Turna’nın kanadından İmralı’ya mektup var!
“Zamana yenilme” diyor bilge. Bizler de zaman yolcuları olarak yenilmemeliyiz zamana. Ve de her şeye… Yüreklerimizde korlaşan ateşin sımsıcak gülümseyişi resmedilmiş ünlü bir ressam tarafından. Tabloya bakıyor; binlerce yürek, beyin, binlerce sevgi-dostluk pınarı ve binlerce buğulu göz…
Gözlerimizden aşağıya doğru süzülen yaşlar ıslatırdı kirpiklerimizi. Oradan yüreklerimize değer usulca ve ateşin korlaştığı yüreğimizde yaş damları olurdu okyanus, akardı kolları dönüşürdü sevgi pınarına, dostluk-kardeşlik pınarına. Buharlaşırken olurdu deniz, olurdu Marmara ve akardı, biz akıtırdık İmralı’ya doğru ve yumardık gözlerimizi, dünya uyurken oysa bir uyanıktık gece boyu. Kapalı da olsa gözlerimiz uyanık kalmasını öğrenmiştik. Bizi uyur sananlara inat ömür boyu uyanık kalmaya kararlıydık ve gelecekse bir gün ölüm veya ayrılık biz ondan önce kavşakta karşılayacaktık güleç gözlerimizin mahmurluğunda. Ölüm bile şaşıracak ayrılık bile şaşıracaktı bize. Çünkü; bizler yaşamın, sevginin-dostluğun-kardeşliğin-güzelliğin simgesi olan kadınların tanrıça anaların ruhunu-özünü taşıyan, kafalarımızda “ÖNDER APO”nun öğretisiyle yaşama çabasındayız. Bundan aldığımız güçle yürüyoruz sonsuzluğa…
Karanlıktan-aydınlığa doğru sürüyoruz şimdi ömrümüzü. Ve tenha geçitlerden geçerken akan gözyaşlarımız… Uzaklaştıkça; ritmik ve melodik ses tonlarına dönüşüyor, sonraysa ses dalgaları yayılıyor, yayılıyor… yayılıyor… ta ki sınırsızlığa ulaşıncaya kadar. Ve geçtiğimiz o tünel ne kadar da karanlık, üstelik bir de ıslak ve soğuk. Bizlerse yürüyoruz durmadan, sanki dursak ölürüz, dursak bitecek tüm zaman. Ve yeniden yürüyoruz. Yorgunluk kemiklerimize de işlese, iliklerimize kadar da zapt etse bizi yine de gözlerimizdeki ışınlar ve yüreğimizdeki sıcaklıkla ısınıyoruz. Çünkü, tek sermayemiz bunlardır.
Özlemlerimiz, umutlarımız hep mavi akar, mavi coşar ve mavi dalgalarla kıyıları okşar… yaşamımızda en iyi öğrendiğimiz bir tek şey var belki de. O da insanları her şeye rağmen sevmek. Maviyle sevmek, mavi ile kucaklamak tüm dünyayı.
Mavi bir limana doğru yelken açan turnanın kanatlarında özlemlerimiz, umutlarımız ve hasretlerimizle kucaklıyoruz “İMRALI” seni! Peki ya sen İmralı; hiç değişmedin mi? Hiç yumuşamadı mı yüreğin? “Milyonların umudu” sen de konuk olurken, sen konuk olma heyecanını hiç duymadın mı içinden? Peki ya; masmavi sularla, dalgalarla yolladığımız selamlarımızı hiç almadın mı? “Dağ ve dalga” buluşup, güçlü dostluk kurarken sen yalnız kalmaktan korkmadın mı, bıkmadın mı hiç ve kıskanmadın mı bu dostluğu? Konuşsana ne olur konuş “İMRALI” mektubum sana. Çünkü, sen koruyorsun özgürlük güneşimiz ÖNDER APO’yu. Sıkıl artık İmralı, sıkıl ve öfkelen kendine ve utan seni sahiplenmiş olduğunu sananlardan…
Gözlerini aç İMRALI! Bak nasıl da sevgiyle bakıyor sana yalnız turna. Daha yakından, daha da yakından bak ona. Kanadında bir şeyler var sanki, görüyor musun? Al onu! Al onu! Al götür konaktaki konuğuna ver! EVET İMRALI! Bak bir mektup, kızıl kırmızı bir mektup taşıyor kanadında turna. Sen aldıkça çoğalıyor mektuplar. Ama olsun hep al ve götür konuğuna mektupları. O mektuplar ki; yüreğimizi taşır ondandır ki söyle çoğalır durmadan çoğalır…
Sana son birkaç söz daha söylemek istiyor yüreğim. Dinle İMRALI! Bilirsin tanrıların gazabından söz edilirken bile halen derinden acılar ve korkular insanlığın belleğinde hortlamaya başlar. Gel gör ki artık tanrıların gazabı çok masum kalır, turnaların gazabının yanında. Sırf bu yüzden iyi dinle diyorum. Ve gör artık gerçekliği. Halkımızın sana biçtiği misyonun farkına var ve ona göre yüklen tarihine… “Özgürlük güneşimiz ÖNDER APO” senin konuğun. Eğir bu gerçekliğin bilinciyle ağırlığını hissetmeyip koruyamazsan “Turnaların Gazabı” üzerine olsun.
Ve simsiyah lanetli kara bulutlar tepende eksik olmasın, durmadan şimşekler çaksın üzerine. Ta ki Kürt halkının çektiği acıların günahını ödeyene kadar sürsün…
Her şeye rağmen yeryüzünde ve gökyüzünde barış dolu günlerde yaşama umuduyla! Özgürlük güneşimiz ÖNDER APO’ya yüreğimizin sıcaklığıyla en içten sevgi, saygı ve selamlarımızı “Yalnız Turna’nın kanadında” gönderiyoruz. Mutlaka ama mutlaka özgür günlerde buluşacağımızın inancıyla gerilla yüreğinden dağlardan İmralı’ya Bin Selam!
Delal Amed
Özgürlük dağlarından, Marmara’nın yüceliklerindeki özgürlük önderine bin selam…
Ne demeli, nasıl anlatmalı? Yürek dolup taşmalı ki kalem yazsın. Yürek, beyin, beden yirmi dört saat yaşamalı ki kalem tutan eller yazsın. Duygular yaşanır, anlatılmaz. Yaşamsallaşmadan anlatılan duygular ise anlamsızlaşır. Evet Güneşim; yaşadıklarımı anlatamıyor, anlattıklarımı yaşayamıyor bazen insan. Belki de yaşadığını anlatmak, anlattığını yaşamaktır en büyük erdem. İşte bu yüzdendir Önderliğe hitap ederken dilimin tutuluşu, kalemimin tükenişi.
Sizi tasvir etmeye, sizi size anlatmaya çalışmayacağım. Güneşi güneşe anlatmanın ne anlamı var ki? Güneşi güneşten başkası ne anlaşabilir ne de yaşayabilir. Güneşi güneşe anlatmak değil, güneşi anlamaktır anlamlı olan. Güneşi görür, ısınır, aydınlanırsınız. Ama tümden anlayamazsınız. Sırrına eremezsiniz. Güneşi anlamak sırrına varmak için görmek yetmez. Güneşi yaşamalı ki anlasın, anlamalı ki yaşasın insan…
Güneşim çağdaşınız olmak onur veriyor bana. Sizi yakından görme, yaşama fırsatına erişemedim. Önderliği görememenin verdiği acı. Önderlikle doğru buluşmanın gücünü yaratıyor bende. Doğru buluşmanın fizikte değil, duyguda, düşüncede, yaşamda büyük başarıların sahibi olmada olduğuna yürekten inanıyorum.
21.Yüzyılın Çağdaş Prometheus’un çağdaşı olup da soluk alışverişine, kalp atışlarına ortak olmamak büyük talihsizlik. İsa’nın Havarileri, Muhammed’in Halifeleri onlarla aynı yaşamı paylaşanlardı belki. Ama Prometheus’u çivilendiği Olimpos Dağından kurtaran Prometheus’u hiç görmeyen ama onun yaktığı ateşin farkına, sırrına varan fani bir insan değil miydi? Yani Önderliği görmek dünyanın en büyük şansı. Ancak Önderliği yaşamak için ille de görmek gerekmez. Önderlik gerçeğini içselleştirmek, Önderliği dorukta yaşamaktır.
Şimdi mavi okyanusun ortasında, yarattığınız milyonlarca yürekten bedenden fiziki olarak uzaktasınız. Marmara Çağdaş Prometheus’u bağrında taşımanın onurunu yaşıyor. Belki de bizi sizden uzak tutan, ulaşmamızı engelleyen, Marmara’nın size duyduğu yüce sevgi ve kaybetme korkusudur.
21.Yüzyılın zalim tanrıları yaktığımız ateşi söndürmeye çalışmakta. Ama zalim tanrılar bilmez mi yüreklerde yanan ateşi Marmara bile söndüremez. Ateş yanmıştır, güneş doğmuştur bir kere. Ateş yaygınlaşarak büyütmekte, güneş daha da ısıtmaktadır artık.
“Umut zaferden daha değerlidir” diyorsunuz Güneşim. Anavatanın kalbinde beni ayakta tutan da budur. Hep bir gün önderliği görebilmenin umudu ve tutkusuyla yaşıyor ve savaşıyorum. Umudumu güçlendirdikçe çabamı arttırdıkça size daha fazla yaklaştığımı hissediyorum.
Özgürlük dağlarında Önder Apo’yla özgürce dolaşabilme, savaşabilme umuduyla…
Beritan Jiyan