Savaşın–şiddetin tırmandırıldığı, savaş rantçısı, demagojik bir özel savaş hükümetinin arsızlığını haykırdığı bir süreçte, gerilla, bir taraftan yürütülen kirli savaşa karşı savunma hazırlıklarını yapıyor, diğer taraftan ise kış kamplarını hazırlıyor. Savaşın ve doğanın zorlukları onları yıldırmıyor. Aksine dirençlerini arttırıyor, özgürlük tutkularını daha çok büyütüyor. Ve böyle süreçlerde özgürlük daha bir anlam kazanıyor.
Kaldığım alanın en yüksek dağlarından birinin zirveye yakın yamaçlarına uzun bir süredir mevzilenmiş ve şu anda da bulunduğu yerde kamp kurmaya hazırlanan kadın gerilla birliğini ziyarete gidiyorum. Her biri karla kaplı ormanın içine dağılmış bir işlerle uğraşıyor. Anlaşılan o ki, sürecin yakıcılığından kaynaklı kış hazırlıklarına çok geç başlamışlar.
Bazıları karın altından odun çıkarmaya çalışıyor, bazıları henüz yapımı bitmemiş sığınak için kurumuş ağaçları kesiyor, bir grup kar düşmeden önce toprakla doldurduğu torbalarla duvar örüyor ve bir grup da küreklerle sığınağın çevresindeki karı atıp olası yağmur ve kar sularına karşı kanal açmaya çalışıyor.
‘‘ Rojbaş arkadaşlar. Kolay gelsin.’’ Diyerek yanlarına gidiyorum. İşten başlarını kaldırıp ‘‘Rojbaş’’ diyerek kısa süreliğine çalışmaya ara veriyorlar. Sığınak grubuyla merhabalaşıp ayaküstü sohbete giriyoruz. Tam o sırada karın altından çıkardığı büyük bir odunu sürükleyerek bize doğru gelen esmer güzeli Z. gülerek ‘‘ Düşmanın operasyonlarına ve karın soğuğuna inat Kürdistan’ın barış, özgürlük ve direniş akan dağlarından yarınlara umutla gülümsemek ne güzel bir duygu böyle değil mi? ’’diyor. Gülümsüyorum! İçime bir sıcaklık akıyor! ‘‘ Evet, gerçekten çok güzel bir duygu’’ diyorum. Yanıtımdan memnun olmuşa benzeyen Z. büyük bir coşkuyla kara bulanmış odunu çekmeye devam ediyor. Aniden odun karın altında gizlenmiş taşa takılınca Z. birden sendeliyor. Haline bakıp hep birlikte gülüyoruz. Bulaşıcı bir hastalık gibi gülüşmeler yayılıyor ormanın içine! Şakalaşmalar ve kahkaha sesleri kuş seslerine karışarak ormanın sonsuz beyazlığında dağılarak kayboluyor!
İçimden, ‘‘özgürlük sevdalısı bu dirençli, cesur yürekleri teslim almak mümkün mü?’’ diyorum. O sırada gözüm S’ ye takılıyor. Sırtını iri gövdeli bir meşe ağacına dayamış nefesleniyor. ‘‘ Biliyor musun, S. arkadaş’’ diyorum. ‘‘ABD, PKK’yi sisteme entegre etme, sistem içileştirme planını bir raporla açıkladı. Bu belli aşamaları kapsayan bir teslimiyet ve tasfiye planıdır.’’ Pür dikkat kesilen S, ellerini kazmanın sapında kavuşturup çenesini ellerinin üzerine koyarak beni dinlemeye koyuluyor. O an şöyle bir çevreme bakıyorum. Her birinin olduğu yerde bize kulak kabarttıklarını görüyorum. Ve vaziyetten memnun bir biçimde konuşmama devam ediyorum. ‘‘ Tabii bu plan yeni bir plan değil. Önce Önderliğe dayatıldı. Önderlik reddedince uluslar arası komplo gelişti ve Önderlik esir düşürüldü. İmralı’da direnişi yükselten Önderlik bunu tüm halka ve gerillaya yaydı. O dönem itibariyle bu planı boşa çıkardı. Ancak küresel eril sistem bu planda ısrar etti. Hareketin içinde Ferhat ve Botan öncülüğünde teslimiyet çizgisini geliştirdi. Bu eğilim yoluyla özgürlük hareketini revize ederek sisteme entegre etmeye çalıştı. Bu plan da tutmadı. Fakat yine de şu anda o planda bir ısrar var. Bu konuda Türkiye ve G. Kürdistan hükümeti ile de anlaşmışlar. PKK’yi tasfiye etme karşılığında Türkiye işbirlikçi Güney Federasyonunu resmen tanıma konusunda anlaşmış görünüyor. KDP ve YNK’nin harekete yönelik geliştirdiği baskıların, verdiği tavizlerin altında bu gerçek gizlidir. Yani anlayacağınız demokratik, barışçıl çözümden uzak ve halkımızın lehine hiçbir çözüm projesi ortaya koymadan gerillanın silahlarını bırakmasını istiyorlar.’’ Takılarak ‘‘ Ha! Bir de kadın özgürlük militanlarına yönelik de daha özgün planları varmış…’’
Konuşmamı henüz tamamlamadan S. ağız dolusu gülerek araya giriyor, ‘‘ Yaa! Demek öyle! Gerçekten bu kadar basit mi düşünüyorlar? Teslim alacaklar ha! Biz yıllardır her tür zorluğa göğüs gererek verdiğimiz bu mücadeleyi, şimdi tıpış tıpış gidip teslim olmak için mi verdik sanıyorlar? On binleri bulan şehidi, yakılan-yıkılan köyleri, göç etmek zorunda kalan yüz binleri, devletin etik dışı savaşının yol açtığı şiddet kültürünün tüm ceremesini, acısını çeken binlerce Kürt kadınını, gidip teslim olmak, tekrardan köleleşmek için mi bedel verdik?’’
Kürekle kar atan R. başını kaldırıp alaysı bir tebessümle, ‘‘ Bu eril kafalılar bizi ne sanıyor? Kan dökerek kazandığımız onuru, edindiğimiz kimliği, köle bir yaşam için satacağımızı mı? Gerçekten çok yazık böyle basit düşünenlere! Apo aşkına özgürlük satılır mı hiç? Dünya’da hangi değer özgürlüğün yerini alır? Tek büyük ve gerçek değer değil midir özgürlük? Halklar, halkımız onca ağır bedeli ne uğruna verdi sanıyorlar? Demek ki; teslimiyeti dayatanlar bu gerçekleri göremeyen ve idrak edemeyen zeka ve vicdan özürlü beyinlerdir.’’
Derken tartışma, kazma-kürek seslerine karışarak uzayıp gidiyor. Yalnız başına bu asi dağlarda üstlenen, dağın kendisi gibi asi, dirayetli, onurlu bu kadınların iradesine olan hayranlığım daha çok artıyor. Onurlu duruşlarındaki güzellik ve çekicilik iliklerime kadar işliyor. Bir kez daha özgürlüğün güzelleştirici gücünü derinden duyumsuyorum. Bu gücün, bu azmin ardındaki başarıyı görüyor ve onurlu bir barışın sesini duyuyorum. Bu soylu iradenin içinde olmadığı hiçbir çözümün gerçek çözüm olmadığına dair olan kesin görüşümün, bir kez daha doğrulandığı hissine kapılıyorum.
Aklım tekrardan ABD’nin, Türk devletinin, güneyli güçlerin silah bıraktırma tartışmalarına kayıyor. Kendi kendime ‘Gerçekten ne kadar haddini bilmez tartışmalardır bunlar böyle! Esas muhatapların önüne ciddi bir çözüm projesi koymadan nasıl böyle aymazca istemde bulunabiliyorlar? Abes doğrusu! Bu türden söylem ve istemler özgürlük militanlarına, Kürt halkına, Kürt kadınına en büyük hakarettir. ’diyorum.
Gidişimin üzerinden yaklaşık üç saat sonra gökyüzünün de maviliğinden güç alarak yönümü dağın zirvesine veriyorum. Düşüncelerim adımlarımla ahenk içinde yol alıyor. Özgür kadın duruşunun yol açacağı gelişmeleri düşünüyorum. Ve şuna yürekten bir kez inanıyorum; Kürt kadını onurlu duruşunu koruyup özgürlük mücadelesini sürdürdüğü sürece Kürt erkeğini de kendi çizgisinde tutarak eril sistemin bütün soysuzlaştırıcı ve onursuzlaştırıcı planlarını boşa çıkarır. Bu ispatlanmış bir olgu ve her çağın kalıcı bir realitesidir.
Tüm özgürlük mücadelelerinin başarısında her zaman kadının aktif mücadele gerçeği belirleyici bir rol oynamıştır. Her gerçek başarının kaynağında mutlaka çok görkemli bir kadın iradesi yer almıştır. Kadın tüm devrimlerin ateşleyici, sürükleyici, yaratıcı ve kazandırıcı gücü olmuştur. Ve bu anlamda kadın, devrimlerin gerçek niteliği ve kimliği olma özelliği taşımıştır. Kürdistan devrimine de nitelik ve kimlik kazandıran Kürdistan kadınının özgürlük mücadelesidir, özgürlük duruşudur.
Bu düşüncelerin akıntısıyla kendimi zirvede buluyorum. Dağlarının doruğu ve etekleri beyaza, derin vadileri ise siyaha, puslu maviye çalan bu muhteşem coğrafyanın cazibesinde eridiğimi hissediyorum! Dağdaki kadının sesinin uçurumlarda yankılanarak tüm kadınlara ulaştığını duyar gibi oluyorum!
Sesin kaynağını görüyor ve yankısını alıyorum!… Bu ses özgürlüğün dünyada tek büyük ve gerçek değer olduğunu söylüyor. Ya özgürce yaşam ya da özgürlük yolunda onurlu bir ölüm! Diyor.
Kürdistan’ın asi dağlarından yankılanan bu sesi, Kürdistan kadını yüreğinin ve beyninin derinliklerine işlemek durumundadır. Ve bunu, direniş, özgürlük mücadelesini yükselterek dünyaya duyurmak durumundadır. Sistemin tüm köleleştirici etkilerinden sıyrılarak sesiyle-eylemiyle eril beyinli sistemin kirli planlarını bozmak durumundadır. Özgürlük için baş kaldıran kadın, bunu özgürlüğün temel bir ilkesi ve emri olarak algılamak durumundadır. Çünkü dünya’da tek büyük ve gerçek değer özgürlüktür!
Bese Şimal