Kadın özgürlük sorununa ilişkin birçok çevre tarafından tartışmalar yürütülüyor. Özellikle kürdistan özgürlük mücadelesi yürüten kadınlar, kadın sorununun çözümü konusunda son 30 yılda kadın özgürlüğünde önemli mesafeler kaydettiler. Yürüttükleri mücadeleyi ideolojik bir perspektife dayandırdılar. Son yıllarda ise özgürlük mücadelesini yeni bir bilim tanımlaması ile derinleştirmeye çalışıyorlar. Bizde bu yeni bilimin ne olduğunu, nelerle ilgilendiğini tartışmak üzere PAJK Jineoloji birimi üyesi Dorşin Akif ile bir röportaj yaptık. Yaptığımız bu röportajı sizlerle paylaşıyoruz.
– Jineoloji çalışması ne zamandan beri yürütülüyor?
D.A: Bu bilimi gündemimize alalı çok uzun bir süre olmadı. Yaklaşık iki yıllık bir tartışma sürecimiz var. Önderliğimiz, Özgürlük sosyolojisi isimli savunmasında kadın sorunun toplum sorunların içerisinde başat olduğunu dile getirdi. Bu değerlendirme ışığında kadın hakikatinin ortaya çıkarılması ve çözümünün geliştirilebilmesi için jineolojiyi önerdi. Bu da 2009 yılıyla tarihleniyor. Bu tarihten itibaren kadın hakikatinin görünür kılınma çalışması jineoloji kapsamında ele alınırken çözüme dönük tartışmalarımızı da bu kapsamda ele almaya çalışıyoruz.
Fakat şunu belirtmek gerekiyor. 2009 yılı itibariyle kadın bilimi tartışmalarımız yürütülürken, dayandığımız önemli bir zemin vardı. Neredeyse 50 yıla varan kürdistan özgürlük mücadelesi, kürdistan kadın özgürlük hareketinin 30 yıla yakın tarihsel deneyimleri var. Bunlar önemli bilimsel veriler ortaya çıkardı. Birde bunun yanında her ne kadar eleştirilerimiz olsa da feminizmle birlikte ortaya çıkan önemli değerlerde oldu. Bu mücadelelerin ortaya çıkardığı tarihsel zemin bizim için önemli veriler oluyor. Çalışma her ne kadar 2010 yılıyla birlikte birimleşmesini sağlamış olsa da kendini dayandırdığı önemli bir tarihsel zemin var.
Çalışma kapsamında hangi konuları ele alıyorsunuz?
D.A: Daha çok kadının toplumsal yapı içerisindeki konumu, tarihsel hakikati ve bu hakikatte yaşanan bozulmaların neler olduğunu araştırıp, görünür kılmaya çalışıyoruz. Güncel sorunlarda bunun bir parçası. Ahlaki bozulmaların tarihsel süreçler içindeki durumu nedir, neden toplumsal ahlaki bozulmalar yaşandı? Bu bozulmaların günümüze yansımaları neler? Daha çok bu sorular temelinde yaşamı sorgulamaya ve yorumlamaya çalışıyoruz. Tabi kadının tarihsel hakikatini ortaya çıkarmaya çalışırken güncel olarak bu sorunun çözümü ve mücadele yöntemlerini de oluşturmaya çalışıyoruz. Kadına dönük gelişen şiddetin nasıl toplumsal savaş haline dönüştürüldüğü, şiddetin aşılması için çözüm yöntemleri geliştirmeye çalışıyoruz. Şiddet ve savaş hali sadece kadına dönük gelişmiyor. Kadın üzerinde gelişen şiddetin dozajı ve biçimi değişerek topluma da anlık olarak uygulanıyor. Şiddet tabi zihinsel bir sorun olmakla birlikte aşılması için hukuksal kimi tedbirlere ihtiyaç duyuluyor. Bu hukuksal araçlar neler olacak, ne tür tedbirler geliştirilebilir? Bunların hepsi bu bilim kapsamında ele alınacak konuların başında geliyor.
Yaşamın ahlaki temelde gelişmesinde kadının başat bir rolü var. Tüm toplumsal ilişkilerde kadın belirleyici bir öneme sahipken, önemli bir kırılma yaşanıyor. Beslenme, üreme ve savunma konuları toplumun kendisini sürdürmesi ve yaşatması için önemli alanlarken bunlara anlam verme gücü ile kadın ahlaki bir zihniyet inşa etmiş. Toplum kendisini bu üçlü üzerinden sürdürüp, anlam gücü ile de sanatını, edebiyatını, mimarisini, bilimini ve tekniğini geliştiriyor. Fakat yaşanan kırılma sonrasında bu üç önemli alanda iktidarla donatılıp, bunlar üzerinden savaş geliştiriliyor. Örneğin beslenme yaşamsal bir ihtiyaçtır. İlk toplumsal yapıda beslenme kadının öncülüğünde ihtiyaçları doğrultusunda geliştiriliyor. Kırılma yaşandıktan sonra ise iktidarcı güçler elinde ekonomizm, endüstriyalizm gibi zihniyet formları ile birlikte iktidarcı kılınıp toplum üzerinde bir kesim terör estiriyor. Yine üreme bu da toplumun kendisini sürdürmesi için önemlidir. Fakat egemenlikçi erkek zihniyet, aile ve hanedanlık formları ile kadını çocuk doğurma makinesine çevirmiş. Kadını çocuk doğurmada tek bir söz hakkı bırakılmamış. Sadece erkeğin kendi iktidarı ve gücü uğruna kadını bedeni, duyguları ve düşünceleri kurban edilmiş. Bir diğer konu savunmadır. Savunmada tüm canlılarda duygusal düşüncenin geliştirdiği doğal bir reflekstir. Tek hücreli bir canlı da dahi varlığını devam ettirebilmek için savunma gelişir. Fakat egemen erkek zihniyetinin tarihsel gelişimi ile birlikte ordular geliştirilerek, militarizm toplumun neredeyse tüm alanlarına sızdırılmıştır. Bunlar kadının yaşadığı en başat sorunlar olmakla birlikte toplumun yaşadığı sorunların başında geliyor. Dolayısıyla da çözülmeyi bekleyen sorunlardır. Bir taraftan bu sorunların tarihsel kaynağını bulup, ortaya çıkarmayla birlikte o sorunların çözümlerini geliştirip aşma çabasını geliştirmek ilgi alanlarımızı oluşturuyor.
Bahsettiğiniz konular tarih bilimi ile çok yoğun ilgisi olan konular. Hatta sadece tarihle ilgili değil, ekonomi, demografya, aile, sosyoloji, hukuk, etik, vb bilimlerle de ilgili. Jineolojinin sosyal bilimlerle ilişkisini nasıl ele alıyorsunuz?
D.A: Sosyal bilimlerle temel bir ilişkisi var. Birçok alanı ile ilgili fakat biz sosyal bilimlerin içinde bulunduğu durumu eleştiriyoruz. Çünkü toplumla ilgili bilim olmasına rağmen toplumun yaşadığı sorunlara çözüm geliştirmiyor. Mesela tarih bilimi, tarihsel gelişimi sadece yönetenler, erkekler, olarak ele almış ve yorumlamış. Tarihsel süreçlere çok kısmi bile araştırmaya çalışırsak, göreceğiz ki sadece yönetenlere aittir. Geçmişte yaşayanlar sanki sadece yönetenlermiş gibi bir algı oluşturur. Sosyal bilimlerin önemli bir alanı olan tarihi erkek bakış açısından arındırıp, başta felsefe ile birlikte ele almak gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü sosyal bilim tekil bakış açısı, dogmatizm, iktidar ve devletçilikle doldurulmuş. Bunu da toplumun üzerine boca etmekten kendini alamıyor. Tarihi ve günceli yorumlarken hep bir kesimi belirginleştiriyor. Toplumun birçok kesimi varken bu kesimlere tarihte ne olduğu sorusuna yanıt veremiyor. Dolayısıyla toplumla ilgilendiğini iddia etmiş olsada toplumun sorunlarına çözüm gücü gösteremiyor.
Başta tarih olmak üzere sosyal bilimlerin disiplinlerinin tümü jineoloji kapsamı içerisinde yeniden yorumlamaya çalışıyoruz. Kadın sorununu ele alırken sadece tek bir bilimsel disiplinle ele alamayacağımız ortada. Kadın toplumun bir parçasıdır. Dolayısıyla kadın bilimi de toplumu ilgilendiren herşeyle ilgili oluyor. Kadını toplumdan koparamayacağımız gibi toplumu da kadından ayrı düşünmemiz mümkün değil. Fakat şöyle bir durum var ki toplum çok karmaşık bir yapıya sahip. Bu karmaşık yapı içerisinde sosyal bilimciler temel bir hataya düştüler. Neydi bu hata? Herşeye ilişkin yorum yapmaya çalıştılar. Bu yorumları sadece sözle sınırlı kalmadı. Yaptıkları yorumlar çerçevesinde toplumu düzenlemeye çalıştılar. Toplumun tüm kesimlerine, kurumlarına, yapılarına, tarihsel gelişimine müdahale de bulundular. Oysa toplumsal yapı kendi doğasıyla bir gelişimi de yaratabilecek güce sahiptir. O nedenle biz sosyal bilimcilerin içine düştükleri bu hataya düşmeden, yorumlar geliştirmeye çalışırken politikamızı da ona göre belirlemek durumundayız.
Fakat sosyal bilimcilerin birçoğu toplumu kadın dışında tutarak çözümlemeye ve toplumu disipline etmeye çalışmış. Toplumsal yapı içerisinde kimi özneler belirlenmiş bunların başında erkek geliyor. Erkek toplum içerisinde temel özne, toplum yapısı içerisinde yönetici sınıf özne kılınmış. Kadın, çocuk, yönetilen, kimi etnik yapılar nesneleştirilmiş. Toplumsal yapı da ikilikler inşa edilmiş. İnşa edilen bu ikilikler toplumsal yapıda yarıklar oluşturmuş. Tabi bunun bilimsel temelini ise sosyal bilimler yapmıştır. Soruna çözüm geliştirmek yerine yaşanan sorunların derinleştirilmesinde sosyal bilimcilerin payı büyüktür. Kendi zihinsel yapıları ikilikler içinden birini en üstün olarak tanımladıkları gibi toplumada bunu dayatmışlardır. Kadın toplumun dışında tutuldukça ne toplum doğru yorumlanabilmiş ne de sosyal bilimler yaşadığı bu sakatlıktan kurtulabilmiştir. Kendisi sakat olan bir bilim, toplumla ilgili olduğu halde toplum sorunlarından uzaklaşmış. Sosyal bilimler kendi içinda yaşadığı parçalı duruşla toplum sorunlarına çözüm gücü olamamıştır. Jineoloji de sosyal bilimlerin içinde bulunduğu sorunları eleştiren ve bu sorunların aşılması için çaba içerisinde olan bir bilimsel alan olma iddiasını taşıyor.
Peki bu tartışmaları sadece Kürdistanlı kadınlarla mı yürütüyürosunuz yoksa farklı toplumsal kesimlerle de yürütüyormusunuz?
D.A: Jineoloji sadece kürdistanlı kadınlara ait bir alan değil. Kadınlar, hangi ulustan olursa olsun baskı, taciz, tecavüz ve şiddetle karşı karşıya. Biz kadını ilk ezilen ulus, sınıf ve cins olarak tanımlıyoruz. Dolayısıyla jineoloji belli bir ulusa ait bir bilim değil, tüm kadınları ilgilendiren bir bilim. Fakat çok yeni bir bilim olduğu için yeni yeni tartışmalarımızı yürütüyoruz. Tartışmalarımızı paylaştığımız kesimlerden de oldukça güçlü bir ilgi gelişiyor. Sosyal bilimlerin ve feminizmin yaşadığı tıkanmayı da aşacak düzeyde bir yaklaşımla ele almaya çalıştığımız için bir nefes borusu olma özelliğini de taşıyor. O nedenle ilgi de gelişiyor.