Berfîn Zînê
Ortadoğu halkalarının, kapitalist modernitenin tüm toplumsal değerlerini işgal hareketine karşı bir başkaldırıyı ifade eden ve 2011’den bu yana devam eden devrim süreci gittikçe derinleşmektedir. Kuşkusuz bu devrimsel süreç içerisinde en çarpıcı olanı ve diğer toplumsal devrimlere örnek teşkil edeni, Rojava Kürdistan’ın da yaşanan Kürtlerin Demokratik Özerklik çalışmaları olmaktadır.
Önder APO’nun demokratik özerklik, demokratik ulus perspektifleri doğrultusunda kendilerini örgütleyen ve Ortadoğu devrimine kendi renkleri, talepleri ve yeni demokratik sistemsel yapılarıyla katılan Rojava halkı, esas itibariyle Ortadoğu halklarının ancak kendi toplumsal doğalarıyla, buna dayalı özgün örgütlenmeleriyle ve kapitalist modernite sacayaklarının reddiyle başarıya ulaşabileceğini gösterdiler. Ortadoğu’da başlayan devrim sürecinin zafer mesajını tüm Ortadoğu ve dünya halklarına vermekte ve bu konuda Ortadoğu halkları için bir model oluşturmaktadırlar.
Ortadoğu’da özgürlüğe, demokrasiye susamış ve binlerce yıldır mutlak inanç ve dogmaların, despotik yapıların baskısı, zulmü altında ezilen ve inim inim inleyen halkların yeniden demokratik doğuşunu ifade eden bu devrimsel süreç, elbette ki özgürlük ve demokrasi mücadelesinde büyük bir adımı ifade etmektedir. Fakat önemli olan bu başkaldırıyı ve özgürlük hareketini kapitalist modernitenin zihniyet kuşatmalarından ve politik örgüsünden arındırmayı başarabilmektir. Ne bin yılların Ortadoğu’yu kördüğüme çeviren ve yerinde çakılı kalmasını getiren zihniyet yapılarıyla ne de kapitalist modernitenin insanlığı kandıran sahte özgürlük-demokrasi söylem ve yapılanmalarıyla halkların devrimini başarıya ulaştırabilmek mümkündür. Başarı için, devrimin niteliği özüne bağlı kalmak durumundadır. Biçimi, rengi, söylemi her ne olursa olsun tüm egemenlikli sistemler, toplumun doğasında var olan özü boşaltmaya, dumura uğratmaya çalışmıştır. Buna rağmen yine de toplumsal hafızada yer edinen, silinemeyen, egemenlikli sistemlere karşı esas olarak sürekli bir direnişi sağlayan öz kalmıştır. Bu özün köklerini, insanlığın binlerce yıl önceki ilk doğuşunda bu topraklara salmış olan muhtevasında aramak gerekir. Bu muhteva da ahlaki ve politik toplum özellikleri gizlidir; bunlar, toplumun demokratik komünalite özellikleridir ve tüm köleci sistemlere karşı direnen de bu özgürlüksel özelliklerdir. Nihayetinde kölecil sistemlerin en son aşaması ve en kapsamlısı olan kapitalist modernitenin Ortadoğu’da tüm çabalarına ve hamle üzerine hamle geliştirme çabalarına rağmen tam bir başarıya ulaşamamasının temelinde yatan gerçeklik de bu özle bağlantılıdır. İşte tam da bu noktada Rojava Kürdistan’ındaki Kürt demokratik hareketinin önemi ve öncülüğü de belirginlik kazanmaktadır.
İnsanlığı ve toplumları kendi öz kimliğinden ve varlığından uzaklaştıran ve kendisine yabancılaştıran egemenlikli sistemlerle tarihin hiçbir döneminde tam anlamıyla bütünleşmeyen, bu konuda ehlileştirilemeyen Kürdistan halkı, egemen sistem çarkının bir dişlisi, yürütücüsü ve neferi olmayacağını bir kez daha Rojava devrim süreciyle ortaya koymuştur. Ortadoğu’daki devrim sürecine kendi öz kimliği ve alternatif demokratik yapılanmasıyla katılım sağlamaktadır. Nitekim Önderliğimiz, Ortadoğu’daki devrim sürecinin ve Ortadoğu halklarının bu başkaldırısının Kürdistan Özgürlük Hareketi’nden esinlendiğini ve Özgürlük Hareketimizin Ortadoğu halklarının demokratik taleplerinin gelişmesinde öncülük ettiği belirlemelerinde bulunmuştur. Rojava Kürdistan’ındaki gelişmeler bu öncülüğün toplumsal inşasının ifadesini oluşturmakta ve demokratik bir sistemin ‘nasıl’ını ortaya koymaktadır.
Baskıcı sistemler çözülüp devrilirken ve kendi yeni demokratik, özgürlükçü sistemlerini oluşturma çabası verilirken, Ortadoğu toplumlarının ‘nasıl yaşamalı?’ sorularına en çarpıcı cevap kuşkusuz Rojava’dan gelmektedir. Özellikle Suriye’deki Baas Rejimi’nin yıllardır her anlamda kuşattığı, her anlamda nesneleştirdiği, vatandaş statüsünde dahi kabul etmeyip kendi toprağında, yurdunda ‘ecnebi’ (yabancı) muamelesine maruz bıraktığı, Araplaştırma politikasıyla kimliksizleştirmeye çalıştığı, çok derin ve ince yöntemlerle asimilasyona, kültürel soykırıma uğrattığı Rojava halkı bugünkü başkaldırısıyla yeniden kendi öz kimliğine kavuşmaktadır. Kendi topraklarında nesne konumunu aşıp özne konumuna gelirken, aynı topraklarda yaşayan diğer halklarla aynı çatı altında, ama her birinin kendi rengi, sesi ve varlığıyla katılım sağlayabileceği ortak bir geleceği yeniden yaratma mücadelesidir söz konusu olan. Kapitalist modernitenin ulus-devlet modeli ve politikaları Kürt topraklarında aşılmaya başlanıp demokratik ulus bilinci geliştikçe, bu, diğer bölge halkları için de bir umuda ve diğer kesimlerin de yüzünü döndüğü bir sisteme dönüşmektedir. Elbette ki bu yeni örgütlülük içerisinde en önemli boyutlardan biri de devrimde kadın renginin belirgin bir şekilde öne çıkması olmaktadır.
Ortadoğu’da devrimsel hareketlerin başladığı tüm alanlarda baskıcı ve totaliter yönetimlerden kurtuluşun umut ve beklentisini belki de genel halklardan daha çok kadınlar taşımaktaydı. Fakat çok uzun bir zaman geçmeden devrilen rejimlerin yerini alan yeni oluşumların hiç de kadınların bu beklentilerine cevap olacak nitelikte olmadığı ortaya çıktı. Kısa sürede devrimin erkek renginin belirginliği, daha doğrusu erkek egemenlikli zihniyetin rengi kendini açığa vurdu. Rojava Kürdistan’ındaki devrim sürecinde ise devrime rengini veren, devrime öncülük eden; katı kurallara, geri geleneksel yapılara karşı direnen ve sıkı şeriat kurallarıyla örülmüş toplumsal dokuyu yırtarak, onun örülmüş bentlerini yıkarak devrim içinde devrim yapanlar esas olarak kadınlardır. Bu anlamıyla kadınlar devrim içerisinde sürüklenen değil, sürükleyen güç konumundadır.
Demokratik özerkliğin oluşumunda ve uluslar arası kamuoyuna taşırılmasında kadınların öncülüğü belirgin bir şekilde göze çarpmaktadır. “Desteya Bilind” ve siyasal parti içerisinde, diplomatik çalışmalarda yer alan kadınlar, diğer Kürt hareketleri için de örnek teşkil etmekte ve diğer Kürt hareketlerindeki erkek egemenlikli ve kadını her anlamda “ikincil, üçüncül” statüde ele alan bakış açılarına da darbe vurmaktadır. TEV-DEM bünyesinde geliştirilen bölge meclislerinden tutalım kent, mahalle, köy meclislerine kadar her alanda kadınlar yer aldığı gibi, Yekitiya-STAR örgütlenmesiyle de yine her alanda kendi özgün örgütlenmelerini oluşturmaktadır. Özgün kadın meclisleriyle toplumsal sorunlara kadınca eğilmekte, cinsler arası sorunlarından doğa ve çevre sorunlarına, çocuk eğitimi ve sorunlarından ulusal sorunlara, ekonomik sorunlardan kolektif yaşam sorunlarının çözümüne kadar bir örgütlenme gelişmekte, bu çerçevede bilinçlenme yaşanmaktadır. Nitekim toplumun en temel sorunu bilinçlenme ve eğitim sorunu olduğu ve en eğitimsiz kesimi de kadınlar oluşturduğu için kadın eğitimleri de büyük önem taşımaktadır. Bu temelde oluşturulan kadın akademileri, kadın merkezleri ve yine mahalle, köy bünyelerinde geliştirilen eğitimlerle kadının bilinçlenmesi ve toplumsal yaşama bilinçli bir düzeyde katılımı sağlanmaya çalışılmaktadır. Nihayetinde en büyük devrim, insanın zihinsel devrimini teşkil eder. İnsanlar öncelikle zihinsel olarak fethedilir, diğer tüm fetih biçimleri zihinsel fethin geliştirilmesinden sonra gerçekleştirilir. Tüm toplumlarda ve tüm egemenlikli sistemler açısından da bu zihinsel fetih en fazla kadınlar üzerinden geliştirilmiştir. Çünkü toplumun esas devindirici gücü kadındır. Bu anlamda ilk eğitmen, ilk öncü, ilk öğretici kadındır. Kadın zihni ve bedeni üzerinde geliştirilen fetih, tüm toplumun fethini de beraberinde getirmektedir. Kadın zihinsel ve ruhsal olarak teslim alındıktan sonra tüm toplum teslim alınabilmektedir. Bu nedenle de öncelikle kadının zihinsel ve ruhsal özgürlüğünün yeniden sağlanması büyük önem taşımaktadır. Despotik rejimlere karşı direnişi en öncelikli kadın cephesinden geliştirmek ve fetih hareketini zihinsel dönüşümle geri püskürtmek özgürlüğün temel koşuludur. Bu tüm kadınlar ve tüm toplumlar için geçerli olduğu gibi Güneybatı Kürdistan’daki kadın açısından da böyledir. Özellikle binlerce yıllık kadın kördüğümünü açmak, aşmak, katı şeriat kurallarıyla örülmüş zihniyet yapılarını değiştirmek, ‘saçı uzun, aklı kısa’ kadını örgütlenmeye çekmek, ‘kadını elinin hamuruyla’ büyük işlere düşünmeye çekmek ve sevk etmek kutsal bir çalışma olduğu gibi, devrimin en temel esasını da oluşturmaktadır. Diğer taraftan kapitalist modernitenin sahte özgürlük anlayışıyla kandırılan ve kendisine ait olmayan bir kılıfın üzerine giydirilmeye çalışılmasıyla ucubeleştirilmeye çalışılan toplum ve kadın gerçekliğinin, gerçek özgürlüğün ve hakikatin kapılarını aralama savaşımı da kutsalların en kutsalını oluşturmaktadır. Tüm bu hakikate ulaşma mücadelesinin öncülüğünü öncelikli olarak kadınlar yapmaktadır.
Sürekli olarak erkeğin koruması ve gözetmesi altında olan,’ koruyucu kanatları!’ altına sığınan kadının kendi öz savunmasını kendisinin yapmaya başlaması, öz savunmanın esasta erkek egemenlikli sistemin tüm kurum, oluşum ve yapılanmalarına karşı olması gerektiği bilincini geliştirmektedir. Başlarda YPG bünyesinde örgütlenen kadınların son dönemlerde YPJ bünyesinde kendi özgün özerk örgütlenmelerini oluşturmaları, yine asayiş çalışmalarında kadın özgün örgütlülüklerinin oluşması kadının öz savunmasının gelişmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Çarpışılan ve savaşılan yalnızca Kürt gerçekliğini reddeden, inkâr ve imha siyasetini yürüten güçler değil, aynı zamanda kadını hiçleştiren, nesneleştiren, dört duvar arasına tıkayan, kadını işe yaramaz ve bir an önce ‘başının bağlanması’ gerektiğini düşünen zihniyet yapılanmaları da olmaktadır. Bu anlamda kadının kalkışı çok görkemli olmakta ve kadın esas kimliğine kavuşmaktadır. Tüm kitlesel eylemlere katılımların %70’ini kadınlar oluşturmakta, eylemsellikler kadın öncülüğünde gelişmektedir. Kadınların güçlü katılımı erkeklerdeki pasifizmi, geçmiş baskılardan kaynaklı rejim karşısındaki ürkekliği de kırmakta, erkekleri de daha çok devrime çekmektedir.
Kadın, siyaseti, güvenliği, toplumsal sorunların çözümünü, eğitimi, eylemselliği erkeğin tekelinden çıkarmakta, tüm bölge halkları için asıl devrimin kadın devrimiyle gerçekleşebileceğini göstermektedir. Kadınlarla birlikte toplum da yeni bir öz kimliğe kavuşmakta, varlığını her alanda ortaya koymakta ve özgürlükte ısrarını sergilemektedir. Önder APO; “Ortadoğu mezar içinde mezar, düğüm içinde düğümdür” belirlemelerinde bulunmaktadır. Kadının bu kalkışıyla mezardaki ölü yeniden dirilmekte, binlerce yıllık düğüm yavaş yavaş çözülmekte ve toplum kendisine giydirilen tek renkten sıyrılarak yaşamın tüm renklerine yeniden kavuşmaktadır. Tek rengin yaşama hâkim olamayacağı bilinci gün geçtikçe gelişmekte ve kadın renginin olmadığı bir toplumsal inşanın yine karşıtına benzeşeceğinin bilinci gelişmektedir. Elbette ki bunda Önder APO’nun bu alanda yıllarca harcadığı emek ve çaba büyük bir temel oluşturmaktadır. Yine bu devrimsel sürecin öncüleri konumundaki Rojava Kürdistan’ı katılımlı binlerce şehit yoldaşın özlemleri, hayalleri ve uğrunda kendilerini feda ettikleri özgürlük tutkuları da bu yeniden doğuşun esas temel taşları olmaktadır.
Yani demokratik modernite ekseninde geliştirilen Güneybatı Kürdistan’daki demokratik devrim, demokratik ulus ve demokratik özerklik inşalarının temeline kadın devrimini alarak yürüyüşünü gerçekleştirmektedir. Toplumun krizlerini aşabilmesi ve gerçek bir demokrasi ve özgürlük hamlesi geliştirebilmesi ancak ve ancak kadının “krizli kimlik” halini aşarak, toplumun tüm yaşam alanlarına aktif katılımıyla gerçekleşebilir. Gerçek devrim bu anlamıyla kadın devrimi olmaktadır. Rojava Kürdistan’ın da gerçekleşen esas olarak bir kadın devrimidir.