Uzaklardan bazı arkadaşların bize doğru geldiğini fark ettim, çok geçmeden çatışma bölgesinden gelen arkadaşlardı. Düşmanın geri çekilmediği büyük bir ihtimale yarın operasyonun kapsamını genişleteceklerini söylüyorlardı. Hasta ve yaralı arkadaşların Çemecu tarafına gönderilmesi gerektiği geriye kalanlarında yarınki çatışma için hazırlıklı olunması için, gerekli planlamayı yapıyorlardı. Renas arkadaş, Alişer arkadaşın yanına gelerek. Doktora hitaben bu gencimiz nasıl yarası ağır mı? Doktor yarası ağır değil ama biraz dinlenmesi gerek ta ki yarası iyileşene kadar, pansuman olması lazım.
Tamam her şey için teşekkür ederim. Elleri dert görmesin, yanınıza gerdiği kadar tıbbi malzeme alarak, bu gece burada dinlenin sabaha karşı daha güvenlikli bir yere geçerek gerekli tedaviye oradan devam edersiniz dedi.
O gece Petrut boğazının tutulması için bizim manga görevlendirildi. Gece boyu orda pusu atmamız gerektiği belirtildikten sonra orada ayrılarak Petrut boğazının üstündeki tepenin yolunu tutuk. Oraya gidiş kararına çok da sevinmedim. Dün geceden beri neredeyse bir saat bile gözüme uyku girmemiş, ayakta uyuyordum, en azından bu gece rahat bir yerde dinlenmek istiyordum. Gene sabah kadar nöbet tutacak dinlenemeyecektim. Bu bitkin halimle bunu nasıl başaracağımı düşünürken talimatı veren arkadaşa içten içe sitem ediyordum. İsteksiz bir şekilde tepenin yolunu tutuk. Allahtan çok uzak değildi on dakikalık bir yükseltinin ardından tepenin zirvesine vardık.
Arkadaşlarda tepenin hemen altında kayaların dibinde mağara sayılmayacak ama mağara şeklindeki kaya diplerde dinlenmek için yerleştiler. Dün gece yağan yağmur dinmiş, yerini ayaz bir gecenin soğuk rüzgârlarına bırakmıştı. Hafif esen rüzgar ağaçların yapraklarını yalayıp geçerken ardında bıraktığı hışırtılardan farklı sesleri ayırt etmek içi dikkatli olmak gerekiyordu. Düşmanla aramızdaki mesafe bir saati geçmezdi, düşman istese bir saate içinde orada olabilirdi. Tutuğumuz tepeler karşı karşıyaydı, gizlilik kuralarına harfiyle uymak zorundaydık. Küçücük bir görüntü bizi uçakların saldırısına maruz bıraka bilirdi. Bu gece her ne kadar düşmanın, oraya gelişine çok ihtimal vermezsek te yine de işi şansa bırakamazdık. Savaşa hazır bir şekilde mevzilenmemizi yaptıktan sonra sesiz sedasız mevzilerde bekledik.
Sayımız az olduğundan birer saat arayla nöbeti devir alarak tepenin etrafını kolaçan ediyorduk, nöbet saati bitikten sonra bir saatliğine bile olsa dinlenmeye çalışıyorduk. Çünkü yarının ne olacağını kimse kestiremezdi, gün boyu bir çatışmanın içine ola bilir dinlenme fırsatımız dahi olmaya bilirdi. Dinlenmek için uzanan arkadaşlarda tavşan uykusuyla yatmak zorundaydılar. Zihnin açık ama gözlerin kapalı bir yatış. Her an hazır olabilecek yarı uykulu bir dinlenme pozisyonda dinleniyorduk.
Sabaha karşı seher vaktinde roket sesiyle uyandık. sesler hemen altımızda geliyordu. Ertuş ve kinyanış arasındaki vadide izli kurşunlar havai fişekleri andırırcasına havada uçuşuyordu, biraz aradan Ertuş karakolundan atılan havan topları vadinin karşı yamaçlarında bir alev topu gibi patlıyordu. Bu sesler bölüğü de intişara koymuş bölük yerinde hareketlenmeler başlamıştı. Bölükte bu seslerin nerden geldiğini öğrenmeye çalışıyordu.
Hemen telsizle bizimle bağlantıya geçip sesler nerden geliyor ne oldu diye soruyorlardı. Dıjwar arkadaş Ertuş vadisinden geldiği muhtemelen bizimkiler onları pusuya düşürdüğünü söylüyordu. Tamam sizde dikkatli olun diyerek konuşmayı bitirdiler, çatışmalar on dakika yoğun bir şekilde devam ederken sonra yerini biraz daha seyrek atışlarla bırakarak devam ediyordu. Aradan belli bir süre geçtikten sonra tamamen kesildi.
Kinyanış alanındaki bölüğümüz düşmanı pusuya düşürmüş yaklaşık on kişiyi öldürdüklerini söylüyorlardı. Ve telsizlerde eylemden dolayı bir birlerini kutluyorlardı. Ama ona rağmen düşman Kinyanış tepesini tutmak için tekrar harekete geçmişti. Kademeli vuruşlarla arkadaşlarda Kinyanış tepesine doğru çekiliyorlardı. Hava tamamen aydınlanmış çatışmanın her anını bir film seyreder gibi bizde seyrediyorduk. Saatlerce süren bu çatışma, Kinyanış tepesine gelip dayanmıştı Kinyanış tepesinde düşman tekrar pusuya düşürdüklerini gözlerimizle görüyorduk daha sonra cenazelerin üzerine gidip çok sayıda silah ve askeri teçhizat ta el koydular.
Üst üste darbe yiyen askerlerin başı dönmüş ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Yedikleri bu son darbe baya etkili olmuştu ki, öğlene doğru düşmanın gücü orada durduruldu, artık adım atacak halleri kalamamıştı. Nereye doğru hareket etseler vuruluyordu, her yerden çembere alınmışlardı. Kinyanış köyünün sağı solu küçük tepeciklerle doluydu. Gün boyu yaşanan çatışmada arkadaşlardan herhangi bir kayıpları yoktu.
Maroki tepesinde ise dün geldikleri yerde halen duruyorlardı herhangi bir hareketlilik görünmüyordu. Muhtemelen onlarda bu kolun gidişatına göre harekete geçeceklerdi, birbirleriyle kordineli bir şekilde hareket ediyorlardı. Öğlene doğru güneşin daha da sıcak hale gelmiş, bütün bedenimi ısıtmıştı. Vücudum tamamen gevşemiş, üstüme bir ağırlık çökmüş gözlerim kapanmaya başlamıştı. Yerde topladığım kurumuş heliz otlarını alıp ayaklarımla bir yeri düzeltikten sonra yere sererek yatak yapıp üzerine uzandım. Bizim tarafımızda düşmanın herhangi bir hareketi olmadığına göre, bu sımsıcak havada yüzümü güneşe doğru çevirerek derin bir uykuya dala bilirdim. Bir ara hafif üşüdüğümü hissettim ayaklarımı karnıma doğru çekerek keyifle üstüme örtmeye çalıştığımda, saatin çok geç olduğunu anladım. Aralıksız dört saat yatmıştım. Sağ olsun arkadaşlarda bana kıymayıp uyandırmamışlardı. Hemen toparlanıp keşif mevziisine doğru gittim, düşman halen yerinde dürüyordu.
Dıjwar arkadaş bunların geri çekilme gibi bir niyetleri yok gibi. Baksana Kinyanış tepesinde mevzi yapıyorlar, Özgür arkadaşa dürbünü uzatarak bak sende kontrol et dedi. İkisi yıllarca beraber kalmış aynı bölükte aynı takımda görev yapmışlardı. Beraber Botan’dan Zaxroslardan geçerken bir süre ayrıldıktan sonra tekrar aynı bölük ve şuanda aynı mangada yer alıyorlardı. İkisi de çok genç yaşlarda parti saflarına katılmış hemen hemen hiç ayrılmamışlardı. Bir birlerinin düşüncelerini bir bakışta anlaya bilecek kadar bir birlerini tanıdıklarını düşünüyorlardı.
Özgür arkadaşta dürbünü aldı orayı tekrardan kontrol etti, gün boyu çatışmanın yaşandığı kayalığın hemen üstünde mevzileniyorlar dedi. Akşam için iyi bir av, bence arkadaşlar kesin saldırırlar, hem karakoldan daha iyi. Mayını tel örgüsü, termal kamarası, tankı topu yok. Burada koşular eşit sayılır, tersine biz daha avantajlıyız arazi bizim her yeri biz tanıyoruz, akşam için güzel bir yemek diyerek gülüyordu. Sonra duraksayarak ister misin?
Biz gidelim bu eylem, hem Munzur arkadaşın intikamını da almış oluruz. Bak sana sabahtan beri her yeri keşfettik bence hiç zorlanmadan tepeyi alırız. Sonra biraz duraksayarak gerçi ben o alana hiç gitmedim ki, ama olsun gene ben giderim dedi.
Akşama doğru gittikçe güneş etkisini kaybediyor, yerine serin bir hava esiyordu. Hava çokta soğuk değildi, nerdeyse her yer kurumuştu. Güneş son ışınlarını hafif bulutlar arasında kırmızı mavi beyaz tonlarının birleştiği kızıl bir okyanusun sonsuz boşluğunda yansıtıyordu. Güneşin batışını seyretmekten her zaman huzur bulmuşumdur. Çocukken, köyün topraktan yapılmış evleri arasında saklambaç oynarken de yakalanmamak için, köyün önündeki uçsuz bucaksız tarlalar korkmadan kendimi vurarak karanlıklar içinde uzaklara gide biliyordum. Bazen de tek başıma bir köyden diğer köye gece yarısı gidip gelmem karanlığa karşı güvenimi artırmıştı. Kendimi bildim bileli karanlıkta kendimi daha güvende his etiğim. Ama bildiğim bir gerçek daha var ki bu gecenin diğer gecelerden daha uzun süreceğiydi.
Bizler bölüğün yanına gitmek için eşyalarımızı toplamakla uğraşırken, telsizden noktaya inmemiz yönünden talimat geldi. Yavaş yavaş tepenin dik yamacında kendimizi bırakırken, yıllar öce düşerken bir taşa çarptığım dizim ağrıyordu. Düşmemek için kısık adımlarla ağaçların dallarına tutuna tutuna inmeye çalışıyordum.
Noktaya vardığımızda bütün arkadaşlar toplanmış bizi bekliyorlardı. Tabur komutanı Orhan arkadaş taburun önünde durmuş, operasyon hakkında son bilgileri paylaşıyordu, oraya vardığımızda arkadaşlarda geldi diyerek konuşmasına devam etti. Kinyanış tepesinde düşman konumlanmış, tepe baya uzun bir tepe buna göre, Kinyanış bölüğüyle beraber koordineli bir şekilde bu tepeye saldırarak, tepeyi düşmandan temizleyeceğiz. Kinyanış bölüğü yukardan saldırırken, bizde tepenin aşağısından ve Kinyanış tarafından saldıracağız. Saldırı için iki grup hazırlayacağız onları savunmak içinse bir grubu ağır silahlarıyla beraber göndereceğiz. Eylemi bu gece yapacağız. Dün yaşanan çatışmada Munzur arkadaşı maalesef kaybettik. Bu gece yapacağımız eylemde onun anısına olacaktır. Yani anlayacağınız intikam eylemidir. Herkes bu ciddiyetle yaklaşmalı. İntikam alalım derken, başka kayıplarda vermeden bu eylemi başarmalıyız. Herkes buna göre hazırlığını yapsın, yapacağımız düzenlemeye de itirazı olan düzenleme okunduktan sonra, itirazını yapa bilir diyerek, bir şey belirtmek isteyen var mı? Biraz bekledikten sonra, kimseden ses çıkmayınca düzenlemeye geçildi.
Şimdide düzenlemeyi okuyorum dedi. Herkes pür dikkat kesilmiş kendi adının nerede geçeceğini öğrenmek istiyordu. Birinci saldırı gurubu, Dıjwar, Zınar, Özgür ve Deniz arkadaşlardır. İkinci saldırı gurubu kol komutanı Reşit, Meşkan arkadaş; Kahraman, Musa, Bedirxan arkadaşlardan olmak üzere toplamda dokuz arkadaş saldırı gurubu için görevlendirildi. Takviye ve savunmanın isimleri okunduktan sonra guruplar hemen hazırlanmaya başladılar. Eylem için gitmeyen arkadaşlar pek te durumdan hoşnut olmadıklarını homurdanmalarından belli oluyordu. Herkes eylem için kendini hazırlamış sabırsızlıkla adının okunmasını beklerken, adlarının okunmaması onları hayal kırıklığına uğratmıştı.
Saldırı grubu hazırlanırken onlarda yanında bulundurdukları yedek bombalarını, saldırı grubuna verdiklerinde gözleri dolmuş ağlamamak için kendilerini zor tutuyorlardı. Arkadaşlarına şans dilemekten başka ellerinden bir şey gelmiyordu. Sadece dikkatli olun demekle yetindikleri bir andı o an.
Eyleme gidenlerde yanlarından hiç ayırmadıkları gözleri gibi baktıkları tek sermayeleri, yılların biriktirmiş olduğu anılarını canlı tutan, şehit düşmüş arkadaşlarının tek hatırası, bir de bugün halen yaşayıp ta yarın ne olacağını bilmedikleri, bir sürü arkadaşın içinde yer aldığı, her toplanıldığında mutlak bakılan, fotoğraf albümlerini de geride kalan arkadaşlarına emanet bıraktılar. Özgür arkadaş arkadaşlar arasında en az dokuz bomba toplamıştı, diğerleri de en az bir o kadar toplaya bilmişlerdi. Vakit tamam artık harekete geçme zamanıydı.
Eyleme gitmeyen arkadaşlar bir yerde sıra halinde dizilip vedalaşmak için hazırlanıyorlardı. Eyleme gidenlerde sıraya girerek teker teker vedalaşıyorlardı birbirlerini sıkıca sarılarak, serkeftin heval umarım sağ salim dönersiniz diyerek tekrardan sarılıp vedalaşıyorlardı. Duygusal bir anı yaşıyorduk o duygu bir annenin çocuğundan ayrılması değil, bir kardeşin kardeşinden ayrılması ya da bir babanın evladından ayrılması da değildi, hepsini içinde barındıran bir yoldaşın yoldaştan ayrılmasıydı. O anın tarifi olmaz ki, hangi kalem o anı kağıda dökecek, mısralar hangi şiir dizelerinde ya da hangi şarkının sözleri bu anı anlatmaya yetecek nameler olabilirdi ki. O anı orada yaşayanlar ve o anda olanlar, bedenin ve ruhun derinliklerinde saklı olup ta dilendirilmeyen göz yaşının berrak damlalarında saklı duygulardı. Sadece kalbinin sıkıştığını hissedersin göğsün üstünde yumruk olmuş bir ağrıyla kıvranırsın, acı çekersin ama bunu anlatamazsın.
Hayatımızın her anında beraberimizde taşıdığımız bir duygudur bu duygu. Uğurlayanlar uğurladıklarını son kez görebilecekleri bildiklerinden, uğurlananlar ise bir kez daha geride bıraktıkları tekrar göremeye bileceklerini bildiklerinden dolayı hüzünlüydü ama eylem olacağından dolayı da bir o kadar mutluydular.
Deniz Özgür