• KURDÎ
No Result
View All Result
Pajk - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri
    • Resim Galerisi
    • Video
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri
    • Resim Galerisi
    • Video
No Result
View All Result
Pajk - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi
No Result
View All Result

‘KÜRTLERİN DEĞERLERİNE TECAVÜZ EDİLİYOR’

6 June 2012
in DEĞERLENDİRME
A A
Share on FacebookShare on Twitter

Ülkenin dört bir yanında 8 Mart Dünya Kadınlar günü kutlamaları yaşanıyor. Bunun yanında Türkiye ve Kuzey Kürdistan da tutuklamaların ardı arkası kesilmiyor. Pozantı Cezaevinde yaşanan tecavüz skandalına karşı hükümetin çözüm diye sunduğu tecrit uygulamaları.

Tüm yaşananlara karşı medya dünyasının sesi soluğu çıkmıyor. Gündemde öne çıkan bazı konular üzerine Kürdistan Özgür Kadın Partisi bünyesinde yürütülen jineoloji çalışması üyesi Ayten Amed’in değerlendirmelerini sizlerle paylaşıyoruz.
N.E: Türkiye de bir çok kadın siyasetçinin tutuklanmasına ve gözaltına alınmasına rağmen kadınlar 8 Mart’ı görkemli bir şekilde karşıladılar. Kadınların 8 Mart’ı sahiplenmesini neye bağlıyorsunuz?

A.A: Öncelikle bu program vesilesiyle şimdiden tüm kadınların özgürlük ruhuyla karşılayacakları 8 Mart dünya kadınlar gününü kutluyorum. Bunca yönelime karşı kadınların 8 mart kutlamalarına coşkuyla katılmaları ve sahiplenmeleri özgürlük tutkularından kaynaklanıyor. İnsanoğlu yaşamını 4 temel üzerinden yaratır; barınma, üreme, savunma ve açlık. Bunlar tüm canlıların kalıtsal özellikleridir. Toplum bunlardan biri üzerinde herhangi bir saldırı ya da tehlike duyumsarsa bunlara karşı örgütlenme ihtiyacı hisseder. Bu insan topluluklarının en temel özelliğidir. Şimdi Kürdistan ve Türkiye de yaşanan olaylarda hükümeti en çok korkutan nokta da budur. Son dönemde farklı isimler altında bir sürü tutuklanma yaşandı. Son yapılan istatistiklere göre bu dönemde 6 yüz bine yakın insan tutuklandı. Kim bu tutuklular? Toplumun temel ihtiyaçlarına cevap olamayan sisteme karşı örgütlenen ve talepte bulunan kesimlerdir. Hükümet, topluma öncülük eden kesimleri tasfiye ederek toplumu savunmasız bırakmak istiyor. Bu temeller üzerinden tutuklanmalar başladı. Sistem bir noktayı göz ardı etti: direniş! Bundan kaynaklı şimdi ciddi bir boşluğu yaşıyor. Son 8 Mart kutlamaları saldırılara karşı en büyük cevaptır. Toplum kendine karşı bir tehlike hissettiği zaman hızlı bir şekilde örgütlenir.
N.E: Toplumun kendini savunma mekanizmasını nasıl tanımlıyorsunuz?
A.A: Tarihten günümüze kadar devam eden bir gelenektir daha doğrusu toplumun var olması için temel etmenlerden biridir savunma. Bu yalnızca dönemsel ortaya çıkan ya da hükümete karşı gelişen bir refleks veya tepki değildir. Var olma koşuludur. Bizler bunu Öz Savunma sistemi olarak tanımlıyoruz. Bazı şeyler kalıtsaldır ki bir kuşaktan diğerine geçer. İnsan yaşamı tehlikeye girdiği zaman savunma refleksi gelişir, bu kişinin en meşru hakkıdır. Tarihten günümüze kadar sürekli var olmuştur. Belki adı konulmamıştır ancak kişinin en temel ve vazgeçilmez hakkıdır. Rêber Apo gül örneğini veriyor bu konuda. Gülün etrafındaki dikenler onun savunma sistemidir. Her canlının kendini koruma güdüsü, onun savunma mekanizmaları geliştirmesini gerektirir. Toplumda varlığına karşı bir tehlike hissedince varlığını korumak için örgütlenmeye gider.
N.E: Cezaevlerinden bahsettiniz en son Pozantlı skandalı gündemlerde. Taş atan çocuklar olarak tutuklanan Kürt çocukları, cezaevindeki adli tutuklularla aynı koğuşlarda bırakılıyor ve burada taciz ve tecavüze uğruyorlar. Hükümet çözüm olarak mağdur çocukların Sincan Cezaevine nakledilmesini ve tek kişilik hücrelere konulmasını kararlaştırdı. Siz hükümetin çözüm yöntemini nasıl değerlendiriyorsunuz?
A.A: Çözüm yöntemini tartışmadan önce bence o çocukların neden cezaevlerinde olduklarını açmalıyız. Öncelikle hükümetin altına imza attığı bu rezaleti gözler önüne sermeliyiz. Bu durumu dile getirecek rezaletten öte bir kelime bulamıyorum. Hukuk adı altında insanlık dışı müdahaleler yaşanıyor. 12 yaşındaki bir çocuk nasıl cezaevinde tutulabilinir. Bu insanlık dışı bir uygulamadır. Onu herhangi bir durumdan dolayı yargılamazsınız. Çünkü yaşı itibariyle tüm yaptırımlardan muaf tutulmak zorundadır. Türk basınında çok kolay adını koyuyorlar “taş atan çocuklar”. “Tanklara Molotof atan çocuklar” öncelikle çocukların üzerine sürülen tanklardan, toplardan, onları coplayan polislerden bahsedilmiyor. Ancak hukuk devleti daha doğrusu devletin hukuku söz konusu Kürtlerin çocukları olunca halkı gibi çocuklarına da özel bir uygulamaya tabi tutuyor. Çocuklar toplumun geleceğidir. Ancak devlet onları, onlardan büyük suçlarla yargılarsa bu toplumu nasıl bir gelecek bekleyecek? Bu en büyük rezalettir. Hangi ad altında olursa olsun o yaştaki birini dört duvar ardına koyup onları toplumsallığından koparmak hiçbir şekilde ne kanunla ne yasayla izah edilemez. Hukuku yaratanda, devletin resmi ideolojisidir. Bu kadar çocuğun zindanlarda tutulması ve bu uygulamalara tabi tutulması, AKP’e zihniyetinin halkın üzerinde yaratmak istediği korku imparatorluğunun bir ürünüdür.
N:E: Bu yaklaşımı bir kuşağın katli olarak adlandırabilir misiniz?
A.A: :Önderlik bunu bir toplumun katliamı olarak adlandırıyor. Doğru bir kuşak katlediliyor çünkü gelişim çağındaki çocukları bu kadar insanlık dışı muameleye maruz bırakırsanız onların sağlıklı bir gelişimi muhakkak ki olmaz. Ancak başta da belirttiğimiz gibi bu çocuklar toplumun geleceği ve gelecek katlediliyor. Tecavüz kelimesinin kullanılması bile bir kadın olarak beni incitiyor. Kürt halkı olarak yıllardır bizi böyle bir gerçekliğe alıştırmaya çalışıyorlar. Ülkemize, değerlerimize, kültürümüze, yaşamlarımıza ve hayatın her alanına devlet tarafından tecavüz ediliyor yani bu olayı sadece namus olgusuyla sınırlandıramayız. En göz önündeki örnek çocuklarımızın bu kadar sağlıksız koşullarda tutulması ve onların ailelerinden koparılması, geleceğimize yapılmış tecavüzdür. Zaten bu çocuklar öncelikle gözaltında devletin resmi görevlilerinin tecavüzüne uğruyor. Şimdi sanki cezaevlerindeki çocukların birbirlerine tecavüz ettikleri gibi bir görüntü oluşturmak istiyorlar. Ancak devlet bizzat kendi bu yöntemlere başvuruyor. Düşünün, şahsımıza yönelik hakaret yapıldığı zaman bile ne kadar etkileniyoruz. Bir de o yaştaki bir çocuk dört duvar arasında böyle bir yaklaşımla karşı karşıya kaldığı zaman psikolojisi, ruh hali nasıl bir hal alır? Bu uygulamalara sessiz kalan herkes buna ortak olmuş demektir. Susmak kabul etmektir. Yaşananlar insanlık ayıbıdır. Çözüm ne cezaevinin değiştirilmesi ne de o çocuklarının tek kişilik hücrelere konulmasıdır. Hepimiz çocukluk evresini yaşadık. Yağmurlu bir gecede şimşek çaktığı zaman odamızda yalnız kalamazdık ve gider annemizin, ya da bir büyüğümüzün kucağında yatardık. Şimdi birde böyle insanlık dışı bir uygulamaya tabi tutulan çocukların psikolojisini düşünün. Gardiyanın ayak sesleri gelince, demir kapıların ve zincirlerin şakırdamaları duyulunca o çocuklar ne hisseder. Bu çözüm değil yalnızca o çocukları sosyal tecride almaktır.
N.E: Çocukların farklı bir cezaevinde tek kişilik hücrelere nakledilmesi Kürt çocuklarına karşı uygulanan özel savaş yöntemi midir?
A.A: Aynı zamanda bir kuşağın iradesini teslim almaktır. Muhakkak öyledir. Zaten o yaşta toplumdan koparılmaları ve zindanlara konulmaları başlı başına tecrittir. Birde tek kişilik hücrelere alınmaları tecrit içinde tecrittir. Bir insanı toplumsallıktan koparmak demek o kişinin en temel insan haklarından mahrum bırakmak demektir ki bu da hiçbir yasa ve hukuk kuralında yer almaz. Tek kelimeyle vahşettir. İğne ucu kadar vicdan sahibi olan bir insan böyle bir vahşeti kaldıramaz.
N.E: Türk medyasında şimdi cezaevinin değiştirilmesi çözüm yoluymuş gibi yansıtılıyor. Siz medyanın bu yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
A.A: Şimdi dünyanın her yerinde basın 4. Temel güç olarak kabul ediliyor. Basınında kendi çalışma ilkeleri ve ahlaki değer yargıları vardır. Basının temel ilkelerinden biride olay ve olguları olduğu gibi tarafsız iletmektir. Halkın bilgi alma ve gerçekleri öğrenmesini sağlamaktır. Ancak Türkiye de basın ve yayın toplumsal olaylara karşı üç maymunları oynuyor. Görmedim, duymadım, bilmiyorum. Görmemezlikten gelmek olayların olmadığı anlamına gelmez. Basında işlenmemesi, çözüm olduğu anlamına gelmez. Yorumlamamak vicdanların rahat edeceği anlamına gelmez. Hatırlarsanız kısa bir süre önce Türkiye Başbakan’ı tarafından basın çalışanlarına bir toplantı yapıldı. Amaç neydi? Bazı olay ve gerçeklerin basında işlenmesi toplumu güya rahatsız ediyordu ve reflekslere neden olurdu. Basın bundan sorumludur diye kitle iletişim araçlarının yayın politikaları hükümet tarafından belirlendi. Yani kısacası hepsinin nasıl davranması gerektiği, hangi konuları işleyecekleri ve kimleri konuk edecekleri belirlendi. Diyebiliriz ki basın çalışanların kulaklarını çektiler. Kısacası Türkiye de basın susturuldu. Herkesin yayın çizgisi belirlendi. Zaten bağımsız bir yayın çizgisinde ilerlemek isteyen kimselerin başına neler geldiğini hepimiz biliyoruz. En son KCK adı altında yapılan tutuklamalarda onlarca özgür basın çalışanı tutuklandı. Boyun eğmeyenleri de işsiz bıraktılar. Ece Temelkuran, Nuray Mert’in maruz kaldıkları yaklaşımları hepimiz gördük. Hrand Dink niye öldürüldü sanıyorsunuz. Bazı gazetelerin kapatılması da aynı zihniyetin ürünüdür. Bu yöntemlerle basın korkutuldu ve susturuldu. Hükümetin gerçekleri duymaya tahammülü yok. Tehditlerle yürütülmek istenen medyanın gerçekleri işlemesi mümkün değildir. Ancak olması gereken tüm baskılara rağmen basın çalışanları temel ilkelerini unutmamalıdır. Gazetecilik bir yerde risk mesleğidir. Bunun bilinciyle çalışılmalıdır. Egemenlerin denetiminde olmak kendi meslek ilkelerini çiğnemektir ki bu en büyük ahlaksızlıktır. Şimdi yaşanan haksızlıklara karşı Kürtler ve aydınlar dışında ciddi bir muhalefet gelişmemesinin nedeni basının hükümetin belirlediği çizgiyi aşamamasıdır. Bazı kanallar kraldan daha kralcı takılıyorlar. Türk medyasının artık hükümetin sözcülüğünü yapmayı bırakmasını ve halkın taleplerinin gerçekleşmesi için halkın sesine kulak vermesini umut ediyorum.

N.E: Mart ayı vesilesiyle Kadınlar bu dönemi nasıl karşılamalıdır?
A.A: Mart bilindiği gibi mücadelemiz açısından çok önemli bir aydır. Zaten şimdiden kadınlar 8 Mart kutlamalarına katılımlarıyla dönemi nasıl karşılayacaklarını gösterdiler. Bu ayda direniş, mücadele, coşku ve hüzün bir arada yaşanıyor. Bilindiği gibi 12 Mart Kamışlo katliamı, 16 Mart Halepçe katliamı, 21 Mart Newroz kutlamaları ve 28 Mart da başlayan Kahramanlık haftası var. Şimdi gördüğünüz gibi birçok duyguyu bir arada yaşıyoruz. Bu dönemde tüm özgürlük arayışçılarını yeniden anıyoruz. Yüreği özgürlük aşkıyla çarpan tüm insanların önümüzdeki dönemi direnişle ve mücadeleyle karşılayacaklarına ve özgürlük bekleyen bu günlere sahip çıkacaklarına inanıyorum.

Hazırlayan: Nüjiyan Erhan

ShareTweetPin
  • Anasayfa
  • Önder APO
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri

©2020 PAJK Hemû mafên wê parastîne - Ji aliyê Pajk

No Result
View All Result
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma
  • Galeri
    • Video
  • Kurdi

©2020 PAJK Hemû mafên wê parastîne - Ji aliyê Pajk