Sizi verili ilişkiler içinde bıraksam, devrime yararlı olacağınızı sanmıyorum. Hatta tutku, duygu, düşünce dünyanıza göre sizi biraz özgür bıraksam, yine bunun da fazla sonuç alacağını sanmıyorum. Kendiniz de biliyorsunuz ki, hayatta fazla etkili olamıyorsunuz. Hatta nefes bile almıyorsunuz. Kadın kişiliğindeki cesaretsizlik, çözümsüzlük ileri düzeydedir. Kendilerini yaşayanlar değil, başkaları için yaşayanlar kategorisini teşkil ediyorsunuz. Başkalarına göre yapılan bir işle, toplumun (ki, bu erkek egemenlikli bir toplumdur) istemlerine, tutkularına, egemenlik anlayışlarına, despotizmine göre şekillenmişsiniz. Bunun zıt kutbu şudur; tepki duyduğunda veya karşı çıktığında, “evden kaçtı, aşırı baskıdan sokağa düştü, ipini kopardı” denildiğinde aşırı kural tanımazlık ortaya çıkıyor. Sanki doğrusu yokmuş gibi, ikisinin arasında hapsolmuş bir dünya. Çoğunuzun davranışına özgürlük ilkesi değil, bu iki ilke yön veriyor.
Ne yazık ki, tüm çabalarımıza rağmen bazı kişiliklerin umulanın çok gerisinde kaldıklarını sıkça görüyoruz. Vermek istediğimiz mesajı tam alamıyorlar. Bu konuda objektif ajanlık konumunu çok iyi görmek gerekir. Genelde halkımızın objektif ajanlık durumunu, özelde kadının daha da bu duruma düşürülmesini anlamadan, güçlü çözümlemelere ulaşmak mümkün değil. Beni bu konuda hemen düşündüren husus, inceleme tarzınızın çok yanlış ve yetersiz olduğudur. Çözümlemeleri inceleme tarzınızı geliştirmeyişiniz yeterli sonuçlara ulaşmamanızın en önemli nedenidir. İddia şudur; çözümlemeler olmadan Kürdistan’da yol alınamaz, savaş geliştirilemez, özgürlük elde edilemez. Mahsum Korkmaz Akademisi’nde çözümlenen sadece bazı gerçekler değildi, çözümlenen aslında kördüğüm olmuş bir kaderdi, bizi bağlayan tüm zincirlerdi. Bir avuç Akademi mensubu da değildi, bütün bir tarih ve toplumdu. Çıkışlar da o denli güncel ve gelecekte kapsamlıydı, sonuç alıcıydı.
Özgür adımlar atma sahiplerisiniz. Sizin için özgürlük nedir? Bunu epeyce düşünüp sonuca bağlaması gereken kişilersiniz. En uygunu da mücadele ortamında bunu biraz düşünebiliyor olmanızdır. En değme film sahnelerinde bile böyle bir platform düzenlenemez. Eğer dikkatli değerlendirirseniz, kendi duygularınızı ve düşüncelerinizi hem ayaklandırıp hem yeniden biçimlendirmek için bunun çok uygun olduğunu kabul edersiniz. Bana yansıdığı kadarıyla en çok takıldığınız nokta, bir cins olarak yaşadığınız gerçeklerden kaynaklanan sorunlar oluyor. Bunu açıkça, net ortaya koyup sizinle tartışabilirim. Bunu bir ilke düzeyine taşırabilirsiniz. Bundan sıkılmanın, bunu bir salt ahlaki sorun olarak ele almanın da hiçbir anlamı yok. O ahlaki dediğiniz ilke, aslında feodal ahlaktır. Onun içinde kir, çıkar, mal-mülk olma ve en çok da sizin kaybetmeniz söz konusudur. Olan yine size oluyor. Mevcut ahlaki örtü altında kaybeden, genelde ezilen halklardır ve ezilen cinstir. Ömür boyu acısını, sıkıntısını yaşadıktan sonra aklın başa gelmesi bir işe yaramaz. Sorun bizim kurtuluşçu tarzla yaklaşıp yalnız kendimiz için değil, toplumun ve cinsin kurtuluşuna bir çıkış yaptırmaktır. Cins özgürlüğünün şüphesiz sınıfsallıkla, toplumsallıkla ve siyasallıkla bağlantısı çok iyi kurmaya çalışılmıştır. Kürdistan somutu söz konusu olduğunda aile-toplum, aile-siyaset ilişkisini sanıyorum dünya çapında en iyi ve en güçlü biz ortaya koyduk. Ve yine aile içinde kadının konumu çok iyi açımlanmıştır. Kadın denilen olayın ne olduğu, nasıl yaklaşım içinde tutulduğu oldukça bilimsel konulmuştur. Ve bu konuda değerli dostumuz İsmail Beşikçi bile “APO’nun sosyolojik yönünü de dikkate almak gerekir. Sosyoloji bir bilimdir, bu konudaki katkılarını da görmek gerekir” diyor. Benim böyle bir niyetim olmasa bile bunu görüyor. Aslında aile-toplum, kadın-aile önemli sosyolojik olaylardır. Fakat Kürdistan somutu söz konusu olduğunda bu sorunun çok önemli bir siyasal yanı da ortaya çıkıyor. Bunu da ortaya koymak gerekiyor.
Çocukların dünyası bile beni anlamıştır
Dikkat edilirse, aileyi kesinlikle çözmeseydim, değil özgürlüğe ulaşmak, belki de on dört yaşına gelmeden aile kavgalarında yok olup gitmiştim. Çocukluğumu örnek olsun diye size hatırlatayım, önüme dağ gibi dikilen hedefler koyuyorlardı. “Bu çocuk büyüsün de ailemizin şerefi, onuru için şöyle intikam alsın, adam vursun” diye tasarlıyorlardı. Zaman zaman buna girmemek için büyümek istemiyorum diyordum. Ben düşmanı nasıl öldüreceğim, gücüm yok, erken ölürüm diyordum. İşte o zaman siyaset yapmaya başladım. Nenem, “Bunun gözü biraz namussuzca, aile için savaşmama tehlikesi var” diyordu. Aslında bu, akıllı bir çocuk olduğum biçiminde de yorumlanmalıdır. Eğer ailemin has evladı biçiminde yetişseydim, köyden bir adım dışarı atamazdım. Şunu çok iyi biliyorsunuz ki, bütün Kürt ailesinde erkekler, özellikle böyle ailenin has çocuğu, has kızı şeklinde büyütülür. Bu temelde hepsi daha olgunlaşmadan kan davalarında, aile kavgalarında, mal-mülk sorunlarında, incir çekirdeğini doldurmaz tavuk-köpek davalarında tükenip giderler. Ben bu nedenlerle bunlar için ölümüne bir çabaya girmeyeceğime karar verdim. Aileye tepki duydum. Aile ile çekişmem böyle başladı ve daha sonra devam etti. Anamla-babamla, köyle, toplumla, Türk sömürgeciliğiyle, dinle ve felsefeyle çelişkilerim gittikçe gelişti. Bir huyum var; kendimi aldatmam, yani bir çelişkiyle karşılaştım mı, bunalırcasına onu çözmeye çalışırım. Sonuna kadar üstüne gider, çözerim. Mutlaka bir sonuç elde edebilirim derim. Tanrı düşüncesi beni neredeyse öldürecek noktaya getirmişti. Sosyalizme de bu temelde çözüm için yaklaştım. Hem teorik hem pratik olarak sosyalizm üzerinde halen çok kapsamlı duruyoruz. Cins özgürlüğü için de konumum buydu.
Eskiden kadınla ilişkilenmekten çok çekinirdim. Hatta biraz nefretim vardı. Anamın cinselliğini fazla iyi karşılamıyordum. Çünkü bana fazla sağlıklı gelmiyordu. Yani ikide bir buna dayalı hak-hukuk iddiaları ve çocukları üzerine aşırı yüklenmesi, bende bir ananın böyle olmaması gerektiği kanısını uyandırdı. Ve o nedenle anama tavır aldım. Bence bu da haklı bir savunmaydı. Analar çocuklarını böyle doğuramaz ve büyütemezler. Ben buna yaşamımda ilke değerinde bir değer verdim. Tabii sizler bunu bilemezsiniz. Ben halen bu ilkeyle yaşıyorum. Çocukların hepsi çok çaresizdir. Belki siz de çocukları seversiniz veya onlara acırsınız, ama bunda çok tutarlı ve ciddi olduğunuza da inanmıyorum. Analar da babalar da dahil, bunda samimi olanlar o çocukların dünyalarını kurtarmak için biraz dürüst olurlar. Çocukların hiçbir şeyleri, hiçbir gelecekleri yoktur, bunlar Kürt çocuklarıdır. Aileler de çocuklarını çok kötü severler. Ben bundan daha o zamandan beri nefret ettim. O zaman bile bu çocukların geleceklerine ilişkin hiçbir plan ve çareleri olmadığı halde, bu çocuklara niye sarılıyorlar diyordum ve sarılmaları bana timsahın gözyaşları gibi geliyordu. Bu yüzden bu yaklaşımlardan nefret ettim ve sevgi istemedim. Böyle çocuk olacağına hiç olmasın dedim. Bu konuda bir ilkeye bağlı yaşıyorum. Çocuklar bugün beni çok sever. Nereye gitsem bir çocuk ordusu vardır. Çocukların dünyası bile beni anlamıştır. Hiç olmazsa kendileri için bir umudun yaratılmış olduğunu görebiliyorlar. Şunun için belirtiyorum; ilgilerim çok yönlüydü.
Kadın gerçekliğiyle de buna benzer ilgilerim vardı. Kadın gerçeğinden çekiniyordum ve dünyalarından, boşluğundan korkuyordum. Kadının çaresizliğinden çekiniyordum; dili yok ki bir-iki söz söylesin, eli yok ki bir el uzatsın. Bunu fark etmek, beni oldukça erken yaşta etkiledi. Ayrıca kadın ilişkilerinde düşmeyi görüyordum. Bir kadınla ilişkilenmenin ağır sorumluluklar getireceğini, insanı nereye götürebileceğini erkenden gördüm. Yani ilişki kuracağıma hiç kurmasam daha iyi olur diyordum. Bu konuda oldukça ilkeli davrandım. Sevmediğim için değil, tam tersine çok küçükken bile iyi arkadaş olunması gerektiği içindi. Bunları kendimi feodal anlayışa hapsetmediğimi anlatmak için belirtiyorum. Bu konuda da eşitçe bir ilkeden yana eğilim içinde olduğumu rahatlıkla ifade edebilirim. Bütün yaşamda kadın ortaklığı, kadınla ortak yaşam düzeni tutturulmalıdır. Çok küçük yaşta bile oyunda, üretimde ve okulda olsun eğilimim bu yönlüydü. Büyüdükçe bunun fazla imkan dahiline giremeyeceğini, kadının erkenden kaybolduğunu, öyle eşit ve özgür bir arkadaşlığın fazla gelişemeyeceğini, ayrıca dayatılanın da bambaşka olduğunu gördüm. Başına bir kadın yığıyorlar, bununla deli olmaktan öteye gidemeyecek bir ilişki biçimi ortaya çıkıyor. Evlilik olayı beni böyle endişelendirmeye başladı. Tabii ki sadece benim için değil, olup biten bütün evlilikler beni endişelendiriyordu. Bu evlilikler beni hem kadınımızı hem erkeğimizi evlilikle kaybediyoruz gibi bir duyguya götürdü.
Yaşadığım bir deneyim vardı, bugün halen tartışılıyor. Siz bu tartışmalardan ne tür sonuçlar çıkarıyorsunuz? Gazetelere bakıyorum, halen “APO’nun kayınbabası kim? Kırk yıllık MİT ajanıyla ne işi vardı? Filan kadın ile ilişkileri neydi” şeklinde yazıyorlar. MİT belli ki bu tür tartışmaları geliştirmek istiyor. Bu ilişki ilerde başlı başına çok işlenme özelliğindedir ve işleniyor da. Tabii ki üzerinde daha çok tartışılacak. Kendime güveniyorum, bu konuda doğru yaklaştığıma ve halk için, tarih için en iyi sonucu çıkardığıma eminim. Bu ilişkiye kesinlikle dürüst yaklaşmıştım. Amaç için eşit ve özgür tavır çok kesindi, fakat ihtiyatlıydım. Acaba sorusu da her zaman aklımın bir köşesindeydi. Bu, sadece böyle bir aileye mensup olduğu için değil, kadının kaypaklığından dolayıydı. Ne kadar dürüst, bağlı ve içten olabilir, ne kadar birlikte yaşamı temsil edebilir? Bu ilişki beni o kadar yordu ki, bir gün geldi evden kaçmaya çalıştım. Oysa ki genelde kadınlar evden atılır ya da kaçarlar. Erkeklerin evlerini terk edip kaçtığını gördünüz mü? Artık ister objektif, ister sübjektif bir ajanlık deyin, bu ilişki 1978’de dayanılmaz bir ilişki durumuna getirildi. Eski arkadaşlarla da o ilişki üzerine sıkça duruyorduk. Halen yaşayan bir arkadaşımız, Kemal Pir arkadaşın yaklaşımlarını bize anlatmıştı. Kemal Pir, “O kadın, Başkanı yanılttı, aslında onu öldürecektik, fakat Başkanın bir bildiği varmış” tarzında birtakım değerlendirmeler yapıyor. Kemal Pir bize çok bağlıydı. Arkadaş, aslında sadece bu konuda değil, bu bağlılıkla çok kahramanca bir direnişin sahibidir. Kürt de değildi, ama en büyük direnişi sergiledi ve bana en çok bağlı olan insandı.
Şunu söylemek istiyorum; büyük bir savaş başladı. Ve diyebilirim ki bu savaşı vermeseydik PKK, şu andaki gerilla ve serhıldan olmazdı. Böyle bir ilişki PKK oluşumuna, serhıldana ve gerillaya nasıl yol açabilir diyebilirsiniz. Ancak Önderlik çözümlemesini doğru kavrarsanız bunun böyle olduğunu anlarsınız. Kadın olayında (ister objektif ajanlık olsun, ister subjektif) bütün iyi niyetime, duygusallığıma, özlemlerime dayatılan anlayış; “eğer benimle sağlıklı bir ilişki istiyorsan, öncelikle benim sınıf ve toplum gerçeğime boyun eğecek, alet olacaksın” veya daha da ötesi “TC’ye bağlı olacaksın”dı. Çok ilkeli davranıyordum. Aslında bunları çok açık söylemiyordu. Tam tersine çok muğlak, dolaylı ve zehir-zemberek bir yüz ifadesiyle, diken diken yaklaşım tarzıyla, kapkara bir çehreyle her gün değil, her an sanki intikam alırcasına yaklaşımlar sergileyerek söylüyordu. Bunu abartmıyorum, olaylar ve ilişkiler düzeyi belgelenmiştir. Bu yalnız kişisel bir olay da değildir. Önderlik çözümlemesi genelle çok yakından bağlantılıdır. Kemal Pir bu nedenle diyor ki, “Artık böyle bir ilişki affedilmez, bu bayağı kötü bir dayatmadır.” Kaldı ki, muhatabımız da sıkça şunu diyordu; “En değme Kürt erkeği olsa, mutlaka paniğe tutuşur. En azından böyle bir-iki gün dayatmalar oldu mu, ya bıçağını, silahını çeker vurur ya da kovar. Ama senin sosyalizme bağlılığından ötürü bunu yapmayacağını biliyorum. Senin zamanlama peşinde olduğunu da biliyorum.” Aslında doğru tespit ediyor. Ben, tabii ki ilişkileri basit ve küçük ele almam. Basit ilişkileri, basit çözümlemelere tabi tutmam. Tutsaydım, Önderlik fonksiyonuna ulaşamazdım. Normal bir erkek olsa, sille tokat girişirdi. Güçsüz olduğum için değil, aslında güçlü olduğum için böyle davranıyordum. Eğer o zaman tutkularıma alet olsaydım, bu defa yenilgi kaçınılmaz olurdu. Bazıları buna “çözümsüzlük” diyorlar. Halen bazı dostlar, beni çaresiz ve zavallı gibi görüyor. Fakat böyle söyleyenlerin kendileri bir hiçtir. Hiçbir çözümün ve gelişmenin sahibi değillerdir. Yine gelişmeler benimle başlıyor, benimle yürüyor. Bu çaresizlikten veya çok muhtaçlıktan değildir. Cinsel düşkünlük içinde olmadığım gibi, bu durum benim için de çok ayıp değildi. Endişelerimde bunlar yer almakla birlikte, belirleyici değildi. Benimle birçoğu dalga da geçebilir. Anam bile “Bir kadına söz geçiremiyor” diyecek kadar benimle dalga geçerdi veya “Karısını kimi aldı, kaçtı, böyle adam önder olabilir mi” sözlerini söylediğini biliyorum. Ama ben daha çok halkımın ve partinin çıkarlarını esas aldım.
Aile, 1925 Dersim isyanından tutalım, 1940’lara kadar Kemalizm’le işbirliği yapmış ve İnönü’den belge, mektup almış bir ailedir. Devlete göre iyi bir aile ve devlete hizmet ettiği için takdir almış. Bunu biliyordum. Fakat bunun muhtemelen devam edeceğine, devletin işbirlikçisi olarak rollerini sürdürebileceklerine emindim. O dönemde CHP ilerici geçiniyordu. Devlet ne kadar ilericiyse, CHP de o kadar ilericidir. O zaman bu bayanın muhtemelen yurtseverleşebileceğine inanıyordum. Ama kendi işbirlikçi sınıfının temsilcisi olabileceğine de ihtimal veriyordum. Ve büyük ihtimalle de devlet bu ilişki gerçekliğini biliyordu. Çünkü o zaman bu aile emniyetle bağlantılıydı. Pilot benim konumumu 1977’de, hatta 1976’da biliyordu ve bu aileye de gidip geliyordu. Sanıyorum düşman bu aileye dayanarak beni kontrol edebileceğini tahmin ediyordu. Ben bu kontrole gönüllü mü girdim? Hayır! Uğur Mumcu özellikle, “APO’yu MİT mi korudu” diye yazıyor. MİT beni korumaz, çünkü devlete günde bir trilyon zarar veriyorum. Bunu burjuva gazeteleri yazıyor. Günde bir trilyon zarar veren adamı MİT hiç korur mu? Bu devlete, tarihinin en büyük yanılgısını, en büyük darbesini ben indirdim. 1979’da buraya geçtiğimde Akademide bir arkadaşımız, MİT elemanlarından birinin “Bu adamı nasıl kaçırdık” diye başını dövdüğünü söylüyordu. Cüneyt Arcayürek “12 Eylül’e Nasıl Gelindi” isimli yazı serisinde, “Bu yılan bir karıştı, bir askerimiz potinini kaldırsaydı ezerdi, ama biz büyük bir gafleti yaşadık” der. Bunların amacı beni bu ilişkide kontrol etmekti. Bu taktiği bilerek mi yürüttüm? İşbirlikçi de olsa bu aileden devrimci çıkabilir, bu arkadaşımız da değerli bir yoldaşımız olabilir dedim. Buna kesin inancım vardı. İkincisi, ihtiyatı elden bırakmadım. kendime ihtiyatı elden bırakma, muhtemelen buradan kontrol edilebilirsin, onu idare et, kullan dedim. Pilot da dahil onu biraz kullandım. Uğur Mumcu da bu konuda, “APO, ‘Pilot bizim gözümüzün bebeğidir, onu koruyalım’ demiş” diyordu. Bu sözleri aynen söylemedim, ama buna benzer bir yaklaşımı geliştirdim. Çünkü Pilot’u vursaydık, o zaman PKK daha adını bile kendine takmadan imha edilirdi. Yine bu ilişkiyi de sürdürmeseydim, yurt dışına çıkış olayını kesinlikle zor gerçekleştirirdik.
Daha 1975’lerde devlet, “Bu, Kürdistan Ulusal Ordusunu kuruluşa yönelmiştir, kontrol altına alınmalıdır” diyor. Bu bilgiyi 1975’te bir DDKD sanığı bize iletti. Dev-Yol ismi henüz çıkmamıştı, o zaman Dev-Genç içersinde hareket ediyordum. Bu sefer de “Kürtçü müdür, Dev-Genççi midir” diye soru işaretleri yaratmıştım. Bir yılı da öyle geçirdik. Daha sonra “kontrol altında ve her an tutarız” diyorlar. Ben de bu ilişkiden bu anlamda dolaylı olarak yararlandım ve bildiğiniz gibi yurt dışına çıktık. Çıkış sürecimizde de yine bu savaş yaşandı.
Fatma büyük provokasyonlar yaptı, Semir çelişkisinde dolayı 1982’de partiyi boğuntuya götürmek istedi. 1982 ve sonrasında sahte bir çatışma yaratarak partiyi ikiye bölmek istediler. Bunu boşa çıkardık. 1986’da aynı oyunla bunu başarmak istedi, o zaman da buna karşı koyduk. Hepsinde de kadın çok kötü kullanılmak istendi. Gafillerdi, bu konuda çözüm düzeyleri yoktu. Biz bu biçimiyle alacakaranlıkta yol alıyorduk. Bu oyunu büyük bir sabırla önleyebildim. Bir yandan kadın özgürlüğüne nasıl gidilir, bir yandan da bu cehennem hayatı nasıl çekilir diye tüm gücümle mücadeleyi yürütmeye çalıştım. Birçok arkadaş belki bu süreci bilmez, çünkü yaşanan duygusal durumlar kelimelerle fazla anlatılamaz. Dayanma gücü, sabır gücü ve inat belgelere fazla dökülememiştir. Biz daha çok siyasi sonuçlarıyla belgelere döktük. MİT o zaman gazetelerde şunu yayınlattırıyordu; “Fatma’nın adamı APO’yu vurdu, PKK parçalandı.” Aslında buna benzer bir çekişme vardı, tabii biraz sabırlı, ihtiyatlı ve tedbirli oluşumuz onlara bu fırsatı vermedi. Bu durum 1982, 1986 Kongrelerinde ve en son 1988 provokasyonuna ulaştı. Bu provokasyonun altında Fatma vardı; Avukat figürandı, piyondu. Partiyi güçsüz düşürmeye en çok bu yılda yeltendi. Sanıyorum Güney’e kadar devam eden provokasyonlarda da yine onun mantığı var. Bana göre, onun direktifleri altında TC, provokasyon planları geliştirip uyguluyor. Tabii o da bir güç. Devlet kırk yıl Kürtlerle uğraşmış, onu devam ettirmek isteyebilir. Kemal Burkay, KUK, DDKD, KDP ve benzerleri ajanlıkta, işbirlikçilikte bu provokasyonlar yanında zayıf kalırlar. Ama benim de bunlarla savaşımım oldu ve halen tek başına yürüttüğüm bir savaştır. Fakat bütünüyle kuşku altındaydım, “ajan kızıyla ne arıyor” diye ilişkimi herkes eleştiriyordu. Bizim arkadaşlar da “bu ne biçim ilişki” diyorlardı…
Bu, kadınlara yönelik bir politikaydı. Tek bir yoldaşın çıkmaması açısından ne gerekiyorsa onu yaptı ve yarattığı tipler bugüne kadar başıma bela oldular, gergin ve problemlidirler; erkekler de böyle. Tarihçeyi biraz kabartmak istiyorum. Yani tam on yılı aşkın şiddetli bir savaşı direkt cepheden yürüttük, etkileri de halen devam ediyor. Bu savaş, özel ilişki bağlamında bir savaşım mıdır? Hayır, bu çok nettir. Siyasi ve açık bir savaş; duyguda, düşüncede, örgütlenmede bir savaştır. Bizzat gerillaya ulaşmanın en büyük engellerinden birisiydi, ona karşı savaştır. Ve bu savaş görünüşte bir kişiye, ama genelde TC’ye karşıdır. Onun en tehlikeli vurucu gücü kontrgerillaya, özel savaşa, MİT’e karşı savaştır. Bunları, ilişkilere hangi siyasi çerçevelerde yaklaştığımı, yine tarihi temeli nasıl ele aldığımı iyi anlamanız için belirtiyorum. Yani sorun cinsel ilişkidir deyip, bir tarafa atılmamalıdır. Çok yüzeysel düşünmemeniz için bunları vurguluyorum.
Önder Apo
Kaynak: Sosyal Devrim Ve Yeni Yaşam