Esma Semsur
Ekoloji alanının paradigmanın temel ayaklarından birisi olarak örgütsüz ve tali bir alan gibi durması başlı başına bir yetersizliktir. Doğamızda taş üzerine taş bırakılmadığı, bütün eko-sisteminin tahrip edildiği; tamamen savaşa endeksli büyük bir yıkıma uğradığı bilinmekle birlikte; işin gerçek boyutları –özellikle ekonomik-toplum yaşamı ve kültürel-tarih alanında- hala araştırılmış ve belirlenmiş olmaktan uzaktır.
Hala ekolojinin bu kadar savaş konseptleriyle çok geniş ve ağır sonuçları olacak imar ve yapım projelerine tabi olması; bu konudaki çalışmaların ve ihtiyacın cılız ve adeta bir hobi niteliğinde ele alınmasından kaynaklıdır. Çoğu zaman bir küçük-burjuva entelektüel işi olarak bakılmaktan kurtarılamadı. Oysa birebir sağlıklı toplumsal yaşam karşısında yaşamın özgürleştirilmesinde en önde gelen ve ağır sorumluluk isteyen bir alandır. Fakat adeta Nadasa bırakılmış toprak gibidir. En kapsamlı demokratik mücadele ve örgütlenme alanı olmaktan da öte; vicdani ve toplumsal sorumlulukları ağır bir alandır. Kendiliğinden oluşan bir ekolojik duyarlılığı olan bir çevre vardır. Özellikle yerel inisiyatifler ve somut projelere endeksli bir ekoloji hareketinden bahsedilebilir. Dersim bu konuda önemli bir merkezdir. Bunun derin-tarihsel ve kültürel sebepleri vardır; doğa inancının belki de en derinden yaşandığı ve kendisini koruyabilmiş ender alanlardan birisidir. Kuşkusuz Aleviliğin de bunda derin etkisi vardır. Bunun daha güçlü bir kimliğe kavuşturulması gerekiyor. Özellikle EKOJİN’in başlatmış olduğu Dersim-Hewler’e pedalla etkinliği oldukça yaratıcı ve etkili bir eylem olmaktadır. Dersimden Hewler’e böylesine bir bağın oluşması ayrıca da her türlü parçalayıcı, ötekileştirici, koparıcı yaklaşımların aşılmasında çok anlamlıdır. Türkiye’de Dersim yanısıra bu konuda öne çıkan –Bergama gibi- kimi merkezlerin olduğu bilinmektedir. Nükleer santraller, HESler, Mayınlı Araziler gibi konular gündemdedir. Fakat genel olarak savaşın etkilerinin ve ağır sonuçlarının çarpıcı bir şekilde kendisini ortaya koyduğu ve hala devam ettirdiği bir alan olarak daha etkili örgütlenmelere kendisini kavuşturması gerekiyor. Devletin bu konuda durdurulması, bu yıkım ve savaş mimarlığının, kentsel dönüşüm adı altında gereksiz dev gösterişli yapıların mantar gibi yükselmesinin önünün alınması ekoloji alanında varolan ama dağınık duran inisiyatiflerin kendisini daha bağlayıcı, somut hedefleri olan bir harekete kavuşturmasını dayatmaktadır. Bunun çok geniş bir demokratik mücadele alanı olduğundan hareketle başta bir Ekoloji Konferansı veya çalıştaylarının yapılması ve bunun için örgütsel adımların atılması lazım. Bütün inisiyatifleri bir araya getirecek, her birinin kendi özerkliğini ve inisiyatifini kırmayacak, somut hedef projelerle birlikte ortak ülkenin bütününü kapsayan bazı koordine merkezlerinin/masalarının oluşturulması önemlidir. Savaşın durdurulması, savaş politikalarının hiçbir alanda kabul edilmemesi ve güçlü bir barış konseptinin bu alanda da oturtulması önem taşımaktadır. Savaş-barış ikileminde bu kadar militarist mantık içerisinde bakış, sorunu salt silahların susması, bırakılması çerçevesinde bakılması, barış gerekçelerinin felsefik ve yaşamsal boyutlarının bu kadar gözardı edilmesi sakıncalıdır. Ekolojiyi salt birkaç ağacın kurtarılmasına indirgemediğimiz açık. Her şeyden önce barışın gerçek anlamda toplumsallaştırılması gerekiyor. Savaş en çok da toplumsal yaşam alanlarını ve toplumsal barışı vurmaktadır. Bu konuda ciddi felsefik ve sosyolojik bir ekoloji yaklaşımının henüz içi doldurulamamış bir alan olduğu belirtilebilir. Ekoloji Komisyonu varolan yapıların ortak zeminlerde buluşmasını ve daha güçlü bir zihniyet çalışmasını ve örgütlenmesinin zeminlerini yaratması gerekiyor. Bir defa bu çalışmanın yerel-yönetimler çalışmasından bağımsız, kendi başına bir hareket olarak gelişmesi ve örgütlenmesi sorunu vardır. Yerel yönetimlerin bu konuda sorumlulukları olabilir, fakat bu çalışmanın salt yerel yönetimler çerçevesinde ele alınması ve burada örgütlendirilmesi yanlıştır. Sorun bu konuda dar-merkezi birimleşmelere gitmek de değildir.
Giderek kendisini daha yakıcı hissettirecek bir alan Demokratik kurtuluş ve özgür yaşamı inşa sürecinin özellikle sosyo-ekonomik yapılanmalarının ve önlemlerinin alınması, bunun için demokratik siyaset çerçevesinde politikaların geliştirilmesidir. Bu yaşam alanının özellikle savaş rantı alanına dönüştürüldüğü, toplumsal ekonominin can damarı olan tarım alanlarının devletin tekelci ve bilinçli yıkım politikalarıyla neredeyse yok edildiği bilinmektedir. Kürdistan’ın dinamik üretim alanlarının dağıtılarak tarumar edildiği, işsiz, yoksulluk sınırlarının altında insanlıkdışı koşullar altında her türlü uyuşturucu-fuhuş ve ajanlaştırma politikalarına tabi tutulduğu ortadadır. Kürdistan’ın en dinamik insan gücü en ucuzundan ve en kölece koşullarda Batıya taşırılmış. Tam bir sömürü alanı haline getirilmiştir. Her gün mevsimlik tarım işçilerinin vahşi kapitalizmin ve milliyetçi faşizmin pençesinde nasıl çırpındıklarını ve tam bir kölelik statüsüne maruz bırakıldıklarını görüyoruz. Bunun Kürdistan’a özel bir savaş politikası olduğu açıktır. İşin bir boyutu devletin terör uygulamaları sonucu köyünü terk etmek zorunda kalan halk olurken, fakat esasta devletin savaş politikaları kapsamında sosyo-ekonomik alandaki savaşın sonuçlarından daha ağır sonuçları olan özel uygulamalarıdır. “Kalkınma Planları” , “Yatırım Projeleri” Kürdistan ülkesini yaşanamaz bir ülke olarak aç bırakarak muhtaç hale getirmeyi hedeflemektedir. Bunun için “Yardım”lar adı altında insan onurunu ve haysiyetini ayaklar altına alan uygulamalar geliştirilmektedir. Özellikle tarım ve hayvancılık tam bir savaş rantı ve imha politikası alanı haline getirilmiştir. Onbinlerce yıllık neolitik tarım-köy kültürü ve toplumsal doğa Mezopotamya’da tam bir kıyım sürecine alınmıştır. Devletin tam bir rant sektörü haline getirilmiştir. Birebir savaştan ziyade tamamen devlet özelde AKP hükümetinin politikaları sonucu ekonomik sebeplerden kaynaklı son 5 yılda toplam 2 milyon insan köyünü-tarlasını bırakıp metropollere yığılmış. Bunun toplumsal-sosyal sonuçları milyonlarca insanın binlerce yıllık yaşadığı eko-sistemden kopuşudur. Yaşanan sosyal-kültürel bir köksüzlük ve en fazla ikinci nesil ile birlikte bir kültürel kıyımdır.
Bu süreçte bu anlamda sosyo-ekonomik politikaların sadece bir kooperatif hareketinin gelişimi olarak değil, kapsamlı demokratikleşme ve toplumsallaşma alanı olarak geliştirilmesi gerekmektedir. Bunun için mevcut olan kurumları, yapıları, mesleki ve sivil örgütlenmeleri ve ilgili bütün kesimleri bir araya toplayıp ortaklaştırarak bu konuda bilinçli demokratik örgütlenmeyi yaratmak en acil görev olarak durmaktadır. Böylesine geniş kapsamlı bir örgütlenmeye gidebilecek zemin bütün alanlar için olduğu gibi, bu alan için de Konferans olmaktadır. Komünal ekonomi politikalarının tartışılarak mevcut verileri bir araya toplayacak, bir politika ve örgütlenme perspektifini oluşturacak, bunun Kurulunun ya da Koordinasyonunun veya Meclisinin kurulmasını amaçlayacak bir Konferans güçlü bir alt-yapı oluşturacaktır. Birebir örgütsel sistem ve mekanizmaların oluşturulması çok önemlidir. Bu çalışmaları örgütleyebilecek, fizibilite çalışmalarından tutalım Konferansı gerçekleştirecek ve ama aynı zamanda bu çalışmaları takip edecek, gerekli müdahaleleri yapacak bir Sosyo-Ekonomi Komisyonunun oluşturulması çok kapsamlı bir görevdir. Organik Tarımın planlanması ve bir Kurula kavuşturulması, Sulama Projelerinden, Ağaçlandırma, Tekstilden, İnşaat sektörüne kadar her alanda komünal ekonomi kapsamında Kooperatifler Kurulu veya başka adlar altında mekanizmaların oluşturulması ve örgütlendirilmesi bu Konferansın esas hedefi olmaktadır. Özellikle tarım-köy çerçevesinde hızla somut adımların atılması aciliyet kazanmaktadır. Bunun için Meslek Odalarından, uzmanlık gerektiren bütün alanlarda mühendisler birliklerini biraraya getirecek, ortak planlamalara ulaştıracaktır. Yerel yönetimler kapsamında salt dağınık, örgütsüz ihaleler üzerinden yürütülecek bir çalışma aşılmak durumundadır. Yerelin en çok ihtiyaç duyduğu ekonomik girişim ve yatırımlar nelerdir; bu konuda bizzat yerel kaynaklar ve ihtiyaçlar açık ve şeffaf bir şekilde tartışılarak çalışmanın örgütlendirilmesine ağırlık vermek gerekiyor. Sosyo-ekonomi komisyonunun amacı bu çalışmanın örgütlendirilmesi, planlanması ve gerekli alt yapısının oluşturulmasıdır.