• KURDÎ
No Result
View All Result
Pajk - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri
    • Resim Galerisi
    • Video
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri
    • Resim Galerisi
    • Video
No Result
View All Result
Pajk - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi
No Result
View All Result

Tarihte Kürt- Türk İlişkileri

1 May 2013
in Genel
A A
Share on FacebookShare on Twitter

Tekoşin Ozan 

Kürt halkı ile Türk halkı arasındaki ilişkiler Ortadoğu tarihinin şekillenmesini en fazla belirleyen ilişkilerdendir. Aralarında kurdukları ittifaklar tüm Ortadoğu’nun kaderini belirlemiştir. Haritalar değişmiş, imparatorlukların geleceği çizilmiştir. Tarih boyunca defalarca kanıtlanan bu gerçeklikten yola çıkarak her iki halkın özgücünün küçümsenmemesi gerektiği sonucuna gitmek doğru olur.

Türk boylarının akınları tarihin en büyük ve etkili akınlarındandır. Özellikle Ortadoğu bölgesine daha Sümerlerden beri sürekli girişlerinin olduğu biliniyor. Yerel güçlerin dengelerini etkileyen, onları değişime zorlayan ve bölgenin kültürel siyasal gerçeğine katkı sağlayan bir yapıya sahiptir. Diğer taraftan bölgenin en kadim halklarından olan Kürtler, Neolitik dönem toplumsallaşmasının ana kaynağı orta-yukarı Mezopotamya yerlileri olarak sadece bölgenin değil insanlık tarihinin temel değerlerinin yaratıcıları olma konumundalar. Uygarlık güçleriyle çarpışma, benzeşme, direnme, taze güç olma ve uygarlık değerlerini büyütme gibi yoğun bir alış-veriş içerisinde olma durumu bir yana çiftçi ve çoban toplumun tüm ürünlerinin uygarlığın temelini oluşturması gerçeği de vardır. Etnik olarak karma bir yapıya sahip olan Sümerlerin birçok kralının Hurri olması, Mısır, Hitit, Babil hanedanlıklarıyla kan bağının bulunması ile birlikte Hurri, Mitani ve Med-Persler gibi temel uygarlık kurucularından olma durumu da biliniyor. Bu kadar güçlü bir alt yapıya sahip olan iki halkın ilişkilerini yüzeysel, güncel çıkarlara sığdırmaya çalışmak gerçeğe uymadığı gibi günümüzü ve geleceğimizi sağlıklı değerlendirmeye götürmez.

İttifak kurmak siyasal bir ilişkidir. Toplumsallık açısından varoluşsaldır. Devlet ve egemenlik çıkarlarından çok toplumsal çıkarlarla ilgilidir. Bununla birlikte aynı coğrafyayı paylaşma yani komşuluk olgusu söz konusu olunca siyasal ilişkiler, devletler arasındaki ittifak ilişkilerinin egemenlik çıkarlarından farklı olarak ötekileştirmeye değil bir arada yaşama koşullarını koruma anlayışına dayanır. Toplumsal dokuya işleyen bu anlayış değer yargılarının ortaklaşma alanını genişletir. Güvenlik ve kimlik gibi hayati konularda kurulan dayanışma bağlarının kendisi toplumsal değer olur ve sadece kendisinin değil komşusunun da güvenliği ve kimliğini sahiplenme kültürünü geliştirir. Kürt ve Türklerin tarihsel ilişkilerini bu sosyolojik perspektiften ele almak ve değerlendirmek için binlerce örnek verilebilir. Bu örneklerde de ortaya koyacağımız iddia şu; Kürtlerin kendine yeterliliğine dokunulmadan her iki tarafın da çıkarlarına uygun ittifaklar geliştirildiğinde, birlikte birbirini güçlendiren ilişkilerde ciddi bir sorun yaşanmamıştır. Bunun tersi olarak Kürtlerin bastırılmaya çalışıldığı dönemlerde her iki tarafı da güçten düşüren yıpratıcı gelişmelerle karşı karşıya kalınmıştır.

Türk Akınları, Kürtlerle İttifak Ve Anadolu Kapılarının Açılması

Binli yılların başlarında yavaş yavaş tüm bölgeye obalar halinde akın eden Türk boyları kendi soydaşlarıyla çatışmalı oldukları kadar Kürtlerle de ilişki ve çatışma içerisinde oldular. Hazar’ın güneyinden kuzey ve batı İran, Anadolu’nun doğusu ve güneyinde büyük oranda Kürtler yaşıyor ya da karma etnik yapılanmaların emirliklerinde Kürt beyleri bulunuyordu. Kürtler ve Ermeni, Asuri, Fars, Arap gibi komşuları bölgenin binlerce yıllık yerli halklarıydı, buna karşılık Türkler adeta uygarlığa karşı hamle yapan yağmacı gezgin kabilelerden oluşuyordu. Yağmacılık, Türklerde kültürel bir gerçeklikti ve dönem savaşlarının ganimetini almak bu kültürün yaşatılmasında oldukça elverişli koşullar yaratmıştı. Türk beyliklerinin büyük bir çoğunluğu birbirlerinden bağımsız olarak kendi başlarına hareket ediyorlardı. Sosyal örgütlülüğü kabileciliğe dayanan bu beylikler yerleşik değildi. Buna karşılık Kürtler, alanın yerleşik gücüydü ve öz yeterliliğe sahip olan belli başlı halklardandı. Geniş bir coğrafyada kurdukları otoriteleri altında edebiyat, sanat, ekonomik zenginlik oldukça gelişmişti. Halk olmanın ortak kimlik bilinci gelişmiş olsa da hanedanlığa dayalı otorite kurma anlayışı üzerinden Kürt devletlerinin dayanışmacı anlayışı hakimdi. Bu temelde birçok irili ufaklı beylik devletleri kurulmuştu. Şimdiki Kuzey Kürdistan’ın büyük çoğunluğunu kapsayan Mervani Kürt devletinin merkezi Meyafarqin’di. Komşuları olan Hemedan, İsfahan ve Azerbeycan’da da Kürt hanedanlarının kurduğu devletler vardı

Türk akınlarının bölgeyi yurt edinmesini sağlayan avantajlar:

Bölgenin yerli halklarının özellikle de Bizanslılara komşu olan Kürtlerin de Bizans egemenliğine karşı direniş içerisinde olması, dolayısıyla ittifak yapma koşullarının bulunması

Yahudi olan Selçukluların İslamiyeti seçerek Hıristiyan Bizans’a karşı dinsel direnişin öncülüğünü yapma fırsatını kullanması

Türklerin kendilerinden çok daha gelişmiş olan kültürel değerlerle çok hızlı uyum sağlama yeteneklerinin bulunması. Bu konuda en etkili siyasal duruşa sahip olanlardan biri Selçuklu Türkü Alparslan’dır. İktidarını zorla ele geçiren, kardeşleri, amcaları ve kuzenleriyle iktidar savaşı içerisinde olan Alparslan, birlik oluşturma anlayışını temel politikası haline gerdiği için farkı bir çıkışın sahibi olabilmiştir. Bu politik gücünü biraz da İran siyasal gerçeğinde pişmiş olan veziri Nizam’ül-Mülk’e borçludur.  Mervani Kürt devletiyle ilişkisi böyledir.

Anadolu’ya girme amacı olan Alparslan 1071 yılında, Bizanslı Romen Diyojen’in İstanbul`dan hareket ettiğini duyunca Kürtlerin merkezi Diyarbakır`a geliyor. Bizans’a karşı birlikte hareket etme anlayışı üzerinden anlaşma yapılıyor. Alparslan’ın yıkıcı ordusuna on bin Kürt savaşçı da katılıyor. Ayrıca Alparslan’ın Musul- Bağdat seferi sırasında Mervaniler’in topraklarından geçmesine izin veriliyor.  Alparslan sağ olduğu sürece Mervanilere saldırı gerçekleşmiyor. Bu anlaşma üzerinden Bizaslılar’a karşı Türk ve Kürtlerin güçleri birleşerek Malazgirt’te zafere ulaştılar.

Osmanlı İmpratorluğu’nun Kürtlerle İttifakı Ve Ortadoğu Kapılarının Açılması 

Osmanlı devleti, 1500’lü yıllara kadar hep batıya doğru seferler düzenledi.  Batıya ilerlemenin artık çok güçlü sonuçlar vermediği ve Doğuda Safevi İmparatorluğu’nun Şialık üzerinden bölge egemenliğine  dayalı hamle yapması üzerine, Osmanlılar yönlerini doğuya çevirdiler. Bu durum bölge üzerindeki iki büyük hegemon gücün egemenlik alanlarını genişletme çekişmesi anlamına geliyordu. Anadolu’nun doğusu ve güneyinde Akkoyunluların Diyarbakır merkezli beylik devleti vardı. Bağımsız Kürt beylikleri de oldukça fazlaydı. Sünni Osmanlı ile alevi-şia Safevi arasındaki çekişmenin meydanı Kürdistan, en fazla parçalanan halk da alevi-Êzidi ile Sünni dinsel ayrışmasını yaşayan Kürtlerdi. Kürtlerin taraflardan birini seçmesinde mezhep ayrılığının etkisi vardı ancak bu ayrışmayı derinleştiren her iki büyük devletin kendi çıkarları doğrultusunda Kürt beyliklerini yanlarına çekmesi veya tersi olarak baskı uygulamasıydı.

Sünni Kürt emirliklerinin Osmanlı İmparatorluğuyla ittifak kurmasında İdris-i Bitlisi’nin rolü belirleyici oldu. Şah İsmail, Osmanlı’nın sınırına kadar olan toprakları ele geçirip Akkoyunlu devletine son verince alan tamamen Safevilerin denetimine girmişti. Akkoyunluların Diyarbakır’daki sarayında alim olan İdris-i Bitlisi, uzun yıllar şehzadelerin eğitiminden sorumlu olan biri olarak İstanbul’a kaçtı. Yavuz Sultan Selim tahta oturduğu zaman İdris-i Bitlisi’yi doğu siyasetinin danışmanı yaptı. Yavuz Selim ordusuyla birlikte Safevilerin üzerine yürürken yanında İdris- Bitlisi vardı. Kürt Beyliklerle ittifak yapılarak Çaldıran savaşına(1514)girildi. Osmanlı ordusu Kürt beylik savaşçılarının öncülüğünde Tebriz’e kadar ilerledi ve Şah İsmail geri çekilmek zorunda kaldı. Bu arada Anadolu’da bulunan kırk bine yakın alevi ve daha büyük sayıda olan Êzidiler katliamdan geçirildi. Yavuz Sultan selim Alevileri katlederek Şah İsmail’in alandaki  desteğini bitirme politikası izliyordu. Çaldıran savaşından iki yıl sonra İdris-i Bitlisi Kürdistan’daki beyliklerle görüşmeler yaparak, iç özerkliklerini korumak şartıyla Osmanlı topraklarına katılmaya ikna etti.Böylece Kürdistan toprakları Osmanlı imparatorluğuna dahil oldu. Safevilerle  uzun süre devam savaşlardan sonra şimdiki İran’la Türkiye sınırlarına çok yakın sınırların çizildiği Kasr-ı Şirin anlaşması( 1639) imzalandı. Uzun yıllar boyunca Osmanlı İmparatorluğunda Kürt beylikleri özerk yapıya sahip oldu. 

Osmanlının Batılılaşma Eğilimi ve Bozulan İlişkiler

1600’lü yıllara kadar batı karşısında açık bir üstünlüğü olan Osmanlı İmparatorluğu bu süreçten sonra gerilemeye başladı. Felsefik olarak dogmatikleşen Osmanlı’nın bilimsel ve teknik gelişme kanalları daralmıştı. Osmanlı merkezinin fetihlere bağımlı ekonomik durumu ve ordu düzeni, fetih yayılmacılığının tıkanmasıyla birlikte gerilemeye ve batıda gelişen Kapitalist sistem tarafından baskılanmaya başlamıştı. Osmanlı İmparatorluğunun bu duruma bulduğu çözüm, devlet sistemini batılılaştırarak ayakta kalmaya çalışmaktı. Ordu yapısı, ekonomik sistemi ve idari yapılanması ulus-devlete uyduruldu. Batıda gelişen milliyetçi dalgayla uyumlu olarak Osmanlı milleti homojen bir yapı haline getirilmeye alışıldı. Bu anlayışla her türlü etnik, kültürel ve dinsel farklılıklar eşit olarak Osmanlı milleti olarak tanımlandı, hakları eşitlendi. Bütün Osmanlı tebaasından asker alma zorunluluk haline getirildi. Merkezi idare sistemine geçildiğinden dolayı özerk emirlikler kaldırıldı. İmparatorlukta askeri ve sivil batı okulları açıldı. Osmanlının gerçeğine uymayan bu elbise zorla giydirilmeye çalışıldı. Neticede reformlar İmparatorluğu temellerinden sarsmaya başladı. Osmanlı Milleti yerine, Hristiyan azınlıklarda hızla milliyetçi örgütlenmeler gelişti. Düzenli ordu kurulması ve zorunlu askerlik yasasına hem Yeniçerilerden hem de halktan ciddi isyanlarla karşılık verildi. Açılan batılı okullar, orduda mektepli, alaylı ayrışması ve ilerde çatışmasına yol açarken, batı zihniyetli oryantalist yeni bir aydın sınıfı gelişti. Jön Türkler ve İttihat Terakki bu sınıfın ürünleriydi. Büyük bir tepki de Kürdistan’dan geldi. Özerk yapılanmaları kaldırılan, merkezi idareye bağlanan ve askerlik zorunluluğu getirilen Kürt beyliklerinin büyük çoğunluğu isyan başlattı. Berdirxan, Rewanduz, Baban isyanları öne çıkanları olurken daha küçük çaplı birçok isyan gelişti.

Türkiye Cumhuriyeti Tarihinde Kürt Politikası

Osmanlı İmparatorluğunun dağılma sürecine girmesi ile birlikte Anadolu halklarının emperyalist paylaşım temelli saldırılarına karşı Kürt, Türk, Laz, Çerkez, Arap, gibi özellikle Müslüman bölge halklarının kader birliği oluşturması gerçeği vardı. Kuvai Milliye olarak tanımlanan yerel direniş güçleri içerisinde neredeyse hiç asker yoktu. Eli silah tutan herkes düşmanı topraklardan çıkarmaya kilitlenmişti. Bu konuda en başarılı olan ve tüm ülkeye moral motivasyon kazandıran alanlar Kürdistan illeriydi. Daha sonra kurtuluşun önünü açan bu yerler Şanlı, Gazi ve Kahraman sıfatlarıyla onurlandırıldılar. Kimlik bilinci gelişmiş olan ve özerkliğini koruma anlayışı güçlü olan Kürt halkının her kim saldırırsa saldırsın direneceği bir gerçekti. Ancak Atatürk’ün Kürtlerin özerkliğini koruma duyarlılığını destekleyen söylemlerini daha Amasya protokolünde ifade etmesi, ortak hareket etme yaklaşımını güçlendirdi, güven verdi. Bu arada Türkiye Cumhuriyeti’nin toprak sınırları da Misak-i Milli olarak belirlendi. Önce gizli daha sonra mecliste Şubat 1920’de ilan edilmek üzere belirlenen sınırlar, Halep’in kuzeyinden Musul Kerkük’e kadar uzanıyordu. Yani Güney ve Batı Kürdistan’ı da kapsıyordu.

Atatürk bir yazışmasında; “Adım adım bütün memlekette ve geniş ölçüde doğrudan doğruya halk tabakalarının ilgili ve etkili olduğu mahalli idareler kurulması, iç siyasetimizin gereğidir. Kürtlerin oturduğu bölgelerde ise hem iç siyasetimiz ve hem dış siyasetimiz açısından adım adım mahalli(özerk) bir idare kurulmasını gerekli bulmaktayız” diyordu. 1921’de BMM’nde, Teşkilatı Esasiye(Türkiye’nin ilk Anayasası) de cumhuriyetin temel örgütlenme modeli adem-i merkeziyetçi demokrasiyi esas alma temelinde oluştu. Yasaların yarısından fazlası yerel özerkliklerin tanınmasına ilişkindi. Bu dönemde mecliste coğrafik alanlar Kürdistan, Lazistan olarak tanımlanmış, mebuslar da Kürdistan mebusları olarak meclise katılmışlardı. 10 Şubat 1922 tarihinde Kürt otonomisi yasalaştı.( Fakat1924’ten sonra bu yasa ve yasaya ait meclis müzakereleri açık ve gizli meclis zabıtlarından çıkarılarak gizlendi.)

Lozan görüşmelerinin başladığı zaman bile bu tür açıklamalar devam ediyordu. Lozan Anlaşması durumun tersine çevrilmesinde dönüm noktasıdır. 1924’de Lozan’da İttihat Teraki mensubu bazı Kürt Mebusların da onayı ile Türkiye Cumhuriyetinin kurucu halkları Kürtler ve Türklerdir denilmiş ancak belgelere geçmesine gerek görülmemiştir. Türkiye Cumhuriyeti Lozan anlaşmasından sonra farklı bir seyir içerisine girmiş, bu zamana kadar söylenenler unutulmuş, çıkarılan yasalar, imzalanan belgeler ortadan kaldırılmış, yok sayılmıştır. 1924’te yeniden yapılan Anayasa 1921 Anayasasına ciddi anlamda ters düşmüştür. Buna göre; “Memleket dâhilinde hukuksal eşitliğe sahip olan başka ırktan gelme kimseler olmakla birlikte devlet Türk’ten başka millet tanımaz.” denilmiş ve Kürt kelimesi bir daha hiçbir açık belgeye geçirilmemiştir.

 Bu duruma tepkiler gecikmemiştir. Şex Sait ayaklanması buna tepkidir. Ayaklanma Kürdistan’da ciddi bir hareketlenme yaratsa da başarılı olamamış ve şiddetle bastırılmıştır. Türkiye Devleti, bu tarihten itibaren insanlık tarihinin en vahşi asimilasyon ve toplum kırım politikalarını devreye koymuştur. 24 Eylül 1925’te uygulamaya konulan Şart Islahat Planında temel bazı hususlar şunlardır; Kürdistan 5. Bölge olarak özel bir müfettişlik tarafından idare edilecek, 7. Kolordu bu müfettişliğe bağlı olacaktır. Bölgedeki yerel ve sivil mahkemelere Kürt memurlar alınmayacaktır. Resmi kurumlarda ve çarşıda pazarda Kürtçe konuşanlar, hükümete ve belediyeye karşı suç işledikleri gerekçesiyle cezalandırılacaktır. Yatılı okullar açılacak ve özellikle Kürt kızlarının okullara alınması sağlanacaktır. Fırat’ın batısında yaşayan Kürt kadınlarının Türkçe konuşması sağlanacaktır. Ermenilerden boşalan yerlere Kürtlerin dolmasına izin verilmeyecek, dışarıdan Türkler getirilip yerleştirilecek, Kürtlere kiraya bile verilmeyecektir. İsyanlara katılanlar batı illerine sürülecek, isyanın masrafları da onlardan alınacaktır. Yolların ordu sevklerine göre yapılması ve karakolların arttırılması da kararlar arasındaydı.  

Bu politikaya karşı her türlü direniş şiddetle bastırıldı, büyük katliamlar yapıldı. Şeh Sait isyanından sonra isyanlar ve katliamlar ar arda geldi.10 Haziran 1925 – Nehrî Direnişi 7 Ağustos 1925 – Reşkotan ve Raman Direnişi 21 Ocak 1926 Hazro Direnişi 21 Ocak 1926 –  Haco Ayaklanması (Nusaybin) 16 Mart 1926 – I. Ağrı Ayaklanması 7 Ekim 1926 – Koçuşağı Ayaklanması 26 Mayıs 1927 – Mutkî Direnişi
13 Eylül 1927 – II. Ağrı Ayaklanması 7 Ekim 1927 – Bicar Direnişi1928 – Sason – Pervari ve Kozluk Ayaklanmaları 6 Temmuz 1929 – Asî Resûl Ayaklanması 20 Eylül 1929 – Tendürek Direnişi
26 Mayıs 1930 – Savur Direnişi 20 Haziran 1930 – Zilan Ayaklanması 21 Temmuz 1930 – Oramar Ayaklanması 7 Temmuz 1930 – III. Ağrı Ayaklanması 24 Ekim 1930 – Pülümür Ayaklanması
21 Mart 1937 – Dersîm katliamı,  2 Mayıs 1941 – Reşîd Ali Geylanî Direnişi.

1934’te İsmet İnönü’nün bölgeyi dolaşarak, inkar ve imha politikalarına uyumlu olabilecek etnik nüfus dağılımı, il, ilçe merkezlerinin belirlenmesi, her şehrin önemine göre uygun Türkleştirme politikasının belirlenmesi gibi konuları içeren gezisi bir anlamda Kürdistan’ın şoven devlet zihniyetine göre yeniden düzenlenmesi çalışmasıydı. İçte inkâr ve imha politikasının bütün ayrıntıları derinlikli olarak ele alınırken, komşu devletlerle de Kürtlere karşı ittifaklar yapıldı. 8 Temmuz 1937′de İran’ın başkenti Tahran’da bulunan Sadabad Sarayı’nda Türkiye, Afganistan, Irak ve İran temsilcileri tarafından iki yıllık bir hazırlık evresinden sonra imzalanan antlaşmanın 7. maddesi doğrudan Kürtlere karşı alınan kararı içeriyordu. Bu madde, dört devletin Türkiye-İran, Türkiye-Irak ve İran-Irak sınırlarının her iki tarafda yaşayan Kürtlerin oluşturacağı herhangi bir örgütlenmeyi veya birbirlerine verebilecekleri desteği kırmak ve bastırmak amacıyla konulmuştu.

1940lara gelindiğinde Türkiye Devletinde Kürtlük adına nefes bile alınamaz hale gelinmişti. Kürt kimliği yok sayılmanın ötesinde artık bir hakaretti. Celal Bayar “Size Kürt diyenlerin yüzüne tükürün” derken Kürt sorunu diye bir sorunun kalmadığını, Kürt kimliğinin üzerine beton döküldüğünü düşünüyordu. Ama çok yanılmıştı. Uzun bir sessizliğe rağmen sorunun çözülmek bir yana derinleştirildiği açığa çıktı.

1978’de PKK’nin kuruluşu inkâr, imha ve asimilasyon politikasının başarısız kaldığının kanıtı oldu.                    

ShareTweetPin
  • Anasayfa
  • Önder APO
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri

©2020 PAJK Hemû mafên wê parastîne - Ji aliyê Pajk

No Result
View All Result
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma
  • Galeri
    • Video
  • Kurdi

©2020 PAJK Hemû mafên wê parastîne - Ji aliyê Pajk