PAJK Koordinasyonu
Süreç kapsamlı ve hızlı bir örgütlenme süreci olarak gelişmektedir. Büyük düşünceyi örgütleyebilmenin; demokratik örgütlenmenin demokratik çözüm sürecinin en stratejik temel mücadele ve başarı alanı olduğu inancının giderek daha fazla güç kazandığı bir süreçtir.
Günümüze kadar demokratik örgütlenme bütün paradigma esaslarına göre bir toplumsal inşa alanı olarak görülse de, temel bakış ve yaklaşımlar hakim-reel durum ve savaş pozisyonu yanında bir ek gibi duruyordu. Bu, toplumsal alan örgütlenmesinin çok zayıf olduğu anlamına gelmez. Fakat sürecin niteliği ve gelişim zemini giderek daha yakıcı ve acil bir şekilde bu çalışmayı dayatmaktadır. Demokratik siyaset ve örgütlenme büyük bir heyecan ve canlılık yaratmaktadır. Sürecin başarı çizgisi esasta bu zeminde ortaya çıkacaktır.
Devletle müzakere veya diyalog ve bu çerçevede devletin atacağı adımlar önemlidir. Bu konuda bir ana taslak oluşmuş ve çeşitli biçimlerde parçalar halinde yansımış durumdadır. Devlet gerçekten ne kadar adım atıyor; ayrı bir soru ve aynı zamanda bir sorun. Bu konu çok değerlendiriliyor ve tartışılıyor. Devletin bu konuda atacağı adımlar ve devletle alakalı bölümü demokratik kurtuluş ve özgür yaşamı inşa döneminin sınırlı bir bölümünü ifade etmektedir. Bu konuda yol üzerindeki barikatları temizlemek, küçük engellere takılmamak önemlidir. Bunun da mekanizmalarını, takibini ve gerektiği yerde ve zamanda sürükleyici, zorlayıcı tutum ve itici gücünü yaratmak gerekiyor. Bu konuda zaman zaman dar-yüzeysel yaklaşımlar ve hareketler olabilmektedir. Bunun daha olgun ve dirayetli bir duruş haline gelmesi gerekiyor. Fakat sürecin ana dinamiği ve esas sonuç belirleyici yönü kesinlikle yeni sürecin ruhuna denk demokratik siyaset kanallarının ve zeminlerinin etkili bir şekilde yaratılması ve içeriğinin güçlü doldurulabilmesidir. Bu devletle alakalı olmayan, tamamen demokratik örgütlenme ve siyasetle alakalı zemindir. Bu bağlamda dönemin ruhu ve başarı çizgisi esasta kapsamlı, yaratıcı-heyecanlı ve hızlı demokratik örgütlenme ve sonuç alıcı demokratik siyaset olmaktadır.
Uluslar arası ve bölgesel hegemonik güçlerin, özellikle işbirlikçi Kürt güçlerinin bütün çabası demokratik Kürt siyasetini bu alanı yürütemez pozisyonda tutmaktır. Planlı-örgütlü ve inisiyatifli Kürt demokratik siyasetinin gelişimini saptırmak, barajlamak ve küçültmek esas hedef olmaktadır. Uluslar arası diplomasi ve siyaset bu anlamda her zamankinden daha aktif ve saldırgandır. Ulus-devletçi ve uluslar arası hegemon siyasetin mantığını ve yürütülüş biçimlerini ayırt edebilmek, görmek ve uzun soluklu bir mücadele alanı olarak görmek gerekiyor. Burada hiçbir şey göründüğü gibi olmamaktadır. Gerçekten çok kaygan ve hassasiyetleri olan bir zemindir. Geçici gündelik çıkarcı ittifak ve ilişkileri var. Çok stratejikmiş gibi görünse de, özünde hızla tersine de dönebilecek ittifak ve ilişkilerin zeminidir. Mevcut durumda örneğin AKP hükümetinin Rojava ile olan ilişkisi kesinlikle buradaki demokratik inşa ve siyaset gelişiminin önünü almak, olmazsa zayıflatmak ve yerine işbirlikçi ulus-devletçi Kürt iktidarını güçlendirmek üzerindendir. Kendi içerisinde bir siyaset değişimini ifade ediyor; resmi düzeyde Kürt demokratik siyaseti ile ilişkilenmektedir, fakat aynı zamanda ve daha da önemlisi geçmişte Özgürlük Hareketine karşı savaştırdığı Kürt güçlerini bu defa siyasi zeminde palazlandırmak ve bununla özgürlükçü-demokratik siyaseti bizzat Kürt eliyle vurmak-zayıflatmak istemektedir. Bunun için el altından her türlü insanlık dışı çete gruplarını da desteklemektedir. Bunların içerisinde Kürtlerin de olması işin özünü tümüyle yansıtmaktadır. İran ise tüm bu gelişmelerden yakından etkilenmektedir, bunları etkilemektedir de. Giderek bu sürecin oldukça hızlı bir şekilde her dört parça Kürdistan’ı da içine çeken, bütün parçalardaki konumumuzu ve politikalarımızı çok derinden etkileyecek ve her an köklü değişimlerin olabileceği bir sürece evrildiği belirtilebilir. 1639 tarihinden Kasr-ı Şirin anlaşmasından buyana oluşan parçalı Kürdistan statüsünde bu kadar gedik açan başka bir süreç yoktur. Başta Kuzey, sonra Rojava’daki gelişmeler diğer her iki parçanın da konumunu ve kaderini yakından etkilemektedir. Bununla birlikte özellikle İran rejiminin bu süreç karşısındaki tutumu hangi yönde olursa olsun; Kürdistan’ın eski statüsü aşılmış durumdadır. İsterse savaş açarak olsun, isterse bazı reformlara giderek olsun; İran kendisi de bu süreç karşısında bir yol ayrımına gelmiş bulunmaktadır. Sadece Kürt sorunu karşısında değil, genel olarak Ortadoğu ve Batı dünyası karşısında da eski pozisyonunu sürdüremez durumdadır. Bölgede neredeyse oynamayan taş kalmamışken, İran rejiminin kendisini mevcut haliyle sürdürmesi mümkün görünmemektedir. İran’ın nasıl bir yol izleyeceği tamamen Kürt gerçekliğine nasıl yaklaşacağına bağlıdır. Herkes Batı –özelde Amerika- ile ilişkilerindeki düzeyle İran’ı ele alıyor ve ölçüyor. Fakat bu saptırılmış bir bakış ve algıdır. Esasta ve tarihsel olarak da İran’ın pozisyonu her zaman Kürtlerin durumuyla ve Kürtlerle ilişkileri ile bağlantılıdır. Hele de Kürtlerin bölgede giderek artan etkinliği ve demokratik ulusal birliğinin gelişmesi göz önüne alınınca; İran, Kürt gerçekliği karşısında ya köklü reformlara gidecek, ittifak yapacak ve buna dayalı bir bölgesel duruş kazanacak; ya da Kürtleri karşısına alarak, kendi içerisinde ulus-devlet bağlamında tarihinin en kapsamlı kırılmasını ve parçalanmasını yaşayacaktır. Kapitalist modernite ile kapsamlı ittifak ve uzlaşma politikaları bile onu çözülmekten ve parçalanmaktan kurtaramayacaktır.
Kısacası bütün güçler açısından Kürt demokratik siyaseti ile ilişkilenmek dönemin temel dış politikası haline gelmektedir. Bunun stratejik bir konu olduğunu ve uzun vadeli etkileri olacağını belirtmek gerekiyor. Bu anlamda ulusal birlik dediğimiz olgunun ne kadarı ulusal ve ne kadarı bölgesel ve hatta uluslar arası nitelikte olduğu tartışmalıktır. Bütün bu ilişki ve siyaset ağının belki de en yoğunlaşmış ve incelmiş diplomasisi ulusal birlik çerçevesinde yaşanmakta ve burada yansımasını bulmaktadır. “Ulusal birlik konferansı gerçekleşti” diyerek hemen sonuç alınmasını beklemek, ortak ulusal politikalar ve ortak güvenlik zeminlerinin gelişmesini beklemek çok gerçekçi olmamaktadır. Rojava gerçekliği ortadadır. Kobani-Afrin hattını Kürt demokratik ulusal güçlerin elinden almak için ne idüğü belirsiz katliam çetelerini saldırtmak -demeyelim, ama sessiz kalmak biraz bu anlama gelmektedir; diğer yandan sınır kapılarını kapatmak herhalde tam da ulusal Konferans arifesinde demokratik ve ulusal bir tutum olmasa gerek. Ulusal Konferans gerçekleşebilir veya gerçekleşmeyebilir de, bazı hususlarda ortak ilke ve politikalar da belirlenebilir, fakat bunların perde arkasındaki çıkar ve egemenlik ilişkilerini doğru okumak, her zaman gerekli tedbir ve duyarlılıkları korumak önemlidir. Kürdistan’ın ulusal politikası bölge politikasında, bölge politikaları da özünde Kürdistan politikasında somutluk kazanmaktadır. Böylesine bir iç-içelik yaşanmaktadır. Bu sadece Özgür Kürt gerçekliği açısından değil, bir bütünen bölge güçleri açısından da böyledir. Demokratik siyasetin de, bütün bölgedeki ilişki ve çelişkilere dayalı politikaların da akabileceği, taşırılabileceği böylesine bir ulusal zemine ihtiyaç vardır. Yoksa gerçek anlamda ulusal demokratik birlik esasta her dört parçadaki Kürt halkının demokratik zemindeki toplumsal birliğiyle sağlanacaktır. Ortadoğu bölgesinde demokratik modelin ortaya çıkmasında süreç oldukça hızlı evrilecektir. Özellikle diplomasi alanının bu çerçevede örgütlendirilmesi, kurumsal ve kimliksel nitelikler kazanması, bunun için tedbirlerin alınması gerekmektedir.
Demokratik Kurtuluş ve Özgür yaşamı İnşa döneminin güncel temel sorunlarından birisi sürecin hukuksal zeminde gelişme kaydetmesidir. Yoksa bütün gelişimine, meşruiyet kazanmasına rağmen ucu açık bir kabloyu andırmaktadır. Ortaya çıkan boşlukları neyin ve nasıl dolduracağı tamamen belirsizlik içermektedir. Bu başlı başına bir tehlike olmaktadır. İşin anayasal-hukuksal zemini yoktur. Devletin, hükümetin ve politik tablonun kendi içerisindeki çatlakları göz önüne getirildiğinde oldukça büyük ve kullanılmaya açık bir boşluk bırakılmış oluyor. Bu sadece Kürt demokratik siyaseti açısından değil, esasta devletin, özellikle de hükümetin konumu açısından büyük bir risktir. Sürecin teminatı, devletin ve başta da AKP hükümetinin de teminatı olmaktadır. Bu haliyle sürecin sürdürülebilirliği ve yönetilebilirliği çok ciddi risklerle karşı karşıyadır. Savaş sonrası HPG güçlerinin geri çekilmesiyle alanda başta güvenlik, siyasal-sosyal anlamda ciddi boşluklar oluşmaktadır. Geçmişte gerillanın sağladığı toplumsal güvenlik, toplumsal iç barış vb. Şimdi nasıl sağlanacak? Herhalde devletin gidip oraları yeniden işgal etmesi ve güvenlik adı altında her türlü anti-demokratik yapılanmaları kurumlaştırması için değil. Karakollardan tutalım, koruculuğun terörüne kadar, yine özellikle bu stratejik alanlarda ajanlaştırma çalışmalarına kadar devletin savaş konsepti kapsamına giren birçok uygulamalar ve politikalar var. Dolayısıyla koruculuğun kaldırılması, istihdam sorunları ve imtiyazlarının ortadan kaldırılması gibi kararların alınarak uygulanmasının takibi gibi konular özelde oluşturulacak hukuk komisyonunun işi olmaktadır. Bu anlamda oluşturulacak hukuk komisyonunun her iki taraf açısından bu sürecin takibini, çeşitli pürüzlerin ve provakasyonların oluşumunu engelleyecek ve tedbirlerini hukuksal anlamda sağlayacaktır. Bu konuda özellikle koruculuğun alanlardaki halka yönelik fütursuz uygulamaları, saldırıları, yine arazi-tapu meseleleri, köye dönüşle arazilerin sahiplerine iadesi, destek programlarının geliştirilmesi için gerekli hukuki zorlukların ortadan kaldırılması vs.yi bu komisyonun gözetmesi gerekiyor. Sorunun “anayasa çıkaracağız” demekle çözülmeyeceğini, birçok uygulamaların daha şimdiden büyük sorunları beraberinde getirdiği görülmektedir. Bunlar Medya Savunma alanlarına her geçen gün daha fazla yansımaktadır. İnsanlar mağduriyetlerini gidip devletle halledecek veya ondan bekleyecek değildir; çünkü mağduriyetin sebebi bizzat devlet ve kurumları olmaktadır. Dolayısıyla bu komisyonun hem karar ve uygulama gücü olacak ve hem de bağımsız niteliği oldukça önemli olmaktadır.
Giderek kendisini daha yakıcı hissettirecek bir alan Demokratik kurtuluş ve özgür yaşamı inşa sürecinin özellikle sosyo-ekonomik yapılanmalarının ve önlemlerinin alınması, bunun için demokratik siyaset çerçevesinde politikaların geliştirilmesidir. Bu yaşam alanının özellikle savaş rantı alanına dönüştürüldüğü, toplumsal ekonominin can damarı olan tarım alanlarının devletin tekelci ve bilinçli yıkım politikalarıyla neredeyse yok edildiği bilinmektedir. Kürdistan’ın dinamik üretim alanlarının dağıtılarak tarumar edildiği, işsiz, yoksulluk sınırlarının altında insanlık dışı koşullar altında her türlü uyuşturucu-fuhuş ve ajanlaştırma politikalarına tabi tutulduğu ortadadır. Kürdistan’ın en dinamik insan gücü en ucuzundan ve en kölece koşullarda Batıya taşırılmış. Tam bir sömürü alanı haline getirilmiştir. Her gün mevsimlik tarım işçilerinin vahşi kapitalizmin ve milliyetçi faşizmin pençesinde nasıl çırpındıklarını ve tam bir kölelik statüsüne maruz bırakıldıklarını görüyoruz. Bunun Kürdistan’a özel bir savaş politikası olduğu açıktır. İşin bir boyutu devletin terör uygulamaları sonucu köyünü terk etmek zorunda kalan halk olurken, fakat esasta devletin savaş politikaları kapsamında sosyo-ekonomik alandaki savaşın sonuçlarından daha ağır sonuçları olan özel uygulamalarıdır. “Kalkınma Planları”, “Yatırım Projeleri” Kürdistan ülkesini yaşanamaz bir ülke olarak aç bırakarak muhtaç hale getirmeyi hedeflemektedir. Bunun için “Yardım”lar adı altında insan onurunu ve haysiyetini ayaklar altına alan uygulamalar geliştirilmektedir. Özellikle tarım ve hayvancılık tam bir savaş rantı ve imha politikası alanı haline getirilmiştir. Birebir savaştan ziyade tamamen devlet özelde AKP hükümetinin politikaları sonucu ekonomik sebeplerden kaynaklı son 5 yılda toplam 2 milyon insan köyünü-tarlasını bırakıp metropollere yığılmış. Bunun toplumsal-sosyal sonuçları milyonlarca insanın binlerce yıllık yaşadığı eko-sistemden kopuşudur. Sosyal-kültürel bir köksüzlük ve en fazla ikinci nesil ile birlikte bir kültürel kıyımdır.
Bu süreçte bu anlamda sosyo-ekonomik politikaların sadece bir kooperatif hareketinin gelişimi olarak değil, kapsamlı demokratikleşme ve toplumsallaşma alanı olarak geliştirilmesi gerekmektedir. Bunun için mevcut olan kurumları, yapıları, mesleki ve sivil örgütlenmeleri ve ilgili bütün kesimleri bir araya toplayıp ortaklaştırarak demokratik örgütlenmesini yaratmak en acil görev olarak durmaktadır. Böylesine geniş kapsamlı bir örgütlenmeye gidebilecek zemin bütün alanlar için olduğu gibi, bu alan için de Konferans olmaktadır. Komünal ekonomi politikalarının tartışılarak mevcut verileri bir araya toplayacak, bir politika ve örgütlenme perspektifini oluşturacak, bunun Kurulunun ya da Koordinasyonunun veya Meclisinin kurulmasını amaçlayacak bir Konferans güçlü bir alt-yapı oluşturacaktır. Birebir örgütsel sistem ve mekanizmaların oluşturulması çok önemlidir. Bu çalışmaları örgütleyebilecek, fizibilite çalışmalarından tutalım Konferansı gerçekleştirecek ve ama aynı zamanda bu çalışmaları takip edecek, gerekli müdahaleleri yapacak bir Sosyo-Ekonomi Komisyonunun oluşturulması çok kapsamlı bir görevdir. Organik Tarımın planlanması ve bir kurula kavuşturulması, Sulama Projelerinden, Ağaçlandırma, Tekstilden, İnşaat sektörüne kadar her alanda komünal ekonomi kapsamında Kooperatifler Kurulu veya başka adlar altında mekanizmaların oluşturulması ve örgütlendirilmesi bu Konferansın esas hedefi olmaktadır. Bunun için Meslek Odalarından, uzmanlık gerektiren bütün alanlarda mühendisler birliklerini bir araya getirecek, ortak planlamalara ulaştıracaktır. Yerel yönetimler kapsamında salt dağınık, örgütsüz ihaleler üzerinden yürütülecek bir çalışma aşılmak durumundadır. Yerelin en çok ihtiyaç duyduğu ekonomik girişim ve yatırımlar nelerdir; bu konuda bizzat yerel kaynaklar ve ihtiyaçlar açık ve şeffaf bir şekilde tartışılarak çalışmanın örgütlendirilmesine ağırlık vermek gerekiyor. Sosyo-ekonomi komisyonunun amacı bu çalışmanın örgütlendirilmesi, planlanması ve gerekli alt yapısının oluşturulmasıdır…