Medya Doz
Bizler en çok ölülerimizin simalarında donmuş gülüşlerine ağlarız, dudaklarımızı küsmüş bir çocuk gibi titreten tek şey, bir ölünün gülen resmine bakmaktır, bizler en çok ölülerimizi sevmeye mecbur bırakılmışız. İsyan etsem de bu hilkat garibesi ifadesizliğe, haykırmak istiyorum aşkımı ölülere…
Aşkımdan habersiz bir ölünün sevgilisiyim, ölmüş sevgilimin hatırına her gün yeniden bir ölüye âşık oluyorum…Ben sadece ölü kahramanlara âşık olmayı bilen, bütün yaslı ve yaşlı ruhların müridiyim… Bu gün yine âşık oldum ey sevgili. Boynumu koparırcasına gökyüzüne uzattım bu gün, asılmak nasıl bir şeydir anlamak istedim. Hiçbir yere tutunmasın diye arkadan bağladım ellerimi, sehpaya bir tekme savurup âşık oldum. Gözlerim kara bantlara aşina değil, kızıl zamanlara aktım bir gün batımının deryasında…
Gençliğim yıllanmış bir şarap oluyor sevgilinin rüyalarında. Ben âşık olmanın dışında hiç günah işlemedim ve âşık olmayı bir günah gibi görmedim. Âşık olmanın doğasında yeni bir dünyanın patikasına ayak sürmeyi, fırtınalı denizine yelken açmayı çağın kahramanlığı saydım. Ama darağacını kuranlar günahımı itiraf etmemi istiyor, evet ben aşığım Ferzat’a, ben Soran’a, ben Ferhat’a, ben Şirin’e, ben Hêmin’e aşığım… Evrenin aşksız yaşayamadığı şu yeryüzünün tek saniyesi bile onlar olmadan eksik gibi, hayat yarım kalmışlıkla dolu onlar olmadan…
Ölen sevgilimin hatırına ülkemin ölülerine âşık oluyorum. Var sayıyorum ki Ferzat darağaçlarına gitmedi, asılıp öldürülmedi. Var sayıyorum ki Şirin Hewrami bir ezgide yüreğime değiyor, onu kokluyor ve siyaçemane türkülerinde onunla var oluyorum. Var sayıyorum ki Bahoz ile yine Kosalan dağında kezvan toplamaya gelen çocukları izliyoruz. Var sayıyorum ki Ferhat şimdi bir tutsak, ama aynı aydın ruhlu güzel insan. Yan yana, bir duvarın ikiye böldüğü ayrı hücrelerdeyiz. Asırlık acıları yüzüne çizmiş bir duvar, ikimizin ortak aynası duvar, tarihin ve insan yüzlerini gördüğümüz aynı duvar… Varsayıyorum ki ben Şaho dağından inerek büyük günah işlemiş, bedelini tutsaklıkla ödemişim ve Evin zindanına düşmüşüm.
Duvarın öte yüzüne sesleniyorum. Ferhat! Ferhat! Beni duyuyor musun? Duyuyorsan ses ver… Bir sessizlik çöküyor en isyancı yanıma, bir sessizlik ki bin çığlıktan daha ağır. Demir kapı açılıp kapanıyor ve birileri, kendini yaratanın yerine koyup yanımda ki hücreye dalıyor. Cellâtlar yüzündeki ifadeyi saklayacak kadar zavallı, şeytani ve siyah örtülerle örtmüşler yüzlerini. Ferhat gidiyor ve bir daha dönmüyor. Ben ise aşkımı darağacına itiraf etmek için aşk biriktiriyorum heybemde.Şirin’nin aşkı gelip gözlerime yuva kuruyor.
Bu gece sana aşığım 902 numaralı hücredeki FerzatKemanger… Sana demirci Kawa’ nın oğlu diyorum. Jir seni seviyorum. Bütün gece duydu beni, ay duydu… Kemanger seni seviyorum. Gördüm avucundan aşk tohumları döküldü o darağacının dibine. Gördüm bir rüzgâr savurdu o tohumları Bestun dağına ve ben bir aşığım Şaho dağında. Seni seviyorum ey ülkemin aşığı, aşığım sana…
Aşığım sana Şirin, Ferhat olacak, dağları ve zindanları yıkacak kadar. Bu günah değil, bu benim yaşama sebebim… Bu doğanın her hücresinde aşk arama sebebim…
Bu günah değil, bu, güneş doğuran Zagroslarda, yürüme sebebim…İnsanlığa âşık bu güzel insanların şahadeti üzerinden dört yıl geçti ama geçmedi o yürek sızısı, hala aynı tazelikte, zaman aşımına uğramayan bir öfke var göğsümüzün kafesi altında. Unutulmayan bu direniş abidelerinin anısı bizim doğruluk yolumuz olmaya devam ettiği müddetçe, onur bizimle olacak ve biz onların yoldaşlığına layık oldukça anlamına kavuşacak aşklı yaşam.