Direnmek yaşamın oluşmasının ve devamlılığının yegane ve temel şartıdır. Evrenin oluşumu, direnişin bir örneğidir. Milyon yıllık bir direniş, tüm sonuçları ve görkemi ile karşımıza bir evren ve yaşam olarak çıkmakta. Milyon yıllık bir varlık-yokluk savaşına karşı verilen bir mücadelenin sonucu olarak kendini var kıldı evren. Evrenin bu varoluşsal gerçeği olarak yaşanan direniş binlerce bitki ve hayvan türünün yaşayabileceği zemin olarak yaşam alanı sunmakta ve biz insanlar da evrenin bir parçası olarak bu direniş ile varlık kazandık. Direnmek evrenin ve varoluşun dilidir. Bir gülün yaşam bulması onun direnen yönüne yani dikenine bağlıdır. Ya da bir karıncanın var olabilmesi için kendine uygun direnme yöntemleri vardır ki ancak bu şekilde kendini var kılabilir.
Toplumsallığın ilk gelişim seyrinde, ilk klan-kabile ve insan topluluklarının kendilerini tüm dış etmenlere karşı savunabilmek için bir araya geldiklerini ve savunma temelinde toplumsallığın oluştuğunu görüyoruz. İnsan olarak en etkili direnme şeklimiz de toplumsallaşma olarak ifade edilebilir. İlk toplumsallaşmanın kadın-ana etrafında geliştiği süreçlerde, mevcut iklim şartlarından yaşam koşullarına ve hatta yabani hayvanların saldırılarına karşı dahi kendini koruyabilmenin tek şartı birlik olmaktır. Bu birliktelik oluşturulan toplumsallığın ifadesidir. Yaşamı kurabilmenin temel şartı toplumla var olmaktır. Toplum ve toplumsallıkla güç olmaktır. Tek kişi ile yaratılamayan bir yaşam bir toplumla ancak var olabilir, var olma savaşını kazanabilir. Neolitik süreçlerde ana-kadın etrafında geliştirilen toplumsallık, erkek ve kadın arasında komünal bir görev paylaşımının olduğu süreç, toplumsallığın en güçlü yaşandığı ve buna bağlı olarak dış saldırılara ve varolma savaşında en güçlü şekilde direnişin yaşandığı süreç olarak ifade edilebilir. Geliştirilen toplumsallık ve bu toplumsallık etrafında var olan hakikat yaşam oluşturmanın ve kültürü oluşturmanın da temelidir.
Kültür insan eliyle ve insana rağmen oluşturulan tüm maddi ve manevi değerler bütünüdür. Dil, din, bayrak, ahlak ölçülerinden, tarıma ve gelişmekte olan teknolojiye kadar her şey kültür kavramı içerisinde ele alınıp değerlendirilebilir. Bu anlamda direniş dediğimiz gerçek yukarıda ifade ettiğimiz şekilde bir kültürden öte varoluşsal bir gerçeklik olarak karşımıza çıkar. Fakat direnişin süreklileşmesi, günümüzde yaşandığı gibi tüm baskı ve sömürü rejimlerine karşı örgütlü bir savunma haline dönüşmüş olmasını ‘direniş kültürü’ şeklinde değerlendirmek mümkün.
Zerdüşlerden, Babeklere, Mazdeklere, Demirci Kawadan PKK’ye ve direnişleriyle yaşamı güzelleştiren kadınlardan PAJK etrafında ideolojik bir kimlikle örgütlenmiş olmalarına dek bu direnişin bir kültür halini aldığı gözardı edilemeyen bir gerçekliktir. Direnişin kültürleşmesi de ona yüklenen anlam ve uğruna verilen bedellerle güzelleşmesi ve kutsallaşmasıdır. Yaşanan her süreçte teslimiyetçi ve baskıcı güçlere karşı verilen mücadele, direnişe de yeni anlamlar katmış ve o sürecin kazandırdığı kişilik olmuştur. Buna verilebilecek en güzel örnek belki de Amed zindan direnişlerinde, faşizme ve egemenliğe boyun eğmeyen yaşamı direnişle güzelleştiren Kemal Pir’lerin ifade ettiği gibi ‘Yaşamak Direnmektir’ söyleminin bir slogandan öteye yaşamsal bir duruşu, kimliği kazandırmış olduğu gerçekliğidir.
Direnmek varlığını korumanın özüdür, temelidir. Ya direnirsin ve yaşarsın, ya da baskılara-işkencelere boyun eğer tüm kültürel değerlerinden uzaklaşarak ölüme mahkum olursun. Zindanlarda söylenen ‘Teslimiyet ihanete, direniş zafere götürür’ sloganı ve bu slogan etrafında kilitlenerek eyleme geçen, ‘yaşamı uğruna ölecek kadar çok sevenlerin’ sergiledikleri muhteşem direniş aslında bu hakikatin özüyle bağlantılıdır. Direnirsen zafere ulaşırsın, teslim olursan her şeyden önce kendi benliğine ihanet etmiş olursun. Bizde halk ve tarih gerçekliğimiz göz önünde bulunduğunda direnmek dışında bir yaşam seçeneğimizin olmadığı bugün de yaşanmakta olan saldırılar göz önünde bulunduğunda görülecektir.
Faşizm kendini her alanda örgütleyip Kürt olmaya dair ne varsa en çirkin yöntemlerle saldırıyor. Gerilla cenazelerine yönelik saldırılarda bulunup, gencecik insanları sırf Kürtçe şarkı söylediği için öldürüyor ve öldürtüyor. Kürdistan’ın her yerinde, insanın kanını durduracak düzeyde asimilayson ve imha politikaları yürütülüyor. Önder APO’ya yönelik uygulanmakta olan ağırlaştırılmış tecrit ve 21 yılı aşkın bir süredir İmralı işkence sisteminde tutuluyor oluşu, Kürdistan halklarına yönelik geliştirilmekte olan kirli özel savaş politikaları, fiziksel ve kültürel imha konseptleri bu politikaların temelini oluşturuyor. Yaşadığımız süreç öyle bir noktaya varmıştır ki, yürümekte olan savaş bir varlık-yokluk savaşıdır. Ya mutlak bir varlığı-var oluşu kazanarak özgürlüğümüzü elde edeceğiz, ya da sistemin dayatmaları karşısında iradeler yitmiş bir şekilde yokoluşu yaşayacağız. Ki bu da ölümden başka bir şey değildir. Tüm bunlara karşı durmak, tarih bilinciyle intikam ateşini yükseltmekle olabilir ancak. Gençler, kadınlar ve özgürlük isteyen bir halk olarak, her alanda devrim ateşini-intikam ateşini yükselterek faşizmi bu ateşin içerisinde yakmak, tarihin bize biçtiği bir sorumluluktur.
Bu sürecin özellikle biz kadınlara biçtiği rol ve misyonun sorumluluğuyla Zilanlarla fedailik çizgisinde anlam bulan Haziran ayında ve Haziranın Zilanlaştığı direniş ruhuyla zaferi kazanmaya çok daha yakınız. Özgür dağlardan şehirlere dek, faşizme karşı direnen tüm kadınları, gençleri bir gerilla olarak selamlıyorum. Direnişimizin görkemi ile faşizme kan kusturacağımız ve böylece özgürlüğün rengi ile güneşi selamlayacağımız günlere olan inancımla, her yerde direniş ateşinin yakılması gerekliliğini belirtiyorum.
Berçem Ronya