HAZIRLAYAN: Gulan Botan
Şehbal Şenyurt’la Türkiye’deki kadın kurum ve kuruluşlarını tartıştık. Bizimle Türkiye’de yaşamış ve sistemin kadın için yaratığı zorluklarla bire bir, yüz yüze kalmış bir kadın olarak bu konudaki görüşlerini paylaştı.
– Bize kendinizi tanıtır mısınız?
Ş.Ş: BDP meclis üyesiyim, belgesel film yönetmeniyim. Naçizane, yapabildiğim kadarıyla, insan, doğa hakları, kadın sorunlarına ilişkin çalışmalara aktif katkı vermeye çalışıyorum.
– Türkiye sisteminde, kadın kurum ve kuruluşlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Siz Türkiye’de yaşayan biri olarak yine sosyal ve siyasal alanlarda yer almış sistemin sorunlarını yine kadının yaşadığı zorlanmaları yakından tanıyan bir kadınsınız. Türkiye’de sistemin kadın kurum ve kuruluşları var. Sahip oldukları zihniyet ile sorunlara çözüm olabiliyorlar mı? Ayrıca sistem kadını yaşama katabiliyor mu?
Ş. Ş: Bu konuya birkaç katmandan bakmak belki daha yerinde olacaktır. Bir tanesi gerçekten siyasi mücadele içinde olan grup açısından değerlendirmek gerek. Bir diğeri, kadın olarak sezgide sistemin var olan bir yanlışlığını hissedip, ama bilinç düzeyine çıkarmamış olan var. Yine belki de hiç bunun farkında olmayanlar açısından bakmak gerekiyor.
Öncelikli olarak hiç farkında olmayanlar zaten sistemin kadına biçtiği rolü o kadar içselleştirmiş ki köleliğinin farkında olmaksızın ‘kadınlık budur, mutluluk budur’ kodlamasıyla kendisine verilen rolü en iyi yerine getirme yönünde yaşama devam ediyor. Rahatsızlığı hissedip de kendini örgütleyememiş, kendini bir örgüt içinde var edememiş ya da ulaşamamış olanlar biraz arayış içinde. Fakat bu arayışları nerelerde, nasıl akıtacağını açığa çıkartamadıkları ve nereye nasıl ulaşacaklarını da çok iyi bilmedikleri için çok ciddi bir bunalım ve farkında olmadıkları kendilerini oradan oraya dağıtma halindeler. Bir yandan isyanları var fakat bu isyanı neye dönüştüreceklerine dair bir cevap bulamıyorlar.
Örgütlü olanlar açısından da bakacak olursak; gerçekten Türkiye’de kadın hareketi çok köklü bir harekettir. Bazı açılardan çok bilinmiyor olabilir. Ama yazılı kaynaklara göre 1800’lerin ortalarından itibaren kadın hareketi var. Bu çeşitli aşamalarda ve çeşitli küçük örgütlülükler halinde, bazen de bireysel hareketler ve tarzların öne çıkması şeklinde olmuş.
Bu konuda öne çıkan Osmanlının son döneminde Halide Edip Adıvar vardır. Ayrıca birçok kadın hareketi, birçok kadın farkındalığı gelişiyor. Ermeni kadını, Rum kadını, Türk kadınları… Birçok isim var. Çeşitli yazılar, edebi eserler oluşmaya başlıyor. İlerleyen süreçle ulus-devletin kuruluşundan sonra kadın ağırlıklı olarak modern dünyanın örnek karakteri, örnek kadını diye bir kalıba sokulmuştur. Kadın rolleri sistemin klasik kadın rolleridir, şekli değişiklikler önem kazanıyor. Elbette küçümsememek gerek ama bu biçimsel değişikliklerle sözde özgürleşmiş bir kadın karakteri yaratılmaya çalışılıyor.
Bir süre sonra feminist akımlar yavaş yavaş dünyada ve Avrupa’da yükseldikçe Türkiye’de de etkilenmeler var. Bireysel temelde de olsa var. Sol-devrimci kitle içinde tam bir bilince çıkmasa bile kadın olarak var oluşun sorgulaması yapılıyor. Yine 68 kuşağı açısından Hippy hareketi çok önemlidir. Orada kadın da gerek cinselliği, gerek fiziği, gerek dünyayla olan ilişkileri anlamında özgürlüğünü arar ve bunun kadın gelişiminde önemli bir etkisi vardır. Mesela kadının müzikle olan ilişkisi, dünyayla olan, toplumsal cinsiyet rolleri ile ilişkisi ciddi bir dönüşüm geçirir. Türkiye’de örgütlü feminist hareket biraz 68 kuşağının 70’lerin sol hareketlerinin etkisinde gelişiyor. Ama bunların paralelinde kadınların hep bir sorgulaması vardır. Fakat hiçbir şekilde kuvvetli bir kendini koyuş, kendini hissettiriş açığa çıkarmış değil. Daha dar, kendi içinde tartışmalarla açığa çıkıyor. 1980 darbesi sonrası çalışmalarda bu kadınlarda sol hareket itibariyle gittikçe yoğunlaşıyor. Mesela gerçekten, feminist hareket sosyalizmi, sosyalizmdeki kadının rolünü sorguluyor. ‘Kadınnasıl kendi özgün kimliğini, özgün mücadelesini geliştirebilir’ sorgulamasını yapıyor. Bu konuda çokça manifestolar, ilkeler geliştiriliyor. Felsefi olarak güçlü bir akım halinde olmasına rağmen halklaşamadığı için, toplumla çok fazla buluşamadığı için dar kalıyor. Tam elit de demeyelim aslında çünkü eliti de sorguluyor, feminist hareket. Bunun için örgütlemedeki darlık,halklaşamama diyelim. Veya metodolojideki sıkıntılardan kaynaklı sorunlar…
Solda bu mücadele sürerken tabi sistem içinde, ulus-devlet/erkek egemen yapılanmalarda tıkanmalar belirginleşmeye başladığında, bir açılım ihtiyacı ortaya çıktığında kadın sistemin kullanacağı bir araç şeklinde öne sürülüyor. Kadını da sistemin bir parçası olarak yükseltmek şeklinde gelişiyor. Bu nedir? Erkekleşen kadın, aslında köleliğini devam ettiren sistemle özdeşleşen, fakat biçimsel olarak erkekleşerek özgürleşmiş kadın figürü beslenmeye başlıyor. Nitekim Türkiye’de kadın başbakan bile oldu. Ama tam erkek ötesi faşizan bir yaklaşımla başbakan oldu. Onun da bu ülkeye neler getirdiğini hepimiz biliyoruz.
– Erkek zihniyetiyle gelişen bir kadın tiplemesi mi?
Ş. Ş : Evet, kadın bedeninde eril zihniyet. Hani onların da kurumları, dernekleri oluştu. Bunlar, elbette ki sistemin kadını görme modelini pekiştiren dernekler ve kurumlaşmalar. Nedir?Annedir. iş kadınıdır, yarışmacıdır! Kendini ispata dönük ve kariyeristtir!Tam da sistemin görmek istediği kadın vardır. Özellikle de son yıllarda bu AKP ve neo-liberal politikaların yerleşmesiyle‘evet kadınlar da her alanda olmalı’ söylemi devam ediyor. Fakat nasıl? Evde çocuklarına bakan, iyi bir anne olan, ondan beklenen davranışları gösteren, korunması gereken tarzda bir kadın sembolü üzerinden kurumlaşmalar oluştu. Tüketim ekonomisinin, iktidarcı zihniyetin korunmasının garantisi olacak bir gelecek yaratan insanlar yani. Özetle; sistemin kurduğu kadın dernekleri ve kadın kurumları; kadını kaç bin yıllık rolüne kilitlemek hem de sanki özgürlük veriyormuş gibi o kilitleri açıyormuş gibi görünüp biçimsel dönüşümü ifade edecek tarzda örgütlenmeler oldu. Bu en açık haliyle yasal süreçlerde ortaya çıktı. Bir dönem özellikle feminist kadın örgütleri tarafından çok ciddi mücadeleler yapıldı. Hala da devam ediyor. Yasalardaki kadının ifade biçimi açısından bütün feminist kadın grupları, sol kadın grupları, demokrat kadın grupları bu yasanın oluşması için büyük mücadeleler verdiler. Tek bir kelime için bile büyük çabalar gösterildi. Fakat sonra ne oldu?Sistem, AKP hükümeti tek kadın bakan olan aileden sorumlu kadın bakan atadı! Ama işler nasıl yürüyor?Yasalar erkek bakanların süzgecinden geçerek çıkıyor! Nitekim bütün kadınların antlaşmasıyla ortaya çıkan yasal yapılanma daha sonra bakanlar kurulunda vs. tartışılarak tamamen budanmış haliyle eskisinden daha kötü bir şekilde önümüze çıkıverdi. Bütün kadın örgütlerinin çalışmaları da boşa çıkmış oldu. Bu da kadın bakanın yönetiminde yaptığı bir yasa!
– Yani sistem zihniyetiyle gelişen kadın çalışmaları, kadının lehine değil aleyhine oldu. Öyle mi?
Ş.Ş:Evet. Bütün dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de kadın mücadelesi gerçekten çok zor ve katmanlıdır. Feminist kadınlar ve demokrat kadınlar bir yandan sadece kadın mücadelesiyle uğraşıyorlar. Ama bir diğer yandan toplumun diğer demokratik sorunlarıyla da uğraşıyorlar. Tek başına kadın mücadelesi yürümüyor, toplumla kadın mücadelesi yürüyor. Fakat burada çeşitli örgütsel zaaflar söz konusu oluyor. Sistemin gücü çok, mücadele eden kadın bir kat tuğla ekliyorsa sistem yirmibeş kat tuğlayı yıkıyor. Mücadele yok değil var, fakat çok güçlü değil.
Öte yandan Kürt kadın hareketi ise; çok özgün bir örnek olarak açığa çıktı. Bu durum Türkiye’deki feminist kadın hareketlerini, örgütleri, demokrat kadın örgütlerini çok etkiledi. Kürt Kadın Özgürlük Mücadelesi doğrudan sistemin köleleştirmesi üzerinden olaya baktığı için çok başka tartışmalara neden oldu. Şimdi yeni gelişen süreçle gerçekten çok iç içe gelişmeler oluyor. Geçmişteki feminist kadın hareketlerinde de Kürt kadınları vardı. Feminist harekette de Kürt kadın hareketiyle birlikte çözüm bulma yönünde eğilimi vardı. Şimdi ağırlık gösteren ise bu mücadelenin kadınlarıdır. Bu önemli bir noktadır.
– Ortadoğu Kadın Konferansı yapıldı. Bu gelişimin dayandığı belli bir zemin olması gerekiyor. Siz bunu Türkiye açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? Yine bundan önce, AKP’li kadın bakanının kadın ölümlerine karşı geliştirdiği çözüm yöntemleri vardı. Bunlar da kadın cinayetlerini durdurmak yerine resmileştirdi desek sanki daha yerinde olacak. Söz konusu kadın bakana göre kadın bir yere tıkanıyor, erkek de onu avucundaymış gibi gidiyor bulup öldürüyor! Ama Ortadoğu Kadın Konferansı’nda bu ve daha farklı konular da ele alındı. Yani sistemin karşısında sadece Kürt kadını değil, kadınların sistemler karşısındaki duruşu sorgulandı. Türkiye sisteminde yaşayan ve sorunlarla bire bir yüzleşen bir kadın olarak bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ş.Ş: Gerçekten Ortadoğu kadın konferansı çok önemli bir çalışma oldu. Bütün Ortadoğu coğrafyasında kadınların yaşadığı sorunları çözme yönünde ortak irade kararlaşması olması anlamında çok önemlidir. İkinci bir nokta ise gerçekten Türkiye’ye baktığımızda, Türkiye’ye bir örnek örgütlülük teşkil etti. Neden? Biraz önce söz ettiğim belki de eksik bıraktığım nokta, Türkiye’de kadın hareketleri ağırlıklı olarak batı felsefesinin etkisinde gelişti. Daha çok batılı yaklaşımlar üzerinden politikalar üretildi. Halbuki, Ortadoğu coğrafyası, Mezopotamya coğrafyası gerçekten dünyaya çok farklı boyutlardan çözümler sunan bir coğrafyadır. Gerek kadın sorunları gerekse de demokratikleşme açısından eril sisteme karşı mücadele metotlarının farklılaşması yönüyle yeni bakışları katabilecek bir çerçeve oluştu.
Bu anlamda Afganistan’dan tutalım, Tunus’a yine Filistin kadınından tutalım Kürt kadınına yani bu coğrafyada yaşayan tüm kadınların ortak karar veriyor olması tabi ki batılı perspektifle bakan kadın hareketi açısından çok yeni bir görme biçimidir. Bunun çok geliştirici olacağını düşünüyorum. Önemi sonuçlarının da ilerleyen süreçlerde daha iyi ortaya çıkacağına da inanıyorum.
Sonuçta bütün dünya kadınlarının sorunları ortaktır. Yani kapitalist modernitenin insanları köleleştirmesi, özellikle kadını kat be kat köleleştirmesi gerçek sorundur. Biz kadınlar olarak binlerce yıl önceki kaybettiğimiz değerlerimizi yeniden bulmaya, açığa çıkarmaya, yaşamsallaştırmaya çalışıyoruz. Dünyanın neresinde olursa olsun, iktidarcı, hiyerarşik, türcü yaklaşım yani evrenin bütünlüğünün zedelendiği evrensel bütünlüğe hiyerarşik bir perspektifle bakılarak erkek egemen sistemin dominant olduğu bir yaşam biçimine karşı mücadele sürdürüyoruz. Bu ne demek? Doğadaki en küçük varlığın en insan zihniyle önemsiz gibi görünen varlığın bile öneminin hissedilmesi demektir. Yani birbiriyle dayanışma, yarışma değil!Dayanışma, her yerde bunu özellikle vurguluyorum. Kadın felsefesinde dayanışma ağırlıklıdır. Komünal yaşamın kurucusu kadındır. Neolitik dönemlerde komünal yaşam sürerken, eril sistem öne çıkmaya başladığında ‘türcülük’ dediğim, bütün doğa içinde insan türünün merkeze koyarak ve yine insan türü içinde de egemen erkek hegemonyasıyla giderek kadının dilini ve üslubunu ortadan kaldırdı. Bu da bizi bugünün ulus-devletine, bugünün köleci sisteme getiren adımlar oldu. Dolayısıyla kadının örgütlenmesi ve dünya kadınlarının sorunlarının ortaklığı buralarda yatıyor. Kadın cinayetleri de kadının emeğinin sömürülmesi de bu konularla ilgilidir.
Dünya kadınlarının sorunlarının aslında ortak olduğu bilgisini açığa çıkarırsak bütün kadın hareketleri, temelde bu köleliği kırmak yönünde ortak metodoloji geliştirebilirler. Ortadoğu Kadın Konferansı belki de bunun bir başlangıcı oldu. Umuyorum bu daha da gelişecek bütün dünyada. Diğer deneyimleri de buna katarak halka halka gelişecek.
Aslında dünyanın her yerinde bu mücadele vardır. İskandinavya ülkelerinde, Latin Amerika ülkelerinde, Kanada’da, Kuzey Amerika’da, Asya ülkelerinde her yerde bir kadın perspektifinin yükselmesi yönünde çabalar vardır.
Sayın Abdullah Öcalan’ın vurgusu çok önemli oluyor burada“21. Yüz yıllı kadın yüz yılı olacaktır.” Bunun görünür ipuçları çok var. Dolayısıyla bu bütün dünyadaki bütün çabaları birbiriyle ilişkilendirmek, birbirileriyle koordineli bir çalışmalar silsilesi halinde genişletmek çok önemli bir süreç olacaktır…