Ermenistan’da Dîrok arkadaşla aynı koğuşta yalnız kaldığımız zaman yanımıza tutukluları getirmiyorlardı. Bir gün baktık ki yanımıza İnga adında Ermeni bir kadın getirdiler, onunla ilgilendik, yemek verdik, ama bir yandan kimdir nedir, gözlemlemeye başladık. Sonra anladık ki fuhuşsa sürüklenmiş bir kadın. Böyle bir duruma düşen her kadın kim bilir neler yaşamış ve nasıl böyle bir hale girmiş?
Yanımıza geldiği gün biraz istirahat etti, daha sonraki gün de görüşe çıktı. Biz de yanımızdaki koğuşun tutuklularından öğrendik durumunu. Öğrendiğimiz zaman zindan sorumlusunun yanına gidip bu kadını yanımızdan almalarını söyledik. Zindan sorumlusu ‘iki gün sonra gelip alacağız, şimdilik kalsın’ dedi. Bundan dolayı iki gün yanımızda kalmasını onayladık.
O gece beraber uyuduk, sabahın erkenden kalktı, gördüğü rüyayı anlatmaya başladı. Bize tarifler ediyor, daha önce hiç görmediği birini gördüğünü ve bu kişinin kendisini kurtaracak kişi olduğunu söylüyordu. Sonra Önderliği rüyasında görmüştü. Önderliği tanımamasına rağmen gece rüyasında görmüş, sabah kadar “Onun kim olduğunu bilmiyorum ama o bana ellerini uzatıp beni özgürleştirmek istiyordu” dedi.
O gün hep rüyasından bahsetti, tabi biz üstünkörü dinlemekle yetindik. O gün öğlene doğru bizim için dışardan Serxwebun Gazetesi gelmişti, biz de gazete okumaya başladık. Elimdeki gazetede Önderliğin resmini gördüğü zaman, birden irkildi ve “Bu kim?” dedi ve devam etti: “Dün gece rüyama gelen oydu.” O da şaşırmıştı bizde şaşırmıştık, sonra tarif ettiği kişinin aslında Önderlik olduğunu anladık.
‘Bu bize bir mesaj ne olursa olsun bu kadına sahip çıkmalıyız’ dedik ve zindan idaresine gidip ‘İnga’nın bizimle kalmasına karar verdiğimizi’ söyledik. İdaredekiler, ‘Nasıl olur, siz kimseyi yanınıza almıyorsunuz?’ dediler ama biz ısrarla ‘Bu kadının yanımızda kalsın, yanımızda kalmasını istiyoruz” dedik. Bu şekilde İnga bizim yanımızda kaldı.
İnga’nın yaşam öyküsü
Yanımızda kaldığı süre içinde nasıl fuhuşsa sürüklendiğinin hikayesini anlattı ve onu bu durumdan kurtarmak için yol ve yöntemleri birlikte konuştuk. İnga’nın hikayesi şöyleydi:
‘Hayata gözlerini açtığı zaman annesi götürüp kilisenin yanına atıyor. Annesiz ve babasız büyüyen bir çocuk, kimse kim olduğunu bilmiyor çünkü annesi onu kilisenin önüne bıraktıktan sonra bir daha dönmüyor, bundan dolayı İnga tanınmıyor. Kilise sorumluları onu götürüp yetimhaneye bırakıyorlar. Yetimhanede başlarına bir sürü şey getiriyorlar. Doğru düzgün yemek vermiyorlar ve onları aç bırakıyorlar. Yetimhanedeki çocuklar çok açlıktan kaynaklı gözlerine uyku girmiyor, gidip mutfak penceresinden içeri giriyorlar, diğer gün için hazırlanmış olan kaynatılmış patatesleri doyuncaya kadar yiyip tekrar yataklarına dönüyorlar. Sabah mutfakçıları gelince çocukların yaptığını anlıyor. Hepsini cezalandırıyor, götürüp bir odaya koyuyor ve üzerlerine tazyikli su döküyor. Bunun gibi birçok işkence yapıyorlar. Bu işkencelerden kurtulmak için kaçmak istiyorlar. Bir gün yaşı ilerlemiş bir adam gelip İnga’yı yanına almak istiyor, evlenmek için değil güya sahip çıkmak için.
O adam onu götürdükten sonra tecavüz ediyor ve evleniyor bir de her gece onun bedenini satıp ona para getirmesi için gönderiyor. Hem kendi içip tecavüz ediyor hem de fuhuş yaptırıyor. Az para getirdiği zaman ise onu öldüresiye dövüyor. Bu şekilde iki de çocuğu oluyor.’
İnga hikayesini anlatırken ağlıyordu ve başının her yerinde yaralar vardı. 6 ay aynı koğuşta kaldık, bize gelen gazeteleri ona da okuyorduk. Önderliğin kitaplarını onun için getirttik ve okudu, çok etkilenmişti. ‘Bir erkeğin kadınlar için bu kadar çabalaması mümkün değil’ diyordu. Zagros Gazetesi’nin Ermenice olanını istiyorduk o da okuyordu. Beritan arkadaşın filmi geldi onu da izlettik çok etkilendi.
Bir süre sonra yanımızdan aldılar İnga’yı. Gittikten sonra da sürekli bize mektup yazıyordu. Zindandan çıktığımızda o hala zindandaydı, isteği üzerine gidip her iki çocuğunu gördük. Onun söylediği şeylerin aynısını çocukları da söylüyordu. Onun yaşadığı bütün zorlanmaları çocukları da dile getiriyordu. İnga en son yazdığı mektupta, ‘Eğer bir gün çıkarsam sizin yanınıza gelip dağlarda yaşayacağım. Özgürlük sadece orada var, sadece oralarda özgürce yaşayabilirim’ diyordu. Kim bilir belki bir gün buralarda karşılaşırız.
Rahime Kobanê