GİRİŞ
Bugün “Toplumsal Doğa ve Uygarlık” dersimize başlıyoruz. Ders, esas olarak Önderliğimizin son beş ciltlik savunmalarından 1. cildi oluşturan Uygarlık kitabı temelinde ele alınacaktır. Elbette Önderliğin tüm savunmaları birbirleriyle bağlantılı ve tamamlar niteliktedir. Bu nedenle toplumsal doğa ve uygarlık konusunu ele alırken, diğer ciltlerde ve kitaplarda yine bu konuyu içeren analiz ve değerlendirmeler de içinde yer alacaktır. Yani bu ders esasta tüm kitaplarda Önderliğin bu konuda değerlendirdiği görüşlerinin bir bütünlüğü temelinde işlenecektir. Bu dersten sonra “Kapitalist Modernite” ayrı bir ders olarak ele alındığı için, kapitalizme kadar olan bölüm ele alınacaktır. Bu biçimiyle uygarlığın en son aşaması olan kapitalist moderniteye kadar olan insanın ve toplumunun tarihsel gelişim seyrini irdeleyeceğiz.
1- TARİHİ NASIL YORUMLAMALIYIZ?
Öncelikle tarihe yaklaşım konusunu ele alacağız. Önderliğin tarihe yaklaşımı nedir, genel anlamda uygarlığın tarih yaklaşımı nedir? Her ideolojinin, her düşüncenin bir tarih bakış açısı vardır ve tüm düşünceler kendi ideolojilerine göre tarihi yorumlayıp ele alırlar, tarihe yaklaşım üzerinden de ideolojilerine yön verirler.
Tarihe yönelik çok değişik bakış açıları ve değerlendirmeler bulunmaktadır. İnsanlığın kendi farkına varmasından bu yana insanlar geçmiş zamanlarda neler olmuş, neler yaşanmış, insanlar nasıl hareket etmiş, nasıl bir gelişim sergilemiş bunları anlayabilmek için birçok araştırmalar yapmıştır. Özellikle 17. ve 18. yüzyıllardan sonra tarihi süreçler üzerine araştırmalar yapan birçok bilim dalı da oluşmuştur. Tarih biraz bu bilimlerin ortaya çıkardığı sonuçlar üzerinden gün yüzüne çıkmakta, tarihin gerçeklikleri anlaşılmaktadır.
Bu bilim dalları nelerdir; birincisi arkeolojidir (tarih öncesi ve eski çağlardan kalma eserleri tarih ve sanat bakımından inceleyen kazı bilimi), bir diğeri antropolojidir (insan bilimi, insanın kökenini, evrimini, biyolojik özelliklerini, toplumsal ve kültürel yönlerini inceleyen bilim), bir diğeri etimolojidir (dil bilimi, bir kelimenin kökenini inceleyen bilim), etnoloji (etnik kökenleri inceleyen bilim dalı, insanların ırklara ayrılışını, bunların nereden çıktığını, oluşumunu, yeryüzüne yayılışını, aralarındaki nitelikleri inceleyip karşılaştıran bilim), paleontoloji (jeolojik devirlerde yeryüzünde yaşamış varlıkları inceleyen bilim dalı, eski insanları inceler bilim dalı)’dir. Bu bilim dallarının ortaya çıkardığı sonuçlar üzerinden tarih yorumlanıp ele alınır.
Fakat genel olarak tarihe şöyle bir bakış açısı vardır. Sanki tarih, yaşanmış geçmiş bir zamandır; tarihi geçmiş bir dönem olarak ele alan yaklaşım vardır. Bu bakış açısıyla tarih aslında ölü bir geçmiştir. Yani tarih bir dönemde yaşanmış, ölmüş ve aşılmıştır veya geçmişin belirli dönemlerinde bazı olaylar yaşanmıştır; bu biçimiyle de tarihi birer olay ve olgular dizisi olarak ele alan yaklaşımlar da vardır.
Önderliğin ve Hareketimizin tarihe yaklaşımı ise tarihi sadece yaşanıp bitmiş bir süreç olarak ele almamaktadır. Tarih, sadece bazı olaylarla bağlantılı ve aşılmış bir süreç değildir. Tarih günümüzde de yaşanmaktadır. Önderlik “tarih günümüzde gizli, biz tarihin başlangıcında gizliyiz”, “tarih şimdidir” ve yine “çözümlenen an değil tarih, birey değil toplumdur” demektedir. Bu değerlendirmeler Önderliğin tarih yaklaşımını göstermekte, bizim de tarihe nasıl yaklaşmamız gerektiğini ortaya koymaktadır.
Tarihe yönelik yanılgılı ve yanlış algılayışlar insanın, toplumun, hatta bilimlerin tarihi yorumlayışlarını getirmesini doğurmaktadır. Mesela Adorno’nun bir sözü var “Yanlış hayat doğru yaşanmaz” diyor. Eğer ki yanlış hayat doğru yaşanmayacaksa, o zaman yanlış algı ve bakış açısıyla tarihi de doğru yorumlayamazsın. Çünkü yaşamın yanlış yönlendirilmesi, yanlış hayatın başlangıcı tarihte gizli. Tarih yanlış anlatılması, yanlış yorumlanması ve yanlış ele alınması, hayatın da doğrudan uzaklaşmasını, yanlış yaşanmasını getirmektedir. Bu nedenle Önderlik tarihi yeniden yorumluyor ve bizlere yaşamın doğrusuna ulaşabilmemiz için kök hücreye inmemiz, ana kaynağı bulmamız gerektiğini öğretiyor.
Egemenler tarihi Sümerlerden başlatıyorlar. Aslında iktidar sisteminin tarihi, merkezi uygarlık tarihi Sümerlerde başlar. Fakat Sümerlerden önce de yaşanan bir tarih vardır. Önderlik bu tarihi, insanlığın %98 oranında yaşadığı tarih olarak ele almaktadır. Sümerlerden bu yana yazılı olan tarihin de %2’lik bir oranı ancak kapsadığını belirtmektedir. Bu %2’lik süreç 5000 yıllık bir süreci kapsıyor. Ama bu 5000 yıllık süreçten önce milyonlarca yılı kapsayan insanlığın bir gelişim süreci ve tarihi, toplumsallaşma tarihi vardır. Bu nedenle tarihi doğru ele alma, yorumlama ve buna göre sonuçlara ulaşma önemlidir.
Biz tarihi ele aldığımızda iki tarih biçiminde ele alacağız. Biri özgürlük tarihi, diğeri ise tahakküm tarihi. Bunları iki gelenek olarak ele alacağız; biri özgürlük geleneği, diğerini ise tahakküm ve devletçi gelenek biçiminde ele alacağız. Buna göre de iktidar sisteminin her şeyi kendisinden başlatan yaklaşımlarını, kendisini tüm gelişmelerin merkezine koyan değerlendirmelerini de yorumlayıp, tartışacağız.
Egemen tarih, insanlık tarihinin %98’lik bölümünü kapsayan tarihi, gelişim süreçlerini yaşanmamış saymaktadır veya bu süreçleri geri, ilkel bir süreç olarak ele alıyor. Önderlik tarihe yönelik bu yaklaşımı da yeniden doğrultmak, düzeltmek istiyor. Tarihin bu biçimde saptırılarak ele alınması en fazla da pozitivist bilimler tarafından gelişmektedir. Pozitivist bilimler daha çok egemenlerin bakış açılarına göre tarihi ve toplumu yorumlamaktadırlar. Determinist ve ilerlemeci bir yaklaşımla tarihi yorumlama geliştirilmektedir. Bu da tarihin düz bir çizgi olarak ele alınmasını getirmektedir. Hâlbuki tarih düz bir çizgi değildir, böyle ele alınması esas yanlışlıkları doğurmaktadır.
Eğer ki tarihi farklı bir açıdan yorumlayacak olursak; örneğin neolitik dönem bir kalkıştır, zirveleşme diyebiliriz; uygarlık tarihin başlamasıyla birlikte bir düşüş yaşanır; bu süreçlerde yaşanan direnişler vardır, bu direnişlerle birlikte kalkış ve iniş devam etmektedir; bu süreç Rönesans’a kadar devam eder, Rönesans’ta özgürlük geleneği yeniden yükselir, kapitalizmle birlikte tekrardan düşer, fakat arada da direnişler sürekli vardır, yani kalkış ve iniş sürekli devam etmektedir.
Yani düz bir çizgi olarak ilerlememektedir. Zaten eğer düz bir çizgi varsa o zaman toplumsallaşma ortadan kalkmıştır, insanlık durmuştur. Bunu bir EKG gibi ele alacak olursak, o zaman demek ki bu toplum, toplumsal yaşam durmuştur, tarihin akışı durmuş demektir. Mesela bir EKG grafiğinde, kalpteki atışlar düz bir çizgi şeklini aldığında o zaman kalp durmuş demektir, yani insan ölmüştür. Toplum yaşamını da bu şekilde ele alamayız. Tarihi düz bir çizgi olarak ele almak, onun ölü olduğunu söylemek olur.
Diğer taraftan Önderlik, tarih için en fazla zihniyet konusunu öne çıkartıyor. Önderlik, tarihe yön verenin esas olarak zihniyet olduğunu belirtmektedir. Esas belirleyici olanın zihniyet ve irade çalışması olduğunu ortaya koymaktadır. Hangi dönemde hangi zihniyet ve irade hâkim olursa tarihe yön veren, tarihin yönünü belirleyen odur. Bu nedenden dolayı da Önderlik Marksizm’i bu konuda çok eleştirmektedir. Çünkü Marksizm’in tarih yaklaşımı da ilerlemeci bir yaklaşımdır. Marks tarihi sınıfsal bölünmeler ve aralarındaki çatışmalar tarzında ele almaktadır. Marksizm, tarihi yorumu sınıfların ortaya çıkması, parçalanması ve aralarındaki savaşımlar tarihi biçimindedir. Marksizm tarihi hem ekonomik sistem hem de sınıfsal bölünmeler üzerinden ele aldığından, tarihi yine farklı şekillerde ekonomik sistemlere bölümleyerek yorumlamaktadır. İlkel komünal, köleci, feodal, kapitalist, daha sonrasında ise sosyalizm ve en son varılacağı yer olarak da komünizm.
Liberalizmin tarih yorumu ise daha farklıdır, o da tarihi bölümlere ayırarak ele almaktadır. İlkçağ, yani insanlığın başlangıcı ve köleci sistem; ortaçağ, daha çok köleci sistemin son dönemleri ve feodal sistem; yeniçağ, kapitalizmin başlangıç dönemi; yakınçağ ise içinde yaşadığımız kapitalist sistemin gelişim süreci.
Önderliğin tarih yorumu ise yeni bir bakış açısı sunuyor. Önderliğin tarih bakış açısını ve tarihsel akış içerisinde bugün inşa etmeye çalıştığı demokratik modernite sistemini kavrayabilmek için başlangıç olarak şöyle de dile getirebiliriz; Önderlikte tez, doğal toplum; anti-tez, uygarlık sisteminin doğuşu, yani iktidar ve devletçi sistemin doğuşu; sentez ise demokratik modernite. Önderlik aynı zamanda tarihi süre kavramlarını yorumlayarak ele alıyor. Süre kavramına dayalı tarihi süreçleri ele alırken; en uzun, uzun, orta, kısa ve en kısa, yani an süre kavramları veya özgürlük an’ı-kuantumik an biçiminde bir değerlendirme geliştirerek aynı zamanda “özgürlük sosyolojisi” tanımlamasını da yapmaktadır. Tarihi, süre kavramı çerçevesinde ilk olarak ele alan ve değerlendiren Fransız tarihçi Fernand Braudel’dir. Braudel, zaman ve mekân bağıntısı temelinde değerlendirdiği tarihi, süre ve kültür, süre ve toplum, süre ve uygarlık bağlamında ele alarak tarihe yeni bir yorum tarzı getirir.
Fernand Braudel “Dünyanın tam bir tarihi, en atılganların ve hatta en safların cesaretini kuracak noktalara sahiptir. Bu tarih kıyısı olmayan, ne başı ne de sonu olan bir nehir değil midir? Ve bu karşılaştırma bile yetersizdir: Dünya tarihi bir nehir değil de, birçok nehirdir. Ne mutlu ki tarihçiler aşırı bolluktaki malzemeyle boğuşma alışkanlığına sahiptirler. Bunlar tarihi kesimlere ayırarak (siyasal, iktisadi, toplumsal, kültürel tarih) bu aşırı bolluğu basitleştirmektedirler. Özellikle de, zamanın çeşitli zamansallıklar halinde bölünebileceğini iktisatçılardan öğrenmişlerdir ve böylece zaman evcilleşmekte, sonuçta ele gelir hale gelmektedir: Uzun veya çok uzun süreli zamansallıklar; yavaş veya daha az yavaş konjonktürler; hızlı, bazıları da anlık olan sapmalar vardır ve bunların en kısa olanları, aynı zamanda saptanmaları en kolay olanlarıdır. Sonuçta, dünya tarihini basitleştirmek ve örgütlemek üzere, hiç de ihmal edilemeyecek ardıçlara sahibiz. Ve yaşanmış bir zamanı dünyanın boyutlarına çıkartabiliriz, ancak dünyanın zamanı, insanların tarihinin toplamı değildir ve olmamalıdır. Bu istisnai zaman, yerine ve dönemine göre, bazı mekânlara ve bazı gerçeklere hükmetmemektedir. Ama başka gerçekler, başka mekânlar onun elinden kaçmakta ve ona yabancı kalmaktadırlar” değerlendirmelerini yapmaktadır.
Yine aynı zamanda Fernand Braudel “Tarih sosyolojikleşmeli, sosyoloji tarihselleşmeli” değerlendirmelerinde bulunarak, tarih ve toplum analizlerinin, yorumlarının ve tespitlerinin birbirinden kopuk ele alınmaması gerektiğini belirtmektedir. Önderlik tüm bu değerlendirmelere hakkını vererek daha da derinleştirmekte ve kendi paradigması temelinde ele alarak yeniden yorumlamaktadır. Buna göre;
En Uzun Süre: Temel kültür sosyoloji, temel kültür toplumu veya genel sosyoloji olarak da adlandırıyor Önderlik. Son buzul çağından günümüze kadar olan süre en uzun süre kapsamında ele alındığı gibi, tekrardan buzul çağı gibi bir süreç yaşanmaz veya bir afet vb. gelişmezse bu dönemin devam edeceği dile gelmektedir. En temelde de toplumsal hafızanın oluşum süreci olarak değerlendirdiği bu süre için Önderlik; “İnşa edilen toplum, zihniyet ve maddi kültürel öğeleriyle o denli güçlüdür ki, hiçbir iç toplumsal neden bu süre dahilinde bu toplumu yıkamaz. ‘Temel kültürel toplum’ kavramını bu süre karşılığında kullanabiliriz. Kalıplarını, içerik ve birikimlerini tekraren de olsa sıkça vermemin nedeni, ‘en uzun süre’ kavramına denk düşen ‘temel kültürel toplum’ tanımına ulaşmaktır. Çünkü süre ve toplum kavramları bu yeni anlamlarıyla toplumbilimine katkı sağlayıcı niteliktedir” değerlendirmelerinde bulunmaktadır. En uzun süre, insanlığın gelişimi, neolitik, tüm uygarlıkların gelişimi vb. tümünü içerisinde alıyor ve günümüze kadar olan süreci kapsıyor. Bu aslında, son buzul çağıyla birlikte önemli bir mesafe kat eden toplumsal tarihin günümüze kadar olan serüvenini, insanlık yürüyüşünü kapsar. En uzun sürede var olan, insanlık tarihinde başından beri var olan ve sonuna kadar var olacak olandır. Yine bu konuda Önderlik; “‘En uzun süre’ toplumu, yani dördüncü buzul döneminin sona ermesinden sonra gelişen neolitik devrimde ana nehri oluşturan Verimli Hilal toplumu, ya benzer yeni bir buzul dönemi ya da nükleer bir felaket, önlenemeyen bir hastalık veya benzer nedenlerle varlığını fiziksel olarak sürdüremez bir duruma gelinceye kadar, geçerliliğini sürdürmek durumundadır” demektedir. Bunlar genel olarak insanlık tarihini yaratan doğal toplumun değerleridir. Ahlaki ve politik toplum değerleridir ve Önderlik insanlığın bu dönemini, insanlık tarihinin %98’lik bölümü olarak değerlendirmektedir. Bu dönem, insanların insanlığını kazanma dönemleridir. İnsanlığın ilk zihniyet yapılanmalarını, kültürlerini oluşturma ve buna göre yaşamlarını belirleme dönemleridir. Bunlar da ahlak, politika ve demokratik komünal değerlerdir. Bu nedenle Önderlik, “ahlak ve politika da tarih olarak ele alınabilir” demektedir. Esas olarak da biz tarih anlayışımızı buna oturtmaktayız. Bu anlamıyla bizim tarih anlayışımız, ahlaki ve politik tarihtir. Önderlik aynı zamanda ahlaki ve politik tarihi ve bu temelde oluşan toplumsallığı insanlık tarihinin ana nehri olarak da değerlendirmektedir. Bu, özgürlük geleneğinin tarihidir de aynı zamanda. Ki nitekim buna “demokratik uygarlık” tanımlaması getirmektedir. Bunun karşısında gelişen iktidarcı-devletçi tarihsel gelişimi-geleneğini de “merkezi veya devletçi uygarlık” olarak tanımlamaktadır ve bunu da ana nehirden saparak yolunu değiştiren yeni bir nehir olarak ele almaktadır. Bu anlamıyla en uzun süre, insanlık tarihinin başlangıcından bu yana var olan yürüyüşünü, özellikle son buzul çağıyla birlikte ortaya çıkan gelişmeleri, neolitik toplum değerlerini ve günümüze kadar olan akışını ele alan tarihi içermektedir.
Uzun Süre: Önderlik uzun süreye aynı zamanda “yapısal süre, yapısal sosyoloji” demektedir ve aynı zamanda “temel yapıların inşa ediliş ve yıkılış süreleri” ile “toplumsal gelişmede temel kurumsal dönüşümler”i kapsamına alan tarihsel süre olarak ele almaktadır. Bu anlamıyla yapısal süre, insan eliyle gelişen ve yıkılan süreçleri kapsar. Bu süre insanlık tarihinde var olan tüm süreçleri, oluşumları, gelişimleri değil, ama uzun süre var olan şeyleri içine alır. Neolitik toplum hem en uzun süre kapsamında hem de yapısal süre kapsamında ele alınmaktadır. Çünkü hem çok uzun bir süreye dayalı bir gelişmedir, bir temel kültürleşmedir ve bugüne kadar etkisini sürdürmektedir, tüm gelişmelerin ana kaynağı-kökü rolündedir; ama aynı zamanda kültürel ve yarattığı insanlık değerleri açısından halen etkisini sürdürmekle birlikte, sistemsel olarak bir aşamadan sonra insan eliyle bir yıkılışı, çöküşü yaşamıştır. Bu anlamda her iki süre kapsamında da ele alınmaktadır. Örneğin; devletin ortaya çıkışı ve gelişimi ise esas olarak uzun süre kapsamında ele alınıp değerlendirilebilecek bir kurumlaşmadır. Hiyerarşik ve devletçi geleneğin gelişim tarihine baktığımız zaman hiyerarşi 7000 yıl, devlet ise 5000 yıllık bir ömre sahiptir. Yine sınıfların oluşumu, dinler, oluşan ve yıkılan uygarlıklar, devletler vb. bu kapsamda ele alınabilir.
Orta ve Kısa Süre: Önderlik buna “pozitif sosyoloji veya Auguste Comte sosyolojisi” de demektedir. Önderlik temel eleştirisi saklı kalmakla birlikte temel kültür sosyolojisi ve yapısal sosyolojiyle bütünleştirilerek olayları inceleyen bir sosyolojik tarih bakış açısının olması gerektiğini belirtmektedir. Pozitif veya Auguste Comte sosyolojisinde temel eleştiri konusu, her şeyin temeline olguyu alması, olgu olmayanı es geçmesidir. Pozitivist bakış açısı temelinde sadece görünenle ilgilenen, görünmeyen konuları araştırma konusu yapmayan tarih anlayışı hâkimdir. Önderliğin eleştiri geliştirdiği en temel husus da bu bakış açısıdır, parçalayan, manevi-metafizik olanı değersiz kılan yaklaşımı eleştirir. Bunların aşılması temelinde ele alınabileceğini belirtir. Orta süre, bir süreye kadar gelişen olayları, etkilerini veya bazı tarihi kişilerin yaptıklarını esas alır. Örneğin; Fransız Devrimi, yine Sovyet Devrimi, sadece bir dönem yaşanıp geçen olaylar değildir; bu devrimler uzun bir süreye dayanmayan ama tarihin belirli bir döneminde yaşanmış, insanlık tarihine damgasını vurmuş ve günümüze kadar da etkileri süren olaylardır.
Kısa süre ise bireylerin eylemlerini ve olayları kapsamına alır. Aylık, haftalık, günlük olarak ortaya çıkan ve yaşanan olaylar bu kapsama girer. Toplumu kısa süre zarfında etkileyen durumları ele alır ve inceler. Toplumsal, siyasal, ekonomik, ekolojik kriz ve kaos dönemleri, toplumsal hareketlerin ortaya çıkışları, eylemsellikler vb. bu kapsamda ele alınmaktadır.
En Kısa Süre: Önderlik buna aynı zamanda “kısaların en kısa süresi” diyerek, toplumsal açıdan yaratılış anlarını ele alan bir bakış açısıyla toplumsal tarihin sosyolojik bir yorumunun geliştirilmesi gerektiğini belirtmektedir. Bunu “özgürlük sosyolojisi” olarak da nitelendirmektedir. En kısa süre, an da, sürenin en kısa zamanında yapma, oluşturma, yaratmadır. Çok kapsamlı ve değişik tanımlamalarla da Önderlik bunu dile getirmektedir, Özgürlük Sosyolojisi dersinde elbette ki bu konular daha fazla ele alınacaktır. Kısaca belirtirsek Önderlik buna zihniyet sosyolojisi, kuantumik an, bilgeler zamanı tanımlamalarını da getirdi. “Bilme anında oluşmak” demektedir Önderlik. Yani aslında tarihe damgasını vuran birçok gelişme, aşama bu kuantumik anı yakalama, bilinci, sözü ve pratiği bir kılma, bilme anında oluşma, oluşturma-yaratmayla gerçekleşmektedir.
Astronomik süre: Elbette ki evrenin, yıldızların, gezegenlerin, ayın vs. bir oluşum tarihi, yaşı, halen süregelen değişimler, evrende genişlemeler, daralmalar, patlamalar, açıklanamayan oluşumlar bulunmaktadır. Önderlik tüm bunların da özel olarak araştırılması gereken konular olduğunu dile getirmektedir. Evrenin vb. oluşum tarihinin de astronomik süre temelinde ele alınması gerektiğini belirtmektedir.
Önderlik, böylelikle Braudel’in tarih analizlerine ve tespitlerini daha da kapsamlılaştırıp derinleştirmektedir. Tarihi, zaman ve mekân bağlamından koparmadan ele alarak sosyoloji ve tarihi bütünleyerek yaptığı değerlendirmeleriyle toplumsal tarihe yeni bir bakış açısı da getirmekte, tarihi yorumlayarak hakikati ortaya çıkarmaya çalışmaktadır.
Bu temelde Önderlik, doğal toplumdan sonra yaşanan tarihi süreçlerden hiçbirini birbirini koparmadan, tek bir merkezi uygarlık biçiminde ele almaktadır. Merkezi uygarlık sistemi karşında alternatif olarak da demokratik uygarlık-demokratik moderniteyi koymaktadır.
Marksizm’in sınıfların çıkışını, toplumun gelişimini, tarihsel gelişimi ekonomik bir temelde ele alışını da eleştirmektedir. Ekonomi toplumsal yaşamın örgütlendirilmesi ve devam ettirilmesinde esas etkenlerden biridir, fakat toplumun kendisi ekonomik sistemden oluşmamaktadır. Ekonomi de o toplumsal yaşamın, insanlık tarihinin bir parçası olarak gelişim sergilemektedir. Önderlik bu nedenle esas olanın zihniyet olduğunu belirtmekte ve ekonomi politikasını da esas olarak belirleyenin zihniyet olduğunu ortaya koymaktadır. Hangi dönemde hangi zihniyet etkinliğini koyarsa, tarihin yönünü o belirler ve etkide bulunur. Bizim tarihe yaklaşımımız ve ele alışımız da bu temelde olmaktadır.
Belirttiğimiz gibi Marksizm doğal toplumu ilkel komünal toplum olarak ele almaktadır. Önderlik bu ilkel komünal toplumun ilkel kelimesini ‘vahşi, geri bir toplumsal süreç’ olarak değil, ilk komünalleşme süreci, toplumun ilklerinin yaşandığı ilk toplumsallaşma süreci olarak ele almaktadır. Diğer kesimlerin değerlendirmelerinde ise daha çok ilkel, yani vahşi bir dönem olarak ele alan bir değerlendirme tarzı hâkim olmaktadır.
Böylesi bir bakış açısı üzerinden ele alındığında Önderlik “Uygarlığın temel kaynakları nelerdir?” şeklinde bir soru yöneltmektedir. Önderlik tarihi, uygarlığın temel kaynaklarının ne olduğunu sorgulamak ve değerlendirmek üzerinden yorumlamaktadır. Biz de biraz bu eksende ele alacağız.
Berfîn Zîn
Devam Edecek