Bana O’nu yazmam söylendiğinde, çok heyecanlandığımı ve bir kaygıyı yaşadığımı hemen söylemeliyim. Her yanıyla “En güzele ulaşma ve onu yaratma çabası çok güçlü olan bir insanı yansıtabilecek miyim?” Korkusu tüm zihnime egemen oldu. Ama bir yanıyla da tüm ayrıntılarıyla, bildiğim tanık olduğum, idrak ettiğim ve anlayabildiğim kadarıyla O’nu yazmak gerektiğine inanmam, kaygıyla karışık bir istemi de doğurdu. Bir şeyler eksik kalsa da, bu hikaye henüz bitmemiş, yaşanan ve yazılacak olan bir hikaye…
Adını duyduğum ilk yer, İstanbul’da bir ev olmuştu. Gerillaya katılmak üzere başvurduğum arkadaşlar beni bu eve götürmüşlerdi. Orada Seyfettin diye bir arkadaş vardı. Tanışıp sohbet ederken, Seyfettin Rüzgar arkadaş “Gülnaz Karataş” diye bir arkadaşı tanıyıp tanımadığımı sordu. Tanımadığımı belirtince, çok şey yitirmiş olduğumu ifade eden bir edayla onun coşkusu, bağlılığı, direngenliği ve doğallığından söz etti. Gülnaz bir üniversite öğrencisiymiş ve YCK ile ilişki kurduktan sonra, Yunanistan sahasına eğitim amaçlı geçmiş. Sonra tekrar üniversite gençliğine dönüp çalışma yürütmüştü. Ancak faaliyetleri sırasında yakalanmış, 13 gün işkencede kalmış, eşsiz direnişi ile tüm arkadaşlarda büyük bir saygı yaratmıştı. İşte bu üç aylık cezaevi sürecinde Seyfettin arkadaşla tanışmışlardı. Ondan söz ediş tarzından artık Gülnaz’ın o ortamda olmadığını anlamıştım. Nerede olduğunu sormama hiç gerek yoktu. Gülnaz artık bir gerillaydı. Bir süre sonra o evde bulunan tüm arkadaşların olacağı gibi…
1989’da Binevş Agal (Şehit Berivan) arkadaşın öncülüğünde gelişen serhildan hareketi dalga dalga tüm ülkeye yayılıyordu. Ulusal hareket içinde bazı tasfiyeci odaklara, feodal-komplocu ve işbirlikçi çetelerin savaşımızı ideolojik özümüzden uzaklaştırarak sivillere zarar verme, halka yönelerek onları düşmanlaştırmasına alternatif olarak, Önderlik çizgisinde halkı örgütle buluşturmada amansız bir mücadele veren Berivan yoldaşın şahadeti, içten örgüte yönelen tasfiyeye karşı en güçlü cevabı oluşturuyor, kitlelere gerçek PKK’liliğin özünü gösteriyordu. Bu şahadetin etkisi 90’lı yılların başında da etkisini çok güçlü bir şekilde hissettiriyor, mücadelede yeni bir dönemin başlangıcını ifade ediyordu. İşte Gülnaz arkadaş da bu yükseliş döneminde gerilla saflarına katılmıştı. 1991 yılının bahar aylarında cezaevinden çıkmıştı. Çıkmadan önce 1 Mayıs kutlamaları için moral hazırlıklarına katılmış ama ondan önce çıktığı için katılamamıştı. Oradaki arkadaşlara o kadar alışmış ki, neredeyse cezaevi idaresinden 1 Mayıs’a kadar kalma izni isteyecekmiş. Salt PKK’li arkadaşlarda değil, diğer gruplarda da çok etkili olan bir yaklaşımı varmış. Girdiği ortamlarda farkını çok doğal bir biçimde ortaya koyan, kendisini sevdirmek için özel bir çaba sarf etmeyen, karşısındakilerde bunu çok doğal yaratan yapısı nedeniyle tüm arkadaşlarda boşluğu çok net hissedilmişti. Gülnaz cezaevinden çıkar çıkmaz dağa çıkma hazırlıklarına başlamıştı. Büyük bir mücadele ayı olan Mayıs’ta dağlarda olmayı en anlamlı tavır olarak değerlendirip partiye katılmıştı. Bu süreçlerde özellikle üniversiteli gençlik başta olmak üzere toplumun tüm kesimlerinden gerilla saflarına çok yoğun bir katılım oluyordu. Bu dönem büyüme ve mücadelenin gittikçe yükselmesi açısından tam bir patlamayı ifade ediyordu.
1 Ekim 1991’de bir grup arkadaşla Xakurke alanına ulaştık. Sadece bizim kaldığımız vadide üç tabur yeni savaşçı ideolojik, askeri eğitimden geçiriliyordu. Bu katılımlarda sınırlı bir ulusal ve sınıfsal bilinç olmakla birlikte, duygusal katılımlar, yine dönemin etkisiyle bir akış şeklinde katılımlar da oluyordu. Biz alana gelir gelmez, hep “Binevş” adının dillerde olması dikkatimi çekmişti. O kadar büyük bir sempatiyle ondan söz ediliyordu ki, bu arkadaşı çok merak ediyordum. Mesela bir moralsizlik olsa “Binevş olsa şöyle coşku verirdi” yapılması gereken bir işte “Binevş olsa şöyle bitirirdi” gibi hep anılan ve boşluğu hep hissedilen bir arkadaştı. Temel eğitimin ardından başka bir alana düzenlenmişti.
Biz bu alana gelmeden bir süre önce Türk ordusunun Xakurke’ye yönelik oldukça kapsamlı bir yönelimi olmuştu. Hala çok canlı etkileri olan bu operasyondan çok söz ediliyordu. 91 katılımlı arkadaşlar bu savaşta aktif savaşmışlar, tecrübesizliklerine rağmen büyük bir direniş sergilemişlerdi. Binevş arkadaş bu operasyon anılarının yine baş rolündeydi. BKC silahını beş yüz yedek mermisi ile taşıyan üstüne de küçük Mazlum’u kaldıran Binevş arkadaşın fedakarlığı sürekli anlatılıyordu. Hava saldırılarında mevzileri nasıl dolaştığı, tüm mevzilere nasıl yemek ve su taşıdığı büyük bir hayranlıkla dillendiriliyordu. Küçük Mazlum ise düşmanın yoğun yönelimi ile dağlara ailece çıkmak zorunda kalan bir milisimizin en küçük oğluydu. 93 yılında çocuk gülüşü dudaklarında donup kaldı Mazlum’un. Bir hastalık sonucu onu kaybettiğimizde henüz beşinde bile değildi. Ablası Sarya’yı henüz on dördünde yaşamının baharında şehit verecektik. Onlar başka yaşam seçenekleri olmayan çocuklarımızdan sadece bir kaçıydı.
Tam 2 Ekim 1991 günü, yani gerillaya gelişimin ikinci günü çok büyük bir grup yaptığımız moral ardından Çukurca Eriş karakoluna eylem yapmak üzere alandan ayrılmıştı. Kafile yolcu edilirken, kalan gözlerde imrenme, üzüntü, burukluk, coşku ve daha birçok duygu okunurken, gidenlerde ise kararlılık, eyleme gitme heyecanı ve aşkı görülüyordu. Bu grup, Çukurca’ya kadar gidecekti. Binevş arkadaş da on kadın arkadaş ile birlikte bu güce katılacak ve eyleme gidecekti. Ama onlar karargaha bir günlük mesafede olan bir yerden gruba katılacaklardı. Bu nedenle onu görmemiştik. Herkes bu eyleme giden kadın arkadaşlardan gıptayla söz ediyordu. Çünkü o dönemlerde kadın gücünün savaşa katılımı çok sınırlıydı ve genelde geri cephe işlerinde kalınması söz konusuydu. Henüz kadın ordulaşması hiç gündemde değildi. Kadın özgürlüğü ile ilgili olarak önderliğimizin Şener tasfiyeciliğinin kadına dönük uygulamalarından yola çıkarak geliştirdiği kapsamlı çözümlemeler vardı. Bu ortamda yani kadına oldukça geleneksel bakış açılarıyla yaklaşılan bir zeminde bu kadar kadın arkadaşın eyleme gitmesi hepimizde büyük bir coşku yaratıyordu. Daha sonraki yıllarda eylemlere katılım düzeyimiz o kadar ilerledi ki, en ön cephelerde eylemlere katılmanın kavgasını oldukça şiddetli verdiğimiz zamanlar da oldu. Ama o ilk dönemde en geri cephelere gitmek dahi bizim için devrim niteliğindeydi. Kaldı ki, Binevş arkadaşla eyleme giden tüm grup genel savunma ve eylemin riskli olmayan yerlerinde mevzilenmiş ama Binevş arkadaş BKC’ci olduğu için savunma saldırı grubunda yer almıştı. Yine adaşı olan Binevş Şikêr arkadaş da bu eylemde savunma saldırıda yer almıştı. Bu arkadaş Botan’lıydı. Ama 89 katılımlı olduğundan hayli tecrübeli bir arkadaştı. O da 95 yılında Kurê Jaro alanında KDP ile girilen bir çatışmada şehit düştü. Şehit düştüğünde bölük komutanıydı. Diğer bütün arkadaşlar 91 katılımlı arkadaşlardı ve gözümüzde ulaşılmayacak gibiydiler.
Eylem sonuçlanmış, arkadaşlar dönmüşlerdi. Ama yine kadın yoldaşlar kendi alanlarında kalmışlardı. Karargahtan yolculadığımız arkadaşları törenle karşılamıştık. Hepsi yaklaşık bir aydır yoldaydılar ve çok yorgun görünüyorlardı. Ama yine de eylemin yarattığı bir aydınlık, esmerleşen yüzlerden okunuyordu. Gözler olmayanları arıyordu gerilla zincirinde. Şehit düşen arkadaşlar olmuştu ama bütün arkadaşlar büyük fedakarlık göstermiş, şehit ve yaralılarımızı günlerce sırtlarında taşımışlardı. Ekim ayının şiddetli yağmurlarında geri çekilme yapılmış, yağmur geri çekilmeyi daha da zorlaştırmıştı. Toprak caddelerde diz boyu çamurda yürüyüş sırasında Binevş arkadaş ayakkabılarını kaybetmemek için iplerinden boynuna asmış, saatlerce yalın ayak yürümüştü. Bu yöntemini yadırgayan ama denedikten sonra oldukça etkili bulan arkadaşlar onunla beraber aynı şeyi yapmışlardı.
1991 yılının Kasım ayının ortalarında temel eğitimimiz sonuçlanmış Geliyê Reş alanına düzenlememiz olmuştu. Bu alanda bir taburluk güç vardı ve iki mangalık kadın gücü de bu tabura dahildi. Yedi kişilik bir manga olarak biz de onlara dahil olacaktık. Binevş arkadaşta bu gücün içindeydi. Benim dışımda herkes onu tanıyor, görmenin sevincini yaşıyordu. Ben ise çok merak ediyordum Binevş arkadaşı. Alan ulaştığımızda arkadaşlar eylemden döneli kısa bir süre olmuştu. Eylemin anıları çok canlı konuşuluyordu. –gerilla hep böyledir, bir eylem dönüşünde günlerce yaşanalar konuşulur herkes bir şeyler katar bu canlı sohbetlere- törenle karşılandık. Taburumuza bakacak olan Reşit arkadaş da grubumuzla birlikte karargahtan gelmişti. Karşılama ardından mangalara gittik. Merakla Binevş arkadaşı arıyordum ama kim olduğunu sormadan kendim anlamaya çalışıyordum. Takımda sadece bir Binevş arkadaş vardı o da bana anlatılan tariflere uymuyordu. Genç, fiziki olarak zorlanan bir arkadaştı Binevş. O da Mazlum ve Sarya’nın 97 yılında şehit düşecek olan büyük ablalarıydı. Doçka silahında uzmandı ve Doçkacı Binevş’ti adı. Şehit düştüğünde artık serpilmiş, tecrübe sahibi olmuş bir gerillaydı.
Binevş arkadaşa ne olduğunun sırrını çözmem uzun sürmedi. Takımda iki Binevş ismi olduğundan bir arkadaşın ismini değiştirmesi gerekmişti. İki arkadaş da isimlerinde diretmiş ama en sonunda büyük Binevş yani benim aradığım Binevş “Hadi yine fedakarlık benden olsun” deyip ismini Bêrîtan yapmıştı. Şehit Binevş Agal arkadaşın kod ismine yakın olması nedeniyle bu ismi seçmişti.
Bêrîtan adına aşinaydım. Çünkü geldiğim yörede meşhur olan bir göçebe aşiretti Bêrtîler. Direngenlikleri, dağlara bağlılıkları ve boyun eğmemeleri ile meşhurdular. Zozanlara çıktıklarında asla askerin yakınlarına adım atmasına izin vermezlerdi. Ama isimlerini böyle kullanmayı hiç düşünmemiştim. Bêrîtan arkadaşın bu fedakarlığı çok ilgimi çekmişti. Hep ilklere imza atıyor bunu yaparken de fedakarlığı ile insanları ezmiyor, hayranlık uyandırıyordu. Yaşama, çevresine, olgulara her şeye bakış açısı çok farklıydı. Kimi zaman bazı şeylere bakar ama görmeyiz, ya da her gün duyduğumuz seslerin, gördüğümüz renklerin farklılıklarını hissetmeyiz. Yüreğin derinleşmesi ile ilgilidir, görmek, duymak ve yaşamak. İşte onda ilk hissettiğim yan bu derinlik olmuştu. Henüz okuldayken arayışçılığı, araştırma-inceleme merakı nedeniyle çok okuması özellikle de diğer devrimlerdeki kadın çıkışlarını da incelemişti. Gerillaya birlikte geldikleri bayan arkadaşlara da o isim takmıştı. Bir arkadaşa Sena, diğerine Tanya demişti. Biri Filistinli, diğeri Rus olan bu kadınların mücadelemizde yaşatılması gerektiği düşüncesi onda henüz gerillaya gelmeden önce şekillenmişti. Daha sonra yaygınlaşacak olan bu isimler ilk kez onunla saflarımıza taşınmıştı. Aslında o bir ilkler kişiliğiydi.
Kimi insanlar vardır siliktirler. Belirleyen değil, belirlenen, yürüten değil, yürütülen pozisyondadırlar. Genelde Kürtlerin, özelde ise kadınların duruşu böyledir. Yaşam tercihleri, amaçları net olmayan birilerinin kendilerine yön vermesini bekleyen, düşünmeyen, yaratmayan bir gerçeklikleri vardır. Aborjinler yeniliklerin ancak onlar için yer açtığında insan yaşantısına gireceğine inanırlar. Herkesin biri öğrenilen diğeri yaşanılan olmak üzere iki yaşamı olduğunu düşünürler. İşte Bêrîtan arkadaş böyleydi. Verili düzenin verdiklerine hep kuşkuyla bakan, var olanla yetinmeyen, hep farklılık ve yenilikler peşinden koşan, bunu dıştan birilerine dayatması şeklinde değil, tamamen bir tercih olarak geliştiren, kabına sığmayan çok akışkan ve değişimin yasalarına uyan bir yapıdaydı.
Artık pratik sezon sonuçlanıyordu ve kamp hazırlıklarımızı yapıyorduk. Bêrîtan arkadaşın mangası en geniş olan mangaydı. 91 yılını, 92’ye bağlayan kış çok çetin geçmişti. Bazı kamplarımızda çığ düşmesi sonucu kışın kamp yerlerini değiştirmek zorunda kalan arkadaşlar çok zorlanmışlardı. Biz daha şanslıydık. Sadece mangalarımızdan bazıları işlevsizleşmişti. Böyle olunca bir manga olarak Bêrîtan arkadaşın mangasına taşındık. Battaniyelerimiz çok yetersizdi. İç içe geçirilmiş kaşık takımları gibi hep bir yöne dönük uyuyor, ancak böyle ısınabiliyorduk. Bir arkadaşın yatış pozisyonunu değiştirmesi durumunda söylene söylene uykuları bölünen arkadaşlar da o arkadaşa göre pozisyon almak zorunda kalıyordu. Bêrîtan arkadaş çok üşüyordu ama tüm ısrarlara rağmen o kışı hep köşede uyuyarak geçirdi. Mutfağa gitmek, mutfakçı olmak kar nedeniyle çok güçtü. Buzlanan yollarda yemeği dökmeden mangaya getirmek büyük bir işti. Bêrîtan arkadaş bu işi hep üslenir, günlük görevliler olmasına rağmen hep bu işlere koşardı. Odun doğramadan, ekmek açma işine kadar çok hünerliydi. Hiç yapmadığı bu işlere o kadar aşinaydı ki, tanımayan onun yıllardır dağlarda bir gerilla olduğunu sanırdı. Bu aslında bütünleşme düzeyi ile bağlantılıydı. Parti önderliği şahadetinden sonra dağda bir yürüyüş esnasında çekilen bir fotoğrafına bakmış silahını kavrayış ve bütünlüğünü bir kadın açısından esas alınması gereken bir duruş olarak değerlendirmiş bu fotoğrafın çerçevelenip eve asılmasını söylemişti.
Takım olarak hepimiz yeniydik, tecrübesizdik ama çabalıydık. Bunda Bêrîtan arkadaş belirleyiciydi. Ondaki bitmek tükenmek bilmez enerji herkesi çok şaşırtırdı. Tabii bu arada onunla diyaloglarımız gelişiyor daha derinlemesine tanışıyorduk. İstanbul’dan ortak tanıdıklarımız vardı. Bir defasında gelen cihaz haberlerinden Seyfettin Rüzgar arkadaşın şehit düştüğünü öğrenmiştik. Bêrîtan arkadaş çok etkilenmiş hemen bir anı yazısı yazmıştı. İşte o zaman Seyfettin arkadaşı anarken söz ettiği Gülnaz’ın karşımdaki Bêrîtan arkadaş olduğunu anlamıştım. İlginç bir tesadüftü bu. Gerçekte Seyfettin arkadaş şehit düşmemişti ama Bêrîtan arkadaş bunu öğrenemedi. Seyfettin arkadaş ise gelen şahadet haberlerine inat hep yaşamış en son kuzey eyaletlerinde şehit düşmüştü. Burada Bêrîtan arkadaşın öne çıkan yanı şuydu. Güzellikleri yaşatmak onlarla paylaşılanlar sınırlı da olsa, küçük bir kesit de yaşansa kahramanlıkların, fedakarlıkların ve tüm güzelliklerin toplamı olan şehitleri mutlaka gelecek kuşaklara yaşam tarzlarıyla taşıması gerekliliği Bêrîtan arkadaşta çok bariz bir yaklaşımdı. Turuncu kaplı küçük defterinde bunu görmek mümkündü. Düzenli olarak tuttuğu günlüğü yaşanılan her şeyin tanığı, tutanağıydı.
Bêrîtan arkadaşın bu defterinde yaşanılanlar sadece güzel yanlarıyla değil, çirkin yanları, zorlukları ve acılarıyla yer alıyordu. Çok yalın ama çok derin bir dili vardı. Sevdiklerine karşı da amansızdı yazılarında. Çirkinliklere karşı tahammülsüzlüğü sevdiklerini hep güçlü ve güzel görme isteğiydi bunu yaratan. Çünkü sevgisi koşulsuz, şartsız, ilkesiz bir sevgi değildi. Bu tür sonları bilimsel olarak değerlendiriyor çok duygulu olmasına rağmen, mantığının duygularca zincirlenmesine izin vermiyordu.
Mücadele Arkadaşı