Fidan Nurhak
İnsan, Kendini Sistemleştiren Ve Geleceğe Taşıran Evrendir
Apocu kültürde aldanma ve aldatma yoktur. Aldatma eylemini insan karşıtı bir eylem olarak bilmek vardır. İnsanlar arası ilişkilerde saflığın, arılığın insan özgürleşmesinde önemli yeri olduğu inancı, doğalında dürüstlüğü esas almayı da getirmektedir. Bu özellikle Ortadoğu toplumlarına dayatılan kadercilik ve buna bağlı olarak gelişen eli kolu bağlılık ya da pasiflik anlamında olmayıp, bilakis, politik insan bilinciyle birleşen bir dürüstlüktür.
Ahlaki ve politik olmak, özgür yaşamaya karar vermek ve özgür yaşama adımları atmaktır ve bunun eylemcisi olmayı getiren Apocu kültürde insan ne egemenlerin ne de tanrıların nesnesi olabilir. İnsan, evrenin tüm diğer öğelerinin, hayvanların ve bitkilerin emanet edileceği temel bir öğedir. İnsan, kendini sistemleştiren ve geleceğe taşıran evrendir. Bu tanıma göre insan olmak öncelikle egemen sistemin insan dayatmasını reddetmektir. Bu anlamıyla hâkim uygarlığın dayattığı insan şemasının kesinlikle dışındadır.
Önderliğimizin çocukluğunda başlayan “mevcut sistemler içine girmeme, ona dayatılanı kolay kabullenmeme” yaklaşımı sistemleşerek, kendini yeni özgür yaşamın sistemi kılarak demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü toplum paradigması olarak bugüne taşımıştır. Bu sistemin insanı olmayacağım diyen Önderliğin İmralı tavrı, esaret koşullarına rağmen gösterdiği direniş ve kendini yeniden yaratma konusundaki radikalliği, salt sistem karşıtlığı değil, aynı zamanda sistem dışılığı da göstermektedir. Sistemin karşıtı olup içinde ona karşı mücadele etmeye çalışan, sistemi kendinde içselleştiren ya da sistem tarafından içselleştirilen tüm akım, hareket ya da kesimlerin varlığına rağmen Önderlik somutunda yaşanan hem sistem karşıtı olmak hem de sistemin dışında olmaktır. İmralı duvarlarına rağmen Önderlik sistemiçileştirilememektedir. Önderlik kendi somutunda mülkiyet anlayışını kırmış, sistemin olmamıştır. Bundan dolayı da sistemin Önderlik karşısında yaşadığı derin bir kompleks ve düşmanlık vardır. Kapitalist modernitenin hiçbir tanrısallığı Önderlik inancında geçer akçe değildir. “Belki ben sizi istediğim çizgiye getiremedim, ama ben sizi sistemin istediği gibi yaşatmasına da izin vermedim, bu da benim başarımdır.” sözü sistemiçileşmeme konusundaki duygularını da göstermektedir.
Uygarlıklı sistemlerle mücadele etmek, o sistem yaşamından tümüyle kopmayı gerektirir. Hâkim sistemin zihniyeti kadar yaşam biçimini reddetmeyen biri, nasıl o sistem karşısında mücadele yürütebilir ki? Önderlik sistemine girebilmek merkezi uygarlık sisteminden çıkmakla mümkündür. Sistemi düşman olarak görmek şarttır. Sadece ulus devlet askerlerini düşman görüp onlar karşısında savaşmak özgürlük mücadelemizin nihai yöntem ve biçimi değildir. Apocu kültür ile yaşamak isteyen kesinlikle hâkim moderniteden kendini koparmalı, o zihniyetin tüm yaşam biçimlerinden nefret etmeli ve sistem karşıtı olan öfkesini kesinlikle örgüt ve eylem gücüne dönüştürmelidir. Kapitalist modernite temsilcilerinin bir sözü bizde öfke yaratıyorsa karşılığında demokratik moderniteye dair yüz söz söylemeli ve o bir sözün etkisini kesinlikle gidermeliyiz. Halkımızı zehirlemelerine kesinlikle izin vermemeliyiz.
Apoculuk, Süreklileşen Bir Türküdür
Önderliğe temiz duygularla katılmak önemli ama yeterli değildir. Önderlik paradigmasına, onun teorik derinliğine katılmak, anlama çabasını yaşamının temel amaçlarından biri olarak ortaya koymak, yine bu amacı gerçekleştirdiği oranda pratikleştirmenin çabasına girmek hayatidir. Apocu kültürde önce öğrenmek sonra gerçekleştirmek tek yaşam biçimi olarak kendini dayatmaz. Öğrenmek ve yapmak kadar, yapma eylemi içinde yeni öğrenmelerle düşünsel derinliği yakalamak da temel bir yöntem olarak gelişir. Ruhsal ortaklık dediğimiz durum burada tekrar gündeme geliyor. Yaşamı paylaşanların birbirlerinin öğrendiklerini yaşamak konusundaki adımları, Apocu kültürü kendinde somutlaştıran insanın mütevaziliğini, aynı zamanda bireylerin aşmış oldukları bireyciliği de göstermektedir. Ortak bilmelerden ortak edimlere yönelmek, ruhsal ortaklaşmanın temelini inşa etmektedir. Kültürün temelinde yeralan ortaklaşma, salt davranışlarda yaşanacak ortaklıkları anlatmaz. Düşünce ve duygularda yaşanacak ortaklık, ortak kültürü yaratır. Bu konuyu kesinlikle aynılaşmak olarak algılamamak gerekir. Zaten aynılaşmak istenilse dahi başarılamayacak bir şeydir. Sözünü ettiğimiz, kapitalist modernitenin parçalayarak kullanım nesnesi haline getirdiği liberal insan bireyciliğine karşı ahlaki ve politik toplumun özgür insan öğesini yaşamsallaştırmaktır.
Tabi ki ilişkilerin arka planı kişinin kendini gerçekleştirmesidir. Kendilikler toplum olarak temel bir sorunumuz olurken aynı zamanda kişisel olarak da her birimizin tek tek sorunu olmaktadır. Aşılmadıkça eksik kalacağımız ve tamamlanamayacağımız bir konudur. Kendini yaratmanın temelinde hâkim sistemin insana dayattığı yaşamlardan sıyrılmanın ateşten geçitlerinde sınanmak vardır. Sistem, toplumu parçaladığı gibi, kendini de parçalayarak insanların zihniyetine zerk etmektedir. Sistemin tüm topluma yayılması bu yolla olmaktadır. Sistem kendini minimize ederek tüm insanlarda kendini yaşatmanın kendi varlık koşulu olduğunun farkındadır. İnsanın sistemiçileşmesi de böyle olmaktadır. Bize zerk edilen sistem parçalarını kendimizden söküp atmak zorundayız. Bunu yapmadığımız müddetçe yeniyi yaratmanın ön koşulunu gerçekleştirememiş olacağız. Apocu kültür, sistemi toplumun zihninden, ruhundan, yüreğinden ve bedeninden söküp atmanın eylemini her an gerçekleştiren ve bunu temel bir mücadele biçimi haline getirerek tüm zamanlarda uygulanması gerektiği kanısına ulaşmış olan bir hakikattir.
Apoculuğun süreklileşen bir türkü olması bundandır. Süreklileşen bir mücadeledir ve sistem varoldukça bu mücadele sürecek demektir bu sözün anlamı. Bugün hâkim sistemin bombardımanına maruz kalmayan insanlar ya da toplumlar yoktur. Ancak kendini sistemden iyi koruyabilen insanlar ya da toplumlar vardır. Apocu kültür kendini sistemden korumanın sistemi reddederek başladığının bir göstergesidir. Sistemi reddetmek bunu dile getirmekle mümkün olmamaktadır. Hatta bu kadar kolay da değildir. Mücadelenin en zor zamanlarının sistemi reddetmek ve kendi içindeki sistemi reddetmek olduğu gerçektir. Önderliğimiz bundan dolayı bilgelerin iç mücadeleye cihad-ı ekber (büyük savaş) dediği vurgusunu yapmaktadır. Büyük savaş sistemin zihnimize, yüreğimize kanser hücresi gibi yerleştirdiği lokal iktidarlarla savaşmaktır.
Kalanos örneğini Önderlik bunun için vermiştir. İskender’in “O benden daha büyük düşmanlarını yenmiştir” dediği Kalanos nefs savaşında kendini yenmiştir. Bilgelik ancak kazanılan nefs savaşı sonrasında ulaşılacak olan mertebedir. Kendi benliğini temel mücadele sahası olarak belirleme önceliği, tabi ki büyük bir cesarettir. Kendinle mücadele etmek zordur. Kendindeki düşman etkilerini yenmek, kendi benliğinde sistemiçileşen öğeleri söküp atmanın abidesel örnekleriyle doludur PKK tarihi. Yüzlerce genç kız ve erkek, kendinde Kalanos gibi nice bilgelerin verdiği savaşları vermiş hatta onları kat kat aşan pratiklerin sahibi olmuşlardır. Kemal Pir, Mazlum Doğan, Zilan, Sema, Viyan arkadaş ve daha yüzlerce örnek bunun en sıcak örnekleridir. Sara arkadaş onurlu kadın duruşuyla kırk yıla sığdırdığı direnişini bilgelerin sınavlarını sayısız kere vererek kendini henüz yaşarken tarih yapmıştır. Kendi nefsini yenmekle birlikte arkalarında bir kültür yaratmıştır bu yoldaşlar. Verdikleri savaşla hem kendilerini yaratmış hem de Apocu kültürü yaratarak yeni toplumsallığın entitesini yaratmanın en anlamlı örnekleri olmuşlardır. Bu örneklerdeki Apocu gerçekleşmeler, hakim uygarlık sisteminin gelişen teknik ya da büyüyen gücü karşısında büyüyen demokratik uygarlık gücünü de göstermektedir.