Bir devrimin özgürlük düzeyi ilişkilerdeki özgürlük düzeyine bağlı olduğu gibi, özgün olarak da kadın erkek ilişkilerindeki özgürlük düzeyiyle oldukça bağlantılıdır. Özgürleşme, bir anlamda bireyler arası ilişkileri özgürce tartışma, kararlaştırma ve yürütme gücünde olmayı ifade eder. Böyle bireylerin oluşturduğu topluluklar, özgür topluluklar olarak da değerlendirilir. Bu toplulukların oluşturduğu topluma da özgür bir toplum denilir. Devrim, bu anlamda bir toplumu en üst düzeyde özgürleştirme eylemidir. Bir toplumun yakıcı, hızlı ve genel bir özgürleşme ihtiyacı varsa, yapılması gereken o topluma çok şiddetli bir devrimi dayatmaktır.
Bir toplumda ulusal sorun varsa öncelikle o özgürleştirilir; bu da kendi kaderini tayin etme ilkesi olarak değerlendirilir. Sınıflar arası baskı, eşitsizlik ve antidemokratik bir yönetim biçimi varsa onu çözer ve buna da demokrasi denilir. Bunu bireye indirgediğimizde, her bireyin temel haklara kavuşturulması sorunu vardır. Bu da eğitimdir, sağlıktır, iş güç sahibi olmadır, yeteneklerine göre çalışabilme, temel hak ve özgürlüklerini elde etme durumudur. Bilimin özgürleşmesi de böyle tanımlanabilir. Kadının özgürlüğü ise bir adım öteyi ifade eder. En alttaki cins olarak, kişiliğine ilişkin karar verme, bu kararını bilinçlice gerçekleştirme, hiçbir baskı altında olmadan bunu yaşamsallaştırma kadının özgürlüğünü ifade eder.
Bu tanımları Kürdistan devrimine uyguladığımızda, ilişkilerdeki geleneksel, feodal, aşiretçi, eskinin tıkattığı ve kösteklediği yaşamı özgürleştirme zorunluluğu ortaya çıkar. Parti öncüdür, bu öncü savaşı örgütlüyor, ayaklanma geliştiriyor ve toplumu devrime götürüyor demekle yetinmeyeceğiz. Çok ağır kişilik sorunları, özellikle bu kişiliğin içinde oluştuğu aile, kabile, aşiret, hemşericilik, yani her türlü geri topluluk konumları aşılmadan ve çözümlemelere tabi tutulup bu konuda bir bilinç oluşturulmadan, daha ileri bir özgürlüğe imkân veren ulusal kurumlaşmaya ulaşılamaz. Savaş ve ordu kurumlaşmasından tutalım, her sahadaki kurumlaşması sağlanamaz. Aile kurumlaşmasını da buna dahil edebiliriz.
Aile ilişkilerindeki büyük tıkanıklık aşılmadan özgür aile kurumlaşmasına ulaşamıyoruz. Bizdeki devrimin kendi özgül koşullarında çözümlemelere ihtiyaç duyması ve birçok çağdaş devrimin genel ölçüleriyle yetinmemesi gereken bir devrim olarak kendini dayatması da bu gerçeklikten kaynaklanıyor. Bizde birey bir kördüğümdür, onu çözmeden devrime katmak mümkün değildir. Bireyi çözmek demek, bağlı olduğu muazzam bir ilişki ağını çözmek demektir. Birçok devrim, genel tahlille yürütülmüş, bireyin tahliline fazla yanaşılmamıştır. Ama biz kendi pratiğimizde sadece işlerin genel tahlille ilerletilemediğini iyi gördük. Örneğin, parti tarihimizde uzun yıllar, “Kürdistan sömürgedir, ulusal kurtuluş gereklidir” genellemesiyle hareket ettik; 1985’lere kadar “Bir halk savaşı gereklidir, buna gerilla ordusuyla karşılık verilmelidir” genellemesiyle, yani genel tahlille işleri yürütmeye çalıştık. Bunun için kitaplardan birçok alıntı yaptık; şemalar, tüzük ve yönetmelikler geliştirdik.….
Bilindiği gibi PKK’de yeni bir dönem, çözümlemeler dönemi başladı. Bireyde toplumu çözmek, anda tarihi çözmek, bir yerde o zamana kadar yaptığımızı tersinden tamamlamak istedik. O zamana kadar hep genelleme yapıyorduk. Bu sefer çok özelden konuşuyor, hep tarihten gelip anlık bir durumun devrimciliğinden bahsediyoruz. Bu çözümlemeler dönemi halen bütün yakıcılığıyla sürüp gitmektedir….
Ertelemecilik Türkiye’de çok yaygındır, bizde de oldukça hakimdir. Devrimde çok genel bir ilke veya tasarı da demeyeceğim, “Devrimci teori şöyledir, toplumlar mutlaka sosyalizme geçecektir” denilip durulur. Sosyalizme mi, yoksa daha geri bir kapitalizme mi geçildiğini gördük. Belli ki reel sosyalizmin de bu konuda çok köklü yetmezlikleri var. Eğer kapitalizm biraz başarılı oluyorsa, kesinlikle gündemine daha çok hakim olduğu içindir; anı anına neyi yakalaması ve yaşatması gerektiğini bildiği içindir. Demek ki, ertelenemez ve anbean yerine getirilmesi gereken görevlere yaklaşmayı bilmek çok ciddi bir yaşam ilkesidir, devrimde başarı ölçüsüdür.
Bireyler geliyor, ne olup olmadığı çözüme tabi tutulmadan salıveriliyor. Çözerseniz belki altın, belki de bir pas bulursunuz. Bunu açığa çıkarmak için elbette çözümlemeyi derinleştirmek gerekir. Nasıl bir maden ocağında maden ayrıştırılıp ayıklanıyor ve sonra ortaya çıkarılıyorsa, bireyi de öyle araştırmaya, ayrıştırmaya ve netleştirmeye tabi tutmak, ondaki madeni açığa çıkartmak gerekir. Buna neden ihtiyaç duyulur? Çünkü içimize gelenlerin neyi temsil ettiklerini gördük. Tutkuları ve düşüncesiyle, sosyal, kültürel ve siyasal özellikleriyle tam bir yumak gibidir. Ben buna kördüğüm diyorum. Bu kördüğümü çözmek gerekiyor.
Bu çözme işi o kadar derinleşti ki, dikkat edilmez ve çözümlenmezse, bir kişinin etrafında ördüğü ilişkiler bir partiyi on yıl sonra hem de iyi niyetlice rahatlıkla yenilgiye götürebilir. Eğer PKK gelişiyorsa ve devrimde biraz iddialı bir yürüyüşün sahibiyse, bunun nedeni kesinlikle bu yöntemle çok yakından bağlantılıdır. Öyle provokatörler tanıdık ve öyle tasfiyeci öğeler ortaya çıktı ki, eğer üzerine doğru bir yöntemle gidilip çözümlenmeseydi, onlarcası değil bir tanesi bile bu partiyi bitirirdi.
Sovyet devriminin başına ne geldi? Sosyalizmin Sovyetler Birliği’nde çözülmesinin en önemli nedenlerinden birisi de budur. Devrimin başına yetmiş yıl sonra, elli yıl sonra, on yıl sonra, bir yıl sonra çözülüşü ve tasfiyeyi dayatacak adamı, onun ilişki ve yaşam tarzını çözemediği için, önder veya görevli ve sorumlu kimseyi çözemediği için, uğruna onca kan akıtılan, onca emek ve çaba harcanan devrim aslında kendi eliyle tasfiye oldu.
Benim bazı alanlar üzerine, örneğin Güneybatıdaki tasfiyeciliğin temel provokatif tipi üzerine çözümlemelerim var. Aslında yıllardır uğraşıyorum. Bütün iyi niyetimize rağmen, bir eyaleti neredeyse bitişin eşiğine getiren, işi çok kahredici ve çok vahşi cinayetlere kadar götüren yaklaşımlar önlenemiyor. Bütün çabalarımız ancak onu sınırlayabiliyor. Düşünün: Adam merkezi sahaya geliyor, “Burada başardığımı bütün parti genelinde de başarabilirim” diyor. Eğer önderlik tarzımız önünde durmazsa, ilgili değerlendirmede ortaya konulduğu gibi, kazandığı deneyimi bütün partiye taşırarak tasfiye işini genelleştirebilir. Burada kişinin ajan olup olmaması hiç önemli değildir. Önemli olan, çözümlenemez ve dizginlenemezse, bir kişiliğin bir partiyi bitirebileceğidir ve bu açığa çıkmıştır.
Bir de parti tarihimizdeki örneklere bakalım: Kendi şahsında partiyi bitirmeye çalışan böyle onlarca tip vardır. Benim kendi deneyimimde çarpıştığım yüzlerce tip vardır. Dalga dalga kendini bize vuruyor, ben ise parti korunsun diye yüz geri ediyorum. Çözümlenmiş örnekleri tekrarlamak istemiyorum; akıllı bir militan adayı bunları incelenmesini bilir. Düşünün: Bunlar yaklaşımları ve yaşam tarzlarıyla parti içinde serbest bırakılsalar, PKK kaç parçaya bölünür, nasıl bir aşiretçi-feodal bir örgüt olur, bireylerin savaş ağalığına nasıl dönüşür? Çözümlemeleri bir de bu yönüyle değerlendirmelisiniz.
Kürdistan toplumunun oldukça provoke edilmiş, bölünmüş, birbirine karşı kışkırtılmış yapısının partiye yansımasının ne denli güçlü olduğu göz önüne getirilirse, önünün alınmaması halinde, bu provokatif kişiliklerin -ki, bunların hepsinin ajan olmasına hiç gerek yoktur, çok iyi niyetleri de var- partiyi bir günde tasfiyenin eşiğine sürüklemeleri işten bile olmayacaktır. Bir bakıyorsunuz, bunların hepsi onur meselesi yapıyor, niyet meselesi yapıyor; partiye öyle bir takıyor ve partiyi öyle bir batağa çekiyor ki, çok uyanık birileri olmazsa, kendimi buna göre ayarlamış olmasam bütün çabalar boşa gider. Ben hala bu kişiliklerle günlük olarak uğraşıyorum. Bunlar gündemimden hiçbir zaman eksik olmadılar. Her türlü yoldaşça destek ve dayanışmayı gösteriyoruz, kendimize tanımadığımız gelişme fırsatlarını kendilerine sunuyoruz. Ama hala neden sonucun böyle ortaya çıktığı gerçeği üzerinde duruyor ve çözümlemeye tabi tutuyorum.
Kısaca eğer dikkat edilmezse, bir kişinin şahsında bir parti kaybedebilir. Bir parti kaybettiğinde bir ulus da kaybedebilir. Çözümlemeler bu açıdan da önemlidir. Burada anlaşılması gereken şey, bir kişinin parti içindeki yaşamını, eylemini ve ilişki tarzını her yönüyle değerlendirmeden ve günlük olarak gözden geçirip denetlemeden, bir devrimin sağlıklı ve başarılı bir zafer yürüyüşünün mümkün olmayacağıdır. Yaşanan deneyimler bunu fazlasıyla ortaya çıkarmıştır.
Parti içi yaşamı çözümlemekten bahsediyorum. Çözümlemeyle birlikte devrimci düzeyi geliştirmek, aynı zamanda bu ilişkilerdeki devrimciliği, özgürlüğü ve örgütlülüğü sağlamak anlamına da geliyor. Parti içi yaşamı o kadar devrimcileştirelim ve dolayısıyla özgürleştirelim ki, artık kişiler partiyle oynadıklarında verdikleri zarar sadece kendileriyle sınırlansın veya bir kişi partiyle oynadığı zaman anında gereken karşılığı bulsun. Benim almış olduğum en önemli tedbir budur. Çözümleme ve ilişkilere dayattığım özgürlük düzeyi kesinlikle bunu doğurtmaya yetiyor. Bu da bir savaştır, çatışma ve zaman zaman da uzlaşmayla yürütülür. Eğer görev göz ardı edilmezse, kesinlikle parti kazanır. Dolayısıyla savaş yürütülüyorsa kazanılır.
Önder Apo
Kaynak: Eşitliğe Ve Özgürlüğe Yürüyüş (Kadın Ordulaşmasına Doğru)
Devam edecek