Bir baharda bir halkın gerçeğini, ismini, ülkesini, gücünü, öncü gücünü, onun siyasetini, onun savaşını görmek, bende tutku derecesindedir!
Önder Apo’nun 1 Nisan’da MED-TV’nin programı vesilesiyle yaptığı bahar diyalogları
1 Nisan olağanüstü bir bahara girişi ifade ediyor. İnsan bir defa doğar. Yaşam her zaman bir anlıktır. İnsan bir gününü de iyi kullanabilir. O açıdan diyorum ki; bu sefer talihimizi iyi kullanalım. Biraz akıllandıysanız bundan büyük mutluluk duyacağız. Ben biraz üzülüyorum, çünkü tüm bu çabalarımıza rağmen yaşamı ve savaşı doğru birleştirmeme söz konusu. Ama günahı kimin olur? Sizin olur. Zira vereceğimi verdim. Muhabir arkadaşımız da gördü, yani “eğitime bu kadar nasıl ağırlık veriyorsunuz” diyor. Eğitimsiz bir hiçsiniz. Keşke verilenleri biraz hayata geçirebilseniz, kendiniz için biraz derinleştirebilseniz. Söylediğim gibi, kendini doğru-dürüst eğitmemeye büyük öfkem var. Ben bu baharınkinin benzerini bir de 1988’de dile getirmiştim. Sanıyorum biraz kuş sesi geliyor, o zaman da kuş sesleriyle çözümlemelere başlamıştık. O 1988 çözümlemeleri var, okuyun.
Üzerinde çok yüzeysel durdunuz. 1987 baharı, 1988 baharı gerçekten ölüm-kalım dönemleriydi. Tabii biz sorumlu davrandık; yaşama, bahara çok güçlü yüklendik. Ve sonuçta bazı adımları attırdık. Tabii bu arkadaşlar ülkeye gittiler. Tam olarak parti gerçeğine, halk savaşı gerçeğine kişiliklerinde ulaşmamışlardır. Bu yüzden de bir çok arkadaş şehit düştü. 1986 baharında Agit arkadaşın şahadeti vardı. Düşman hemen hemen 15 Ağustos hamlesini yok etmek üzereydi, yok edebilirdi de. İmha mı edilecek, sürdürülecek mi diye büyük endişelere sahiptik. O yüzden amansız yüklendik. III. Kongre, 1987 hamlesi, 1988 hamlesi, 1989 hamlesi ve şimdi görüyorsunuz yeni bir bahardayız. 1995 baharını gördün. Sizleri, nasıl bir aşkla, nasıl bir zevkle hazırladık. Hepinizin gözünün önünde bir kişi yaşama nasıl yaklaşır gördünüz. Yani şimdi böyle bir yaşamı esas almakla öldüm mü? Hayır, en soylu çabayı, en soylu yaşamı aslında yakaladım.
Şuna benim aklım ermiyor; neden bir türlü bu yüksek, soylu yaşamın gerçeğine sağlam giriş yapamıyorsunuz? Tutkunuz, aşkınız neden böyle değil? Sizinkiler aşk filan değil, karasevda. Her şeye körce karasevda, bu çok geri bir düzeyi ifade eder. Böyle yapmayın diyorum. Yapmayın, buna hiç gerek yok. Düşünceniz sağlam, tutkularınız sağlam, soylu olursa, düşünce ve tutkularınız, yine pratiğinizi bizzat günlük yaşamla sağlam birleştirirseniz, bu cesaret ve fedakârlığınız büyük gelişmelere yol açabilir. Buna, tabii büyük üzüntü duyuyorum, öfke duyuyorum. Çünkü, ölümüne fedakârlık, cesarette de bulunuyorsunuz, ama siyasetin bir sanat olduğunu, askerliğin daha da ince bir sanat olduğunu göz önüne getirmeden eski yaşam alışkanlıklarıyla bu işe girdiniz ve kötü kaybettiniz. Bu bizi kahretti. Neden akıllı olmadınız? O bahar çözümlemelerine bakın, aslında az şey vermedik.
Bu, yirmi üçüncü bahardır yaşıyoruz. 1973 baharından 1995 baharını da birleştirdik. Benim hep öyle; her bahar ve her Newroz’a yaklaşımım tarihi bir hamledir. Ben hiçbir bahara saygısızlık etmedim. Bir baharda bir halkı görmek, bir baharda bir halkın gerçeğini, ismini, ülkesini, gücünü, onun öncü gücünü, onun siyasetini, onun savaşını görmek tutku derecesindeydi. Yüklendik, yüklendik, bugün görüyorsunuz ki, işte işler gelişiyor. Bahar bu, bayram bu, başka bahar, başka bayram düşünülmesin. Kürt bayramı, Kürt baharı şimdi biraz söz konusu. Görüyorsunuz halkın bayramında, halkın baharında, halkın Newroz’unda bu yıl diğer bütün yıllardan güçlüdür.
Bahar nasıl yapılır? Halk baharı yürekte nasıl yaratılır? Beyinde bahar nasıl yaratılır? Yaşamda bahar nasıl yaratılır? Gözlerinizle gördünüz, bahar budur, bayram budur. İnsan böyle yaparsa ölür mü? İnsan böyle yaparsa yaşar, yaşamı yakalar. Bu da insandan sabır ister, iğne ucuyla kuyu kazar gibi çalışma ister. Akıllı olun! Başka türlü kimse hayatı kazanamaz. PKK adına yapamaz, yurtseverlik adına yapamaz, savaş adına yapamaz. Biz, halkımız için gerçekten yeni bir bahar yarattık. Kürt ve Kürdistan’ı böyle kutlamalıyız, değil mi? Gerçek bir baharı, gerçek bir Newroz’u aslında yarattık diyeceğiz. Bize gerekli olan, bize layık olan da bu. Başka neye yararız? Ben çok erkenden, çocuk iken yaşamın tehlikesini gördüm.
Şuna baktım yani; bizim insanlarımız kendini tehlikeli kandırabilir. Yaşama tehlikeli yaklaşımları var. Çok erken yaşta ben bunu gördüm ve bu yaşamdan kaçtım. Kaçtım ama kendi yaşamımda, devrimci yaşamımı da örgütleyecek, bilinçle onun değerlendirebilecek durumda değildim. Ama büyük sabır, büyük inatla, yıllarca tek başınayım. Herkes engelliyor, herkes “sen delisin” diyor. Aile, ana-baba başta olmak üzere. Tek başına ama, buna rağmen büyük bir kin, büyük özgürlük tutkusunun ardına düşmekten kaçmadım. Her biriniz ya bir kaç kuruş para, ya bir ucuz yaşam peşinde koşarken, ben bunları bile yanıma yaklaştırmadım. Daha büyük fikir nerede, daha özgürlüğe yakın kişilik, tutum, davranış nerede ise onlara yüklendim. Ve sonuçta bakıyorsunuz ki; benim durumum şimdi gayet iyi.
Şu anda yani fikirce de, özgür yaşamca da bence iyi bir noktadayım. Çünkü düşmana karşı özgürüm, yani tutsak değilim. Gönlüm büyük, büyüyor, sevebiliyor. Beynim hemen her olguyu çözebiliyor. Yaşam da budur, esaretten kurtuluş da budur. Ve en önemlisi de pratiğim de başarıyor. Şimdi siz bunu esas almalısınız. Yakıştırın kendinize böyle bir yaşamı. Başka hiçbir şeyi gözünüz fazla görmesin veya gözünüz, özgürlüğü gördüğü kadar diğer insanları görsün. Yani gözünüzde özgürlük, özgürlüğün gerçekleşmesi oranında insanlarla ilişkiler, insanla yeni yaşam kabul görmelidir. Özgürlüğe layık olmayan bir yaşamı çiğneyip atın! İçinde özgürlük tutkuları, heyecanı olmayan tutku ve heyecanları atın. Özgürlüğe hizmet etmeyen çabayı, birlikteliği atın. Aileniz de olsa, gözünüzün içi de olsa. Baktınız biraz daha özgürlük var, ona sarılın. Onu böyle sımsıkı kucaklayın. Bu güzeldir, bu yaşamaya değerdir; o ilişkidir, o örgüttür, o savaştır, o kişidir, o duygudur, o sevgidir.
Bunun ayrımını mutlaka yapmalısınız. Yani halk nasıl yaşıyor, bize bu kadar bağlı olmak istiyorsanız ben bunları söylüyorum ve hiç kimse de benim hakkımda yanılmasın. Ben her işe koşmam, yani benim koştuğum iş soylu iş olacak. Özgürlüğe uygun olmayan işten nefret ederim. Özgürlüğe hizmet ettiği oranda en kirli yerleri bile zevkle temizlerim, özgürlüğe hizmet etmedi mi, altın işlemeli saraylar da olsa bir saniye bile durmak istemem. Bu bende bir özelliktir. Çalışmanın zevki özgürlükle bağlantısındandır, savaşla bağlantısındandır, örgütle bağlantısındandır. Ben şaşıyorum. Tabii siz savaşı, örgüt bağlantısını dışlayan bir yaşama koşuyorsunuz. Biraz ağalık, biraz bencillik, lanetliyorum ben bu yaşamı. Kolektif olmayan, toplumun özgürlüğüne bağlanmayan, gafilce, bencilce bir yaşam, en alçakça, namussuzca bir yaşamdır. Bunu da kendi kişiliğimde çok amansız bir biçimde yargılayıp sonuca bağladım. (Parti Önderliği bir badem dalını tutarak) İşte böyle olanlara bayılırım. İşte böyle filiz gibi yeşermeyi bilmelisiniz. Bakın, kırılmış, ama yeniden yeşeriyor, durumumuz biraz böyle olmayı gerektiriyor. Biraz sahte büyümüşsünüz, biz sizi toparladık. Bazıları kuruyor, kurumaya gerek yok, böyle yeşereceksiniz, başka yaşam seçeneğiniz yok. Dikkat edin, bu baharda savaş gelişiyor, hem de dünyanın bir numaralı gündeminde olacak kadar büyük bir savaş yaşanıyor. Görüyorsunuz, insan da yaşıyor, birey de yaşıyor. Bütün dinçliğini, diriliğini koruyarak yaşıyor.
Savaş, ülke içindir.
Savaş, halkımızın en kutsal kimliğini, kişiliğini ortaya çıkarmak içindir…
Önder Apo
1 Nisan 1995