• KURDÎ
No Result
View All Result
Pajk - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri
    • Resim Galerisi
    • Video
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri
    • Resim Galerisi
    • Video
No Result
View All Result
Pajk - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi
No Result
View All Result

AYNADAKİ TABLO

7 May 2025
in Gerillanın Kaleminden
A A
AYNADAKİ TABLO
Share on FacebookShare on Twitter

 

Önderlik sürekli “Benim adım Yengi, bende yenilgi yoktur” diyordu.

Kızların atölyesi olan özgürlük evi her zamanki görkemli sessizliğinde. Bugün bu sessizliğe bir türlü ayak uyduramayan yüreğim, ilk geldiğim günkü gibi telaşlı ve panik halinde. Etrafıma baktığımda her an, yaşadığım bu panik daha fazla kabarıyor. Birden aklıma çizgi filmler geliyor. Heyecanlandıklarında kalpleri dışarı fırlayıp, tekrardan içeri girerdi. Kendi halime bakıp, gülüyorum. Derin bir nefes alıp yüreğimi sakinleştirmeye çalışıyorum. Milyonlarca insan arasında en şanslı olanlardan biri olarak görüyorum kendimi. Görmek isteyip de göremeyenler ve şehit düşen yoldaşlar geliyor aklıma. Bir ağırlık çöküyor omuzlarıma. Yengi’nin “İnsan yoldaşı için yaşar” sözünü düşünüyorum. Birden görevli arkadaş meyve tepsisini önümde duran masaya bırakıyor. İş bölümü yaptığımız için meyveleri Yengi’ye benim götürmem gerekiyordu. Hemen kalbimi tutuyorum. “Aman aman şimdi değil, zor sakinleştin” diyorum kendime. İyi ki yaşamımız çizgi filmlerdeki gibi değil, yoksa gün boyunca kalbim hep bir içeri girip bir dışarı çıkacaktı. Kendimi toparlayarak, meyve tepsisini elime alıyorum. Kapıya ulaşana kadar “Sakin ol, sakin ol” diyerek kapıya ulaşıyorum. İki el kapıyı çalıp, usulca giriyorum.
Bu oda oldukça büyük ve çalışma için düzenlenmişti. İlk girişte göze çarpan Yengi’nin çalışma masası ve koltuğu oluyor. Onun hemen yanında üç kişilik bir koltuk bulunuyordu. Koltuğun önünde uzun bir sehpa ve sehpanın üzerinde özenle düzeltilmiş kitap, defter, kalemlik, radyo ve telefon vardı. Koltuktan duvar köşesine kadarki bölümde ise büyük bir karyola duruyordu. Geceleri bile üç buçuk-dört saat uyuyor, bu kadar az uyumasına rağmen çalışma tarzıyla zamanla yarışan Yengi, kendini müthiş bir disipline ve düzene oturtmuştu. Buna rağmen karyola o köşede duruyordu. Duvarın diğer köşesinde ise büyük bir pencere ve önünde karyolanın devamı vardı. Pencerelerin bitimiyle camdan kapı beliriyor, köşeye kadarki kısımda ise bir kütüphane duruyordu. Burada en fazla zorlandığımız şey, özellikle ülkeden giden her arkadaşın istisnasız çarptığı, cam kapı oluyordu. Sürekli temiz tutulan kapının, ne zaman açık olup olmadığı dikkatli bakılmadığında fazla anlaşılmazdı. Bundan dolayı hızlı bir biçimde dışarıya çıkmak isteyen arkadaşlar, cama çarptıklarında önce elleri cama yapışır sonra el, burun ve dudaklarının izi camda kalır, bir iki dakika ne oldu şaşkınlığını yaşadıktan sonra kendisine gelirdi. Hele hele dalgın olan arkadaşlarda bu tür vakalar, sık sık görülürdü.
Odanın en ilgi çeken yerlerinden birisi de kütüphane olurdu. Orası bizim için ayrı bir dünyaydı. Kendimize ait bir kütüphanemiz olmasına rağmen, Yengi’nin büyük bir özenle düzenlenmiş kitaplarına sadece uzaktan bakabilmek bile bize ayrı bir zevk verirdi.
Kütüphaneden kapıya kadarki köşede ise müzik seti ve televizyon, hemen yanında ise ortadan iki yana açılan çift kapı bulunuyordu. Müzik seti ve kasetler diğer eşyalar gibi tertiplenmişti. Kasetler ve özellikle CD’ler içerisinde en fazla göze çarpan Kürtçe klasiklerdi. Yengi, bazen bunları dinler, çoğu zaman da eşlik ederdi. Biz de merakla duyduğumuz sesi dinlemek için kulak kabartırdık.
Hemen yanında televizyona göre yapılmış normal boyda bir masanın üzerinde ise, büyük ekranlı televizyon vardı. Bir de kapının üzerindeki camları kaplayan büyük bir Dicle Nehri resmi vardı. Odanın diğer köşesinde ise duvarın yarısını kaplayan, uzunluğu iki buçuk, genişliği bir metre civarında olan bir ayna, duvar ortalamasında yerleştirilmişti. Önünde dört tane küçük çekmeceli dolap bulunuyordu. Sehpa biçiminde duran dolapların üzerinde çeşitli heykeller değişik ve yabancı ülkelerden gönderilen hediyeler diziliydi. Aynanın bittiği yerden köşeye kadarki bölümde ise tuğlardan yapılan şömine yer alıyordu. Şöminenin üzerinde bulunan bölümde ise büyük bir özenle gelen hediyeler sıralanmıştı. Bu büyük oda yere serilen halılarla bir başka güzelliğe bürünmüştü. İlk bakışta oldukça sade ve gösterişsiz gelen oda, aslında büyük bir zenginlik ve gösterişe sahipti ve bu yüzden her şeyiyle bizi heyecanlandırırdı.
Elimdeki meyve tabağını Yengi’nin dikkatini dağıtmadan masanın üzerine bırakmak için hızlı adımlar ile masaya doğru ilerledim. Televizyonun sesi hafiften açıktı. Yengi, her zaman kullandığı masanın önündeki koltuğuna oturmuştu ve elinde Hz. Muhammed kitabı vardı. Burnunun üzerine düşmüş gözlüklerinin üstünden bir defa baktıktan sonra, uzatmış olduğu ayaklarını toplayarak okumaya devam etti. 7-8 adımlık süren yürüyüşte, bana sanki zaman durmuş gibi geliyordu. Meyve tabağını masaya bırakıp, mümkün olduğunca büyük adımlar ile dışarıya çıkma sabırsızlığını yaşarken, dört adımdan sonra “Dur” sesini alıyorum. Yan tarafımda olan büyük aynanın tam da ortasında olduğumu fark ediyorum. Kafamda art arda sıralanı veren düşünceler, “Belki bir şeye ihtiyacı vardır” derken, diğer taraftan da Yengi’nin diyalog geliştirmek isteyebileceğini söylüyordu. O an Yengi ile diyalog geliştirmeye ne cesaretim vardı ne de buna hazırdım. Çünkü Yengi ile diyalog, kendi gerçekliğimi görmem anlamına geliyordu. Bundan dolayı cesaretim yoktu. Her şeyi bir kenara bırakarak yüzümü Yengi’ye dönüyorum. Döner dönmez, Yengi’nin “Bana değil aynaya dön”
Demesi, ilk sınavımın başladığı mesajını veriyordu. Ben ki, bırakalım Yengi’nin yanında, sivil yaşamımda bile aynaya çok nadir bakardım. Aklıma birden ablamın bana, “Geç de aynada kendine bak” sözü geldi. Bana göre aynadan kendime bakmak, var olan mevcut gerçeklikler ve düzen koşullarında başkaları içindi. Kendim buna ihtiyaç duyduğum için değildi. Bu yüzden anlam veremiyordum. Bana saçma geliyordu. Ayrıca düzen yaşamında erkek gibi güçlü olmak isteyen bir kadın için aynaya her bakışında, karşısında güçsüzlüğü temsil eden kadını görmek kadar zor bir şey yoktur herhalde. Tüm bunlar kafamdan geçerken, ne zaman aynaya döndüğümü hatırlamıyorum. Birden aynada kendim ile karşılaşıyorum. Omuzlarım hafiften çöküyor. Ellerim kendiliğinden ön tarafta birbirine kenetleniyor. O anda Yengi,
– Kendini tam olarak görüyor musun? diye soruyor,
– Doğrudur!
Cevabını veriyorum, fakat doğru konuşmadığım her halimden belliydi. Çünkü ayna, en fazla bir metre boyundaydı. Yengi, yerinden kalkarak yanıma geliyor ve:
– Ne görüyorsun? diyor,
– Kendimi! yanıtını veriyorum.
Düşünmeden verdiğim cevaba karşılık Yengi, büyük bir şaşkınlık içinde:
– “Gerçekten kendini görüyor musun? Neler görüyorsun, neye benziyorsun?”
Gibi benzer birçok soruyu art arda sorarak, benden cevap bekliyordu. Kaçamaklı baktığım aynaya, “Bu sefer hiçbir yere kaçamazsın ve kendinle yüzleşmelisin” diyerek, gözlerimi kaçırmadan dik dik bakıyor; karşıda duran tabloya, yani kendime gözlerimi dikiyorum. Bu tablo bana çok acı verse de ilk defa her zamankinden çok daha farklı bir biçimde, farklı bakış açısıyla kendime bakıyordum. Sorulara karşı:
“Güçsüzlüğüne ve tabularına mahkum olmuş bir kadın görüyorum!” dedim. Yengi:
“İşte ben, bu aynadaki tabloyu ters yüz etmek için bu mücadeleye başladım. Çünkü kurtuluş, bu tablonun değişmesindedir. Şimdi ellerini aç ve dik dur” diyor ve kendisi de tavırlarıyla nasıl yapmam gerektiğini gösteriyordu. Ben de usulca ellerimi yanlarıma bırakarak, dik durmaya çalışıyorum. Bu hareketim bana, ergenlik çağında yaz olmasına karşın vücudumu o kalın elbiselerin arkasına saklamaya çalıştığım zamanı ve kadın olmaktan duyduğum utancı hatırlatıyordu. Şu anda fark ettiklerim ile geçmişi kıyasladıkça, kendi kendime hayıflanıyorum.
Yengi: “Kadın olarak kendinizi bulduğunuz ve mevcut olan egemen düzeni çözdüğünüz an, duruşunuz ve düşünceleriniz de değişmeye başlayacaktır. Çok acı çekeceksiniz, ama ulaştığınız kazanımlar çektiğiniz acılara değecektir. Aynaya utanmadan bakmayı öğrenin, dış görünüş ve estetikten önce, içinizde saklı olan özünüzü görmelisiniz. İşte o zaman güzelliğinizi göreceksiniz ve utanmadan aynada kendinize iyice bakacaksınız. Bunları doğru çözün” diyerek aynaya iyice yanaşmamı söylüyor. Aynanın önünde duran üç kadın heykelini göstererek:
“Bak bunları kızlar gönderdi. Güzel heykeller değil mi? Bunlar neyi temsil ediyor, biliyor musun?” diyor.
Önünde duran ilk heykel beyaz renkte çıplak bir kadın heykeliydi. Ellerini kafasının arkasına tutarak ayakta durmuş, hafiften arkaya doğru kendisini yaslamıştı.
“Bu heykel duruluğu ve temizliği temsil ediyor.”
İkinci heykel kolları dirseklerine kadar kırılmış, kafası kırılmış, tamamıyla çökmüş ve sandalyede oturmuş elbiseli bir kadın heykeliydi.
“Bu da düşünce ve fiziki olarak her anlamda kırılmış bir kadını temsil ediyor.”
Üçüncü heykel ise uzun bir elbise giymiş, bir ayağı önde diğeri arkada, öne doğru hafiften eğilmiş, elinde tuttuğu dünyayı kafa hizasında tutan bir kadın heykeliydi.
“Bu, dünyayı avuçlarının içinde tutabilecek gücün kadında olduğunu simgeliyor” demem üzerine Yengi: Sen hangisinde kendini görüyorsun? dedi.
Benim için kabullenmesi çok zor olsa da “Düşünce ve fiziki anlamda kırılan kadını temsil eden heykelde kendimi görüyorum” dedim.
Yengi: “Bu heykeller kadının 3 aşamasını gösterir. Birinci heykel kadının düşünce ve yaşamdan koparılmışlığını; ikinci heykel kaybettiği özü yakalamak için tekrardan güzelliği, doğallığı ve sevgiyi yakalamasını; üçüncü heykel ise dünyayı tüm çirkinliklerden kurtarabileceğini gösteriyor. Sen de bunlar gibi yapabilir misin?”
Karşıda görünen dünya topunu göstererek; “Sen de bu heykel gibi dur.” dedi.
Ben de dünyayı getirerek, aynanın karşısında durdum. Fakat bu sefer de heykel gibi kaskatı kesilmiş vücudumla estetik durmaktan ziyade, bir odun gibi dimdik duruyordum. Yengi bunu görünce:
“Kollarını böyle kaldır, kafanı şöyle tut, ayaklarını düzelt” vb. diyor, bunları söylerken aynı zamanda kendisi de aynı hareketleri yaparak nasıl yapmam gerektiğini gösteriyordu. Aklıma çocukken yaptığım çamurdan bebekler geliyordu. Bozup düzeltir, düzgün olmayanlara şekil vermeye çalışır, güzel yaptıklarımı ise bir kalıba koyarak, güneşin önünde kurumaya bırakırdım. Yengi, bir sanatçı inceliği ve hassaslığı ile yılların verdiği düşünce kalıplarımıza ve fiziki anlamda hiçbir kalıba sığmayan, hiçbir kalıpta ifadesini bulmayan gerçekliğimize şekil vermek için büyük bir çaba sarf ediyordu.
Yengi’nin “Bu günlük bu kadar yeter, gidebilirsin” demesi üzerine odadan çıktım. Yaklaşık bir saatten fazla gelişen diyalog ve pratik ders, adeta bir şok etkisi yaratmıştı. Koşar adımlar ile kendimi dışarıya attım. Bahçeye doğru giderek yaşadıklarımı tekrar tekrar kafamdan geçirdim. Yaşadıklarım ne bir film ne de tiyatro sahnesiydi. Gerçeğin ta kendisiydi. Bu gerçeklik, beynimin hücrelerini çatlatırcasına ağrıtmıştı. Aradan yıllar geçse bile, aldığım bu ilk ders her geçen gün, benim için daha fazla derinleşiyor ve anlam kazanıyor.
Bu yazıyı her arkadaşın okuması ve kendini bu sınavdan geçirmesi hem Yengi’yi hem de kendisini hissetmesi önemlidir.
Newal Bager

ShareTweetPin
  • Anasayfa
  • Önder APO
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri

©2020 PAJK Hemû mafên wê parastîne - Ji aliyê Pajk

No Result
View All Result
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma
  • Galeri
    • Video
  • Kurdi

©2020 PAJK Hemû mafên wê parastîne - Ji aliyê Pajk