Ateşin Küllerini Bedenlerinde Harlayanlar

0Shares

“23 Ekim 1998 Midyat Cezaevinde ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ eylemini gerçekleştiren Selamet Menteş (Kurdê Amed) ve Aynur Artan (Rotinda) anısına”

5 yaşındayken babamın cezaevinde olmasından dolayı her hafta cezaevine görüşe giderdim. Bir gün tüm görüşçüler toplanmış harıl harıl tartışıyorlardı. Şaşkın bir halde tartışmaları dinliyordum. Bir ana “cezaevinde 4 Apocu işkenceleri protesto etmek için kendilerini yakmışlar” diyordu. Orta yaşlı bir amca da ısrarla “onları düşman yakmış” diyor ve tartışmar dur durak bilmeden yüksek seslerle dile geliyordu. Düşman mı, yoksa kendileri mi? Mantığım her iki durumuda algılamıyor ve her iki olasılığıda kabullenmiyordu. İnsan kendi kendini yakabilir miydi ya da başka bir insan bir başka insanı yakabilir miydi, bu nasıl oluyordu? Babamı da yakarlar mıydı, ya da babam kendini yakar mydı? Sorular ardı ardına sıralanıyor ve beynimde şimşeklerin çakılmasına sebep oluyordu, ailelerin tartışması hız kaybetmeden devam ediyordu, annem gözyaşları içinde tartışmayı dinliyor, amcam da şok olmuş halde duruyordu. Aklıma bir fikir geldi, amcamdan kibrit istedim, amcam şok olduğu için neden kibrit istediğimi düşünmeden kibriti bana verdi. Biraz uzaklaştıktan sonra etraftan naylon, kağıt vs ne varsa topladım ve yaktım, elimi yaktığım ateşin üstünde tuttum, acımasına rağmen çekmemek için direndim ancak bir süre sonra dayanılmaz bir hal alınca elimi çekerek koştum ve ‘durun durun ben biliyorum, onlar kendini yakmadı düşman onları yaktı’ diyordum. Kendilerini yaktılar diye ısrar eden ana sordu ‘nereden biliyorsun’ diye, yaşadığım deneyimi anlatarak ‘çok acı veriyor onlar kedilerini yakamaz’ diyerek bitirdim. Herkes bu tartışmanın bir çocukta yarattığı etkinin farkına varmış ve tartışmayı orada sonlandırmış, amcam kibriti bana verdiğinin yeni farkına varmıştı. Kendime göre cevap bulsam da bu çelişki hep kafamda duruyor ve rüyalarıma giriyordu. Babam bir buçuk yıl sonra cevaevinden çıktığında ilk sorduğum soru, ‘4 Apocu mu kendini yaktı yoksa düşman mı onları yaktı’ sorusuydu. Yıllar sonra ‘Dörtlerin Gecesi’ diye bir kitap yayınlanınca hemen alıp okudum. Ferhat, Necmi, Eşref ve Mahmut yoldaşlar ihanete darbe vurmak, işkenlere son vermek ve savunma hakkını almak için bedenlerinde eteşi harlayarak düşmana ‘ölümden kormayız ve hakkımızı alırız’ mesajını net olarak vermişlerdi. Newroz eteşini bu sefer dağların doruklarında değil karanlık hücrede yakmışlardı. Romanı okuduğumda etkilendiğim diğer nokta o bu eyleme şahitlik eden arkadaşlar nasıl dayanmışlar konusuydu. İnsanın korttuğu şey başına gelir söylemi boşuna değilmiş. Yıllar sonra zindanda görkemli bir direnişe şahitlik ettim. Kısaca da olsa siz okuyucularla paylaşmak istedim. Ne kadar istesem de yeterince anlatabileceğimi sanmıyorum, onları anlatmak, kaleme dökmek imkansız.

Aradan yıllar geçmiş, Dörtler başta olmak üzere şehit düşen her arkadaşın intikamını almak için gerillaya katılmış ve Özgür Kürdistanı kurmak için yola çıkmış ancak yakalanmıştım. Elbette düşmanın ceavlerinde uyguladığı işkenceler 12 Eylül sonrası gibi değildi. Mazlum Doğan’la başlayan Dörtlerle devam eden Ölüm orucu direniş sonrası, savunma hakkı başta olmak üzere bir çok insanı haklar alınmış cevaevleri bir akademi sahasına dönüşmüştü. Cevaevi kapılarında duyduğumuz ve aklımızın alamadığı işkenceler en azından cezaevlerinde eskisi gibi yürütülmüyordu. İşkence ve ihanet karşısında gösterilen direniş bir çok koşulu değiştirmişti. Bir odada 30 ile 40 arası değişen sayıyla eğitimlerimizi yapıyor, süreci takip ediyorduk. Kurdê ve Aynur yoldaşları cevaevinde tanıma şansını yakaladım. Aynur yoldaşla dağda aynı alanda kısa bir süre kalsak da karşılaşmamıştık.

Her iki arkadaşı anlatabilmek kolay değil, ne kuracağım kelimeler ne de yanyana getireceğim harfler onları anlatabilmeye yetmez. Cevaevine ilk girdiğimde dikkatimi Kurdê arkadaş çekmişti, ben yakalandıktan kısa bir süre sonra yakalanan Aynur arkadaş hemen farklı duruşuyla dikkatleri üzerine toplamış ve sevilen bir arkadaş olmayı başarmıştı. Her ikisi de yaşamdaki duruşlarıyla farlılıklarını ortaya koyuyor ve yaşamın önemli bir parçası olmayı başarıyorlardı. Bundan dolayı ilk yönetim seçimlerinde her iki arkadaş da seçilmişlerdi. Her arkadaşla kurdukları doğal ilişkilerle sevilen, sayılan ark olmayı başarmışlardı. Farklılıkları birbirini tamamlayan ve bütünleyen bir zenginlikti adeta. Kurdê yoldaş coşkusuyla her birimizi etrafında toplarken, Aynur yoldaş derin düşünceleriyle her arkadaşın gönlünde taht kurmayı ve güldüren skeçleriyle herkesi güldürmeyi, Ahmet Kaya şarkılarıyla coşturmayı başarmıştı.

Kurdê yoldaşın ismini herkes kodu sanır. Oysa 5 yaşındayken Selamet ismine tavır alarak adını Kürdistan yapmak istemiş, en son Ş. Hayri yoldaşla (abisi) Kurdê ismini almayı başarmış. Cezaevinde gardiyan ve müdürler dahi bu isimle çağırmak zorunda bırakmıştı. Ailesi Kürt isyanlarında yer almış direnişçi bir ailedir. Kurdê yoldaş Dayzor ninesinden dinlediği direniş destanlarıyla büyümüş ve yaşamının bir vazgeçilmezi kılmıştı. Tüm yaşamı bir isyan, bir hareketlilik, bir destandı adeta. Yerinde durmayan bir civa gibi denilebilir. Genç ilçesine bağlı Riz köyünde doğmuş ve Amedin Lice ilçesinde çalışmıştı. Riz’in anlamı cennettir, Amed dağlarında kalan her gerilla bilir köylerinin nasıl bir cennet olduğunu. Köylerinin cennetimsi güzelliği kişiliğine ve fiziğine yansımıştı. Tüm arkadaşlarla kurduğu sıcak ilişki yaşamda hep aranır olmasını sağlamıştı. Hep öncü olmayı yaşamının bir parçası olarak gördüğü gibi bu misyonu da hep layıkıyla yerine getirmek için dur durak bilmeden çabalardı. Zilan yoldaşın eyleminden etkilenmekle kalmayıp ‘neden ben böylesi bir eylem yapmadım’ diye kendisini sorgular ve içerde nasıl etkili eylem yapılabilir yoğunlaşmalarını geliştirir ve tartışırdı. Bu görüşlerini paylaştığı bir kaç arkadaşla cezaevinde tüp patlatarak gardiyanları ve askerleri etkileyecek bir eylem planlar ama tüp patlamaz ve eylemleri arkadaşlar tarafından deşifre olur, ama yine de Kurdê yoldaş yoğunlaşmalarını bırakmayarak devam ettirirdi. Sürekli bir sorgulama halinde ve sürekli bir arayış içerisinde olurdu.

Aynur yoldaşı anlatmak da bir o kadar zor. Derin yoldaşlık izlerini yaşamında oluşturan, yaşama anlam katan derin bir yoldaştı. Önderlik eğitiminden geçmiş ve sürekli Önderliği anlatarak aldıklarını vermeye çalışırdı. Yakalanmasının özleştirisini eğitimlerde vererek layık olmanın sözünü her daim yenilerdi. Aynur yoldaşla her gün Önderliğin yanına giderdik ve hissederdik. Kah Dersim dağlarında, kah Amed dağlarında, kah Önderlik Sahasında olurduk. Aynı anıyı onlarca defa anlatmasına rağmen o denli güzel anlatırdı ki herkes tekrar anlatmasını isterdi, o anlattıkça biz onunla dağları gezer Aynur yoldaşla aynı hisleri hissetmeye başlardık. Aynur yoldaş Elazığlıydı. Evin büyük ve tek kızıydı. Babasının geçirdiği trafik kazasından dolayı küçük yaşta annesine destek olmuş ve sorumluluk almıştı. Üniversitede arkadaşları tanıdıktan sonra hiç teredüt yaşamadan katılmıştı. Kültür çalışmalarında kısa bir dönem çalışmasına rağmen önemli ilerlemeler katetmiş ve onu tanıyan her arkadaşı derinden etkilemişti.

Yönetim düzyinde sorumluluk alan arkadaşlardı. Komployu derinden hisseden ve sürekli ne yapabiliriz diye tartışan ve yapının yoğunlaşmalarını kanalize etmeye çalışırlardı. Her iki yoldaş da ‘düşmanın yönelimleri bir öncekilere benzemiyor biz nasıl engelleyebiliriz’ diyorlardı. Eylül ayının başında bu tartışmaları resmiyete getirerek bir kampanya başlatıldı. Herkes sadece Önderlik çözümlemelerini okuyacak, grup eğitimlerini Önderlik gerçeği kapsamında ele alacak, yazarlara ve gazetecilere Önderliği anlatan mektuplar yazılacak, her gün sloganlar atılacak ve sigara bırakılacak, sigara parası toplanarak dağa gönderilecek kararları alındı. Tek yoğunlaşma Önderlik ve Önderliği nasıl koruyacağımızdı. Havalandırma kapısı kapanmadan önce herkes havalandırmada toplanarak önce slogan atar sonra da Önderlik üzerine söylenen şarkılar yüksek sesle söylenirdi.

Midyat cezaevi kadın koğuşunda başlatılan kampanya, her iki yoldaşın ulaştığı yoğunlaşma düzeyini yaşama aktarmasının bir sonucuydu. Kampanya sürecinde her iki yoldaş adım adım Nirvanaya yakınlaşıyor ve Anka Kuşu misali küllerini alevlendirerek yeniden yaratılmaya başlanıyordu. 9 Ekim tarihinde resmi olarak başlayan komployla ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ eylemini Halit Oral başlatmıştı. Tüm cezaevlerinde başlayan bir eylem dalgası vardı. Bir çok arkadaş, her iki yoldaşta ulaştıkları yoğunlaşma düzeyini görüyor ve eylem yapmasınlar diye tedbir almaya çalışıyorlardı. Anka kuşları bir defa külleri alevlendirmiş ve Nirvanaya ulaşmışlardı. Hiçbir güç bunu ne durdurabilir ne de engelleyebilirdi. 22 Ekim tarihi bir gündü. Kurdê ve Aynur yoldaşlar önce yapıyla ‘eylem yapılmamalı’ üzerinden bir toplantı yaptı. Bu toplantının amacı yapıda biz eylem yapmayacağız havası yaratmaktı. Akşam sloganıyla beraber her iki arkadaşın organize ettiği bir moral gecesi ardından kapsamlı bir yönetim toplantısı yapıldı. Tüm arkadaşlar uyuduktan sonra kendi nöbetlerinde hazırlıklarını yaparak sabaha doğru eylem gerçekleştirdiler. Koğuşun kapısını arkadan sürgülediklerinden dolayı demir kapı bir türlü açılamadı. Ateşten bedenleriyle dur durak bilmeden attıkları sloğan tüm cezaevini gecenin sesliğinde sarsıyordu. Son anlarında Kurdê yoldaşın ‘Bijî’, Aynur Yoldaşın ‘APO’ diye slogan atması eylemin son anlarında bile birbirini tamamladıklarını gösteriyordu.

Çocukken Dörtlerin eylemiyle yaşadığım hissi birebir yaşamaya başlamıştım. Canımdan çok sevdiğim iki yoldaşım bedenlerini ateşe verip Önderlik etrafında barikat kurarak ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ diyordu. Havalandırma kapısı kapanmadan kısa bir süre önce Kurdê yoldaş havalandırmada ‘yek caran agir dibe mirov, yek caran mirov dibe agir’ şarkısını yüksek sesle söylemiş, Aynur yoldaş ise düşmanı delirten bir direnişçi kadın skecini oynamıştı. Saat dört çeyrekte de kapıyı üzerimize sürgüleyerek müdehale olasılığını ortadan kaldırmışlardı. Tüm detaylar ayrıntılı planlanmış ve eylemin engellenmemesi için tüm tedbirler alınmıştı. Düşman uzun bir süre kapıyı açmadı, eylem onları korkutmuştu, tüm askeri gücü toplayıp ellerine coplar verip dizdikten sonra kapıyı açmaya gelmişlerdi. Bedenleri ateş topu olan iki direnişçi onları korkutmuştu. Kapının uzun bir süre açılmaması müdehaleyi engellemişti. Kapı açılır açılmaz ilk biz koştuk direniş mekanına. Su getirilip döküldüğü gibi Kurdê yoldaş şahadete ulaştı. Tüm vucudu erimesine rağmen son ana kadar slogan atmış ve dudakları APO sözcüğünü söyler halde durmuştu. Aynur yoldaş dökülen suyla beraber köşeye oturmuş suyun gelişini engellemeye çalışmıştı. ‘Bijî, bijî’ sloganını hiç durmadan tekrarlıyordu. Uzattığı zafer işaretli parmaklarında hala ateş vardı, ne su ne başka bir şey o parmaklardaki ateşi söndürememişti. Şehit düşeceği çok netti ama bize söylemesi gereken şeyler olduğundan dolayı şahadet yolculuğuna çıkmamıştı. Sessizlik oluşturulunca bizim toplanmamızı istedi ve “Önderliği koruyun, Önderliği korumak ellerimizde, Önderliğe sahip çıkın” demişti. Yaşadığı acıyı sanki hissetmiyordu, Önderliğin korunması ve komplonun engellenmesi gerekirdi. Yaşamları nasıl Önderlikse, son sözleri de Önderlik’ti. Tüm yoğunlaşmaları hep Önderliği anlamak üzerineydi, Önderliği anladıkça kendi varlıklarına anlam katıyor ve yaşamı aşk düzeyinde yaşıyorlardı. Şehit Zeynep Kınacının gülen fotoğrafını Özgürlük fotoğrafına benzetirdi Kürde yoldaş. Eyleme gittikleri gün attıkları kahkaha özgürlüğe ulaşmanın kahkahasıydı. Bedende tutuşan ateşin kokusu yıllar geçmesine rağmen geçmedi. Şu an farklı mekanda olmama rağmen 22 Ekimi 23 Ekime bağlayan gece insan bedeninde yanan ateşin kokusunu ilk günkü gibi alırım. O koku ve o an zihnimde ve duygularımda hep canlı bir şekilde duruyor. Çocukluk korkum canımdan çok sevdiğim yoldaşlarım şahsında bir gerçek olmuştu. Beni ben yapan, benim yaşamıma anlam katan ve asla ama asla unutmayacağım bir gerçek. Her daim yanımda olan ve her daim özlediğim can yoldaşlarımın gerçekliği. Yanımda bir çok şahadet oldu ama 23 Ekim tarihinin izi daha derinlere işlendi. 21 Ekim gecesi beş altı saat Kurdê yoldaşla volta atmış ve dağları konuşmuştuk. Çocukluk arkadaşlarının çoğu dağdaydı veya şehit düşmüştü, onları andık yaşamlarımızdaki kritik dönemleri anlattık birbirimize.

O gece birbirimize akmış, hayallerimizi birleştirrmiş ve devrimci mücadeledeki rollerimizin neler olması gerektiğini konuşmuştuk. Hep ‘sizinle o eylemde ben de olmalıydım’ diyorum ama bana yüklediğiniz sorumluluğu yerine getireceğim. Önderliği koruyamadım, Önderliğin esaretini engelleyemedim ama Önderliği sizin adınıza yaşayacağım, yaşatacağım ve layık olmaya çalışacağım, bunun sözünü veriyorum.

Siya Dicle

Attachment