Farklılık Ve Esneklik Özgürlük Zemini Arar
ESRACAN BİLGE
Evrendeki kozmos varlığını, zıtlıklardan, değişimden, farklılıkların birlikte yaşayabilme zemininden aldığı söyleniyor. Evrenin sezgili özgür tercihli olması, aynı anda farklı iki şey olabilme yeteneğine kadar… son derece canlı, özgür tercihli ve farklı olmayı bünyesinde barındırdığı artık çokça tartışılan konuların başında geliyor. Tabi bunların hepsi kozmoloji de tartışılan ve henüz sırrı açıklanamayan gerçeklikler. Fakat çözülebildiği kadarıyla evrenin çok esnek, zıtlıkları içinde barındırabildiğidir. Ötesindeki bilgiler halen tartışılıyor. Her gün yeni teoriler ve varsayımlarla yenilenmeye çalışılan kocaman bir bilgi dünyası var.
Biz insanları ilgilendiren temel alanlardan biri de kozmoloji çünkü insana dair bilgilerin önemli bir sır olarak kaldığı, ikinci doğa olarak tanımlanan toplumsallığın birinci doğa ile önemli birliktelikler, özdeşlikler taşıdığı söyleniyor. Bu söylemler öyle azımsanacak söylemler olmadığı gibi edinilen tüm bilgiler insan toplumsallığının geleceğini, geçmişini ve şimdisini belirleyecek özellikler taşıyor.
Biz en azından sırrı çözülebildiği kadarıyla elimizdeki verilerle evrenin kurallarını değerlendirerek, belirsizliğimizi özgür irademizle belirleyebilecek kadar yaşamımızı düzenleme gücünü oluşturabiliriz
Toplumsallık henüz evrenin sırına erişememiş olsa da evren, kendi kurallarını oluşturmuş ve hareket kabiliyetini de bunun üzerinden sağlıyor. Burada kurallardan bahsettik fakat belirtilen evren kuralları katı, her zaman aynı düzende işleyen kurallar olarak ele düşünülmemeli. Varlığını sürdürebilmek için kendi gerçekliği içerisinde olan kurallardır. Bu kuralın bozulduğu yani Kozmosu bozulduğu anlarda öz savunma devreye giriyormuş. Varlığını savunma, evrende olmazsa olmazlardanmış. Bunu şöyle yorumlayabiliriz; hiçlik karşısında varlığın, oluşum ve hiçleşmemek için doğal bir devinimdir. Fakat bunun devreye giriyor olması tamamen kendi yasalarıyla bağlantılıymış. Eğer evrenin kozmotik durumundan kaotik duruma geçilmişse karşılıklı mücadele başlıyormuş. Evrende gelişen mücadelede, itici, dengeleyici güçler, mücadelelerini evrenin doğallığında oluşmakta olan yasalarıyla (politikasıyla tabi bu insan merkezli bir söylem olarak düşünmemek gerekir) yürütüyormuş.
Evren tüm çeşitliliği ve renkliliği içinde bir bütünü oluşturuyor. Bu çeşitliliği içinde farklılıklar, ötekilik değildir. Çeşitlilik, adil düzen sistemi içinde müthiş bir değişim ve dönüşüm çeşitliliği içinde yürür.
Tarihsel toplumun öznesi olan insanı sosyal bilimciler mikro kozmos olarak tanımlıyor. Evet bu sosyal bilimlerin ortaya çıkardığı önemli bir doğrudur. Tarihsel toplumsal alan incelendiğinde kaynak konumda yer alan doğal toplum ve öncesi uzun süreye baktığımızda insanda çok çeşitliliği kendi içerisinde ve toplumsallığında yaşadığını ve yaşattığını gözlemleyebiliyoruz. Buradan yola çıkarak evrenin hakikati, insanın hakikatidir demek çok yanlış olmayacaktır. Bu uzun sürede insan toplumsallığında varlık önkoşuldur. Toplumun varlığı, hiçlik düzlemine çekilmemek için tüm karşıtlıklar içinde birliği esas alan ahlaki yasalarla kendini var kılar. Her şey varlık içindir. Beslenme, üreme ve korunma. Toplumsallaşmada, toplumun kendi içinden çıkan ne düzeyde güç olursa olsun, sistem için ne kadar önemli olursa olsun eğer düzeni bozan –toplumsallığı yok olmayla karşı karşıya bırakan- bir girişim yapılmışsa, o gücü gözden çıkarabilir. Evrende nasıl ki sistemi bozan kara delikler içine çekilirse, toplumda da toplum dışına atılır. Çünkü farklılıklar içindeki birliğin temel öznesi toplumsallıktır.
Peki, bugünkü ikinci doğa olarak tanımladığımız toplumsal tarihsel alanda nasıl bir işlevle ahlak kuralları işliyor. Newton fiziğindeki gibi düz çizgisel ilerlemediğini evrende işleyen kuantum düzeninden dolayı biliyoruz. Toplumda, karmaşık ve bu karmaşıklık içinde sadeliğe sahiptir. Toplum maddi ve manevi dünyası ile bütündür. Toplum ne salt metafizik doğrular bütünlüğüdür ne de salt maddi araçlarla dolu işlevinden oluşur. Parçalı ele alma bir yöntem sorunudur ve bilimciliğin temel yöntemlerinden biridir. Toplumu duygu ve sezgilerinden kopuk ele almak, devletin bugünkü vardığı aşamadan başka bir yere götürmeyecektir. O nedenle toplumu, tarihten günümüze kadar akan sezgisel aklıyla, metafizik dünyası yani manevi dünyası ile maddi dünyasını birlikte yorumlamak ahlakı, kadını, toplumu ve insanı daha doğru yorumlamamızı sağlayacaktır.
Toplumsallığın ilk başlangıcında var oluşu ahlaki olmak başattır. Çünkü toplumun beslenme, üreme ve korunma ihtiyaçları ahlaki olmayı bir tercih ve ihtiyaç olarak ortaya çıkarmıştır. Yine bu ihtiyaçlar ahlakiliğe kendisini dayandırarak varlığı sürdürür.
İlk toplumsallığın 20-30 sayılı insan birliklerinden oluşan klanlar olarak ortaya çıktığı, bu klanlarında kadın öncülüğünde yürüdüğü hatta bunun toplumsal tarihsel sürecin çok ciddi bir bölümünü kapsadığını değerlendirmiştik. Bu sürecin ahlaki bir düzen çerçevesinde ilerlediği, bu düzenin toplumun dışında kalan yaşlı erkekler tarafından bozulmaya uğratıldığı artık tüm sosyal bilimciler tarafından da kabul edilen bir gerçekliktir. İnşa edilen bu bozulma süreci, çok kapsamlı olarak toplumsal tarihsel tüm alanları içine alarak zincirleme olarak ilerlemiştir. Bozulma toplumsal bütünlüğe yapılan saldırılar ile başlamıştır. Toplumun birliğini, bütünlüğünü, üretimini, korunmasını sağlayan güce olup, bu saldırı sonucunda varlık sorunları baş göstermiştir. Toplumun varlık sorunu, ahlak sorununun baş göstermesiyle özdeştir.
Esas olan, bu bozulma başlamadan önce toplumsal bütünlük nasıl korunabiliyordu ve ahlak kuralları nasıl işliyordu? Toplumun ahlak ve adalet ilkeleri nasıl bir hakikatti? Farklılık ve esneklik nasıl aşındı ve aşındırıldı? Ahlak ve adalet toplumsal tarihsel alanının yaklaşık %98’lik bölümünde yaşamsal oldu ve %2’lik bölümde adaletsizlik nasıl devreye girdi? Daha önce de belirtmiştik, toplumun ilk kurucu yani öncü gücü kadındır. %98’lik evre kadın varlığının, hakikatinin bir ürünüdür. Toplumun tüm alanları kadının işlevselleştirdiği yaşam kuralları ile oluşur. Bu gerçekten hareketle kadının varlık sorunu, aynı zamanda toplumun da varlık sorunu demektir. Kadının toplumsal tüm değerlere yaklaşımı, ilişkilenme biçimi çeşitlilik içinde birliği, sonsuz çeşitlilik içinde farklılıkların eşitliği ve adil ilişkilenme olarak tanımlanmıştır. Doğal toplum dediğimiz süreç de bu nedenle daha uzun ve yıpranmadan kalabilmiştir. Adaletin olduğu tüm yaşam alanlarında müthiş bir uyum ve güçlü üretim ilişkileri gündemde olur. Adaletsiz bir ilişkilenmede ise mutlaka ezen-ezilen çelişkileri ortaya çıkar. Bu ilişkilenme biçimi toplumun tüm alanlarına yansıdıkça kendini sürekli yaygınlaştıran, derinleştiren ve süreklileştiren bir sistem oluşturulmuş olur.
Tarihsel zeminde çelişkiler adil ve birbirini yaşatabilen ilişkiler üzerinden gelişmiyorsa mutlaka bastırılma, ötekileştirme vardır. Mutlak yok olmayla belki yüz yüze kalınmayacaktır. Fakat varlık, bastırılmadan kaynaklı bir daha kendine gelmemek üzere oluşum sürecinden koparılmış olur. Bu nedenle tarihsel toplumsal alan ezen ve ezilen çelişkilerinin, ötelenenlerin, bastırılanların karşılaştıkları adaletsizlikler ile doludur.
Ahlaki toplumun bir düzen halinde kendini koruması, özün direniş halinde olmasından geçer. Bu da hiçlik düzleminde, varlık demektir. Evrende de bu hakikat işlemektedir. Sonsuzluğu, özgürlüğü, koruma hep bir savunma halinde olmayı gerektirir. Tabi bu savunma varlığa şüpheyle bakmayı gerektirir. Antik yunan septiklerinin yaptığı gibi her şeye şüpheyle bakmak değil, hiçlik sürecine girmemek, varlığın sonsuzluk istemini ve tercihini karşılamanın bir gereğidir. Doğa bunu çok esnek bir biçimde yapar. Esneklik de kendini korumanın bir biçimidir. Örneğin sert bir rüzgar karşısında ağacın dallarının kırılmaması için rüzgar yönünde kendini kıvırmasıdır. Bunun eğilimin Darwinist yorumu; rüzgâr karşısında dalların boyun eğmesi olarak yorumlanırken çok iktidarcı bir yorumlamadır. Kirlenen insanın doğayı da kirletme girişimidir. Çünkü rüzgar ağıcın dallarını kırmak için esmez. Esmesinin gerekçeleri kendi doğal devinimidir.
İlk oluşan toplumda da düşünce rüzgâr gibi çok esnektir. Katı değildir. Katı olan her şey buharlaşır. İkinci doğa olarak tanımlanan toplumda öyleydi. Eğer esnekliğe sahip olmasaydı, günümüze kadar oluşan tarihsel düzlemde ne %98’lik alanı kaplayabilirdi ne de günümüze kadar nüvelerini akıtabilirdi. Şimdiye kadar toplumun inşa ettiği tüm değerleri buhar olup havada uçuşuyor olacaktı. Dolayısıyla toplumun kolektif yapım işlerini esnek zekası ile gerçekleştirdiğini bilmek, bize toplumsallığın çok güçlü olduğunu düşünmemize neden olacaktır. Yine günümüzde demokrasinin, insan haklarının çok gelişkin olduğu söylenir. Oysa doğal toplum olarak tanımlanan süreçte tartışma ve kolektif iş yapma daha güçlüydü diyebiliriz. Kolektif iş yapma gücü, esnek olmayı gerektirir. Felsefenin ilk adımları olarak da değerlendirebileceğimiz, işin nasıl yapılması gerektiğine dönük tartışma, düşünce kollektivitesidir. Bugün bile doğal toplum ürünleri olan araçlara bakıldığında müthiş bir düşünce ürünü olduğunu gözlemlemekteyiz. Doğal toplum sürecine dogmatizm, katı düşünce kalıpları hakim olsaydı o ürünleri ortaya çıkarmak mümkün olabilir miydi?
Yaklaşık yirmi bin yıl önce dördüncü buzul döneminde buzulların çözülmesiyle Toros-Zagros sisteminde en muhteşem biçimiyle oluşan mezolitik ve neolitik toplum olarak tanımlanan uzun sürede ortaya çıkarılan tüm değerler toplumsallıkla bağından dolayı gelişim kaydetmiştir. Bu toplumsallığın yapım işleri ise tartışma, karar alma ve uygulama gücünden ileri gelir. Tartışma ve karar alma gücü ise farklılığı önemsemeden gelişim kaydetmesi mümkün değildir. O nedenle o toplumsallık sürecini özgürlük zemini olarak da ele almak yanlış olmayacaktır. Eğer özgürlük olmasaydı, farklılıklar ve esnekliğe asla izin verilmeyip, birilerinin söylediği birilerinin de eylediği bir toplumsal ilişkiden bahsedebilirdik. Öyleki dönem hem düşünme hem söyleme hem de eyleme gücünün topluma atfedildiği bir iradeden bahsedebiliyoruz. Farklılık ve esneklik olmasaydı o ürünlerde ortaya çıkmazdı demek çok yanlış olmayacaktır.
Farklı olmak evrenin bir varoluş eğilimidir, farklılık ölürse insanlık da ölür!