Şehit Beritan ve Tara Yoldaşların Anısına
Kutsal bir karonun ağaçsız düzlüğünde simgesi orada oturur, iki yanında şanlı ölülere ve canlılara saygı adına taşlar ve nişanlar taşıyan iki peri ve iki can BERİTAN ve TARA. Son gülümseyişlerinde kıyametler koparttılar, tereddütsüz sakin ve edalı bakışlarıyla birbirlerine göz kırparak beraber vedalaştılar.
Umutlarının, düşlerinin, acılarının yazılı mısralarını aynı ak kağıt üstüne tek yürekle yazdılar, hem de aynısını. Bir kaç dakikalık havada kalan gözlerim endişeyle bıraktığım anı hatırlattı, göz açıp kapayıncaya kadar uzaklardan geçenlerin ardından bir kez daha bakınıp durdum, çaresiz bir halde çırpınıp dururken ruhum, zamanı geriye almak istedim. Zaman yaşanıldığı andan itibaren geri dönmeyen tek olgu.
Ellerim bedenimden bir parça değilmiş gibi ve bir tek onlara kızıyordum, haydi arabul bul bul, neden duruyorsun, neden gamsız ve heyecansız? Haydi, biraz daha ara, durma, onlara ulaş, ama çaresiz, çaresiz. Onlar da utancından kızarmış duruyorlardı. O kadar çok aramıştım ki, artık bedenim hükmedemez olmuştu kollarıma. Damarlarım neredeyse çatlayacak, dudaklarımı aralayan su damlacıkları yüreğimden beynime sızan acının, kabullenmezliğin ve başkaldırının gözyaşlarıyla atıyordu. Tek tek damla damla geldiler dudaklarımın arasından biri Beritan, biri Tara’nın yarım kalan umutlarına düşüyorlardı. Bu gözler ki daha yarım saat öncesinde iki perinin son gülümseyişlerine tanıklık etmişlerdi. Bu son gülümseyişlerde meğerse vedalaşma ve helalleşme yatıyormuş. Oysa şimdi bedenimden ayrıksı duran ellerim bu yüzden buzdan birer parça olmuşlardı.
Ölüm bile üşüyordu
Ve soğuk yel esiyordu
Akan yel
İki periyi anlatır kendi sesiyle
Anlatır iki periyi kendi diliyle
Anlatır iki periyi kendi
Ezgisinin sitemli düşlerinde.
Bütün acılarımız üstüne her zaman baş tacımız olan, bütün taşkınlıklarımızı bize bahşeden ve karanlıkları, umudun düşlerini ışık gücünün bilgeliğine dönüştüren Kutsal Güneşimiz bize küskün müydü acaba, gizlemiş saklı tutuyordu yüzünü bize hiç görünmeden. Oysaki bizler kemiklerimize kadar işlenen acının ve soğukluğun, yarım kalan türkünün saz tellerine sıcak bir ezgi arıyorduk. Sıcak makamda iki perinin yarım kalan sözlerinin dizelerini aramak istiyorduk. Yarım kalan düşlerimize senin kavurucu bedeninde çelikleşinceye kadar dövülmeyi bekliyorduk. Amansız rüzgarlarına savrulup beşiğimiz olan ülke topraklarımıza tohumun yeni çırpınışlarında baharın çiğ damlalarının yükünü taşımak istiyorduk.
Anneler hep kutsal ve bağışlayıcı erdemleriyle kutsal oluşunu bildiğimiz içindir en ufacık bir fiske bile şüphe duymadan işlediğimiz günahlarımızın ve taşkınlıklarımızın affına kaygısızca yaklaşıp ondan güç alarak. Karanlıkların şafağına kırmızı halkalar aralayıp baş tacımız Kutsal Güneşimizle var olduk.
Umudumuzun güvencesi olan şehitlerimizin ve Ulusal Önderliğimizin bizlere devrettikleri yarım kalan hayallerinin umut taşıyıcıları olmak gibi bir yükümlülüğümüz vardır. Çünkü onlar da başka perilerden almışlardı ve bizlere 21. yy’ da kadının rengiyle ve sesiyle yeni bir yaşamın, dünya düşünün özgürlük meşalesini teslim ederek son gülümseyişlerinde, son çırpınışlarında fırtınalar kopardılar. Bugüne kadar sözümüzü ya doğrudan ya da bir mahşer gününde söylemeye durdum. Bu yazılı mısralar hiç bana göre olmasa da bir gün çok uzaklara yolculuğa başladığımda hikayenin adını nasıl koyarlar bilemem ama bu iki perinin öyküsünü böyle taçlandırmaya çalıştık ki her zaman şehitlerimiz yarım kalan umutlarımız olsun diye.