Berfin Koçer
Nisanın on beşiydi. Her tarafı kekik kokusu sarmıştı. Ağaçların yavaş yavaş yeşillendiği bir dönemdi. İşte, o yeşilliklerin içerisinde bir bahar çiçeği gibi duruyorlardı. Şimdiki, zaman gibiydi her şey. Bir tek farkla şimdi içinde onlar yok…
Sıcak bir nisan günüydü onları gördüğümde. Her üçü de kayalıkların arasında oturmuş, gerillaya has bir üslupla tartışıyorlardı. Kısa bir tanışma faslından sonra ben de sessizce yanlarında oturup onları dinledim. Aslında konuşmalarından çok beni onlara çeken her birinin gözlerine vuran yaşanmışlıkları, istem ve duygularıydı. Kendimi onların gözlerini okumaktan alamıyordum. Onlar bir birileriyle şakalaşıp gülerken ben de onların gülüşlerinde yolcu oluyordum özlemlerine…
Onları bir gerilla mekânında ara verirken gördüm. Hiçbir sözcükle tarif edilemeyecek bir yoldaşlıkla bir birlerini yürekten dinlerken sızdım hikâyelerine. Biri Mardinli Berfin, diğer ikisi de Garzanlı Arjin ve Erivan’dı. Nerden bileceklerdi ki o çok güzel memleketin bağrından kopan çocukların onlara ihanet edeceğini! Onlar lanetli toprağın kutsanmış çocuklarıydı. Toprağa düşmekten hiçbir zaman korkmadılar. Kendi toprağının çocukları tarafından ihanete uğramak, onları asıl öldüren gerçeklikti. Ve yoldaşlarının yüreklerine kapanmayan yaralar açan…
Berfin, Konya doğumluydu. 2001’de parti saflarına katılıyor. Berfin, genç olmasına rağmen özgürlük dağlarında kısa bir zaman içerisinde komutan oluyor. Olgun bir duruşa sahipti. Pamuk gibi bir yüzü vardı. Güldüğünde adeta çiçekler açıyordu yanaklarında. Çok güzel bir gerillaydı. Arjin de onun kadar güzel ve doğaldı. Yüzündeki ben ona başka bir hava veriyordu, aya benziyordu yüzü. Doğal ve hüzünlü… Ya Erivan o da en küçükleriydi. Sevecen gözlerle bakıyordu etrafa. Ya o gözleri, güldüğünde minnacık oluyorlardı. Sırma saçlıydı. Yürüdüğünde saçları omuzlarında bir bu yana bir o yana gidip geliyordu… Evet, çok doğru çok güzellerdi. Zaten dağlardaki kadınların tümünü tarif etmeye çalışsam sanırım hepsi için aynı şeyi yazardım. Çünkü bu dağlara hep en güzelleri gelir. Ve ailede, çevrelerinde en çok sevilenleriyle karşılaştım. Buralar güzel çocukların diyarı. Genç bedenleriyle büyük yükleri omuzlayan kahraman çocukların memleketi… Bunun içindir her gerilla güzeldir, gizem doludur.
Acaba o, on beş Kürt kızına ihanet eden hain kişi yâ da kişiler bir daha nasıl yatabilecekler? Nasıl kendilerine insanım diyecekler? 21. yy’ da adaletsiz bir dünyada, adaletsiz bir savaşın karşısında yüreklerindeki inanç, bir de elerindeki kleşle, büyük bir orduya, demirden tanklara ve kocaman uçaklara karşı savaşan o gencecik kızların ölümünden sorumlu olanlar nasıl kendilerine bir daha aynadan bakabilecekler? Onların ölümünden sorumlu olanlar ihaneti hep okunmuş lanetli bir muska gibi taşıyacaklar boyunlarında.
Kısa bir zaman diliminde dinlediğim tartışmaların hepsinde memleket özlemi vardı. Arjin ve Erivan Berfin’e memleketlerini anlatıyorlardı. Yani Garzan’ı anlatıyorlardı. İnsanlarını, toprağını, su ve doğal güzelliklerini, en çok da çocuklarını, her koşul altında onlara yüreklerini açan yiğit halkını anlatıyorlardı. Nerden bileceklerdi ki ihanet kök salmış topraklarına… İhanetin en korkunç yüzünü orada yaşayacaklarını nerden bileceklerdi ki?
Evet, şimdi yine aynı mekânda başka bir zamanda yine “Yaşamı uğruna ölecek kadar seven”lerin diyarında nefes alıp veriyorum. Güzelleri gördüğüm yerdeyim, orada ara verdim. Her şey onları gördüğüm o an gibi. Sanki onlar hiç gitmemiş ve doğada da hiçbir şey değişmemiş gibi.
Şimdi tam karşımda duran taşın gölgesinde oturan Arjin’i hatırlıyorum ve her güldüğünde insanı büyüleyen Berfin’i ve yanı başında onu dinleyen Erivan’ı da düşünmeden edemiyorum. Buradayım… Onların mekânında başka savaşçı kadınlar duruyor. Onlar da Berfin kadar Arjin kadar asi, Erivan kadar yüreklice bakıyorlar bana. Ben de gülüyorum yarım bir gülüşle. Onlar ise özgürlük uğruna savaşan ve bu uğurda toprağa düşmenin sevinciyle konuşuyorlar benimle…