• KURDÎ
No Result
View All Result
Pajk - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri
    • Resim Galerisi
    • Video
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri
    • Resim Galerisi
    • Video
No Result
View All Result
Pajk - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi
No Result
View All Result

İlk İsyan-II-

16 April 2013
in Genel
A A
Share on FacebookShare on Twitter

Önder APO

Ve taşlı eylem, neydi o? Beni vurdukları için, çok zor da olsa bir eyleme kalktım. Cimo ile Mıho’ya karşı benim düzenlediğim eylem hikayeleri de, ilk isyan kadar önemlidir.Ne zaman bu iki eylemi aklıma koydum? Baktım çok üzerime geliniyor, artık aile beni kabul edemez duruma geliyor. Baktım çok zorunludur ve artık yapmasam fazla yaşayamam, o çocuk aklıma ne geldi?

 

 

Peki, nasıl eylem yapmalıyım? Cimo yaramaz bir çocuk, böyle her türlü pisliğe bulaşmış, kavgada kural dinlemiyor. Ben de son derece çekingen bir çocuğum. Kolay kavgaya gelemem ve bu çok ciddi bir engel, baş edilmesi güç. “Fırdo” derdik ismine, gerçekten fır dönen biriydi Cimo.

Çarnaçar, artık bilemiyorum, benim her zamanki sürpriz çıkışlarım gibi. Bir baktım Cimo aşağı derede yürüyor. Artık biz karşıtlaşmışız. Halen hatırlıyorum, derenin üstüne çıktım. Onun üst kısmına yerleştim. İzlemeye başladım. Yine o zaman ‘kıras’lar vardı, uzun elbiseler. Kırasımın içine taş doldurmaya başladım. Biraz ileride bir komşum vardı. Yani en azından iyi bir dost olmasa da, ortada durabilir veya bana yardımcı olabilir diye, bir de müttefikim oldu. Kavgaya kesin katılmayacak, fakat beni gözleyebilir. Bu kavgada aslında doğru tarz üstüne bütün şeyler var. Yeterince hazırlık, sağlam mevzilenme, takip, hareket tarzı ve bir ittifak. Yani bir örgütsel durum. Ondan sonra üstten Cimo’ya taş yuvarlamaya başladım. Cimo, dediğim gibi, kolay çekilecek bir şey değil ve alışmış hep üzerime olumsuz gelmeye. Taşları fırlata fırlata en son Cimo’yu kaçış pozisyonuna soktum. Kaçmaya başlayınca da daha da yüklendim. Yamaçtan evine kadar (çok iyi hatırlıyorum) kaçırttım ve en son evine girdi. Ve hatta sanıyorum bir de kapıyı üzerine kapattı.

Çok ilginç. Aslında benim için büyük başarıydı, herhalde anam o zaman bunu çok iyi değerlendirmiş olabilirdi. Çünkü çelişkilerimiz vardı. O, mutlaka cevap vermemiz gerektiğini söylüyordu. Bu eylem böyle gelişti ve sonuç da başarıydı. Halen hatırlıyorum, abartmıyorum. Mutlak başarıydı. Çünkü oldukça benden daha belalı bir tipti. O güne kadar beni yıldırmıştı, fakat düzenlediğim bir eylemle Cimo’nun işini bitirdim. Oldukça hazırlıklı, planlı, inisiyatifli gelişen bir eylemdi.

Mıho için de aynı şeydi. Mıho da oldukça beni uğraştırmıştı, başımı yarmıştı. Hatta belki daha izi bile vardır. Onun için de aynı planlamayla damın üstüne çıktım. Köşeden çıkış yapacak Mıho, bir de bana görünmüyor. Köşeden çıkacak, ben de diğer damın görünmeyen köşesindeyim. Yine eteklerimi taş doldurdum ve Mıho köşeden çıkar çıkmaz taş yağmuruna tuttum ve Mıho yarayı aldı. O da büyük bir fırlamayla evinin içine kadar gitti. Sanıyorum onu da ta evinin karanlıklarına kadar kovaladığımı hatırlıyorum. Ve Mıho’nun da işi böyle bitti.

Şimdi bu iki eyleme baktığımda, benim tarzım yine bütün yönleriyle kendini ele veriyor. Plan, gizlilik, inisiyatif var. İlk hücum bende ve bir de sonuna kadar izliyorum. Dikkat edilirse, burada bir gerillanın bütün özellikleri gizli. Buna benzer birçok kavgadan bahsedilebilir o çok erken yaşlarda.

Nedir? Köy koşullarındaki aile kavgaları, çocuklarla kavgalar. Çocuk kavgalarının çetin olmasından ne kadar ürktüğüm, vurma kırmaların sonuçlarının kötü olmasından kaygılanışım; bunun uzun vadeli yaşam istemlerime darbe teşkil ettiği duygusu, şimdi aklımdadır. Mümkünse ölmemek, ama mümkün değilse, Cimo ile Mıho’nunhikayesinde olduğu gibi çok derli toplu, planlı bir-iki eylem düzenlemek. Ve en değme gerillacının göstermediği duyarlılığı, o çocuk yaşımda gösterdiğimi kanıtladım. Uzun süre savunmada kaldıktan sonra birdenbire saldırıya geçerek çığır açıcı bazı darbeleri gerçekleştirdim.

Aile içi çelişkiler vardı. Ailenin giderek kendisini dayatan normları, gelenekleri vardı. Onlara karşı da, ilk isyanda olduğu gibi büyük bir direnme içine girdim. Büyük bir öfke, kavga ve isyan. Ardından işte köye başkaldırıya kadar dayanan, kendime göre bir savaş söz konusuydu. Bu da bir öfke savaşıydı. O zaman köyden ayrıldığımda arkama dönüp de gürül gürül gözyaşlarını akıttığımı da hala hatırlıyorum. Tabii öfkeden başlıyor. Tuhaf! Neden öyle savaşıyorsun ve neden kopuyorsun? Bir kişilik özelliği. Dedim ya, böyle duygu yüklü bir kişilik.

Kopuyorum. Bir köy topluluğundan kopuş ve kent toplumuna yöneliş var. Her yönüyle bir toplumsal savaş.

Benim on yaşındaki çocukluğumda kabaran bir öfkem vardı. Büyük öfkeyle, yağmur gibi gözlerimden yaş boşalması vardı. Fakat onu isyana götürdüm. Elveda deyişim var. Mesela o çocuk halimle bile, o çok yakıcı bir elveda idi. Fakat tekrar tekrar dönüşü vardır ve hepsi biraz derinliklidir. Tabii ben bunları kimseye anlatmadım, anlatacak halim de yoktu. Ama öz itibariyle böyleydi.

Ülkemin dağlarından, taşlarından, sularından, kuşlarından, kelebeklerinden, kertenkelelerinden, yılanlarından, çıyanlarından kopuşum hayli önemlidir ve orayı unutmamam, siyaset yapmamla bağlantılıdır.

…

Küçük bir hatıra: Ailenin bir büyüğü vardı. Bizim aile üzerinde de biraz denetim kurmak istiyordu. Halen aklımda, adam takip ediyor bizi. Benim babam onun elinde zaten bir zavallı gibi. Büyük ihtimalle benim özgür gelişeceğimi biraz fark etmiş. Geldi, “Bu elin yine niye uğraşıyor” dedi. “Beni ciddiye al, ciddi dinle!” Hatırlıyorum, o zaman bu sözü söyledi. “Sende cıva mı var lan?” dedi, “büyüğün karşısında sağlam dur!” Feodal kuralı bana dayatıyordu. Ben ise gerçekten oynadım o zaman. Adamın gözüne takılmış ve beni o zaman hizaya getirmeye uğraşıyor.

Teslim olmayı kabul etmediğim ve direndiğim için, sosyal yönden kabul düzeyini biraz yakalıyorum. Bugün kendi halkım ve dostlarımız arasında ilgi buluyorum. Düşmana bile saygı telkin ediyorum. Daha somut olarak konuşursak, ben yıllarca kendimi bir köylüye dinletemezdim. İstemim ne olursa olsun, ne anama, ne babama, ne köylüye, ne okul ve çocukluk arkadaşlarıma kendimi dinletemediğimi anlattım.

Orada çok ilginç bir mücadele sürecine geçtim. Yine sosyal yaşam açısından bazı temel özellikleri netleştirmek gerekiyor. Böyle bir köy ortamında aile ilişkilerinin nasıl engel olduğunu ve çok yapay bir çelişkiyle ailelerin birbirlerine nasıl düşman edildiklerini, bunu nasıl tehlike olarak gördüğümü anlattım. Bu ne demektir? Biraz sosyal gelişme istemektir.

Sosyal gelişmenin önünde meşhur Kürt çelişkisi var. Kan davası, kapı komşu kavgası, it kavgası, eşek kavgası, bir karış tarla kavgası. Bunun tehlikelerini gördüm. Bu da çok geri ve ilkel düzeyde bir tepki durumudur. Bundan rahatsız oluyordum. Daha erken yaşlarda buna bulduğum cevap, zıddına ulaşmak oluyor.

Zıddına ulaşmak nedir? Yerleşmiş köy sosyal yapısı da demeyeceğim, sosyalleşme oldukça kapalı bir yapıya karşı biraz sosyallik yaratmaktır. Daha o dönemde kendi yaşıtlarımla gerekirse gizli ilişkiler kurmaktan geri durmadım. Yaşım yedi-sekiz, bilemedin ondu. Köy ortamında ilk gizli ilişkilerimi öyle kurdum. Çok iyi hatırlıyorum, aile büyüklerimizden gizli, düşman denilen ailelerin çocuklarıyla ilişkiler kurdum. Gizli bir örgütlenme, onların düşman olarak bellediklerini, ben arkadaş olarak karşılamaya çalıştım. Yani yerleşik amaca ters bir amaç edindim. Benim mücadelem, böylece onların düşmanlık kavramını kabul etmemekle başladı.

Ben yedi yaşımdayken kendimi böyle alıştırdım. Gidiyordum, “cıva yine geldi” diyorlardı. On yaşındaydım, “sen ana mısın?” dedim, “ama beni nasıl bir dünyada, nasıl koşullarla yüz yüze getirdiğini biliyor musun?” O, bir hesap sormaydı. “Sen bir çocuktan ne istediğini biliyor musun?” Ona tavuğu ve civcivleri gösterdim ve ilişkimizi onlarınkine benzettim. Bir çılgın ananın, bir çocuktan istememesi gereken şeyler olduğunu fark ettim.

Böyle bir yaşam gerekli. Hareketliydim. Denge de vardı. Tabii disiplin ondan sonra gelir, çok disiplinliydim de. Mesela ilk yılanlarla, kurtlarla, kuşlarla kavgamda çok disiplinliydim. Çünkü ısırabilirlerdi beni. Bütün o kayalıklardan koşuyordum, hemen her şeye el atıyordum, hiçbiri ısıramadı beni. O da disiplinle ilgilidir. Kendimi kolay yakalatmadım. Tempoyla ilgilidir. Hiç kimse bana karşı ters değildi. Herkese kendimi büyük ilgiyle dinlettirmesini de bilirdim. Yani en inanılmaz olanları söylerdim. Hepsi kahkahadan geçerdi. Önemli olan kendini dinlettirebilmekti. Çekicilik mi, üslup güzelliği mi? Onlar nasıl istiyorsa öyle olurdu, ben nasıl istiyorsam değil. Veya nasıl istediğimi ben en son gösterirdim. Nasıl istediğim bir savaştır. Nasıl istediğim büyük bir birliktir, mücadeledir. Sonucu kırk yıl sonra insanlara gösteriyorum. Bunu göstermek için onlar nasıl istiyorsa öyle oluyordum. Örneğin “ah bizim oğlumuz olsa da, şöyle okusa, çalışsa” diyorlardı, öyle gösteriyordum. İşte köylülerin beni beğenmesi için. Tabii ben onları hiç beğenmememe rağmen, onlara amansız tepki içinde bulunmama rağmen, sırf onları kendi sahama çekmek için.

Evet, feodal köy yaşamına amansız tepki içindeyim.

Komşumuzun bir erkeği evlenmişti. Anlam veremediğim ikinci bir evlilik yapmıştı. Ve ikinci evliliğini o zaman yaşıtım olan bir kızla yapmıştı. O zaman da, o evlilik benim için sakattı. Benim yaşıtım olan bir kızın böyle çelimsiz bir adama para gücüyle gitmesi büyük bir suç, büyük bir ahlaksızlıktı. Elimden gelseydi, o kızı o zaman, o adamın elinden çekip çıkarırdım. Başaramadım, çünkü gücüm yoktu. Gücüm yoktu.

Benim bacım; onu hiç görmemiş olanlar, iki günlük yoldan geldiler, “istiyoruz” dediler. Birkaç çuval buğday, birkaç kuruş para karşılığında geldiler, aldılar. Bu ilişkiyi hala yadırgıyorum. Hiç hoş görmedim. “Böyle ilişki mi olur” dedim. Birkaç günlük yoldan gelmiş adam bir de adeta feodalliğin serfi, ağanın çömezi, bizim bacıyı götürdü. “Ne yazık oldu” dedim. Tabii, yine de gücüm yetmiyordu. Gitti.

Yine hatırlıyorum (ki bunlar en erken yaşlarda yaşadıklarımdır), temiz niyetli bir kızı yine zorla bir eve vermişlerdi. Böyle çok amansız, sille tokat vermişlerdi. Kız, adama boyun eğmiyor, kaçıyor. Hatırlıyorum, ben de okur yazardım, “bana da biraz okur yazarlığı öğretir misin” diye ilk defa yanı başıma kadar gelen bir köy kızıydı. Öyle gelip satırlara bakıyordu. Halen aklımda, ona ancak bir-iki sözcük söyleyebildim, başka bir gücüm olamadı.

Başka bir gücüm olmadı. İşte bugün ben onun intikamını alıyorum, hala onun intikamı peşindeyim. Bu bir toplumsal düzeydi ve böyle olacağına, varsın hiç olmasındı. Bugün benim örgütlediğim toplumda, artık eskisi gibi ne toplumsal düzey öyle kalır, ne de öyle kadın bulunur. Kadın da artık eskisi gibi erkek bulamaz. Çünkü bana göre o da büyük bir düşüştür. Eski tarz egemenlik ilişkilerine bağlanmış bir kadın kaybetmiştir, kaybeder. Zaten benim için bugün bir kadın özgür olduğu oranda vardır. Bir erkeğe yanlış bağlanmış bir kadın, benim için bitmiştir. Bana göre, yanlış bağlanmış, özgürlük ilkesinin düzeyine göre kendini götüremeyen bir kadın gücünü yitirmiş veya bitirilmiştir. Kadın her zaman idealize edilmek durumundadır. İdealize edilmesi de, özgürlükle bağlantılıdır.

Kişi olarak da kolay sevmem veya sevme hakkını görmem. Örneğin çokları hiç hak etmediği halde kendini haklı buluyor. Ben, başkalarının dediği gibi Kürt halkına aşık olmadım. Kürt halkına karşı büyük saldırı halindeyim. Tabii, bu da bir aşk sayılır, ama ilk anlamında değil. Boğuşma anlamında, çirkinlikleriyle savaşma anlamında, gözü kara belki. Ve hakkım olmadığı halde de kimseye “nasılsın” bile diyemem, “merhaba” deme gücünü bile kendimde göremem. Bu çok önemli. Değil sevmek, yanından geçmeye bile hakkım yoktur derim. Ama çabasını gösterdikten sonra, büyük emeğini gösterdikten sonra, bu halkı şimdi sevebileceğimi ve dolayısıyla onun da beni sevebileceğini söyleyebilirim. Bu neyle gerçekleşti? Emekle, en soylu savaşım emeğiyle.

Eskiden de kızların yanından geçerdik, delikanlıların da. Ben eski sevgi anlayışını maymunun sevgi anlayışı olarak yorumladım. Sosyal gerçekliğe hakim olan budur. Lanet getirdim buna, korktum, ürktüm ve çekildim. Kaçtım.

Çocukluk arkadaşlarımız vardı, kızlar da vardı. Değil sevmek, adını bile söylemeye cesaret edemezdim. Köy ortamında tabii. Ve hep bazıları kız alıp kaçarlardı. Ben dehşetle karşılardım. “Nasıl cesaret edip de o kızı kaçırdı?” Hatta kız isterlerdi. “Nasıl cesaret edip de kızı isteyebiliyor?” Benim bu konuda cesaretim yoktu. Gerçekten kız alıp kaçırmak benim için müthiş bir olay. İmkanı yok, yine kız istemem çok zor bir olay.

Hatırlıyorum sonraları, bizim ana bu konuda bazı denemeler yapmıştı. Benim haberim yoktu ve “olamaz” diyordum. “Onlar benim adıma nasıl kız isteyebilirler?” Böyle ahım şahım bir kız isteme değildi. Duyduk, öyle uzaktan, bir daha asla sözü edilmedi. Çünkü bunun Kürdistan’da çok temel bir sorunla bağlantısı var. Görüyordum, bizim bacıları gelmiş istemişler. Birkaç keçi, bir eşek karşılığında alıp götürüyorlar. O zaman tepkiyle karşıladım. “Öyle doğal bir durum değil” diyordum, “bizim kızları alıp böyle ne idüğü belirsiz yerlere postalamak.”

Aileden, Kürtlükten, zordan zaten hep kaçmak istiyordum. Bu anlamda benim kadar korkak birisi yoktu. İlk jandarma köye geldiğinde, hatırlıyorum, üç tane çuval vardı evde, ben aralarına gizlendim. Bunlar da itiraftır. Gerçekten ilk tabancanın sesini duyduğumda, kendimi hangi deliğe atacağımı düşünüyordum. Böyle bir şey, bunların hepsi itiraf. Ama şimdi savaş tanrısı gibiyim. Bu iş olacak. Nereden nereye?

Tanrısal hesap yapılmıştır.

Tabii benimki çocukluk itibariyle bir halkın artık dirilişe geçmesi oluyor. Çünkü ben kendi yürüyüşümü olağanüstü bir halk yürüyüşü haline getirmeye çok yatkın birisiydim. Kesinlikle yürüyüş tarzım farklıdır. Bunu da çok güçlü tasavvur etmek gerekiyor. Kesinlikle farklı çizgide görüyorum. Tekim, çok karşıyım geleneklere, eski yaşam tarzlarına. Ama çok sessiz, kendini biraz da çok fazla belli etmeyen veya gücü yetmeyen ve bu anlamda kimseye de karışmayan biriydim.

Bizim yaşam, yaşanmaması gereken bir yaşamdı. Ben kendimi buna ayarladım. Yaşanmaması gerekeni yaşıyorum. Kendimi aldatmak, kendime veya bu halka yapabileceğim en büyük kötülük olacaktır. Oysa çoğunluk, yaşanmaması gerekene müthiş yaşanmalı diye şu veya bu yolla sarılmış, şu veya bu yaşta takılıp kalmıştır.

Tanrısal hesap yapılmıştır ve çok büyük oynamamız gerekiyor. İşte kendimi tek başıma böyle çok korkak birisi olmaktan çıkarıp, tarihin en büyük barbar gücüne karşı yürütebilir bir duruma getirdim. Ve bizim bu mücadelemizde kaybetmenin adı yoktur, sadece kazanmak vardır. Gerçek asker, gerçek PKK komutanı özellikle her şeyiyle kazanmalıdır. Onun kitabında, onun yürüyüşünde kaybetme sözcüğüne yer yoktur.

Ben, ben olmayı kanıtladım. Bunu bu kadar şehidin emeğiyle yarattık. Şehitler en baştaki güçtür ve halk şimdi bana bağlıdır. Bu güç (ki yasalar, teoriler bunu söylüyor), bende cisimleşmiştir. Tanrısal dediğim olay da budur.

Halkın gücü tanrısaldır.

Teorinin gücü tanrısaldır. Hepsini de birleştirmişiz.

Ve ben bunları babam adına söylemiyorum. Her gün büyük değerler adına konuşma gücüm var.

 

ShareTweetPin
  • Anasayfa
  • Önder APO
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri

©2020 PAJK Hemû mafên wê parastîne - Ji aliyê Pajk

No Result
View All Result
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma
  • Galeri
    • Video
  • Kurdi

©2020 PAJK Hemû mafên wê parastîne - Ji aliyê Pajk