ABD İSTEDİ, NAİROBİ’YE GÖTÜRÜLDÜM
Kenya’ya götürülmemi, ABD Atina Büyükelçisi Nicholas Burns’un Simitis ve Pangalos’tan istediği sonradan ortaya çıkacaktı. İsviçre’den geldiği belirtilen NATO Gladiosu veya CIA’in ayarladığı kuvvetle muhtemel olan bu gizli uçak, 2 Şubat (1999) günü Saat 11.00 sıralarında Nairobi havaalanına indi. Kenya Büyükelçisi Kostoulas, beni karşılamaya geldi ve rahatlıkla havaalanından aldı. Gümrük geçişini de tamamen elçinin kendisi yaptı. Daha sonra arabasına bindik ve gittik.
KOSTOULAS ZATEN NATO GÖREVLİSİYMİŞ
Sonradan Büyükelçi Kostoulas’ın uzun yıllar NATO bünyesinde görev yapmış bir diplomat olduğunu öğrenecektim. Kostoulas, havaalanındaki karşılamada, “NATO’da 20 yıldır sürekli seni araştıran birimin başındayım. Seni gökte ararken yerde buldum” demişti. Ortaya çıktı ki, bu süreçte NATO’nun özel operasyon birimi tarafından kontrole alınma durumum vardır.
KENYA BİÇİLMİŞ KAFTANDI
Yunanlı yetkililerin beni tutuklamaları gerekirken, Kenya’ya göndermeleri neyin nesiydi? Çünkü Kenya, sonraki teslim operasyonu için biçilmiş bir kaftandı. Kenya’ya yollanmamın kendisi bile açıkça komplo bağını gösteriyor. Neden direkt Güney Afrika Cumhuriyeti değil de Kenya? Çünkü orası, ABD’nin tam kuklası bir rejimdir; CIA ve İsrail ajanlarının elindedir. Teslim planı için buradan uygun bir yer olabilir miydi? Bir Mandela-Güney Afrika Cumhuriyeti, böylesi komplolara düşmezdi…
AYNI GÜN CIA İLE MİT GÖRÜŞÜR
Yine aynı günün (4 Şubat 1999) akşam saatlerinde, bir CIA elemanı, Türkiye’nin MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’a bir konuda görüşme isteğini bildirir. Görüşmeyi kabul eden Atasagun’un evine üç Amerikalı gider. Bunlardan birisi zaten hep görüştükleri CIA’nın İstasyon Şefidir. Diğer ikisi ise bu haberle ilgili görev için yurtdışından gelmiş iki kontra-terör uzmanıdır. CIA yetkilisi, yakalanmam için Türk yetkililerine Amerikan Başkanı Clinton’ın emriyle destek ve müşterek operasyon önerisi yapar. Öneri, Türk yetkililerce kabul edilir. O dönem Türkiye Başbakanı olan Bülent Ecevit, kaçırılmam sonrası gazeteci Sedat Ergin’e yaptığı bir açıklamada, “4 Şubat’ta bize Öcalan’ın Afrika’dan alınabileceği haberi geldi. Onun üzerine bu mekanizma harekete geçirildi” demiştir. Bu yeni gelişme karşısında Cumhurbaşkanı Demirel, gece yarısı Çankaya Köşkü’nde devletin zirvesini toplama kararı alır…
İMRALI’DA HAZIRLIKLARA BAŞLANIR
Nitekim aynı tarihten itibaren Türkiye harekete geçerek, bir operasyon ekibi oluşturur. Tam da bu tarihte (4 Şubat 1999) Marmara Denizi’ndeki İmralı yarı açık cezaevi boşaltılarak Genelkurmay’a devredilir. Adanın etrafı, askeri bölge ilan edilir ve tadilat adı altında, özel olarak tek kişinin kalacağı şekilde İmralı Cezaevi’nin yeniden inşasına başlanır…
KENYA’DA HER GÜN BASKI
Kenya’ya ilk ayak bastığım 2 Şubat gününden itibaren, her gün Kostoulas’ın evinden çıkmam yönünde baskılar artarak devam ediyordu; özellikle 4 Şubat-15 Şubat arası. Sürekli dışarıya çıkmaya zorlanıyordum; bir ara Kenya’daki bir papazın evine yerleşmem istendi. Yunanistan’ın sorumluluğu ve güvenliği altında olduğumu hatırlatarak bunu reddettim. Bir başka sefer, Yunanlı olduğu söylenen Kenya Sağlık Bakanı’nın evinde kalmam istendi. Bu öneriyi de can güvenliği açısından sakıncalı görerek kabul etmedim. Buradan da ortaya çıkıyor ki, aslında ilk olarak imham planlanmıştı; bu olmayınca İmralı planı devreye konuldu. Seyşel Adalarına götürüleceğime dair öneri kararlaştırılır. Bu öneri direkt Stavrakakis tarafından getirildi. Seyşeller için bir işadamını da devreye koydular. Yorgos Panos isimli bu işadamı yanıma gelerek, “Ben Seyşelleri çok iyi biliyorum. Sana pasaport verirler. Hatta diplomatik pasaport verirler” diyordu. Bunun çalışmaları 5-6 gün devam etti. Hatta 12 Şubat’ta hareket edeceğimiz söylendi. Daha sonra kendileri teknik nedenle bunun olmadığını belirttiler. Nihayetinde bir pasaport gelmedi. Bunun da bir oyalama olduğu ortaya çıkacaktı.
TÜRK UÇAĞI UGANDA’YA İNER
8 Şubat 1999 günü Saat 15.00 sıralarında, Büyükelçi Kostoulas, yardımcısı Yorgos Diakofotakis’i Kenya Dışişleri Başkanlığı Genel Sekreteri Kathourima’nın isteği üzerine yanına gönderir. Türkiye bu sırada beni Nairobi’den almak üzere gönderilecek uçağın hazırlıklarını yapmaktadır. Uçağın rotası belirlenmiştir. Bu uçak, 10 Şubat 1999’da İstanbul’dan kalkarak yerel saatle 16.00 sularında Uganda’nın Entebbe havaalanına iner. TC-CAG tescil işaretli Fransız Dassault imalatı Falcon 900B tipi bu uçak, Türk işadamı Cavit Çağlar’a aittir. Nergis havacılık şirketinin uçak filosunda yer alan uçağın özelliği ise hiç durmadan yedi saat yolculuk yapabilecek kapasitede olmasıdır. Uganda yetkilileri ile yazışmayı, Türkiye havaalanlarında güvenlik konusunda hizmet veren Gözen Havayolları yetkililerinden Mehmet Dülgeroğlu yapmaktadır. Dülgeroğlu, Entebbe havaalanı yetkililerine bir mektup gönderir. 9 Şubat tarihli mektupta şu bilgiler yer almaktadır: Operatör: Nergis Havayolları, Uçak tipi: Falcon 900B, Numarası: TC-CAG, Amacı: İş için-özel uçak. Mehmet Dülgeroğlu, uçak ve yolcular hakkında bilgiler verdiği mektubunda uçakta yer alan kişilere yardımcı olunmasını, söz konusu kişilerin vize işlemlerinin de orada halledilmesini ister. Dokuz kişilik operasyon ekibinde, Atilla isimli kaptan pilot, Sadık Sindal ve Yalçın Bal isimli iki mürettebatın dışında; beş MİT mensubu ve bir askeri tabip yer almaktadır. Türk işadamı heyeti (Muz tüccarları) görünümündeki operasyon ekibi, Amerikalılarla anlaştıkları üzere Kenya’nın kuzey komşusu Uganda’nın başkenti Kampala’ya giderek, beş günlüğüne Entebbe Lake Victoria hoteline yerleşerek Kenya’dan gelecek haberi beklerler.
BÜYÜKELÇİLİKTEN ZORLA ÇIKARILMA DEVREDE
Operasyon ekibindeki bazı isimlere ilişkin bilgiler, Uganda’da yayınlanan New Vision gazetesinde, “Entebbe havaalanındaki uçakta yer alan Türklerin isimleri” başlığı ile yayınlanır. Bu tim; Genelkurmay Özel Kuvvetler Birliği’ne bağlı bir tuğgeneral, bir albay ve Gülhane Askeri Tıp Akademisinden bir subayın da yer aldığı yedi kişiden oluşmaktadır. Ancak içlerinden birisinin ismi yabancıdır; Gelar Rahim Reha, Naki Kor, Hakan Yiğit, Murat Gürlay, Onur Ateş, Ali Sevgili ve Barış Tayfun. Bunları sonradan İmralı sürecinde öğrenecektim. Haber geldiğinde Kenya’ya hareket edecek bu uçağın o zamanki gerçek öğeleri silinerek sahte Malezya bayrağı ve öğeleriyle donatılacaktı. Aynı gün (10 Şubat 1999) Büyükelçi Kostoulas ve işadamı Yorgos Panos da Kenya Büyükelçiliği konutuna gelerek, beni bir kez daha Seyşeller planı adı altında elçilikten dışarı çıkmaya ikna etmeye çalışıyorlardı. 13 Şubat 1999 sabahı yeni bir gelişmeye uyandık. Tüm bu güvence taleplerim ve ısrarla elçilik konutundan çıkmama kararlılığım üzerine, zorla dışarı çıkartma girişimleri devreye konulacaktı…
ABD KOORDİNATÖRLÜĞÜNDE YASADIŞI KAÇIRILMA
15 Şubat 1999 sabah saat 08.00’de, Kenya Dışişleri Protokol Şefi, elçilik binasına gelerek Büyükelçi Kostoulas’ı, Dışişleri Bakanlığı Daimi Sekreteri Kathourima’nın yanına götürür. Büyükelçi Kostoulas odaya girdiğinde, Kenya İstihbarat Şefi Noan Arap Ta da orada bulunmaktadır. Yeni bir durum değerlendirmesi yapılmaktadır. ABD koordinatörlüğünde; Kenya Dışişleri Bakanlığında, Yunan (Pangalos ve Kostoulas şahsında) ve Kenya hükümetlerinin (Kathourima ve Noan Arap Ta şahsında) yasa dışı kaçırılmamla ilgili son bir durum değerlendirmesi yaptıkları, bunun sonucunu da 4 Şubat’tan beri hazırlıklarını yapmış olan Türk hükümetine bildirdikleri anlaşılıyor. Nitekim ortaya çıktı ki, Büyükelçi Kostoulas’ın Kenya Dışişleri Bakanlığında bu görüşmeleri yaptığı sırada, Uganda’nın Entebbe havaalanında beş gündür bekleyen ve içinde Türk ekibinin yer aldığı uçak Kenya/Nairobi havaalanına gelmek için işaret bekliyormuş. Nitekim bu görüşmenin ardından Uganda’da bekleyen Türkiye’ye ait uçak, aynı gün saat 11.00 civarında hareket işareti almıştır. Ardından bu uçağın belirleyici öğeleri hemen silinip, yerine sahte Malezya bayrağı ve öğeleri yerleştirilir ve saat 13.55 sıralarında, Nairobi Jomo Kenyatta havaalanına doğru yola çıkılır.
Nairobi havaalanına inen uçak, burada beklemeye başlar. Her şey önceden hazırlanmıştır. Anlaşma gereği, Türk ekibi uçaktan ayrılmaz. Yunanistan Büyükelçisi Kostoulas da yanına Kalenderidis’i alarak beni elçilikten çıkmaya ikna edecek, kapıdan çıktıktan sonra da Kenya yetkilisi Noan Arap Ta ve emrindeki polislerce kaçırılarak, havaalanında bekleyen Türk timine teslim edilecektim. Gizli anlaşmanın bu şekilde olduğu gelişmelerle ortaya çıkacaktı.
DİREKT VE DOĞRUDAN UÇAĞA GÖTÜRÜLDÜM
Nitekim Büyükelçi Kostoulas, Kenya yetkilileri ile görüşmede yapılan anlaşma gereği, kendisine verilen görevi uygulamak için saat 16.30’da büyükelçiliğe dönecekti. Kenya hükümeti plakalı beş araba, üç Land Rover tipi cip, saat 18.00 sıralarında, tam 14 gündür bulunduğum, Büyükelçi Kostoulas’ın evinin bahçesine park etti. Beni cip ile zorla kaçıranlar, Kenya güvenlik ve istihbarat yetkilileriydi. Arabadakilerin hepsi siyahi adamlardı; dört kişiydiler. İlginçti; havaalanına vardığımızda, herhangi bir polis veya kontrol noktası da yoktu. Havaalanına direkt girdik ve doğrudan uçağa götürüldüm. Bu da her şeyin önceden planlandığının bir başka işaretiydi. Siyahi adamlar arabayı, havaalanında bekleyen uçağın kapısına dayadılar. Uçağın etrafındakilerin hepsi silahlıydı. Sivil giyimli; kimilerinin siyah gözlüklü, kimilerinin de yeşil gözlü, sarışın-kumral, iri yarı-uzun boylu olan bu şahısların, ellerinde otomatik tüfeklerle tertibat aldığını fark ettim. İsrailli de olabilirler ama daha çok Amerikalılara benziyorlardı. Bunların CIA ve MOSSAD elemanları olmaları yüksek bir ihtimaldi.
TÜRKLER SADECE UÇAĞIN İÇİNDEYDİLER
Uçağa binme anına kadarki bölümde Türkler yoktu. Türkler, uçağın içindeydi. Bu uçağa girer girmez, içindeki Türk Özel Timi, bir şey demeden üzerime çullanıp, beni yere yatırdı. Üzerimdeki her şeyi alıp, bantlarla her tarafımı bağlayıp, gözlerime de aynı kalın bantları yapıştırıp uçağın arkasına bıraktılar. Bilincim artık neredeyse tamamen gitmişti, yürüyecek durumdaydım ama düşünecek durumda değildim. İki saat sonra uyandım. Uçak iki defa indi; biri Mısır, diğeri ya İsrail ya da Kıbrıs’tı. Gemiyle 4 Şubat’ta boşaltılıp, benim için özel olarak inşa edilen tek kişilik ada hapishanesine getirildiğimde ise 16 Şubat sabahıydı. Aynı gün (16 Şubat 1999) Başbakan Bülent Ecevit, Türkiye’ye getirildiğimi kamuoyuna açıklayacaktı…
İLK TAVRIM KONUŞMAMAKTI
Uçakta gözlerimin ilk çözülmesiyle söylemek istediğim şuydu: “Bu başarı sizin değildir. Size dostluk yaptıklarını söyleyenler, dürüst davranmıyorlar. Bu oyunu her iki tarafa da oynamak istiyorlar. Ben hiçbir zaman Türklük düşmanlığı yapmadım. Ana tarafından kan bağı bile vardır. Barış ve kardeşlik tek doğru yoldur. Bundan sonra mücadelemi bu temelde yürüteceğim kesindir.” Aslında ilk tavrım sonuna kadar konuşmamaktı…
KOMPLOYU BOŞA ÇIKARMAK İÇİN YAŞAMAK
Hemen anlaşılıyordu ki, konuşmama tutumu komplonun olduğu gibi gizli kalmasına yol açardı. Ölümüm üzerine kurulan komployu detayları ile açıklamak ve boşa çıkarmak için yaşamak, daha doğru olanıydı. Her şey ölümüme göre ayarlanmıştı. Komployla, histeri düzeyine varan Türk şovenizmine beni havadan bir paket gibi sunarak, tam bir 20. yüzyıl ‘Roma arenasında aslana yedirme’ oyunu hazırlanmıştı. Ölümüm üzerinden elde edilmek istenen sonuç, ‘kaybetmiş bir Türkiye, kaybetmiş Kürtler’ olacaktı. Komployla onlarca yıl sürecek bir çatışma sürecini yaratmak istemişlerdi. Asrın en büyük ihanetlerinden birisi, kendini halen dost, özgürlük yanlısı gibi gösterirken; en mazlum ve kahramanlığa layık tavrın sahipleri, acımasızca yok edilecek ve unutturulacaklardı…
İMRALI KİMİN SİSTEMİDİR?
İmralı sistemi, kapitalist dünya/sistemin bana özel olarak inşa ettiği, hukuk ve yasaların nüfuz etmediği bir iradeyi zayıflatma, zamana yayarak çürütüp teslim alma alanı olarak tasarlanmıştır. Bunun için idam tehdidi dâhil, sağlığımı zaman içerisinde bozan ağır nemli ortamda, tecrit (dışarıyla tüm bağımın koparıldığı mutlak tecrit ortamı); bazen fiziki (Saç kazıtma, kimi aramalarda zorla yere yatırarak öldürme tehdidi) ve genelde psikolojik (24 saat kamera ve mazgal deliğinden gözetleme, mazgal kapısını açıp kapayarak gürültü çıkarma, alanı daraltıp nefessiz bırakma, hücre içinde hücre cezaları verme) işkence yöntemleri uygulandı. Örneklerle anlatmak istediğim, bu hapishanede uluslararası hukuk ve Türkiye yasalarının geçerli olmamasıdır. Hem hapishane koşulları hem de ilk olarak bana uygulanan hukuk dışı kaçırma boyutuyla İmralı hapishanesinin ilk Guantanamo olarak (Proto Guantanamo) devreye konulduğunu söyleyebilirim. Bu sürecin başından beri inisiyatifin ABD’de olduğu, İngiltere ve İsrail’in de önemli rol oynadığı; NATO Gladiosu, CIA, MOSSAD, MI6, Türkiye MİT’i ve Yunan istihbaratının işbirliğiyle kaçırıldığım bir gerçek…
ULUSLARARASI KOMPLUNUN MAHKUMUYUM
İlk çivi Moskova’da çakıldı; ihanetin yılan soğukluğunu yaşadım. İkinci çivi Roma’da çakıldı; kapitalizmin ince oyunlarına karşı onurdan vazgeçmedim. Üçüncü çivi Atina’da çakıldı; eşi görülmemiş dostluğa bir ihanet karşısında adeta dilim tutuldu, felç oldum! Dördüncü çivi Nairobi’de çakıldı; idam cezasıyla arandığım Türkiye’ye teslim edildim. ‘Çar mih (dört çivi) komplosu’ sonucu, Marmara Denizi’ndeki İmralı tek kişilik ada hapishanesine -Hades mezarlığına- konulup, çarmıhta ölme (idam edilme) beklentisi içine alındım. Dolayısıyla Türkiye’nin değil, uluslararası komplonun mahkûmuyum…
DEMOKRATİK MODERNİTEYLE YANIT VERİYORUM
İmralı’da geliştirdiğim demokratik çözüm ve barış süreciyle onların imha planlarını boşa çıkarttım. İdam cezası kaldırıldı ama ölünceye kadar, ağır tecrit koşullarında, zamana yayılmış ve azar azar ölüme götürecek, idamdan da beter ‘ölüm koridorunda’ tutulmaya devam edecektim. Halen içinde tutulduğum bu statü, mutlak tecrit uygulamalarıyla sürdürülmektedir. Bu koşullarda bile, iğne ucu kadar olanakları değerlendirerek geliştirdiğim savunmalarımla, komplocu kapitalist modernite dünya/sistemine alternatif olarak geliştirdiğim demokratik modernite dünya sistemiyle yanıt olmayı başaracaktım. Böylece uluslararası komployu, teorik düzeyde aydınlatma, teşhir ve boşa çıkarma sağlanmıştı, ama pratikte demokratik çözüm ve barış için çabalarımı sürdürecektim.
SAVUNULMASI GEREKEN HALKIMIZIN KOLEKTİF HAKLARIDIR
Türkiye ve bizim üzerimizde oynanan oyunlara karşılık olarak biz, demokratik hukuk çizgisini, meşru savunma anlayışını oturtmaya çalıştık. Kürtleri bu temelde birliğe çağırıyorum; söze, güce davet ediyorum. Kürtler beni düşünerek değil, kendilerini düşünerek komployu iyi çözmeli ve bunun hesabını sormalıdırlar. Oyun içindesiniz, bunun bilincinde olmanız gerekiyor. Komplo, sadece PKK için değil, bütün Kürtler için önemlidir. Acınacak durumda olan ben değil, halkımızdır; savunulması gereken bireyin (Öcalan’ın) hakkı değil, halkımızın kolektif haklarıdır. Herkesin somut konumu ve görevi vardır; ben böyle istiyorum diye değil, yurtseverlik ve özgürlük görevleri için çalışılmalıdır.
KOMPLOYU BOŞA ÇIKARMAYA ÇALIŞIYORUM
Fiziki yaşamın bir önemi yok; gün gün, saat saat zaten ölüyoruz. Ama ülke için; Türkiye, Mezopotamya ve Kürdistan’da özgür yaşama aşkım var! Özgür yaşama aşkıdır ki, buradaki kıt imkânlarla iğne ucuyla kazar misali, tarihi uluslararası komplo karanlığını aydınlatmaya; demokratik çözüm, onurlu barış çizgisiyle de komployu boşa çıkarmaya çalışıyorum. Tarihi bir komployla karşı karşıyayız; komployu boşa çıkarmanın yegâne yolu, tüm düşmanlaştırma girişimlerine rağmen halkların demokratik birliğini geliştirmektir.
DEMOKRASİYİ OYUN OLMAKTAN ÇIKARALIM
Bu vesileyle ülke aydınlarına da sesleniyorum: Kapitalist hegemonyanın kendisine maske rolü vererek tekelinde tuttuğu demokrasiyi, bir oyun olmaktan çıkaralım; onurlu yaşam ve onurlu birliktelik esasları üzerinden biz kuralım. Demokratik çözüm temelli barış için üzerime düşeni yaptım, sizleri de tarihi sorumluluğunuzu yerine getirmeye davet ediyorum. Uluslararası oyunlara ancak bu temelde araç olmaktan kurtarabiliriz kendimizi…
Önderlik Savunmalarından Alınmıştır