ŞEHİT MARYA UMUT
Gerilla herkesin sevgilisi, arkadaşı, yoldaşı, dostu, kardeşidir. Gerilla kiminin de düşmanı, eceli, kâbusudur. Yani anlayacağın gerilla kötünün düşmanı, iyinin de dostudur. Ezilen insandan yana kalbi atar bunun için mazlum halklar gerillayı kendinden bir parça hisseder yaşar. Birçok halkın zorunlu koşullarından dolayı o halk gerillasını yaratmıştır. Halkın sömürülmesi o halkın kurtuluşu için halk kendi gerillasını oluşturur.
Bu salt dağdaki gençlerden değil birde halk içinde resmi ve illegal çalışan gerillalar vardır. Tüm bu resmi gerillanın yanında doğal gerillası da var. Bir halk gerillasını yaratıyorsa demek oluyor ki halk kendisi de gerilladır. Direnen bir halk için yerinde olan bir gerçekliktir. Örnek Filistin çocukları taşları kimseden komut almadan taşlarla savaşıyorlardı. Yine Vietnam’da yurtsever olan analar var. Devrim için karşıt cepheden subay olan oğlunu öldüren var. Binlerce örnek var. En basitinden yurtsever aileler boğazındaki lokmayı keserek kendini aç bırakıyor ama gerillanın ihtiyacına cevap olmaya çalışıyorlar. Gerilla halkın yüreği halk gerillanın yüreği, anne ve çocuk gibi güçlü bir bağ içindeler. Herkes gerillayı sever, gerilla da gerillacılığı bir de halkını seviyor. Bunun için zorluklara büyük bir iradeyle göğüs getiriyor.
Yeni bir planlamayla yollardayız, yolumuz kısa. Fakat bir anneyi görmek için saatlerce yolumuzu uzatıyoruz. Bir anne, bir gerilla annesi. Anladığımız kadarıyla da kızı şehit düştü. Kaç defadır ana bizlere haber yolluyor, görmek istediğini söylüyor. Bunun üzerine artık gidip görmeye karar verdik. Bu değerli militan ana, tam bir militan. Çok yaşlı olmasına rağmen hiç durmuyor. Hep çalışmalarda. Nerde bir miting, basın açıklaması olsa en önde yerini alıp mücadele ediyor. Açlık grevlerinden de geri kalmıyor. Ve cesur, cesaretlidir de. Polis gençleri yakaladığında bu ana ellerini önde kilitleyerek “beni de yakalayın” demiş. Yaşlı olduğundan da polis yakalayamıyor aslında bu cesaretli anadan korktuğu için gözaltına alamıyor. Bu anne Önderliğin üzerindeki baskılara dikkat çekmek için köprü başında ellerini zincirleyen bir anadır. Anlatmakla bitmez bu ana. Anayı görmek için heyecanlıyız, üç kadın yoldaş başka bir işimiz olmadığı halde bu anayı görmek için gidiyoruz. Oraya vardığımızda hemen evdekilere anneyi görmek için geldiğimizi söylüyoruz. Sabırsızca bekliyoruz. Evin içine gitmiyor, çadırda bekliyoruz.
Öyle içten bizlere sarılıyor ki anlatamam. Defalarca bizleri öpüyor. İlk sırada durduğumdan ilk beni öpüyor ve bırakmıyor. Orada duran başka bir ana sesleniyor, öpmeni diğer yoldaşlara da bırak. Diğer arkadaşları da bir gül gibi kokluyor, öpüyor. Sevinç, acı iç içe bir duygu seliyle ağlaması geliyor. Ama ağlamamak için kendini bastırıyor. Olur mu şimdi gerillanın yanında ağlamak? Ana ellerimi bırakmıyor. Elleri öyle sıcak ve yumuşak ki tıpkı pamuk gibi. El feneriyle gözlerimize bakıyor, fiziki olarak da nasıl olduğumuzu da anlamaya çalışıyor. Ana yoğun duygular içinde, bizler de çok duygulanıyoruz. Duygularımız bir bakışta, bir el tutmada birbirine karışıyor.
Sohbetimiz koyulaşıyor. Sohbet içinde ana bize “bir daha ki sefere Bedewi’yi de getirin” yani Roza’yı da getirin. Bu istem karşısında dilim kilitleniyor, ne söyleyeceğimi bilemiyorum duygusallaşıyorum. Bu anneyi rahatlatmak için ne söylenebilir doğrusu bilemiyorum. Anayı rahatlatacak bir söz yok çünkü o yavrusunu yitirmiş. Ve hiç bir şeyi hiçbir kelime yüreğini serinletemez çünkü hiçbir şey bir insanın yerini tutamaz. Ana bizi de üzmemek için farklı bir şey demiyor. Kızının şehit düştüğünü tahmin etmesine rağmen yine de umudunu elden bırakmıyor. Roza arkadaş 1992’de Partiye katılmış. Ondan sonra da ondan haber alamamış. Anladığımız kadarıyla Roza yoldaş şehitler kervanına katıldı. Saatler sıcak bir yürek içinde bayağı ilerlemiş. Ve artık kalkıyoruz, saatler sabaha merdiven dayayacak bizim artık yola koyulmamız lazım. Anayla vedalaşıyoruz. Gerilla hatırası olarak başımda biraz yıpranmış olan Koçer yazmasını veriyorum. Almak istemiyor ısrarımın sonucunda alıyor başına takıyor. Berivan arkadaşla “tu ciwan be daye” sözleriyle ayrılıyoruz sevgi selinden.
Saatler ilerlediğinden esas gideceğimiz yere değil de başka bir yere gidiyoruz. Bu güzel anadan her üçümüzde çok etkilendi. Diğer gece yollara koyulduk, yolumuz hep çıkıştı, zirvelere doğru ilerledik. Ay ışığı sayesinde de güzel çıkıyoruz. İlk defa bu yoldan kendi başımıza göreve gidiyorduk. Daha önce bir kere geçmiştik, gitmemiz gereken yerde bir hayli uzak sayılır. Kendi başımıza olduğumuz içinde çok seviniyoruz ve zevk alıyoruz bu yürüyüşten. Kurmilde Yeftuke’den çıkıyoruz. Yüksek bir yerdeyiz Lolan’a doğru yol almamız lazım. Çobanların yaktığı ateş ışıkları görünüyor. Bu arazinin bana çok değişik geldiğini söylüyorum. Gerçekten de gitmemiz yollara göre bu arazinin çok değişik olduğunu söylemem üzerine Toprak arkadaş, çok yüksekte olduğumuz için bana öyle geldiğini söylüyor. Sonra aşağıdaki patikanın daha önce kullandığımız patika olduğunda hem fikir olarak emin adımlarla ilerliyoruz.
Kendimizi aşağıya bıraktığımızda sırtta bulunan çobanların köpekleri üzerimize gelip havlıyorlar. Çoban bizi fark etmesin diye hemen yerimizde duruyoruz. Gideceğimiz ailenin çobanı bile olsa yine de bizi görmesini istemiyoruz. Bu yüzden de görünmemeye çalışıyorduk ama köpekler bir türlü yakamızı bırakmıyor olacak gibi değil. Bunun üzerine çobanın yanına gitmeye karar verdik. Çoban hoşnutlukla bizi karşılıyor. Biz şaşırıyoruz çünkü bu tanıdığımız çoban değil. Hissettirmemeye çalışıyor, sohbet ediyoruz. Bu da tanıdık çıkıyor, bunların çadırlarına gitmiştik. Bunun üzerine bizim kadar o da rahatlıyor. Bizlerin gerçekten gerilla olduğumuzu anlayınca onun açısından da rahatlatıcı. Çünkü bu süreçte bizim gibi giyinen korucu ve JİTEM elemanları var ve bunlar bizlere yardım eden halktan insanları netleştirmeye çalışıyorlar. Çoban çok rahat içini döküyor. Biz de dolaylı sorularımızla alan hakkında bilgi alıyoruz, bir de sohbetten anlıyoruz ki yanlış yerdeyiz. Biraz bozuluyorum ama çoban anlamıyor, bozuntuya vermiyorum. Toprak arkadaşla göz göze geldiğimizde birbirimize yanlış yerde olduğumuzu hissettiriyoruz. Çoban da olup bitenlerden habersiz kimlerin yurtsever kimlerin kötü olduğunu anlatıyor. Aşırı terlediğimden üşüyorum. Ama yanan ateş ve içtiğimiz çay içimi ısıtıyor. Yemek yedikten sonra kalkıyoruz, çoban yine onların yanına gelmemizi istiyor.
Ay ışığı da geceye çoktan “hoşça kal!” demiş. Karanlıkta yol alıyoruz. Geldiğimiz yoldan tekrar çıkmak bayağı bir zamanımızı alıyor. Artık acele de ediyoruz ve yamaçtan ilerliyoruz. Arazi sarp, kötü bazı yerlerde bir adım öne iki adım arkaya geliyoruz. Epey bir yürüdükten sonra asıl gelmemiz gereken araziye geliyoruz ve artık arazi tanıdık. Yorulmamıza rağmen hiçbirimizin morali bozulmadı, hepimiz birbirimize takılıyoruz. Hava aydınlandığı için kendimizi daha farklı bir yere ulaştıramıyoruz. Daha önce kaldığımız yere Koçerler gelip konmuş. Helizler de kurumuş biraz kayalıklar var. o da çok küçük ve çobanlar önünden gelip geçiyor. Hava aydınlandığından başka bir yere gidemiyoruz. Kayalığın arkasında kalıyoruz. Kayalığın aşağısında su var. Çoban koyunlara buradan su veriyor. Kayalığın diğer tarafına gittiğinde Zom karşımıza düşüyordu. Arada yüz metre ya var ya yoktu, böyle bir mesafeydi. Sessizce yerimizi alarak uzandık. Bu Zom iyi fakat yine de bizi görmelerini istemiyorum. Akşam yanlarına gideceğiz. Güneş yakıcı, yine çay da yapamıyoruz, bugün bize çay yasak. Ne olursa olsun bizi görmemeliler. Üst tarafımızdan, aşağımızdan geçiyorlar bazen arada birkaç metre var, başlarını kaldırsalar bizi beklide görecekler. Güneş yüzümüzü yakıyordu ama kuralları titizlikle uyguluyorduk. Saatler akşamın altısını gösterdiği halde henüz hiç kimse bizi görmemişti. Köylülerin tüm konuşmalarını duyuyorduk, bu Bavik çok yüksek sesle konuşuyorduk, sesler çok net geliyordu. Çoban çok yakınımıza gelmişti ama bizi görmemişti. Akşam yine kendini suyun başına bırakırken bizi görüyor ve ona işaret yaptım ses çıkarmasın diye. O da işaretle tamam diyor.
Çoban koyunların yönünü değiştiriyor. Arkadaşına koyunlar buradan gelmesin diyor. Çoban yanımıza geliyor, ben de mi gelmeyeyim, gözleri gülüyor tokalaşıyoruz. Bunu daha önce görmemiş olsak da ailesini tanıyorduk. Sabahtan beri bu güneşte burada olmamıza rağmen bizi görmeyişlerine hayret kalıyor. Ben gündüz geldiğimizi söylüyorum. Gerillanın gündüz hareket etmediğini bunun için bizi göremediklerini söylüyorum. Hemen birlikte gitmemizi ve yemek yememizi söylüyor. Biz ona bizi gördüğünü söylememesini belirtiyoruz. O da “yok söyleyeceğim, söylemezsem vicdani olarak patlarım, siz burada aç kalmışsınız ve ben buna rağmen aileye nasıl söylemeyeyim” deyince ben de ona “eğer söylersen seni cezalandırırım” diyorum gülerek. O “tamam beni cezalandır” diyor. Böyle şakalaşıyoruz. Sonra zoma geleceğimizi ve hazırlıklarını yapmalarını söyle ama bizi burada gördüğünü söyleme diyorum. Çoban bizden ayrılıyor, dürbünle onu izliyorum, etrafına ve bizi gördüğü yere bakıyor çaktırmadan. Arkadaşına yetişiyor, onu da tanıyorum, çok yurtseverler. Onu görmediğim için kızacak. O da bizim kaldığımız yöne doğru bakınca anlıyorum ki arkadaşına bizi gördüğünü söyledi. Hava kararınca biz de yola koyulduk.
Kadın yoldaşlar, çobanla yaptığım sohbetten hayli hoşlanmışlardı. Çünkü çoban o kadar hoştu ki, bizi gördüğünde saatlerce burada hareket etmeden durduğumuz için üzülen yine bizimle karşılaştığı içinde çok sevinen ruh haliyle çok ilginç mimikleri çıkıyordu, bunlar arkadaşlara çok komik geliyordu. Sanki yıllardır bizimle tanışıyormuş gibi çok sıcak yaklaşıyordu, sempatik bir insandı. Ve o artık hep üç kadın gerillayı gördüğüne dair hep bizden bahsediyordu.
Bu görevimizde halkın dikkat ettiği nokta kadın arkadaşlar olarak kendi başımıza hareket etmemizdi. Bazıları soruyordu tek başınıza korkmuyor musunuz diye soruyordu. Söylemlerinden yanımızda erkek arkadaşların olmasını istediklerini anlıyoruz. Toplumsa cinsiyetçi bir mantıkla yaklaşıyorlar. Tıpkı toplumda nasıl ki bir kız ya da kadın dışarıya gideceği zaman bir erkek kardeşlerinin onlarla olması gerektiğine inanıyorlar. Bazen küçük bir erkek kardeş bile olsa büyük ablasını sanki koruyabilecekmiş gibi yine de birlikte göndermek istiyorlarsa, bizim de yanımızda ne kadar beceriksiz bir erkek arkadaş olsa da bu insanların gözünü doldururdu. Ne kadar çelişkili bir durum, çünkü onlara göre erkektir, kadın güçsüzdür. Bunun için pratik duruşumuzla onların bu düşüncelerinin ne kadar yanılgılı olduğunu ispatlıyoruz. Gerillanın güçlü olduğunu bilmelerine rağmen yine de kadına duygusal ve güvensiz yaklaşıyorlar. Köylü insanı gözüyle görmezse inanmaz gördükten sonra da abartarak anlatmaya başlar.
Gece konumlanıyoruz kayalıklar arasına, burası sakin görünüyor ve güzeldir. Önümüzü taşlarla ördükten sonra biraz da goni toplayıp uyuyoruz. Birkaç saat kaldı sabah olmasına, yerimiz konforlu ve düz, rahat uzanıyoruz. Gözümü açtığımda Toprak ve Berivan arkadaşın uyandıklarını ve keşif yaptıklarını görüyorum. Ve onların keşifte olduğunu görünce yine uyuyorum. Tekrar uyandığımda arkadaşların çay yaptıklarını görünce onlara yardım ettim. Karanlıkta topladığımız goniler yeterince kuru olmamasından dolayı daha kurularını topluyoruz. Bu zozanlarda çay içmenin tadı da farklıdır. Bu kayalıkların, zozanların arasında kuşlar da özgür uçuyor. Bugün ben de kuşlara özeniyorum. Etrafımızda bir şey olmadığını anladığımızda rahat hareket ediyoruz. Bu noktanın, bu havanın, bu manzaranın tadını çıkarıyoruz. Bu noktanın ortası düz etrafında kayalıklar var. Sırtın silsilesidirler. Bu noktaya çıktığında Van gölü de karşıdan gözüküyor. Doyasıya gölü izleyemiyoruz. Hemen sırtın aşağısında çobanlar var bu noktanın önü açık ve yüksek. Göz adeta sınırların ardına uzanıyor o kadar ki geniş bir araziyi görüyoruz. Bu noktayı Çarçella’nın bazı yerlerine benzetiyorum. Bu nokta insanın içini ferahlatıyor. Arada bir beyaz bulutlar gökyüzünün maviliğini kaplıyor, bulutlar parçalı olduğundan harika bir görünüm oluyor. Bu bulutlar bana dondurmayı hatırlattı, canım dondurma çekti. Olsaydı bayağı yerdim. Burada güzel bir gün yaşıyoruz. Dünkü halimizle bugünkü halimiz arasında dünyalar kadar fark var. Evet, koşullar el vermediğinde kurallara uyacaksın, kümese gireceksin uygun yerlerde de bir kuş kadar özgür hareket edeceksin. Artık buradan ayrılmanın zamanı gelmişti. Artık (O) noktaya gideceğiz.
Kendimizi O vadisine bıraktığımızda daha önce nerede şaşırdığımızı anlıyoruz ve bu sefer yolu tam öğreniyoruz. Saatlerce yoldayız noktaya ulaşmaya az kalmış. Tatlı bir uyku dolaşıyor gözlerimde zar zor önümü görüyorum elimden geldiği kadarıyla gözlerimi açmaya çalışıyorum, yüzümü yıkıyorum yine de uykum geliyor. Bu halimizle noktaya ulaşıyorum. Bir şeyler yedikten sonra deliksiz bir uykuya dalıyorum. Güneşin doğmasıyla uyanıyoruz. Kalkmak istemiyorum ama yine de uyanıyorum. Noktadaki arkadaşlarla hal hatır soruyoruz. Kaç gündür görüşmemişiz. Noktadaki arkadaşlar çok sessizleşmişler. Dikkatimizi çekiyor, bir şeyin olup olmadığını soruyoruz. Bir şey olmadığını söylüyorlar lakin öyle görünmüyor. Noktaya geldiğimde canım sıkılıyor, sürekli hareketli olmak istiyorum. Bazı insanlar noktaya gitmek isterler dinlenmek için nokta da kalmak isterler. Bense tam tersine hele bir de böyle soğuk yoldaşların olunca da o ortamda kalmak istemiyorsun. Noktaya geldiğin için pişmanlık yaşıyorsun. Gerilla yaşamı bu kadar sıkıcı hale getirilmemelidir. Böyle sıkıcı bir yaşam insanı boğazlıyor.
İnsanların bazı yaklaşımları beni etkiliyor ve duygusallaştırıyor. Beni durgunlaştırıyor ve sessizliğe götürüyor. Bu yaklaşımları da haykıramadığım için de ben de daralmaya yol açıyor. Sorunların üzerine aceleci gitmek istemiyorum. Sorunların olgunlaşmasını beklemek lazım