Dılazar Dîlok
“Geceleri dolaşarak insanlara kötülük ettiğine inanılan hortlak” ve “huysuz, çirkin, ihtiyar kadın” şeklinde iki anlamlı olarak tarif ediliyor cadı kelimesi sözlükte. Bu tanımlamanın kadın karşısında bir korku sonucu oluştuğu ortada. Özellikle tecrübeli, yaşamı tanıyan, bilen, insanları tanıyan bilen ve her söyleneni kabul etmeyen kadın karşısında duyulan korkuyu anlatıyor. Geceleri dolaştığı söylemi, ebe kadınlara yönelik olarak oluşturulmuş bir tanımlamalıdır. Hastalara ve doğum sancısı çeken kadınlara yardıma giden, acıları azaltmaya ve kadınları acıdan kurtarmaya çalışan kadınları anlatır bu tanımlama. Her söyleneni kabul etmeyen ve kendi yaşam tecrübesine dayanan bilgisinde ısrar eden, kendisi olabilmiş ve bunda ısrarlı olan, erkeklerin her söylediğini uslu uslu kabullenmeyerek, yaşamın her anına, her alanına dair bilincini yaşamaktan korkmayan ve bunun için kavgadan hiç çekinmeyen kadına da huysuz denmesi olağan oluyor böylece.
Tabi bunların çoğu ana kadın özellikleri olmaktadır. Analık kadını bir anlamda tanrısal anlamlara yakınlaştırıyor. Çünkü yaratmak eylemi var işin içinde. Ve bu durum, hiyerarşik devletçi zihniyetin kendini sistemleştirmesiyle birlikte tanrısallaşamayan erkeğin nazarında tüm zamanlarda bir kıskançlık, kompleks ve çekemezlik duygularıyla örülerek nihayetinde kadına karşı saldırılarla sonuçlanmıştır. Bugün bu saldırıların dozajının karanlık diye anlatılan ortaçağ ile yarıştığı bir gerçektir.
Kadın katliamlarının uluslar arası savaşlardan daha fazla kapsamlılaştı ve tüm dünyayı sardı. Artık katliam ya da cinayet demek de durumu izah etmeye yetmiyor. Adeta bir kadın soykırımı yaşanıyor. Kadın soykırımı, tüm kadınların yaşamlarının, anlam dünyalarının, bedenlerinin ve zihniyetlerinin yok etme tehdidi altında olması demektir. Ev içinde “koca” dayağına, sokakta magandasından işadamına kadar her tür erkeğin her tür saldırısına maruz kalıyorlar. Okulda öğretmenin, karakolda polisin, hastanede doktorun, cihat evliliğinde şeyhlerin ve cihatçıların, İran’da tüm kız çocuklarının üvey babalarının saldırısına, mollaların onayıyla dokuz yaşındaki kız çocuklarının tüm erkeklerin her tür saldırısına maruz kalması sadece görünen ve duyulanlar. Saldırılar durmuyor. Soykırım durmuyor. Bu saldırılar artık mekân ve zaman sınırı tanımıyor. Çünkü soykırım her yerdedir. Nerde, ne zaman ve kim tarafından gerçekleştirileceği her zaman belli olmuyor.
Yüzyıllar öncesinde batıda süren cadı avı, bugün Türkiye’de artarak sürüyor. Şiddetin kültürleşmesi, şiddetin yaşamın her alanına yayılması ve kanıksanması anlamına gelir. Kültür gibi pozitif anlamlar çağrıştıran bir kavramın bu tarz negatif, hatta insanlık dışı kavramlarla anılması insanlığını henüz unutmamış olan insanlar için kabullenilmez gelse de gerçek böyledir.
Bugün yaşanan kadın soykırımının temel sorumlusu kurumsal şiddeti uygulayan ve bunu sisteminin varoluş gerekçesi yapan devlettir elbette. Ama bunun kadar devlete, devletin şiddetine, kurumsallaşmış saldırılarına, saldırganların korunmasına, her an her yerde insanların ölmesinin, yaralanmasının, hakarete ve saldırıya uğramasının normalleşmesine katlanan ve bu durumu kanıksayan toplum da bu soykırımın sorumlusudur. Kadın ve erkeği “kadın milleti” ve “erkek milleti” diye ayrı soy, kavim şeklinde adlandıran bir toplum bu kadar ulus devletçi olursa, erkek ulusunun devletçiliğini korursa ve kanıksarsa kadın soykırımının da sorumlusu sayılmaktan kurtulamaz. Erkek ulus devletinde, ayrıca en erkekler ve karılaşan erkekler ayrımı da vardır. Bu da soykırımın kanıksanma, uygulanma ve yayılma oranıyla bağlantılıdır.
Tüm kurumsallaşmış şiddet uygulamalarına ve baskıcılığına rağmen erkek egemenlikli ulus devlet kadından korkmaktadır. En fazla metalaştırdığı, en fazla mülkiyet nesnesi haline getirdiği, en geri bıraktığı ve en fazla aşağıladığı ve şiddet uyguladığı kadından korkmaktadır. Devlet karşısında kadın olmak direkt olarak suçlu konumda olmaktır. Çünkü her an devlet kalıpları dışına çıkmaya hazır bir zekâ, duygu, düşünce potansiyeli vardır kadınlarda. Her an her kadın, içinin derinliklerinden bir cadı fışkırtmaya hazırdır. Bugün bunu erkekler ve erkekliğin kurumlaşması olan devlet, kadınlardan daha iyi biliyor gibidir. Çünkü bunu görmekte ve saldırmaktadır. Kendi egemenliğinin askerleri olarak yetiştirdiği erkek milletinin tüm mensuplarını tüm kadınlar karşısında saldırı gücü olarak kullanmaktadır. Tüm kadınların, yüreklerinin derinindeki cadıyı çıkarmaması için saldırıları ev içine kadar yaymaktadır. Her yerde bu soykırım yöntemi tüm erkekler tarafından uygulanabileceğini kanıtlamıştır.
Bu durumda tüm kadınların da bu saldırılar karşısında bilinçlenmek kadar bu saldırıların farkında olmak ve kendi meşru müdafaasını yapmak gibi bir görevi vardır. Kadın olarak yaşamak, içindeki cadıyı bastırmadan ve her an yaşamının güvencesini oluşturmakla mümkündür. İnsan, kendi canını hiçbir devlete, devlet kurumuna ve devlet görevlisine teslim edemez. Hele kadınlar, erkek egemenliğinin kurumlaşması olan devlete asla güvenemezler, güvenmemelidirler. Kadınlar, bugün süren soykırımda ve cadı avında, av olmaktan çıkmanın yöntemlerini geliştirmeli ve örgütlü mücadelesini yükseltmelidir.