• KURDÎ
No Result
View All Result
Pajk - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri
    • Resim Galerisi
    • Video
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri
    • Resim Galerisi
    • Video
No Result
View All Result
Pajk - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi
No Result
View All Result

KENDİNİ SAVUNMAK GİBİ

4 May 2020
in DEĞERLENDİRME
A A
Share on FacebookShare on Twitter

Nûpelda ENGÎN

Kürtler Kürdistan’ın her yerinde kapitalizm sendromuna ve uygarlık cehaletine karşı oldukça kapsamlı mücadele içinde. Bunların toplu neticesi olarak “çete” diye tabir ettiğimiz kofluk, hançerini ensemize indirme fırsatını kollamaya devam ediyor. Göğüs göğse savaş veriliyor. Kürtler bir tek kendi toplumuna karşı değil, doğaya, evrene bil cümle bütün canlılar dünyasına karşı bir halk olarak mesuliyet içinde. Tarihsel, sosyal, evrensel bir sorumlulukla her zamankinden daha fazla iç içe.

Kürtler savaşıyor. Kürtler ülkesini sonuna kadar savunacak. İki yüz yıldır kırılan, yirmi sekiz isyandır yenilen Kürtler, artık kaderini değiştirdi. Bütün dünyanın tozu, kiri, çirkefliği “çete” adı altında toplanıp üzerine gelse de yenecek gücü kendinde buluyor. Bunu biliyor. Kürt şimdiye kadar toplu kırılırdı. Bu kırım sonuç alırdı. Kurtulanlar da ya ülkesinden kaçar ya da “kayıp” diye bilinirdi. Yani satılıp, göçertilip, ırgatlaştırılırlardı. Sukutu hayal içinde böyle böyle sömürüldüler.  

Kürtler değişti, değişiyor daha da değişecek. Ama uygar kapitalizmin Kürtler üzerinde ki tavrı, anlayışı değişmedi. Dün Kürtler, bu değişmeyen ama maske değiştiren ataerkil-devletçi iktidar paradigması karşısında yenik, ezik ve savunmasızdı. Dili feryat, figan, ağıt; sözü yabancı, umutsuz, ufuksuz, yarınsız; beli kırık, boynu bükük idi! Geliyê Zîlan kırımı, Dersim-Koçgîrî tertelesi, Maraş toplu katliamı daha dündü. Şengal, Kobanê soykırımına karşı duruş da bugün. Bugünün Kürtleri dünkü Kürtler değil. Çünkü bugünkü Kürtler kitapsız, dilsiz, sözsüz, eylemsiz değil. Anlayışsız, felsefesiz, yolsuz, ideasız hiç değil. İdeolojisiz bir halk olmanın bedelini çok ağır ödedik. Ve de devletçi uygarlık ideolojisinin zihinlerimizde oluşturduğu mahsuller toplum olarak bizleri daha da düşürdü. Düşünemeyen, çare üretemeyen, örgütlenemeyen bir toplumduk. Ki resmi devlet ideolojisi toplumu değil, sadece kendi egemenliğini örgütler. Bunun için de zaten toplumun evvela yenilmesi, hücrelerine kadar pırtık pırtık olması gerekir. Ayakta duramayacak kadar ruhunun boşalması gerekir. Yoksa nasıl güdülecek?  

Günümüze kadar resmi ideolojinin Kürt halkına yaptığı tek şey hafızasını silmek ya da eni boyu alabora etmek oldu. Çalıp, kendine mal edebileceği kadarını almak oldu.

Resmi ideoloji ve onun paradigmasının tevekkül ettiği ataerkil-devletçi iktidar anlayışı kırdı, boğdu, süngüledi, yaktı. Bir tek bizleri değil elbette. Doğayı, evreni kendi uşağı gördü, sömürdü. Ağacı, suyu, toprağı nimetten görmeyip, harcayıp kirletti.

Toplumsal bilincimizi özgürlük uhdesine vardıran Önderlik ideolojisi olmadan, tüm bunlara karşı duruş sadece bir kehanet olur elbette. Lakin Önderliğin ortaya koyduğu Demokratik, Ekolojik, Kadın Özgürlükçü Toplum paradigması bütün boyutlarıyla anlaşılmalıdır. Yoksa yeni bir toplumsal bilinç tam oluşmaz. Bilhassa da ekolojik toplum bilincine önem vermenin değeri bilinmiyor. Oysa ki “ekolojik bilinç temel ideolojik bilinç” olmaktadır. Bizleri doğal toplum bilinciyle buluşturan asıl bu felsefi yandır. Bu felsefeyle insanın doğayla, kendisiyle, toplumuyla ilişkisine anlam veriliyor. Nasıl ki bir halk olarak bizlerin tarihi yok sayılıyorsa, yine kadının tarihi yok bilinci kazandırılmışsa ekolojinin tarihi de yok sayılmıştır. Oysaki ekolojinin tarihi hepsinden daha eskidir. Çünkü evren olmasaydı, zaten kadın yaşamış olmayacaktı. İnsan olmadan da evren varolabilir ama evren olmadan biz var olamayız. Su, hava, bitki olmadan insan yaşamı olamaz. Ama biz olmasak da bunlar yaşamını sürdürebilir.  

Ekolojinin tarihi evrenin ilk oluşumundan tutalım, toprağın, suyun, dağların, kurtların, kuşların, börtü böceklerin tarihidir. Ki insan tüm bunlardan sonra oluşan canlı bir varlıktır. Evrenin en son harikası! Evren aklının ulaştığı en son düzey! Yani bizler bu evrenin çocuklarıyız! Doğanın aklının hikmetiyiz! Herhalde binlerce yıldır insanların bu doğaya ‘ANA’ demesinin altında böylesi bir sıra ermişlik vardır. İnsanlık tarihinde yeniden doğuş diye bildiğimiz Rönesans’ın özünde doğaya dönüş felsefesinin yatmasının bir manası vardır.

Ne kadar hazindir ki bugün insanoğlu tüm bu evrenin efendisi, sahibi olarak kendisini görmektedir. Nereden geldiğine habersizliğe binlerce yıldır “Kendini Bil”! diyenlerin bir anladığı var elbet. Şimdi gerçek doğamızı anlamak için her zamankinden daha fazla ekolojik bilince ihtiyacımız var. Toplumsal doğamızı özgürleştirmek için ekolojik bilinçte bir düzeye gelmemiz gerekiyor. Önderliğin ekolojik toplum dediği bu çerçeve bizlere çok yeni. Oysaki bir toplumu ayakta tutan en önemli içgörü binlerce yıldır bu idi. Ve kadını en bilgeleştiren, toplumsal sorunlar karşısında şefaatini güçlü kılan, merhamette derin yapan, hoşgörüye yakın tutan de bu iç sezidir. Kadında evrene uyum kültürünü güçlü tutan, toplumsal bağını insani yapan doğayla kendi arasındaki bağı yitirmemesidir. İşte bu bizim toplumsal paradigmamızın kadim yanıdır.

Kadının soğukluğunun, yabancılığının, toplumsal iç çelişkilerin altında ezilmesinde erkek egemenliğinin rolü bilinir. Zaten egemenlikli bir zihnin oluşmasında doğadan, canlı evren anlayışından kopuş vardır. Bitmeyen bu kadar toplumsal iç çelişkinin, kokuşmuşluğun, vahşete düşmelerin altında bu kopuşun kendini örgütlü hale getirmesi, saldırıya geçmesi vardır. Kendi türüne karşı bu kadar vahşileşen insan gerçeğini dönüştürmek için anlamlı, onurlu, özverili duygulara koşmak gerekiyor. Güzelliğe doğru kanatlanmak gerekiyor. Tüm bunlar içinde insanın kendi anasıyla, içinde yaşamını idame ettiği büyük ev-evren-le barışması gerekiyor. Çünkü ataerkil-devletçi iktidar anlayışı vuku bulduğu ilk günden bu yana ‘Anamızla’ savaş halindeyiz. Bu savaş bize bir çok hastalık kazandırdı; bireycilik, bencillik, egemenlik, ezme, köleleştirme, yok etme, sürüleştirme, öldürme, kırma gibi.

Evrenle olan bağımızı anlamadan, bir toplum olarak kendi aramızdaki bağları anlamlandıramayız. Hatta evrendeki birçok canlıyla ortak hislerimiz var. Örneğin kendini savunmak gibi. Bütün canlıların kendini koruma gibi bir refleksi var. Kendini korumak için uyguladığı bir yöntem var. Bir içgüdü olarak bu insanda da var. Yine çeşitlilik, üreme, zürriyetini devam ettirme, sevilme, kızma, özgürlük, sezgisellik hatta ağlama vb. gibi. Hem bitkiler hem hayvanlar alemine şöyle bir baktığımızda, tek tek birçok canlının üzerine düşündüğümüzde ortak duygularımızın, iç güdülerimizin, sezilerimizin, davranışlarımızın olduğunu gözle görebiliriz. Kesinlikle daha fazlasını da hisseder, duygularımızla dokunabiliriz. Yani akrabalıklarımız, hısımlıklarımız az değil!

Bizler bu zihniyet etrafında şekillenerek, kendi topraklarımıza evrensel bir ilkeyle, ekolojik toplum bilinciyle bakıyoruz. Evrene nasıl bakıyorsak, Kürdistan’a da öyle bakıyoruz. İnsani olanın evrensel olduğunun bilinciyle en insani yanımızla en evrensel olana bağrımızı açmış bir halkız.  

Aslını sorarsanız mevzi mevzi dövüşen Önderlik paradigmasıdır. Toplumsal vahşete, kıyıma karşı duran Önderlik ideolojisidir. Adeta yeryüzünde iki ideoloji karşı karşı gelmiş gibidir, Kobanê, Şengal bahane. Bu paradigmaya alın terini katanlarsa gecesini gündüzüne katıp vuruşanlardır. Paradigmanın ruhunu bayraklaştırıp emeğiyle, eylemiyle, erdemiyle bizlerin ufuklarını açanlardır. Ve cephelerde en güzel, en yaman, en derin, en aşılmaz yanımız olup meşaleleşen şehitlerimizdir. Bu bizim bir halk olarak, Kürt halkı olarak yeniden doğuşumuzun türküsü olmaktadır. Ve bu sese farklı halklar da her zamankinden daha fazla kulak veriyor, yüreğini açıyor.

Demokratik, Ekolojik, Kadın Özgürlükçü Toplum paradigmasının cephe cephe kazandığı yerde elbette toplum kazanıyor. Daha da kazanmaya devam edeceği kesin. Önderlik paradigması dün bizleri savaşabilen bir halk gerçekliğine, kendi halkı için feda olabilen militanlar gerçeğine ulaştırdı. Bugün de dünden daha fazla savaştığı kadar inşa edebilen, kendini dönüştürebilen, yenileyebilen en önemlisi örgütleyebilen halk gerçekliğine ulaştırıyor. Yeniden doğuş süreklileşiyor, özgürlük kalıcılaşıyor.

ShareTweetPin
  • Anasayfa
  • Önder APO
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri

©2020 PAJK Hemû mafên wê parastîne - Ji aliyê Pajk

No Result
View All Result
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma
  • Galeri
    • Video
  • Kurdi

©2020 PAJK Hemû mafên wê parastîne - Ji aliyê Pajk