Kürt erkeğinde de kadında da cinselliğe düşkünlük çok ileri boyuttadır. Köylü felsefesinde gece-gündüz kör bir cinsellik vardır. Görünüşte çok namusludur, namazında niyazındadır, Allah’ındadır, ama bence onun bütün yaşamı çok kör bir cinselliktir. Bu cinsellik, ilkel aşamanın aile düzeyinden bile daha geri bir cinselliktir. Yaşanan budur. Ne acı ki bu ilkelliğe “namusluluk” yaftası vurulmuştur. Aileye taşırıldığında da Kürt gerçeği bütünüyle orada, cinsellik ilişkisine boğulmuştur. Aslında vatan, bütünüyle de ulusal kimlik gitmiş, burada kaybedilmiştir. Şu anda en büyük darboğaz halen budur. Ne erkek nefes alabiliyor ne kadın. Bu ancak uzun uzadıya, edebi ve siyasi değerlendirmelerle tam anlatılabilir.
Köylülükten sağlam bir adam neden çıkmıyor? Bütün bu çabalara rağmen halen güçlü, siyasi ve askeri komutan neden gelişmiyor? Peşmerge, aile için kendini neden kırk defa sattı? Kürt erkeği kendini Avrupa’ya neden bu kadar sattı? Ailesi ve iş için sömürgeciliğe günde kırk kez dileniyor. Sözde namusu, aileyi, hatta sırf basit yaşamını kurtarmak için bir maaş karşılığında satamayacakları hiçbir şeyleri yoktur. Onur, namus kaldı mı? Ahlak bunun neresinde? Fakat sırf bunu kurtarmak için dünyanın cehennemi işkencesine katlanır, dünyanın öbür tarafına; Arabistan çöllerinden İsveçlere kadar gider. Bu, aynı zamanda bir dramdır. Devrimciler sorunlara basma kalıpçı değil, yaratıcı ve kurtuluşa götürecek tarzda yaklaşmayı bilirler. O halde bu sorunlara nasıl yaklaşacaksınız? Hem bireysel olarak bu kadar yaşadığım, hem de genel gözlem gücüm olduğu için söylüyorum; bana göre her şeyden önce yapılması gereken, cinslerin özgürlüğünü sağlayabilmektir. Cinselliği bir aldatma, düşürme, mal-mülk ve aile edinme aracı olmaktan çıkarmak gerekiyor. Hatta cinselliği bir alçalmanın aracı olmaktan çıkarmak gerekir. Çünkü cinsellik sürekli çok ayıplı bir olay olarak değerlendiriliyor. Cinsler arası ilişki, cinsel ilişki çok ayıp ele alınır. Acaba bu yaklaşımlar doğru mudur? Gerek bilime göre gerek özgürlük bilimine göre baktığımızda; burada cinselliğin büyük bir gericilikle, tutuculukla, sınıflı toplumun gelişmesiyle, mal-mülk düzeniyle bağlantısı, hatta onun çok basit yansıması olduğu ortaya çıkar. Ve burada insanlığa yapılan en büyük suçun, ahlak adı altında ahlaksızlığın temeli olduğu ortaya çıkar. Namusluluğun diğer yüzü namussuzluktur veya kocaya çok bağlılığın diğer yüzü fahişeliktir. İkisi sıkı sıkıya birbiriyle bağlantılıdır. Ve Kürdistan’da bütün bunlar toplumumuzu boğmuş, düşünce dünyamızı yutmuştur. Yani ulusal özelliklere, siyasal gerçeklik denilen hiçbir gelişmeye fırsat bırakmamıştır. Bu düşünceyi daha da geliştirebilir, en önemlisi de kendinize uygulayabilirsiniz.
Ben cins olarak kendimi biraz özgür hissediyorum ve benim en büyük savaşımlarımdan birisi de kendimi özgür durumda tutmamdır. Bununla ne elde ettim? Halk, bana özgürce; kadınlar ise biraz daha cesaretlice yaklaşıyor. Halka ben mi “Bîjî APO” deyin diye söyledim. Birdenbire herkes, her yerde bunu söylüyor. Kadını ben mi kendi yanıma çekiyorum? Dikkat ederseniz, siz kadın yoldaşlarımızda derin bir ilgi gelişiyor. Ve bu ilgi sayesinde, neredeyse Ortadoğu tarihinde ilk defa bu kadar kadının korkusuz, dağların doruklarında silaha sarılışına yol açtık. Eğer ben olmasaydım, adım atabilirler mi? Türk Solu da var, adım atsın bakalım! Bunun kendi yaşantımı düzenlememle kesin bir bağı var. Kişi olarak özgür pozisyondan vazgeçmediğim için, toplum ve kadın özgürlüğe koşuyor. Bunu biraz incelemeyi bileceksiniz. Özgür pozisyon nedir? Kadın neden buna koşuyor? Dikkat edersek sevgi olayı gelişiyor. Bunun kaynağına biraz ineceksiniz. Bu nasıl gelişiyor? Benim ilgilerim var; halk için engin düşünme, kesinlikle büyük sabır ve inatla çalışmaların başında olma ve siz kadınlara da hep belli bir yer uğruna savaş verme; özgür statü ve özgür ilişki uğruna sınırsız bir savaş verme… Büyük bir çekim gücüyle kadını özgürlüğe çektiğim çok somut. Bazı sonuçlara ulaşıldı, bazı gelişmeler ortaya çıktı. Durumumun biraz iş yapan bir durum olduğunu görün. Benim dediğim kesin doğrudur diye hemen bunları kabul edin demiyorum, fakat biraz incelemesini bilin. En azından irtibatı iyi yakalarsanız, özgür konuma ulaşmanın sihirli anahtarlarını ele geçirebilirsiniz. Bu bana göre en değerli anahtardır. Bu, tartışmaya da açıktır.
Şu konuda oldukça cesur davranmaya çalışıyorum; herkes kadın demiş, yüklenmiştir. Nazım Hikmet bile “Karımızdır, soframızda sarı öküzden sonra yeri vardır” diye yüklenir. Bir süs bebeği halinde düşünmekten tut, birçok tasvirlere kadar gider. Yani edebiyatı bol yapılmış, sonuçta son derece kötürüm, ayaklar altında dönüp duran bir tip ortaya çıkmıştır. Kadın onurda, şerefte hep ikinci planda kalmıştır. Sözü fazla dinlenmez, fazla ciddiye alınmaz. Toplumsal, siyasal karar süreçlerinde yeri, yok denecek kadar azdır. Askeri konularda zaten hiç yeri yoktur. Ailede bile yeri belirtildiği gibi “Sarı öküzden sonra gelir.” Dünyanın eziyeti, mihneti çekilir. Bu statüyü böyle kabul etmek ve buna onur demek bana göre bir insana yapılabilecek en büyük hakarettir. Bu tip sonuçlara götüren her türlü ilişkiye ve evliliğe, hatta bunu kültürüne karşı çıkmam bundan dolayıdır.
Tarihten ve köle gerçekliğinden iyi intikam aldım
Dikkat ederseniz büyük sabırlıyım, ilke adamıyım. Bazı ilkelere sebatla bağlanma gücünü benim gibi başka bir kişinin daha gösterebileceğini sanmıyorum. Beni biraz tanıyan, benim için senin adın “Bay ilke” diyor. Bir yetkilinin böyle söylediğini duydum. “Bütün yaşamını bir ilkeye göre ayarlayana ilk defa rastlıyoruz” diyorlardı. Kendime kimseyi ucuz bağlamaya da ihtiyacım yok. Fakat büyük toplum ülküsü ve buna ulaşmak için büyük yoldaşlık benim yaşamımın kendisidir. Dilsiz Kürt toplumundan, bin defa bitmiş, tükenmiş kişiliğinden bu kahramanları yarattık. Kahramanlık çizgisine adım adım nasıl gelindiğini değerlendirmek zor değil. Her şey benimle başlar demiyorum, ama bir çabayı gerçekten iyi anlamak gerekir. Düşmanım da olsanız bunu doğru değerlendirin. Kaldı ki Genelkurmay bile bizi doğru değerlendiriyor. Nefes alamayan, gölgesinden korkan tiplerden bu durumları yaratmak çok önemlidir, hatta her şey demektir; yaşamın kendisidir. Bu yaşamın ilkelerini bilmek gerekir. Aslında sizin kurtuluşunuza ilgi duydum. Herhangi bir erkeğin ilişki düzenini ele alın; kendini bu işlere böyle vermez, hatta çok saçma bulur. “Partiyi bu kadınlarla nasıl yürütmek istiyor” diye arkadaşlarımız uzun süredir bizi yadırgıyor. Bu anlayış uzun süredir sırtımda kambur gibiydi. Gerek geliştirdiğim özel ilişkiyi gerekse daha sonraki tüm ilişkileri, herkes benim açımdan neredeyse bir intihar deneyimi gibi düşünüyor veya en tehlikeli işi yapmışım gibi değerlendiriyordu.
Kadın yüzünden, erkeklerin ve siz kadın yoldaşlarımızın kabul edeceği; ilk duygusal yaklaşımı gösterenin malı-mülkü olmaktır. Erkek, “yüzde yüz malımdır” der, siz kadınlar da “öyle oldum” dersiniz. Benim bunu kolay kabul etmemem bir kötülük müdür? Erkeği, kadını çözümlemeden, kim neye, nasıl rastladıysa; kimi aile kuralına, kimi mal-mülk kuralına, kimi zenginliğine, yetkisine ve gücüne göre yaklaşım içine girer. Ve sonra gelişen; kadını eve, çoluk-çocuğa bağlamadır. Bu ne kadar ahlakidir veya ne kadar özgürlüğe hizmet ediyor diye değerlendirmek gerekir. Bu konudaki eleştiriler çok yoğundur ve çözümlemeler de epey ilerletilmiştir. Bunu yapmakla acaba sizi çok mu zorluyoruz veya düzeninizi mi alt üst ediyoruz? Tüm bunlar da olabilir. Ortaya çıkan durumlara bakıyorum; duygu dünyalarınızın yıkıldığı anlaşılıyor ve bu, büyük tepkiye yol açıyor. Bazı yansımaları değerlendirdim, onlara göre ben “korkunç” bir adamım. Müthiş mi, düşünülemez mi veya bu halk kendi Önderini tanıyor mu, Başkan’ın böyle olduğu biliniyor mu vb. değerlendirmeler de var. Tüm bu cümlelerde hem endişeleniyorum hem de kendimle iftihar ediyorum. Böyle olduğum için kendime bravo diyorum. Tarihten ve köle gerçekliğinden iyi intikam aldım. Kendimi kolay kolay beğenmem, ama bu noktalarda biraz köklü sonuç aldım. Kimleri ve hangi duyguları yıktık konularında biraz zeki ve içten olacak, kendinize biraz güvenecek ve kendinizi tanıyacaksınız.
Yaşadığınız o yaklaşımlar neydi? Kürt kadınını, toplumunu biliyorsunuz; on, on iki yaşlarındaki çocukları almışlar yaşlı erkeklere vermişler. Onlar hiçbir zaman sevdiler mi, saygı gördüler mi? Kafaları bu kadar çalışıyor mu? Herhangi bir tercihleri, sevgi ifadeleri olmuş mudur? Herhangi bir hürmete layık olmuşlar mıdır? Çok iyi biliyorsunuz ki, hayır. Elleri, yürekleri boş, dilleri tutulmuş, gözleri körleştirilmiş, bağlanmış olarak bir yere oturtmuşlar. Benim savaşımım buna karşıdır. Belki şunu söylüyorlar; “herkesin ucuz bir duygu dünyasına, ucuz bir ilişki elde etmeye hakkı var.” Hatta şunu da söylediler; “Sen, PKK’yi nasıl bu ortam içinde tutuyorsun? Bu kadar kadın ve erkek evlenmeden nasıl tutuluyor?” Bir arkadaş “Kadın ve erkek ateşle barut gibidir, sen nasıl bir arada tutuyorsun” diyordu. O provokatör de “Biz, kırk sekiz saat içinde sorunu hal ederiz, kimin kiminle evleneceğini kararlaştırırız, sorunu kökten çözeriz” diyordu. Bu konuda bütün provokatörler birbirine söz verdiler; “Partiyi ele geçirirsek, sizi istediğimiz evlerde, istediğimiz ilişkilerde tutarız” dediler. Yüzlerce, hatta binlerce çalışanı bu yolla etkisizleştirdiler. Dikkat edilirse aynı hikâye; ha köydeki adam ilişkiyi böyle ele almış, aile kurmuş, avrat edinmiş, koca olmuş; ha saflarda yapılmış, birbirinden farkı yok. Kadını, erkeği serbest bıraksaydık ne olurdu? Kendi deyişleriyle bir tek kişi Botan’a gitmezdi, Avrupa’da yaşardı. Çok iyi biliyorsunuz ki, Avrupa’da yaşayanı öldürseniz veya kellesini koparsanız, “gel, devlet olmuşsun, bağımsızlığı elde etmişsin” deseniz, ülkesine getirebilir misiniz? Böylesine zorlu bir savaşa tek bir kişiyi çekebilir misiniz? Üzerinde düşünecek olursak, bu mümkün değil. Her türlü hakarete, neredeyse ilerde katliama bile uğratılacaklar, ama bu yazgıyı kendilerine belirlemişler. Kim kime neyi dayatıyor, benim dayatmalarım neydi? Öncelikle kendi gerçeğinizi tanıyın. Bunun için PKK’yi ve giderek PKK’deki sosyalizmi tanıyın. En son olarak da kendinizi cins olarak tanıyın. Bu platformu açık tutmalıyız. Size yapabileceğimiz en önemli yenilik; kendini özgür değerlendirecek bir platformu açık tutmaktır. Önce kaprislerden, tutkulardan sıyrılmış sağlıklı bir düşünce fırsatını size sunalım. Bundan yola çıkarak birbirinizle tartışmayı geliştirin, birbirinize doğruyu dayatın. Kendi kaderlerinizi tartışın. Dolayısıyla kimse kimseye engel teşkil etmesin, özellikle karşılıklı dayatmalar sınırı fazla zorlamasın. Sınırı fazla zorlamak; tutkuyla “sen benim oldun, ben senin oldum” demek değildir. Birbirinizi körleştirmeyin. Sevgiyle, hürmetle, saygıyla dopdolu olun. Fakat fiziki rahatsızlığa götürebilecek, taciz diyebileceğimiz durumlara kimse yanaşmasın. Bu daha çok sizin için gerekliydi. Çünkü biraz düşünmeye ve kendinizi toparlamaya ihtiyacınız vardı. Bu tarih için yapılıyordu, bir grup için yapılmıyordu. Tarihin bir dönemine özgürlük çıkışını gerçekleştirmek için yapılıyordu.
Tutkularınız, mücadeleye geliş tarzınız sizi gırtlağınıza kadar öfkeli yapmış. Buna karşı dayandım, bazı yaklaşımları bunun için daha da ilerlettim. Bu ne tutkusudur dedim. Bu tutkuyu vatanseverliğe, halkı anlamaya, tanımaya, bağlanmaya dönüştürdüm; PKK ve Önderlik olayını kavratmaya dönüştürdüm. Bu konuları hem yaygınca tartıştık hem de dayatmak istedik. Bu, doğru bir dayatmadır. Çünkü sizin çıkarınıza her şeyden önce eşit, özgür tartışma ortamı kadar, tercihte bulunma hakkını ve yetkisini veriyorum. Belki tutkularınızı istediğiniz gibi yaşamayabilirsiniz, fakat önemli olan bu muydu? Önemli olan kendinizi kurtarmak mıydı? Önemli olan tarihi gerçeği biraz anlamak, genel kurtuluş ilkesine ulaşmak ve bununla kendi bireysel kurtuluşunu geliştirmektir. Sizinle ilişkiler bu çerçevede düzenlenmek istendi.
Bu genel belirlemelerden sonra, pratikte neden halen bazı sorunlar veya neredeyse insanın objektif olarak en değme ajanlık diyebileceği durumlar ortaya çıkıyor? Bunların yaşanması özgürlük ilkesini anlayamamaktan, güdülere sınır getirememekten veya siyasetle bağlantı kurma gücünü gösterememekten dolayıdır. Siyaset bir çizgidir, çizgi giderek örgütlenme ve eylemdir. Onunla bağlantı kurulamadığı için, ilkesizce tutkular konuşturulmak isteniyor. Bu konuda biraz engelleme yapıyoruz, doğruyu dayatıyoruz, bu da tepkiyle karşılanıyor, sonuçta entrika ve dedikodu ortaya çıkıyor. Bu da olası gelişmeleri zehir ediyor. Burada Yalçın Küçük’ü analım. Bir yazısında, “Arkadaş buldozerle beyinleri -ben buna yürekleri de ekleyebilirim- sürüyor ve gül ekiyor, beyinleri gül bahçelerine çeviriyor” diyor. Aslında bizi inceliyor ve bazı sonuçlara gidiyor. Kürt tarlası gerçekten ancak buldozerle sürülebilir ve bazı tohumlar saçılırsa gül de veya farklı bitkiler de yetişir. Hali hazırdaki Kürt bahçesinde ne gül ne de ot vardır. Yakılmıştır, harabedir, bataktır, kokudan ve nefretten geçilmiyor. Biraz yaklaşım gücü olanlar bunu görür.
Bazılarınız sevebilirsiniz. Bu konuda kadınları ve kızları biraz ayıplarım. Çok intikamcı değilim, ama affedilmez durumları yaşıyorlar. Yine de biz onları affedelim. Ağızları biraz laf yapabilecek duruma geliyorlar. Biraz düşünce gücüne kavuşuyorlar, fakat kendilerini komple geliştiremedikleri için çok tehlikeli durumlara giriyorlar. Ne yaptılar ki ne istiyorlar? Hangi savaşı verdiler de neyi almak istiyorlar? Bizim çabalarımızı nereye kadar anladılar? Bunların Kürt’ü anlama, Kürdistan’da yaşama dertlerinin fazla olduğunu sanmıyorum. Önemli bir nokta aştırılmak isteniyor. Fakat provokatörlerin, oportünistlerin, hemen hepsinde böyle dönemeçlerde can alıcı yerden darbe vurma girişimleri vardır. Bunun yüzlerce örneğini yalnız bu konuda değil, çok çeşitli konularda gördüm. Örneğin, savaş kritik bir aşamada ve biraz doğru yaklaşılırsa, dev gibi bir adım atılacak, ama bir kişi çıkıyor öyle bir oportünizmi dayatıyor ki, altın değerinde imkanlar kaybediliyor. Bunların sınıf temeli vardır. Oysa, kişiler benimle şahane yol alabilir, ama engellerle boğuştuğumu, kendimi aldatmamaya çalıştığımı biliyorsunuz. Kendimi aldatmadım dememin toplumsal boyutu, adalet ölçüsü çok önemli. Biz sosyalizmi temsil ediyoruz. Ezen-ezilen ilişkisine, teori kadar pratiğe güç getirme çok önemli. Hiç kimse bunu hesaba katmıyor, anlamak istemiyor. Çünkü yüreksizler! Benim yaptığım bunları kabul etmemeydi. Büyük bir tutuculuğa karşı başlı başına savaştık. Siz de biz özgürlük için savaşıyoruz, yaşıyoruz diyebilirsiniz. Ama bu bizim çabalarımızla ne kadar orantılıdır ne kadar bize bağlısınız? Ufak bir iç sıkıntınız oluyor, bunu tepkiye, rahatsızlığa dönüştürüyorsunuz. Böylece yüreğinizde bize yer kalmıyor. Hatta benim daha yürekli olmam, daha fazla sevebilmem yadırganıyor.
Her kadını oldukça değerli görmek, güçlü bir kişinin gücünün işaretidir. Şunları size açıkça belirttim; mevki ve harem kurmak peşinde değildim ve halen bir hizmetçi konumundayım, size hizmet ediyorum. Kocalarınızdan, sevgililerinizden bu ilgiyi acaba görebilir miydiniz? Biraz vicdan sahibi olalım! Bir sevgiliniz olsa, acaba gelir dertlerinizi böyle dinler, iç dünyanıza bu kadar hitap edebilir ve sorunlarınıza ilgi gösterir miydi? Sarılırdı, sevişirdi ve iki gün sonra leşinizi çıkarırdı. Bu çok açıktır. Ben erkekleri en az sizin kadar tanırım. Tutkularınız, yapınız buna çok açık, zayıflıklar içindesiniz, bunu kullanırlardı, ondan sonra ömür boyu bunalımlı bir yaşam sürüp giderdi. Bu güzel bir şey mi? Acaba çok önemli kaybedişleriniz olmayacak mıydı? Her şeyden önce yiğitliğiniz, kişiliğiniz daha gelişmeden elden gitmiyor muydu? Kaybedilenler hiç yok muydu? Bunları tartışın. Kaldı ki erkek size çok iyi davranabilir de çok iyi koruyabilir de, çok sevebilir de, mutlu da edebilir, ancak bu gerçekten mutluluk olabilir mi? Böyle mutlu aile tabloları çizilir. Acaba gerçekten öyle mi? Öyle olmadığını topluma baktığınızda dehşetle karşılıyor ve görüyorsunuz. Bu ilişkide genç bir kızın esenliği ne kadar korunuyor, saygınlığı ve değer verilişi ne kadar oluyor? En yakın çevrenize bakın, ne kadar değeriniz vardır? Normal insanın düşüncesi temel özgürlük ilkesinden, siyasi çizgiden kopuk olursa, o her türlü patavatsızlığı gösterir. Hele tutku diye güdülerini ayaklandırmayı aklına getirmişse, onda her türlü bela çıkar. Ve buna da “özgürlük” der, özgürlüğü böyle anlıyorlar. Bu çok ucuz ve kendilerini iflah etmeyecek bir yaklaşımdır. Yine de tercih sizindir.
Her kadın aslında bir ulusal değerdir
Benim burada bütün yapmak istediğim, bir tercih imkanını, beğeni ve seçme kabiliyetini yaratmaktır. Çünkü benim kendimi sizlere sunmam, bir düşkünlük sonucu değildir. Aslında şunu size hissettirmek istiyorum; önder diye bellediğiniz bir insan bile, kadın konusunda sizinle bir sevgili gibi uğraşmaya o kadar hizmet etmeli, özgürlüğe o kadar açık bir tablo çizmeli ki yanılmayasınız. Bir önder bile böyle yaptığına göre, bizim karşımızdaki insan daha nasıl yapmalı diyebilmelisiniz. “Bu Önder, egemen ve güçlü oluğu halde bize böyle yaklaşıyor, sen neden böyle yaklaşım göstermeyeceksin” diyeceksiniz. Bunu sizde bir istek, giderek bu isteği de bir mücadele haline getirmek gerekir. Bu da özgürlük savaşımınızdır. Bunun da çok ustaca bir yaklaşım olduğunu biliyorsunuz. Ben artistlik yapıyorum demiyorum, ama beni o durumda bırakan kimdir? Böyle yapmazsak, acaba milim kadar bir adımı attırabilir miyiz? Acaba bu işte sizin gibi özgür yaklaşım sahipleri çıkabilir mi? Siz, “aslında buraya kadardır, özgürlüğe seçim ihtiyacımız yok, biz beğeneceğimizi beğenmişiz” derseniz, o zaman size şunu sorarım; devrimciliğinizi neden güçlü yapamadınız, neden geldiniz? Neden yeniksiniz? Doğru dürüst bir çalışmaya neden güç getiremiyorsunuz? Yaşamınıza bakın, bunun böyle olduğunu göreceksiniz. Dolayısıyla eksiksiniz, yanılgı içindesiniz. Dönüşüme kesin ihtiyacınız var. Böyle bir yaklaşımın ne kadar gerekli olduğunu biliyorsunuz. Sizin böyle bir yaklaşımdan en önemli sonuçlar çıkaracağınız açıktır. Ortaya şu çıkıyor; kendinizi neden bu hale getirdiniz? Kendimi neden sizin hizmetinize koydum, bu gerekli miydi? Bunları size soruyorum. Devrimci olduğum için, başlangıçta hiç sorun haline getirmeden sorunlar üzerinde tekrar tekrar durdum. Düşüncede ve davranışta da çok hata vardı. Hiç sormadan size yüklendim. Bazıları bunu “dayatma” diye anladı. Sizinle zaman zaman konuştum. Bana göre bugün bir kızımız, bir kadınımız herhangi bir yurt parçasının kendisi olabilir. Aslında bu biraz gerçektir de. Kadın olgusunda toplumsal, ulusal gerçekliğimiz halen yaşıyor. Erkek ise işbirlikçiliğinden, yabancılaşmasından, düşmana günde kırk defa eğilmesinden dolayı silinmiştir. Bu nedenle ulusal değerleri fazla temsil edemez. Kadın ne kadar geri de olsa, -Botan’lı kadın 4.000 yıl önceki Kürt’ü temsil ediyor- aşırı asimilasyona uğramamıştır. Hemen hemen her kadın aslında bir ulusal değerdir. Dikkatli gözleyen bunu tespit edebilir. Dolayısıyla kadını bir yurt parçası gibi karşılamak gerekir. Elbette, “biz kokuşmuş, bitmiş, tükenmiş kişileriz, sen niye böyle şairane düşünüyorsun, hayallerin neden bu kadar büyük” diyebilirsiniz. Bir yurtsever bile böyle düşünmek zorunda ve bu iyi bir düşünme tarzı, iyi bir hayaldir. Kadını bir yurt parçası gibi düşünmek ve öyle karşılamak büyüklüktür. Buna ne kadar layık olmasanız da sizi layık hale getirmek gerekir. Kötülük bunun neresinde? Aslında Kürt kadının değeri sarı öküzden sonra gelir. Nasıl ele almışsan, öyle olur. Bunun insani yönü var mı? Tarihten, yurttan ve kültürden bu kadar kopuk ele al, ondan sonra da “canımdır”, “malımdır” diye yüklen ha yüklen. En büyük saygısızlık ve dayatmanın en çirkini buradadır. Buna dayalı cinsel ilişkinin, cinsel özgürlüğün kaç paralık değeri vardır? Tutkun uyanmış, sarılmışsın. Bu, kölelik ilkesine, hayvani ilkeye, hatta yabancılığa ve sömürgeciliğe kadar götürür. Burada örgütlenme ve eylem yoktur. İşte köylü anlayışı, gece-gündüz kör bir cinsellik. Bu özgürlük müdür, namus mudur?
Ben çalışmaktan bıkmam. Çocukluğumda arkadaşlık coşkusuyla nasıl hareket ediyordumsa, halen de öyleyim. Fikrimde ve yaşamımda kişileri karılaştırmak veya sahte erkekleştirmek yoktur. Kendi yaşamımda buna yer vermeyeceğim. Bana çirkin gelir. Eşlenmek kötü bir şey değil, ama eşlenme nasıl gelişir? Benim için bu halen büyük bir savaşım sorunu. Buna giden büyük savaşım, büyük uğraş önemlidir. Sevgiye giden yol bazılarına hemen bir su içme gibidir, oysaki bu çok zordur. Bizde sevgiye giden yolu açık tutmak, şiddetli bir savaşımla mümkündür. Kürt çözümlemesini yapıyorum, bunu incelememe günahtır. Ağızları biraz laf yapıyor, onu da çok kötü kullanıyorlar. Korkarım bütün bu çabaları çoğu inkar eder bir duruma girecek ve bu çabalar boşa gidecek. Bunu anlamadan gidecekler. Bunun sonucu iyi olmaz. Tarihini, çabayı inkar eden ne sosyalist, ne de kurtuluşa giden yolda sağlam bir deneyim sahibi olur. Durumları reel sosyalist ülkelerdeki gibi olur.
İlişkilerde çok zorlanıyorsunuz, kendinize güveniniz çok zayıf. Cesur olmak gerekir, bu açıdan da isterseniz kadın çalışmalarını biraz sınırlandırabilirim. Fakat korkarım kendinizi kaybedersiniz. Çünkü fazla destekçinizin olabileceğini sanmıyorum. Kadın mücadelesinin teoride, pratikte örgütsel anlamının ne olduğunu biraz anladığıma ve bunu yürütebildiğime inanıyorum. Fakat bu çalışmanın sabote edilme durumu var. Bu konuda kendiniz yetmezliğe düşüyorsunuz. Bu da beni düşündürür, tedbir almaya sevk eder. Dikkat edilirse bunlar son derece bilimsel yaklaşımlar ve özgürlüğe davetiyedir. Kadına güvenmek gerekir. Sizinle yaşamın daha iyi geliştirilebileceğine hem inanmak hem onun özgün çabası içinde kalmak gerekir. Kızların kendilerini zorlamalarına gerek yok. Onlardan fazla talepte bulunmayacağız. “Savaşa koşalım, kleş alalım, dağa koşalım veya kendimi kanıtlamalıyım” diye zoraki çabalara girmenize de gerek yok. Kendinizi bazı tutkular kadar, kölelik zincirlerine bağlı hissetmeye de gerek yok. Ben dahil, karşınızda hiçbir kurum, kişi ne cinsinize ne cinselliğinize karşı zorlayıcı bir etken olamaz. Son derece özgür davranabilirsiniz. Bir seçim kabiliyetiniz olmalı, güzelliği görebilmelisiniz. Hatta onu kendinize mal etmelisiniz.
Kadın söz konusu olduğunda, onu yaşamdan kopuk ele alamayız. Kürtler’de “jîn” hem yaşam hem kadın demektir. Oldukça doğru bir tanımlandırmadır. Ama bu ne hale getirilmiştir? Bizde yaşam, zehir-zemberek, diken, yara-bere, çürük adına her türlü namussuzluğa girilen bir beladır. Kadın da bu yaşamın en katalizörü olmuş cinsidir ve öyle kullanılıyor. Amacım yaşamı yaşanılır hale getirmektir.
Bir tablo oluşturmak istedik. Kadından da bazı önderler çıksın dedik. Uzun bir süredir kadın yoldaşlarımızın bazılarıyla bu konuda derinleşmeye çalıştık. Kendimce önemli gelişmeler olabilir diye düşündüm. Bu çalışma özgündü, yaratıcıydı. Bu konuda oldukça önemli gelişmeler sağlandı. İlerde bu çalışmaların daha da büyük etkisi görülür, zaten görülmüştür de. Halkın bütün çıkışlarında bizim çalışmalarımız belirleyici etkide bulunuyor. En büyük şahadetlere ve direnmelere giden kadınları biz yarattık, bu çalışmaların ürünüdürler. Bazı hainler de çıktı, ama önemli bir kesimi kahramanlar durumuna geldi. Cizre’de ilk şehit düşen Berivan’ı anmalıyım. İlkokulu bitirmiş ve Avrupa’ya aile çocuklarına bakmak için gitmişti. İçimizde ise özgürlük parçası kesildi. Bu, benimle girilen ilişki süreci içerisinde ortaya çıktı. Önce zavallı bir köleydi, konuşmasını ve gülmesini bilmezdi. Daha sonra ne kadar değer verildiğini gördü. Böyle özgürlükçü yüzlerce kadın var. Değer vermemiz, onları savaşçı haline getirmemiz kötü mü oldu? Kendi tutkularını belki yaşamadılar, fakat halkımızın tarihinde en soylu yerlerini aldılar. Bütün bunlar yanlış değerlendirilmek isteniyor. Halbuki bir ulusu var eden gelişmelerdir. Kadının da onurudur. Bu temelde gelişiyorsunuz. Bununla yetinmemeliyiz, daha da ilerlemeler olmalı. Benim hizmetim yalnız başına yetmez, sizlerin de çabalarınıza hem ihtiyaç vardır hem de bu işin belli başlı faktörü olması gerekenlersiniz. Kürt olayında bu yeri kesinlikle tutmanız büyük önem taşır. Ama halen cesaretsizsiniz, kendinizden fazla emin değilsiniz. İlkeye bağlılık çok aşınıyor, edepli olunamıyor. Sıkılıyorsunuz, bazen de patlama durumuna geliyorsunuz. Bu da olgunlukta zayıf olduğunuzu gösterir. Zayıf kadın olarak kalmakta ısrar etmek, bir kişiye kul köle olmak yararınıza değil. Seçme ve değerlendirme kabiliyetinizi, ilişki sınırlarınızı geniş tutmak iyidir. Ama ilkeli, terbiyeli ve özgürlüğe aday olmayı bileceksiniz. Sizleri çok candan bir yoldaş gibi değerlendirmemiz yadırgatmamalı. Bu, abartmaya, şımartmaya götürmemeli, aynı zamanda niyetler “kötü mü” dememeli. Ne siz o kadar gelişmişsiniz ne de yaklaşımlar kötü niyetlidir.