Türkiye bir çete cenneti ya da cehennemi mi desek daha doğru olur bilemiyorum. Bugünlerde Türkiye’de çeteler savaşı başladığından beri birileri konumundan rahatsız. Birileri öne çıkarılıp birilerinin de kayırıldığı belli. Çeteler arasında devamlı bir hesaplaşma, iktidar sürtüşmesi vardır, bilinmekte. Fakat şimdiki çete hesaplaşmalarının bizzat mafya babalarının sahneye çıkması nedeniyle sürecin ivme kazandığı açığa çıkıyor. Hangi çetenin ya da mafya babasının bu süreçte kazançlı çıkacağı elbette süreçle bağlantılı. Kimin elindeki kartlar ne kadar güçlü ya da kim el altında sakladığı kartları ne kadar güçlü kullanacak şimdilik belli değil. Ancak herkesin her şeyi ifşa edeceği ya da itiraf edeceği beklenmemelidir. Bu kartlar onlar için bir yerde ‘dönüş biletidir’.
Özelde TC’de cereyan eden çeteler savaşında Kürt halkının özel olarak hedef seçildiği, kullanılmak istendiğini de unutmamak gerekiyor. Birincisi; Kürtler, PKK ve Önderlik üzerinden hedefleniyor. İkincisi; işbirlikçi Kürtler, direnen ve özgürlük mücadelesi veren PKK’ye ve Önderlik ideolojisine saldırı aracı haline getiriliyor. Adeta bir köprü işlevi görüyor. Rojava devrimine saldırı yapıldığında yine medya savunma alanlarına dönük saldırılarda ve halen de sürmekte olan Zagroslar savaşında bu açık seçik görülmüştür. KDP ve Barzani aşireti içinde yer alan bazı karanlık odakların özellikle de Mesrur Barzani’nin Türk faşist şefi Erdoğan ve çeteleriyle yakın ilişkisi deşifre olmuştur. TC’yle sözde iktisadi anlaşmalar adı altında Kürt soykırımının planlandığı açığa çıkmıştır. Kürdistan topraklarının, ağacı, suyu denilmeden parça parça soykırımcı, işgalci güçlere peşkeş çekildiği bugünlerde çok şey deşifre olmuştur. Halen de deşifre olacağa benziyor. T.C. talan ordusunun kamyonlara tıka basa doldurduğu güzelim Kürdistan ormanlarından sökülüp alınan ağaçlar odun-yakacak malzemeleri olarak Türk metropollerine yol alıyor. Kişilik ve düşünce dünyasında ‘odun’ gibi olan KDP iktidar güçlerinin anlaşılan satacakları pek fazla şeyleri kalmamış. Şimdilerde de çete devleti Erdoğan-Bahçeli-Soylu gibi Kürt katliam fermanını veren mafya babalarına gerilla karşısındaki savaşta kontralık yapıyor. Saddam döneminin Cahşları-korucuları rolünde gerilla alanlarına, mevzilerine saldırıyor. Saldırmaya gücü yetmediği yerlerde de sözde ‘alan koruyorum’ adı altında gerillanın hareket alanına müdahil olarak düşmanın darbe vurmasına kolaylık sağlıyor. Bununla da yetmiyor AKP özel savaş medyasından aşağı kalır yanı olmayan kendi kanallarında PKK’yi ve özgürlük gerillasını işgalci olarak tanımlıyor. Şimdi kimin işgalci kimin soykırımcı olduğu ortaya çıkmıştır.
Türk karanlık rejiminin yakın tarihinde kirli politikalarda kullanılan ve şimdilerde pabucu dama atılmış gibi gözüken Sedat Peker, Türkiye’nin karanlık dönemleri olarak hafızalara kazınan ‘90’lar sürecinde nasıl yurtsever Kürt iş insanlarını katlettiklerini itiraf ediyor. Yine Kürt Alevilere dönük yapılan soykırım planlarını deşifre etmeye hazırlanıyor. Zira masasına sabitlediği Hz. Ali kılıcı buna işaret etmektedir. Anlaşılan birilerine de şimdiden mesaj veriyor. Ya anlaşırsınız ya da hepinizi yakarım demektedir. Peker’in kirli itirafları devam edeceğe ve birçok kişinin daha çok canı yanacağa benziyor. Peker ‘aileden biri’ olarak konuşmasından kaynaklı iktidar sahipleri daha bir temkinli ve şimdilik biraz kıyıdan köşeden konuşmakta. Sonuçta ‘biz seni tanımıyoruz ya da sen teröristsin diyemezler ya’! Peker’in kim olduğunu, ne yaptığını, daha düne kadar ne için kullanıldığını herkesten çok Türk devleti ve AKP-MHP çeteleri ve KDP iyi bilmektedir. Sanırım KDP ve Başur iktidarıyla da olan kara para trafiği, çete alış-verişi gündeme gelecek.
Bu açıdan Sedat’tan sonra SADAT’ın da çözülmesi ya da benzeri çete yapılarının kontrgerilla güçlerinin de sahneye girmesi beklenmelidir. Çakıcının korunması, Peker’in devre dışı bırakılması, Peker’in tüm mal varlığına el konulması çete başlarından biri olan ve herkesi kanda boğacağım diyen bu şahsiyetsizin hangi şahsiyetlerle ilişkide olduğu ortadadır. Şahsiyetsizlerin savaşı, çetelerin savaşı kanlı bitecek gibi. Çünkü, çetelerin savaşı barışla bitmez!
Bu çeteleri Türkiye’den ne temizler? Bu dava nasıl biter diye epeyce meraklananlar var. Bence bu davanın da Türkiye’deki tüm davalarında merkezinde Kürt sorunu yatmaktadır. Türkiye’nin yarısında ikame eden, Türkiye’nin kurucu üyesi olan Kürt halkı ve diğer demokratik unsurlar Türkiye Cumhuriyeti’nde hak ettikleri yeri almadıkları sürece Türkiye gerçek kimliğine kavuşamayacak, mafya babalarının, çete başlarının elinde can çekişecektir. Yani demokratikleşemeyecektir. Tüm bu sorunlar ve çeteler demokrasisizlikten üremektedir. Türkiye’ye demokrasi lazım. Ne kan dökülmesine ne de kimsenin kana boğulmasına gerek var. Dünyanın cennetten bir köşesi olan Kürdistan’da PKK öncülüğündeki özgürlük hareketinin zaferiyle birlikte kadın merkezli demokratik ekolojik bir ulus inşası doğacaktır. Bu doğuş güneş keskinliğinde ve yakıcılığında olacağından kaynaklı tüm kirleri söküp atacaktır. En başta da AKP-MHP çetelerini temizleyecektir. İşte o zaman ülkemize baharın hafifliğinde bir rüzgâr esecek, doğa doğallığına kavuşacak, çocuklar tüm saflığıyla sokaklarda top oynayacak, ip atlayacak ve doyasıya gülecektir. İnsanlar hakiki toplumsallığına kavuşacaktır. Türkiye’de ve Kürdistan’da tek bir sorun kalmayacaktır. Bu nedenle tüm demokratik, sosyalist, özgürlükçü güçlerin rol oynaması ve elini taşın altına koyması gereken bir süreci yaşıyoruz. Çetesiz, mafyasız, talansız, soykırımsız, tecavüzsüz, eşitlikçi, kölesiz, efendisiz bir yarın için herkesin mücadeleye atılarak en başta da Önderlik üzerindeki tecridin kaldırılmasına dönük mücadele etmesi gerekir. Birilerinin mücadelesi belki öncülük anlamında önemli, değerlidir. Ancak bu öyle bir süreç ve aşama ki tarihsel bir kavşaktan geçmekteyiz desek yeridir.
Bu tarihi kavşakta hem yerel hem bölgesel hem de uluslararası çetelere, işbirlikçilere ve hainlere karşı mücadelemizi yükseltmeliyiz. Herkes belki gerilla yürekliliğinde özgürlüğü dağların doruklarında kucaklayamaz ama herkes gücünün yettiği oranında iradesel olarak mücadele edebilir. Bu insan olmanın bir gerekliliği ve ön koşuludur. Başta da kadınlar ve gençlerin bu tarihi eşikte sesini yükseltmesi lazım. Kadınlar özgürlük isteyen kalplerini, yüreklerini susturmamalı sular seller gibi meydanlara akmalı. Yaşamın olduğu her yere özgürce akmalıdır. Tıpkı Kürtlerin onur kalesi olan Amed’te geçenlerde izin verilmeyen ana dil yürüyüşünde kadınların, anaların sesini yükseltmesi isyan etmesi gibi. Özcesi kadınlar isterse çeteleri de, erkek egemen zihniyeti de, dil düşmanlarını da aktıkları özgürlük meydanında temizleyebilir.
Ronas Leyla