Mevsim koşullarında güzel bir sonbahar günü…
Güneşin sıcaklığına rağmen soğuk esen rüzgâr, kışın kapıda olduğunu hissettiriyor. Önderlik savunmalarının okunmasından sonra Hakikat Rejimi dersine başlıyoruz. İdeolojik beslenme kaynağımız Önderliği okudukça her satırında biraz daha canlandırıyoruz yaşamı. “Anlamak özgürlüktür” diyor Önderlik. Felsefi bir derinlik içeriyor. Okudukça derinleşiyor, derinleştikçe kendimize, özümüze dönüyoruz. Ve anda kayboluyoruz. Tarihsel bir yolculuğa çıkıyoruz. Mezopotamya’nın kadim coğrafyasında cenneti tanıyoruz: yemyeşil doğası, gürül gürül akan şelaleleri, bütün heybetiyle uçsuz bucaksız dağları…
Ve geziyoruz. Ana kadını koynunda besleyen Zagros’larda. Yüzümüzü güneşe dönüp, ilk buğday olup düşüyoruz toprağa. Ana Tanrıça oluyoruz. Kadına dair ne varsa -iyilik, güzellik, bereket- saçıyoruz Mezopotamya’ya. Ve köklerimizde büyüyoruz, bağlandıkça toprağa. Sümerlerde İnanna oluyoruz, kötülüğe karşı savaş açıyoruz, Enki şahsında bütün zorbalara. Çığlık oluyoruz. Babil’de Tiamat, Hititler’de Kibele, Mısır’da İsis, Kürdistan’da Zilan oluyoruz. Adımız direniş olarak yankılanıyor Dersim’de, Botan’da, Serhat’ta. Ve binlerce kadın ardılı oluyoruz, çıkıyoruz dağlara; an’da kendimizi bulmaya. Başlıyor hakikat yolculuğumuz.
Kışın soğuğuna inat güneş sımsıcak gülümsüyor. Mağaranın kapısından doğayı, karlı dağları izliyoruz. İçimiz kıpır kıpır. Ben, heval Sozdar ve heval Zêrîn bu görüntünün seyircileri oluyoruz. Dün akşamdan gelen lojistiğin malzemeleri olduğundan gidip almak gerekir. Gönüllü oluyoruz, iniyoruz. Kitap, peynir, battaniye, zeytin…
En çok kitaplara seviniyoruz. İlk gözüme çarpan heval Sara’nın “Hep Kavgaydı Yaşamım” kitabı oluyor. Tam yükümüzü aldık tepeye çıkacağız, arkadaşların sesi bizi durdurdu: Keşif var! Yükümüzü kamufle edip oturuyoruz. Başlıyor teknolojiye karşı irade savaşımız. Tıpkı heval Sara’nın kitabında geçen kavga gibi zor doğa koşullarında başlıyor kavgamız soğukta ve düşmana karşı.
Buz gibi esen rüzgâra inat güneş bizi ısıtmaya çalışıyor. Beklerken sohbet ediyoruz. Fırsat bu ya, dinlemek istiyorum heval Sozdar’dan Önderliği. Başlıyor anlatmaya, anlattıkça o anlara gidiyoruz. Kâh ağlıyor, kâh gülüyoruz. Biraz da kıskanıyorum. Keşke görebilseydim Önderliği diye içimden geçiriyorum. Bir hüzün kaplıyor içimi. Sonra Önderliğin “Beni tanımak için beni görmeye gerek yok. Benim düşüncelerimi, felsefemi anlamaya çalışarak beni tanıyabilir, benimle olabilirsiniz” sözleri geliyor aklıma. Kendime geliyorum.
Saatler geçtikçe soğuk hava etkisini artırıyor. Zêrîn heval her koşulda pozitif olmaya çalışıyor. Başlıyor çocukluk, gerilla anılarını anlatmaya. O anlattıkça gülüyoruz, güldükçe hepimiz ısınıyoruz. Gözümüz mağaranın kapısında, kulağımız heronda bekliyoruz. İkisinden de ses yok. Baskın gelen rüzgârın sesi çıkıyor. Arazide ilk kalışımdır. Gece için arazide kalmanın planlarını yapıyoruz. Üşüyoruz.
Güneş yavaş yavaş müsaade istiyor, uzaklaşıyor. O uzaklaştıkça soğuk ve karanlık etkisini göstermeye başlıyor. Kavgamız büyüyor, biz direniyoruz. Saatler geçiyor. Tam umudu kesmişken arkadaşların sesi geliyor, bizi çağırıyorlar. Teker teker tepeye çıkıyoruz. İlk yetişen ben oluyorum, sonra Zêrîn heval ve Sozdar heval çıkıyor. Arkadaşların kaygıları gözlerinden okunuyor. Bizim için çok endişelenmişler. Günün mutfakçısının yaptığı çorbayla içimiz ve arkadaşların ilgisiyle de ruhumuz ısınıyor. Yavaş yavaş kendimize geliyoruz. Gündem bu ya, diğer arkadaşlar başlıyor kış ortasında arazide kaldıkları anılarını anlatmaya.
Zor ve yorucu bir günün ardından dalıyorum uykuya. Önderlikle buluşmak dileğiyle…
Gûle Amed