Bir haftadır yürüyüş halinde olmalarına rağmen biraz uykusuzluğun dışında kendini pek yorgun hissetmiyordu Avrêl. Yanında ara verdikleri küçük akarsuyun sesi, ona genç bir kızın hayalleriyle konuşması gibi geliyordu. Sakin, fısıltılı, biraz da yaramaz. Oldukça da hoşuna gitmişti. Usanmadan dinleye bilirdi bu sesi. Avuçlarıyla bir-iki kez su içti, ellerinin ıslaklığını saçlarına sürdü, gömleğinin koluyla da ağzını kuruladı ve arkadaşlarının neşeli sohbetleri arasında oturmak için çantasını ve silahını bıraktığı yere gitti. Her zaman yaptığı gibi içinde ihtiyaçlarını giderecek bir-iki şeyin bulunduğu çantasının önüne oturdu ve ayaklarını öne uzattı. Kısa da olsa çok seviyordu bu anı. Belki tüm yorgunluğunu bu kısa tatlılaşan anla paylaşa bildiği için çok seviyordu. Eskimiş ve yırtılmış atletinden yaptığı küçük mendiliyle yüzünü silmeyi de unutmadı. Gerillaya katılınca en çok dikkatini çeken şeylerden biri de hiçbir şeyin ziyan edilmemesiydi. Kullanılabildiği kadar kullanılıyor, sonrasındaysa ihtiyaca göre birçok şeye dönüştürülerek değerlendiriliyordu eşyalar. O da bunu yapmayı çok iyi öğrenmişti.
Her biri bir yere oturmuş ortak bir sohbet havası oluşturmuşlardı. Kimileri sigaralarını içiyor, kimileriyse şeker ve limon tuzundan şerbet yapıp arkadaşlarına ikram ediyordu. Avrêl çantasına sırtını yasladı, başına ise arkadan ellerini destek yaptı. Bu arada ikram edilen şerbeti içip teşekkür etti. On, on beş dakika sonra tekrardan yola koyulacaklardı. Bu seferlik arkadaşlarıyla sohbet etme yerine
yanındaki arkadaşına “ben gözlerimi kapatıyorum” deyip sessizce dinlenmeyi tercih etti Avrêl.
Küçük akarsuyun nazlı nazlı akan sesi hala kulağındaydı. Sadece bir günlük tehlikeli yolları kalmıştı.
Kaç saat geçmişti aradan bilemiyordu. Durmadan yürüyorlardı. Ayağına takılarak sendelemesine neden olan açılmış ayakkabı bağını bağlamak istiyordu. Ama duramazdı Avrêl. Hızlı adımlar atmalıydı. Köye yakın bir yerden geçiyor olmalarından koşturma bir yürüyüşle otuz dakika içerisinde köyü arkalarında bıraktılar. Biraz rahatlamıştı Avrêl. Ayağına takılan bağcığı bağlamak için durdu. Eğilip bağlarken bir çocuk sesi işitti ve birden irkildi. Arkadaşları hızlı hızlı yürümeye devam ediyorlardı. Seslendi onlara ama mesafe oluştuğundan duymadılar Avrêl’i. Duyduğu çocuk sesi kulağına çok yakın geliyordu. Bakıp yetişirim diye düşündü ve sesin geldiği yöne doğru yürümeye başladı. O yaklaştıkça ses uzaklaşıyordu. Bir an nefes almakta zorlandı. Durdu. Biraz nefes aldı. Çocuk sesi hala çok yakın geliyordu kulağına. Hem arkasına bakıyor hem de o yöne doğru yürümeye devam ediyordu. İçini bir koşma duygusu kapladı. Koştu. Uzun ve kısa otların, kamışların arasından geçti. Ama neden bu kadar uzun koştuğunu anlayamadı. Onu koşmaya iten neydi bilmiyordu. Sadece durmadan koşmak istiyor ve koşuyordu. Arkadaşlarından bir hayli uzaklaştığının farkına bile varmadı. Koşarken arkasına baktı, sık ormanı geride bırakmıştı. Başını öne doğru çevirip baktığında ise, engin zozan arazisi bir deniz gibi uzanıyordu önünde. Şaşkın şaşkın etrafına bakındı. Değişik taş, kaya ve gûnîlerin dışında bir şey görmedi. Arkası ormanlık önü ise zozanlıktı.
Kısık bir sesle “neler oluyor” diye söylendi kendi kendine.
Çok şaşkındı. Silahına dokundu ama hiçbir korku duygusu yoktu üzerinde, yine de dokundu silahına. Belki de kendine güvenin bir refleksi olarak dokunmuştu. Birdenbire bir yel yüzünü okşadı ve geçti. Belki de beklediği rüzgârdı, bilemezdi. Tüm şaşkınlığına rağmen onu serinletmiş ve çok mutlu etmişti.
Peşine takılıp onu buralara sürükleyen çocuk sesi ise yıllar öncesine istemeden de olsa bırakmış olduğu çocukluğunun sesi gibiydi. Farklı bir şeyler olacakmış gibi hisseti hep. Merakı gittikçe artıyordu. İçinden bir ses başını yukarı kaldırmasını dileler gibiyken, dudakları hiç beklemeden “tamam” kelimesiyle fısıldadı ve yavaşça gökyüzüne doğru kaldırdı başını. O an soluğu tıkanırcasına bir kez daha nefes almakta zorlansa da o şaşkın, parıldayan bakışı yine gelip oturmuştu gözbebeklerine Avrêl’in. Hiç bir bulut dahi olmamasına rağmen masmavi gökten rengârenk, berrak bir damlanın uzun yollar kat edercesine yüzüne doğru yol aldığını gördü. Böyle bir şeyin olabileceğine inanamıyordu. Devasa gökyüzünden sadece tek bir damla. Onun için ancak bir mucize olabilirdi bu. Damla bir çiçek gibi narin narin süzülüp alnına düştü Avrêl’in. Öyle yumuşak konmuştu ki alnına, sanki kendisiyle dünyanın bütün yumuşaklığını dokundurmuştu tenine.
Birden, “heval Avrêl hadi kalk gidiyoruz” sözleriyle irkildi. Uykulu haliyle duyduğu sesten korktu. Hızlıca gözlerini açtı ve ona seslenen Sena’yı gördü Avrêl. Yavaşça dokundu alnına hiç bir ıslaklık yoktu.
Sena, “iyi misin? Ne oldu sana? Daldığın uykuda kötü bir rüya görmüş olmalısın. Sanırım on dakikalık dinlenme sana yaramadı. Hadi kalk yüzüne bir iki su vur da kendine gel. Yola devam ediyoruz.” Başını kaldırıp gökyüzüne baktı Avrêl. Sabaha karşıydı. Bulutlar giderek uzaklaşırken tek tük yıldızlar da gündüze gömülmek üzere bu gece de son birkaç saatlerini yaşıyorlardı.
“Yağmur yağacak” dedi ve yürümek için ayaklandı Avrêl.
Sena hemen çıkıştı.
“Ne yağmuru, bulutlar dağıldı görmüyor musun, artık yağmur yağmaz” dedi ve yürüdü.
Yol boyunca gördüğü rüyayı düşündü durdu Avrêl. Masmavi gökyüzünden bir başına düşen o eşsiz damlanın anlamı neydi. Neden öyle bir rüya sorusu kafasını kurcalayıp duruyordu.
Almış olduğum yağmur kokusundan böyle bir rüya görmüş olabilirim diye düşündü. Avrêl epey bir dalgınlaşmış Sena da Avrêl’in bu dalgınlığını belirgin bir şekilde fark etmiş ve görmüş olduğu rüyasına yormuştu. Haklıydı da. Avrêl’i daha önce hiç böyle görmemişti Sena. Kendisi de rüyayı merak etmeye başlamıştı. İlk fırsatta soracaktı. Avrêl hem dalgın hem de hızlı hızlı yürüyordu. Sanki bulduğu bir şeyi tekrardan elinden kaçırmak istemiyor gibiydi. Sena Avrêl’in dalgınlığını dağıtmak için hızlanarak yanına yaklaştı.
“Hey! Heval Avrêl biraz yavaşlasana sana ulaşabilmek için resmen koşturup durdum. Neden bu kadar hızlı yürüyorsun anlamadım?”
Avrêl “ben de bilmiyorum” dedi ve durdu.
Rahat bir nefes aldı. Farklı bir andan şimdiye dönmüş gibi hissetti kendini. Yüzünde oluşan rahatlığı ise Sena’yla birlikte kendisi de fark etmişti. Sena Avrêl’in rahatladığını görünce hemen sordu.
“Ya neydi seni böyle dalgınlaştıran rüya, çok merak ettim doğrusu. Hiç eveleyip geveleme. Seni iyi tanırım, görmüş olduğun rüyadan kaynaklı gerginleştiğini biliyorum.”
Avrêl, “şimdilik kalsın, sonra söylerim” diyerek sakinleşmiş bir şekilde yürümeye devam etti. “Ayrıca dalgınlığımı dağıttığın için de teşekkür ederim” i ekledi sözlerine. Sena da arkasından “asıl beni merakta bıraktığın için ben teşekkür ederim” diyerek yürüdü arkasından.
Hedefledikleri yere sağlam ulaşmışlardı. Etrafı iyice kolaçan edip dönüşümlü olmak üzere hemen bir nöbetçi çıkartıp sonra dinlenme noktasına girdiler. Güneşin ışınlarının noktalarına vurmasıyla birlikte kahvaltı hazırlamak için hareketlendiler. Kara çaydanlıklarına su doldurup ateşin üzerine bırakırken mirtoxa yapmak için çantalarından biraz yağ, tuz ve un çıkardılar. Genel ihtiyaçlarını giderdikten sonra dinlenme yerlerine çekildiler. Sena ile Avrêl bir köşede alta yağmurluk üste ise kefiyelerini örterek güzel bir uyku çekmek için yan yana uzandılar. İkisi de birbirini iyi tanıyordu. Avrêl her zorlukta kendini çabuk toparlamasını bilen biriydi. Aktifti. Ayrıca her arkadaşına karşı farklı bir duyarlılığı vardı Avrêl’in. Sena da sevecen ve fedakârlığıyla çok sevilen biriydi. Daha önce birçok eyleme birlikte katılmışlardı. Birkaç defa yaralanmıştı Sena. Avrêl ise hiç yara almamıştı. İkisi de, girecekleri eyleme iyice adapte olmuşlardı. Gökyüzünde hala hafif hafif bulutlar varken rüzgârın suskunluğu da devam ediyordu. Gün içinde iyice dinlendikten sonra, eylem öncesi tartışmalarını tekrardan gözden geçirip tüm hazırlıklarını kontrol ediyorlardı. Şimdiye kadar her şey yolunda ilerlemişti. Farklı farklı yerlerde gruplar da yerlerine geçmek için bekliyorlardı. Akşama doğru harekete geçilip mevzilenilecek ve vur emri ile Avrêl’in de içinde olduğu ilk grup eylemi başlatacaktı.
Kapsamlı bir eylem planı yapılmıştı. Buna göre de bir ay boyunca planlamalar ve hazırlıklar tartışılmıştı. Şimdi ise o anı yaşamsallaştırmak için hepsi büyük bir inanç, istek ve heyecan taşıyorlardı. Giderek eylem anı yaklaşıyordu. Birkaç saat kalmıştı. Şarjörler, mermiler, silahların mekanizmaları ayrı anlarla son bir kez kontrol ediliyordu. Her birinin sesi kaldıkları vadiden göğe doğru yükseliyordu.
Gün ışığı kendisini griliğe bırakırken o da yavaşça akşama emanet ediyordu kendisini. Böylece tüm gruplar dikkatli bir şekilde mevzilenme yerlerine geçmeye başlamıştı. Avrêl de arkadaşlarıyla hedefe kilitlenmişti. Arkadaşları gibi Avrêl için de bu eylemin önemi büyüktü. Eylemle başarılı olunacak, toprağa veren arkadaşlarının intikamı alınacak ve birçok şeye cevap oluna bilinecekti.
Bu eyleme katılmak isteyen çok arkadaşları olmuştu ama hepsinin katılması imkânsız olduğundan Avrêl, onlar için de savaşacağını söylemiş bir kurşun anında iki kurşun atacak kadar hızlı ve atik olacağının sözünü vermişti onlara.
Akşam saatleriydi. Beklenilen an gelmiş, çatmıştı. İlk kurşun atılır atılmaz bir anda etraf silah sesleriyle yankılanmış, boş kovanlar ardı sıra yerlere savrulmuştu. Toz bulutları ise gittikçe havayı sarmalıyordu. Avrêl de arkadaşları gibi tetiğe basıp attığı kurşuna bir anlam yüklemişti. Namlusundan çıkan her kurşun birer sözdü onun için.
Eylem başlayalı iki saat olmuştu. Takviye tim de gelip katılmıştı eyleme. Tüm hızıyla çatışma devam etmekteydi. Avrêl bütün çabasıyla hala saldırıdaydı. Her şey planlandığı gibi yürüyordu.
Gecenin ilerleyen saatlerine doğru çatışma ortamı daha da kızışırken Avrêl yan yana çatıştığı Çiya’nın yarasını bağlamaya çabalıyordu.
“Heval seni hemen arkadaşların yanına götürmem gerek, çok kan kaybediyorsun” Çiya Avrêl’in sözünü tamamlamasına bile izin vermeden “gerekmez. Ayağımı iyi bağlaman yeterli. Kan durur. Hem ben hala çatışacak durumdayım. Benim daha iyi nişan alacağım bir pozisyon almama yardımcı ol, tamam. Bende kan çok. Kolay kolay bitmez. Umarım öyle olmaz ama gün gelir kana ihtiyacın olursa sana bile verecek kadar kan depolamışım alyuvarlarıma.”
Avrêl’in “olmaz heval Çiya. Arkadaşlara haber vermem lazım” demesine rağmen Çiya ısrarla çatışmak istiyordu.
“Arkadaşlara bir şey söyleme benim daha yapacaklarım var. Hadi şimdi bana yardım et de pozisyonumu alayım. Unutma ben senden eskiyim. Hem kurşunu yiyen bacağım, elim değil.” Elini ve parmaklarını oynatır, “bacağımla tetiğe basmayacağıma göre, hala çatışabilirim.”
“Bence sen öyle bir durumda onu bile yaparsın ya neyse” dedi Avrêl.
Çiya’yı ikna edemeyeceğini anlamıştı Avrêl. Hele bir de inatçılığı tuttu mu kimsenin onunla baş edemeyeceğini iyi biliyordu. Ne de olsa bir yıl aynı alanda kalmışlardı. Gerçi ilk kez bir eyleme birlikte katılıyorlardı ama birçok göreve birlikte gitmiş, değişik pratik işleri birlikte yürütmüşlerdi. Huyunu suyunu biraz tanımıştı. Ama bu sefer onu dinlemeyecekti. Kurşunların yoğunluğuna rağmen bir fırsatını yakalayıp arkadaşlara durumu iletecek, gelip Çiya’yı götürmelerini söyleyecekti. Öyle de yaptı. Elindeki olanaklarla yarasına iyi bir müdahale etmeyi de sürdürüyordu. Sonunda Çiya’nın pozisyonunu düzeltmesine yardımcı olurken, sinekler gibi havada uçuşan kurşunlardan biri Avrêl’in yüzünün yan tarafından bir çizgi gibi geçti. Başının milimlik hareketi onu kıl payı kurtarmıştı.
Çiya’ya “az kalsın senin bana kan vermene bile gerek kalmayacaktı” dedi Avrêl. Çiya sessizce Avrêl’in yüzüne baktı.
Dakikalar ilerliyor ikisi de çatışmaya devam ediyordu. Avrêl fırsat buldukça Çiya’nın yarasını kontrol ediyor, Çiya ise sanki o paslı kurşun ona hiç değmemiş gibi çatışıyordu. Daha önceden de birçok kez yara almıştı Çiya. Her gerilla gibi Avrêl de büyük bir saygı duyuyordu ona. Zaten saygı gerillanın ahlaki ve içsel bir yaklaşımıydı. İki gerilla gelip Çiya’nın tüm itirazlarına rağmen onu daha emniyetli bir yere götürdüler. Hemen ardından Avrêl’in yanına Sena geçti. İkisi de tekrardan yan yanaydılar. Bir birlerine gülümsemeyi hiç bir zaman eksiltmiyorlardı. Her koşul altında gülümsemeyi kendilerine umut bellemişlerdi.
Çatışmanın kapsamı giderek daha da genişlemiş, karşı tarafın birçok kayıp verdiklerinin bilgisini almışlardı.
Saat gecenin ikisi olmuştu. İki taraftan da mermiler durmak bilmiyor, çatışmalar daha da genişliyordu. Bütün gruplar rollerini çok iyi oynuyorlardı. Avrêl ve Sena da gece boyu durmadan çatışmışlardı. Tüm arkadaşları gibi Avrêl de büyük bir çaba sarf ediyor, her zamanınkinden daha hızlı çatışıyordu. Yoğun çatışmalı gece kendisini yavaş yavaş sabaha bırakırken, yıldızlar parlaklıklarından hiçbir şey kaybetmeden sabahı çağırıyorlardı. Hele seher yıldızı ne de narin gülümsüyordu güne.
Mermiler etrafta uçuşmaya devam ederken Avrêl’in burnuna yeniden keskin bir yağmur kokusu gelip yerleşti. Ama dupduruydu gökyüzü. Önceki güne ait tüm bulutlar dağılıp kaybolmuşlardı.
Güne doğru durmadan ilerliyordu saatler. Vücudu yanıyordu. Yaşadığı senelerin sıcaklığı ısısını gözlerine sızdırır gibiydi. Bir anda hayatının toplamını göğsünün orta yerinde hissetti. Ellerini göğsüne uzatsa hepsi kendini tek tek avuçlarına bırakacaktı. Göğsündekilerin ellerine düşmesini değil de, tüm bedenine akmasını istiyordu. Bu yüzden uzatmadı ellerini. Şimdi nedendi bu duygu anlam veremedi, titredi, sendeleyerek olduğu yere çömelircesine düştü ve Sena’nın şaşkın bakışlarıyla karşılaştı. Gökyüzünde birkaç saniye içerisinde dağınık dağınık bulutlar görünmeye başlamıştı. Yağmur kokusu o kadar güzel gelmişti ki burnuna, çocukluğundan kalma bir gülümsemeyle tereddütsüz “yağmur yağacak biliyorum” dedi.
Bir esinti yüzüne çarpıp geçti Avrêl’in.
“Yüzüme çarpan bu rüzgârı tanıyorum” diyerek, küçük akarsuyun başındayken gördüğü rüya geldi aklına.
“Bu o” dedi yavaşça bir sesle.
Rüyasının gerçeklik kapısını açması karşısında büyük bir şaşkınlığa kapılsa da, Avrêl heyecanlanmıştı. Gördüğü rüya peşine takılmış gelip buluşmak istemişti onunla.
Avrêl’i tutmak için hemen atıldı Sena ve onu kucakladı. Şaşkın bir ifadeyle Avrêl’in yüzüne ve sol tarafından, kalbe yakın yerden aldığı yarasına bakıyordu. Öğrendiğince bir şeyler yapmaya çabalıyor hem de avazı çıktığı kadar arkadaşlarına sesleniyordu Sena.
Tekrardan zorlukla Avrêl “yağmur yağacak Sena” dedi.
İşte, o an başını gökyüzüne doğru kaldırmasını uman bir şey varmış hissini bu sefer gözkapaklarının açıklığında, kirpiklerine yansıyarak yaşadı Avrêl. Şimdi onu neyin beklediğini iyi biliyordu. Rüya denen mucize gerçeğe akıyordu. Sena, Avrêl’de daha önce hiç görmediği net bakışı ile dudaklarındaki gülümsemeyi fark etti.
Avrêl, Sena’nın kucağında hafifçe göğe kaldırdı başını. Ne olduysa o an oldu. Nisan ayının ilk yağmur damlası bir buluttan koptu ve Avrêl’in alnına süzülerek gelip değdi ve parçalara ayrılarak tenine karıştı.
Gözleri hiç bu kadar ışımamıştı Avrêl’in. Alnına dokunmak istedi. Kolunu yavaşça kaldırmaya çalıştı.
Sena “olmaz, kolunu oynatma” dedi.
Avrêl zorlukla, “bırak ben alnıma dokunmak istiyorum” deyince Sena’nın yardımıyla Avrêl parmak uçlarını alnına, damlanın düştüğü yere dokundurdu. Bir-iki götürüp getirirken parmak uçlarını, kol dirseğine doğru sızan kandan bir damla kayıp toprağa aktı. O an dünyanın tüm güzelliğini yaşıyordu sanki. Büyük bir rahatlık vardı Avrêl’in yüzünde. Belliydi. Düşünceleri çok huzurluydu.
Alnına düşen damla aldığı kurşun yarasının acısını vücudundan yıkayıp temizlemiş gibiydi.
“Avrêl kucağımdaydı. Yeryüzü ise etrafımızda dolanan boş mermi kovanlarıyla dolar gibiydi. Arkadaşlara seslenmiştim. Yarasından akan kanı durdurmaya çalışıyordum. Ama ne yaptıysam durmadı kan. Parmakları alnında donup kalmıştı. Kolunu düzelttim ve yüzümü Avrêl’in yüzüne yanaştırdım. Nefesini hep yüzümde hissetmek istiyordum.
Damlalar ise ardı ardına toprağa koşarcasına düşmeye başlamışlardı. Avrêl’in dediği olmuş, yağmur yağmaya başlamıştı. Islak toprak kokusu ise gelecek mevsimlere emanet bir kez daha kendisini koklatmıştı. Ne Avrêl yağmursuz ne de yağmur onsuzdu. Bir bütündüler. Hani derler ya “hayat suyu” ikisi öyleydi işte. Biri hayat biri su.
Evet.
Özgürlük için alıp verdiği her nefeste inancı daha da büyüyordu. Katıldığı onca eylemden sonra ilk kez yara almıştı Avrêl. Ve ilk yaralanmasını da bu biçimiyle bir Nisan ayında yaşamıştı.
Yani, o an acının mı payıydı bilmiyorum ama Nisan’a yeni bir anı ve anlam daha eklenmişti.
Benle Avrêl o dakikalardan sonra birbirimizi hiç görmedik.
Acil bir müdahaleyle kurtulmuş olduğunu duydum Avrêl’in. Çok sevinmiştim. Sonrasındaysa o ayrı bir alana geçmiş bense kaldığım alanda değişik yerlerde dolaşıp durmuştum. Arkadaşlardan durumunu hep öğrenmeye çalıştım. Kendisi de bana İyice iyileştiğini ve hatta farklı farklı eylemlere katıldığını bile yazmıştı.”
Özlüyordu Avrêl’i Sena hem de çok.
“Avrêl Nisan yağmurunda bir damla, öncesi ve sonrası tüm aylarda ise içimde damlalarla hep ince bir yağmur olarak kaldı” demişti Sena.
Evet.
Yeni gelmiştim özgür dağlara ben ve ilk olarak Avrêl’in hikâyesini dinlemiştim, gördüğüm ilk kadın gerilla Sena’dan.
Dağlara atmış olduğun ilk adımla sen de hikâyelerinin başlangıçlarını yazmaya başladın demişti bana.
Öyle ya, bu bana anlatılan yüzlerce hikâyeden biri sadece.
Bir damla
Avrêl’in öyküsü.
Jinda Asmen